Allah Teala'yı Tanımanın Önemi
"De ki: O Allah tektir. Allah, Samed'dir (Her şey O'na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.) Doğurmamış ve doğmamıştır ve O'nun hiçbir eş ve benzeri yoktur." (1)
"Göklerde ve yerde olan her şey O'nu tenzih eder. O üstündür ve yüce hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin saltanatı O'nundur. O diriltir ve öldürür ve O her şeye kadirdir. Evvel ve ahir, zahir ve batın O'dur ve O her şeyi bilendir." (2)
"O, öyle bir Allah ki, O'ndan başka bir ilah yoktur. Gizliyi de bilir, görüneni de. O, Rahman (dünya ve ahirette varlık rahmetini her şeye sunan) ve Rahim (dünya ve ahirette has rahmetini yalnızca mü'minlere sunan)dır. O, öyle bir Allah ki, O'ndan başka bir ilah yoktur. Her şeyin sahibidir. Ayıplardan ve noksanlıklardan münezzehtir. Esenliktir ve kullarını esenliğe erdirir. İnanan ve inandırandır. Her şeyi koruyandır. Mutlak saltanat sahibidir. Eksiklikleri giderendir. Uludur. Allah müşriklerin şirk koştuğu şeylerden münezzehtir. O Allah, yaratan, var edip olgunlaştıran ve şekil verendir. Bütün güzel adlar O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O'nu tenzih eder. O mutlak üstünlük ve hikmet sahibidir." (3)
Hz. İmam Rıza (a.s) babaları aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'dan o da Hz. Resulullah (s.a.a)'den naklettiği bir hadiste Hz. Resulullah şöyle buyuruyor: "Allah Teala buyuruyor: "Benden başka bir mabud yoktur. Bana ibadet edin. Sizden kim, "la ilahe illallah" şehadetini halis kalple söylerse, benim kaleme girmiş olur ve kim benim kaleme girerse, azabımdan emin olur." (4)
"Uyun-u Ahbar-ı Rıza" ve Şeyh Saduk'un "Tevhid" adlı kitabında yer alan bu hadisi, Şeyh Tûsi "Emali" adlı kitabında şöyle nakletmiştir: "Hz. İmam Ali (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a)'in şunları buyurduğunu söyledi: "Cebrail-i Emin Allah Teala'nın şunları buyurduğunu bana haber verdi: "Benden başka bir mabud yoktur. Ey kullarım! Bana ibadet edin ve bilin ki, sizden kim, "la ilahe illallah" şehadetini halis kalple söyleyerek benimle mülâkat ederse, benim kaleme girmiştir. Kim de benim kaleme girerse, azabımdan emin olur." Bu sırada o Hazret'ten: "Şehadeti halis kalple söylemenin manası nedir?" diye sordular. Hazret: "Allah'a ve Resulüne itaat edip, Ehl-i Beyt'inin velayetini kabul etmektir" cevabını verdi."
"Sevab-ül A'mal" kitabında Hz. Resulullah (s.a.a)'den nakledilen bir hadiste de Hazret şöyle buyuruyor: "İki kesin şey vardır:
a) Kim, Allah Teala'dan başka bir mabudun olmadığına ve onun bir ortağı olmadığına şehadet ederek ölürse cennete gider.
b) Kim de Allah'a bir şeyi ortak koşarak ölürse cehenneme gider."
"Uyun-ü Ahbar-ı Rıza" ve "İlel-üş-Şerayi" kitaplarında Hz. İmam Rıza (a.s)'dan Allah Teala'yı tanımanın gerekliliği ve nedeni hakkında nakledilen bir hadiste, o Hazret şöyle buyuruyor: "Eğer birisi; "Neden Allah Teala, kendinden başka bir mabudun olmadığına, peygamberlerine, hüccetlerine ve Allah'ın katından gelen kitaplara iman etmeyi emretmiştir?" diye sorarsa, cevap olarak denir ki; bunun birkaç nedeni vardır:
a) Allah'a iman etmeyen birisi onun yasaklarından ve büyük günahları işlemekten sakınmaz. Kendi arzusu, heva ve hevesi doğrultusunda her hoşuna giden fesat ve zulmü yapmaktan hiçbir şekilde kaçınmaz. Her insanın başkalarının hakkını gözetmeden, kendi heva ve hevesine göre istediği her şeyi yapmaya kalkışması ise, bütün halkın fesada düşerek yok olup gitmesine yol açar.
b) Halkın bazısı bazısına zorbalık etmeye başlar. Mallar zorla gasp edilir, can ve namusa tecavüz edilir ve herhangi bir hak veya suç söz konusu olmaksızın herkes birbirini öldürür. Bu ise, dünyanın tahribine neden olur. Ve yaratıkların helak olup, mal ve canların yok olmasıyla sonuçlanır.
c) Allah Teala hikmet sahibidir. Hikmet sahibi ise, ancak fesattan kaçındırıp doğru olan şeyleri emreden, zulümden sakındırıp, kötü işleri yasaklayan kimseye denir. Fesattan kaçındırmak, doğru olan şeyi emretmek ve kötü işlerden nehyetmek ise, ancak Allah Teala'nın varlığını kabul ederek, asıl emreden ve nehyedeni tanımakla olur.
O halde insanlar, Allah Teala'yı tanımak ve varlığını kabul etmekten muaf tutulup kendi başlarına bırakılsalardı, ne onları doğru olan şeylere yönelten, ne de fesatlardan uzaklaştıran bulunurdu. Çünkü, bu durumda artık emreden ve nehyedenin varlığı söz konusu olamazdı.
d) İnsanların başkalarına örtülü kalan gizli konularda fesat yaptıklarını görüyoruz. O halde, eğer Allah Teala'nın varlığını kabul etmek, O'na inanmak ve O'ndan korkmak olmasaydı, kimse kendi heva ve hevesiyle baş başa kalınca herhangi bir günahtan kaçınmaz veya herhangi bir harama düşmek veya büyük bir günahı işlemek hususunda, halkın görmediği hallerde, kimseyi dikkate almazdı. Böyle olunca da bütün insanlar helak olup giderlerdi.
O halde halkın varlık ve mutluluğu ancak ve ancak gizli, açık her şeyden haberi olan, hayrı emreden, fesattan sakındıran, hiçbir gizli şeyin ona örtülü kalmadığı, her şeyi bilen Allah Teala'nın varlığına iman etmekle sağlanabilir. Çünkü ancak bu onları, gizli olan fesatları yapmaktan alıkoyabilir.
Eğer birisi: "Allah Teala'nın vahdaniyetini kabul etmek neden farz kılınmıştır?" diye sorarsa, cevabında denir ki; bunun da birkaç nedeni vardır:
a) Eğer Allah Teala'nın vahdaniyetine inanmak gerekli olmasaydı, insanların iki veya daha fazla idare edici olduğunu hayal etmeleri mümkün olurdu. Böyle olunca da halk, batıl ilahları bırakıp onları yaratanı bulamazdı. Zira, her insan belki de kendisini yaratandan başkasına ibadet ediyor olabilirdi ve belki de bunun farkına varmayabilirdi. Artık onlar gerçekten yaratıcılarını tanımazlardı ve sonuçta ne bir amirin emri kalırdı, ne de bir yasak koyanın yasağı. Zira bu durumda onlar ne hakiki amiri tanırlardı, ne de hakiki yasaklayıcıyı.
b) Eğer iki mabud olsaydı, onlardan biri, diğerine oranla itaat edilip ibadet edilmeye daha evla olmazdı. Diğerine itaat etmeyi caiz görmek ise, Allah Teala'ya ibadet etmeyi farz değil, caiz görmek sonucunu doğururdu. Allah Teala'ya itaat edilmemesini caiz görmek ise, Allah Teala'ya, bütün kitap ve peygamberlerini inkar edip, bütün batılları ispat etmek, bütün hakları kenara itmek, bütün haramları helal kılmak, bütün günahları işleyip, bütün itaatlerden kaçmak ve bütün fesatları helal kılıp, bütün hakları yok etmek demektir.
c) Eğer birden fazla mabudun olması mümkün olsaydı, şeytanın ikinci mabud olduğunu iddia etmesi de mümkün olurdu. Böylece şeytan, Allah Teala'yla her hükmünde çelişip halkı kendi tarafına çekerdi. Bunun sonucunda ise en şiddetli inkarcılık ve nifak ortaya çıkardı.
Eğer birisi: "O halde niçin Allah Teala'nın benzeri olmadığına inanmak farz kılınmıştır?" derse, cevabında deriz: Bunun da birkaç nedeni vardır:
a) Bu durumda insanlar başkasına değil de Allah'a ibadet ve itaate yönelirler. Artık Rableri, yaratanları ve onlara rızk verenleri konusunda bir şüpheye düşmezler.
b) Eğer O'nun bir benzeri olmadığını bilmeselerdi, belki de babalarının diktiği bu putların; güneşin, ayın ve ateşin kendilerinin Rabbi olmadığını bilmezlerdi. Zira bunlar bazıları için şaşırtıcı olabilirdi. Sonuçta bu gibi gayri hakiki mabudlardan ulaştığı sanılan şeyler fesada yol açıp, bütün itaatlerin terk edilmesine ve bütün günahların işlenmesine yol açardı.
c) Eğer insanlara, Allah Teala'nın benzeri olmadığını bilmeleri farz olmasaydı, Allah Teala'yı diğer yaratıklardaki acizlik, cehalet, değişmek, yok olup gitmek, yalan konuşmak ve zulmetmek gibi, hallerle kıyaslamaları, O'na yanlış sıfatları nispet vermeleri mümkün olurdu. Bu hallere sahip olan bir şeyin ise yok olup gitmesinden emin olunmaz, adaletine güvenilmez, sözüne, emrine, yasağına, va'dine, sevap ve cezasına itibar edilmezdi. Böyle bir şeyin olması ise insanların fesada çekilmesi, rübubiyetin batıl olup gitmesi demektir." (5)
Allah Teala'yı Tanımayı Zorunlu Kılan Akli Deliller
Allah Teala'yı tanımanın gerekliliği hakkındaki bu birkaç hadisten sonra şimdi de konuyu akli yönden kısaca inceleyelim.
Allah Teala'yı tanımanın gerekliliği kelam ilminde akli yönden ele alınmış ve bu gibi araştırmaların gerekliliği için birçok akli delil zikredilmiştir. Biz sadece bunların bazısına işaret edeceğiz:
Birinci Delil:
Fıtrattan Kaynaklanan Bilinçlenme İçgüdüsü
İnsanı Allah Teala'yı tanımaya ve onu bu gibi konularda araştırma yapmaya zorlayan şey, onun kendi yaratılışı ve fıtratıdır. Başka bir deyişle insan aklı kendi zatında bulunan içgüdülerle bu tür araştırmalara girmiş ve girmek zorundadır da.
O içgüdülerden birisi, insanın bilinçlenme içgüdüsüdür. Bu içgüdü istisnasız her insanda vardır. İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren etrafında bulunan varlıkların ne olduklarını, onların ve kendisinin nasıl meydana geldiğini ve sonunda ne olacaklarını anlamaya çalışır. Bunu kavramak onun için en büyük amaç sayılmaktadır. Bu içgüdü ta çocukluktan insanda uyanmaya başlar. Çocuğun baba ve annesini soru yağmuruna tutması, işte bu içgüdünün zorlaması sonucudur. Elbette bu içgüdü her şahısta var olmasına rağmen, bütün insanlarda eşit derecede olmayabilir ve her dönemde çalışma alanı değişebilir. Örneğin, çocukluk yaşlarında çocuğu basit şeyleri öğrenmeye zorlayan bu içgüdü, daha sonraları derinleşerek insanı daha derin ve ağır şeyleri bilmeye zorlar. İşte insanı Allah Teala'yı tanımaya ve bu gibi konularda araştırma yapmaya iten en büyük etken de bu duygudur. Çünkü, kavrayış seviyesi yükselen her insanın zihninde bu defa; "Ben neyim? Bu alem nedir? Nereden geldik? Bizi var eden biri var mı? Nereye gideceğiz?" gibi sorular doğar ve bunlara müspet veya menfi bir cevap buluncaya kadar rahat edemez. O halde insan aklı, yaratılışı gereği Allah'ı aramak zorundadır.
İkinci Delil:
Muhtemel Zarardan Kaçınma Duygusu
İnsanı bu sahada araştırmaya zorlayan ikinci bir etken de, yine insanın kendi yaratılışında bulunan muhtemel zarardan kaçınma ve muhtemel bir yararı elde etme duygusudur. Yani, insan aklı, doğuştan herhangi bir zarar ihtimali olduğunda, özellikle de önemsenecek bir zarar olduğu söz konusu ise, onu önleyici tedbirlere baş vurur. Muhtemel bir yararla karşılaşınca da onu elde etme yollarını araştırır. Bu duygu ve aklın bu hükmü hepimizde bulunmaktadır. Örneğin, muhtemel bir deprem veya sel karşısında tedbir almamız veya ihmalkarlıktan dolayı muhtemel bir yararı kaçırdığımızda kendimizi kınamamız, bu duygudan ve aklın bu hükmünden kaynaklanır.
Bu duyguya sahip olan insan, bir takım çok muhterem, sadık, dürüst ve son derece üstün akıl ve bilgi sahibi olan insanların, Allah tarafından gönderilen peygamber olduklarını iddia ederek, insanları O'na iman getirip, O'nun emirlerine itaat etmeye davet ettiklerini, O'na inanıp itaat edenler için büyük mükafatların, kafir olup isyan edenler için de büyük ve acı verici azapların olduğunu ileri sürdüklerini, üstelik hem onların kendilerinin bu yolda istikrarlı olduklarını, hem de doğru, akıllı, bilgin kimselerin onlara iman edip uyduklarını gördüğünde, ister istemez içerisinde onların sözünün doğru olabileceği ihtimali doğar ve bu nedenle kendi yaratılışında bulunan bu duygusu gereğince aklı, ona bu konuda gereken araştırmayı yapıp tedbirli olmasını emreder. İşte bu duygu, insanı özel olarak Allah Tebareke ve Teala, genel olarak da din hakkında inceleme yapmaya zorlayan, insanın kendi yaratılışından kaynaklanan ayrı bir etkendir.
Üçüncü Delil:
Şükran Duygusu
İnsanı Allah Teala'yı tanımaya iten bir diğer etken de, insanın iyilik karşısında minnettar olma duygusu ve insan aklının, her iyilik ve nimet karşısında iyilik yapana ve nimet sahibine teşekkür etmenin gerekliliğine dair olan hükmüdür. İşte bu duygu ve aklın bu hükmü gereğince, her insan kendisine yapılan iyilik karşısında minnet duyar ve iyilik yapana teşekkür eder.
Öte yandan insanoğlu, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren kendisinin yararlanması için hazırlanan nimetlerin sayılmasının imkansız olduğunu görür ve ister istemez sahip olduğu bu duygu gereğince aklı, ona bu nimetlerin sahibine teşekkür etme emrini verir. Nimet sahibini tanımadan da ona teşekkür etmek mümkün olmadığından; aklı onu bu nimetleri kendisi için hazırlayanı tanımak ve bu konuda araştırma yapmak zorunda bırakıyor. İşte böylece insan nimet sahibini tanımayı araştırmaya koyulur.
Buna göre, insanın Allah Teala'yı tanıma isteği ve genel olarak dini araştırması onun kendi akli yapısı ve fıtratında bulunan duygulardan kaynaklanır.
Böylece bazı materyalistlerin ileri sürdükleri; "İnsanı din konusunda araştırmaya iten ve dine yönelten bir takım dış etkenlerin olduğuna" dair görüşlerinin batıl olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat biz yine de aşağıda onların ileri sürdükleri etkenleri ele alarak kısaca inceleyeceğiz.
(1) - İhlas Sûresi
(2) - Hadid: 1-3
(3) - Haşr: 22-24
(4) - Et-Tevhid: s. 25
(5) - Uyun-u Ahbar-ı Rıza s. 99, Bihar-ül Envar c. 3 s. 10
"Göklerde ve yerde olan her şey O'nu tenzih eder. O üstündür ve yüce hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin saltanatı O'nundur. O diriltir ve öldürür ve O her şeye kadirdir. Evvel ve ahir, zahir ve batın O'dur ve O her şeyi bilendir." (2)
"O, öyle bir Allah ki, O'ndan başka bir ilah yoktur. Gizliyi de bilir, görüneni de. O, Rahman (dünya ve ahirette varlık rahmetini her şeye sunan) ve Rahim (dünya ve ahirette has rahmetini yalnızca mü'minlere sunan)dır. O, öyle bir Allah ki, O'ndan başka bir ilah yoktur. Her şeyin sahibidir. Ayıplardan ve noksanlıklardan münezzehtir. Esenliktir ve kullarını esenliğe erdirir. İnanan ve inandırandır. Her şeyi koruyandır. Mutlak saltanat sahibidir. Eksiklikleri giderendir. Uludur. Allah müşriklerin şirk koştuğu şeylerden münezzehtir. O Allah, yaratan, var edip olgunlaştıran ve şekil verendir. Bütün güzel adlar O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O'nu tenzih eder. O mutlak üstünlük ve hikmet sahibidir." (3)
Hz. İmam Rıza (a.s) babaları aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'dan o da Hz. Resulullah (s.a.a)'den naklettiği bir hadiste Hz. Resulullah şöyle buyuruyor: "Allah Teala buyuruyor: "Benden başka bir mabud yoktur. Bana ibadet edin. Sizden kim, "la ilahe illallah" şehadetini halis kalple söylerse, benim kaleme girmiş olur ve kim benim kaleme girerse, azabımdan emin olur." (4)
"Uyun-u Ahbar-ı Rıza" ve Şeyh Saduk'un "Tevhid" adlı kitabında yer alan bu hadisi, Şeyh Tûsi "Emali" adlı kitabında şöyle nakletmiştir: "Hz. İmam Ali (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a)'in şunları buyurduğunu söyledi: "Cebrail-i Emin Allah Teala'nın şunları buyurduğunu bana haber verdi: "Benden başka bir mabud yoktur. Ey kullarım! Bana ibadet edin ve bilin ki, sizden kim, "la ilahe illallah" şehadetini halis kalple söyleyerek benimle mülâkat ederse, benim kaleme girmiştir. Kim de benim kaleme girerse, azabımdan emin olur." Bu sırada o Hazret'ten: "Şehadeti halis kalple söylemenin manası nedir?" diye sordular. Hazret: "Allah'a ve Resulüne itaat edip, Ehl-i Beyt'inin velayetini kabul etmektir" cevabını verdi."
"Sevab-ül A'mal" kitabında Hz. Resulullah (s.a.a)'den nakledilen bir hadiste de Hazret şöyle buyuruyor: "İki kesin şey vardır:
a) Kim, Allah Teala'dan başka bir mabudun olmadığına ve onun bir ortağı olmadığına şehadet ederek ölürse cennete gider.
b) Kim de Allah'a bir şeyi ortak koşarak ölürse cehenneme gider."
"Uyun-ü Ahbar-ı Rıza" ve "İlel-üş-Şerayi" kitaplarında Hz. İmam Rıza (a.s)'dan Allah Teala'yı tanımanın gerekliliği ve nedeni hakkında nakledilen bir hadiste, o Hazret şöyle buyuruyor: "Eğer birisi; "Neden Allah Teala, kendinden başka bir mabudun olmadığına, peygamberlerine, hüccetlerine ve Allah'ın katından gelen kitaplara iman etmeyi emretmiştir?" diye sorarsa, cevap olarak denir ki; bunun birkaç nedeni vardır:
a) Allah'a iman etmeyen birisi onun yasaklarından ve büyük günahları işlemekten sakınmaz. Kendi arzusu, heva ve hevesi doğrultusunda her hoşuna giden fesat ve zulmü yapmaktan hiçbir şekilde kaçınmaz. Her insanın başkalarının hakkını gözetmeden, kendi heva ve hevesine göre istediği her şeyi yapmaya kalkışması ise, bütün halkın fesada düşerek yok olup gitmesine yol açar.
b) Halkın bazısı bazısına zorbalık etmeye başlar. Mallar zorla gasp edilir, can ve namusa tecavüz edilir ve herhangi bir hak veya suç söz konusu olmaksızın herkes birbirini öldürür. Bu ise, dünyanın tahribine neden olur. Ve yaratıkların helak olup, mal ve canların yok olmasıyla sonuçlanır.
c) Allah Teala hikmet sahibidir. Hikmet sahibi ise, ancak fesattan kaçındırıp doğru olan şeyleri emreden, zulümden sakındırıp, kötü işleri yasaklayan kimseye denir. Fesattan kaçındırmak, doğru olan şeyi emretmek ve kötü işlerden nehyetmek ise, ancak Allah Teala'nın varlığını kabul ederek, asıl emreden ve nehyedeni tanımakla olur.
O halde insanlar, Allah Teala'yı tanımak ve varlığını kabul etmekten muaf tutulup kendi başlarına bırakılsalardı, ne onları doğru olan şeylere yönelten, ne de fesatlardan uzaklaştıran bulunurdu. Çünkü, bu durumda artık emreden ve nehyedenin varlığı söz konusu olamazdı.
d) İnsanların başkalarına örtülü kalan gizli konularda fesat yaptıklarını görüyoruz. O halde, eğer Allah Teala'nın varlığını kabul etmek, O'na inanmak ve O'ndan korkmak olmasaydı, kimse kendi heva ve hevesiyle baş başa kalınca herhangi bir günahtan kaçınmaz veya herhangi bir harama düşmek veya büyük bir günahı işlemek hususunda, halkın görmediği hallerde, kimseyi dikkate almazdı. Böyle olunca da bütün insanlar helak olup giderlerdi.
O halde halkın varlık ve mutluluğu ancak ve ancak gizli, açık her şeyden haberi olan, hayrı emreden, fesattan sakındıran, hiçbir gizli şeyin ona örtülü kalmadığı, her şeyi bilen Allah Teala'nın varlığına iman etmekle sağlanabilir. Çünkü ancak bu onları, gizli olan fesatları yapmaktan alıkoyabilir.
Eğer birisi: "Allah Teala'nın vahdaniyetini kabul etmek neden farz kılınmıştır?" diye sorarsa, cevabında denir ki; bunun da birkaç nedeni vardır:
a) Eğer Allah Teala'nın vahdaniyetine inanmak gerekli olmasaydı, insanların iki veya daha fazla idare edici olduğunu hayal etmeleri mümkün olurdu. Böyle olunca da halk, batıl ilahları bırakıp onları yaratanı bulamazdı. Zira, her insan belki de kendisini yaratandan başkasına ibadet ediyor olabilirdi ve belki de bunun farkına varmayabilirdi. Artık onlar gerçekten yaratıcılarını tanımazlardı ve sonuçta ne bir amirin emri kalırdı, ne de bir yasak koyanın yasağı. Zira bu durumda onlar ne hakiki amiri tanırlardı, ne de hakiki yasaklayıcıyı.
b) Eğer iki mabud olsaydı, onlardan biri, diğerine oranla itaat edilip ibadet edilmeye daha evla olmazdı. Diğerine itaat etmeyi caiz görmek ise, Allah Teala'ya ibadet etmeyi farz değil, caiz görmek sonucunu doğururdu. Allah Teala'ya itaat edilmemesini caiz görmek ise, Allah Teala'ya, bütün kitap ve peygamberlerini inkar edip, bütün batılları ispat etmek, bütün hakları kenara itmek, bütün haramları helal kılmak, bütün günahları işleyip, bütün itaatlerden kaçmak ve bütün fesatları helal kılıp, bütün hakları yok etmek demektir.
c) Eğer birden fazla mabudun olması mümkün olsaydı, şeytanın ikinci mabud olduğunu iddia etmesi de mümkün olurdu. Böylece şeytan, Allah Teala'yla her hükmünde çelişip halkı kendi tarafına çekerdi. Bunun sonucunda ise en şiddetli inkarcılık ve nifak ortaya çıkardı.
Eğer birisi: "O halde niçin Allah Teala'nın benzeri olmadığına inanmak farz kılınmıştır?" derse, cevabında deriz: Bunun da birkaç nedeni vardır:
a) Bu durumda insanlar başkasına değil de Allah'a ibadet ve itaate yönelirler. Artık Rableri, yaratanları ve onlara rızk verenleri konusunda bir şüpheye düşmezler.
b) Eğer O'nun bir benzeri olmadığını bilmeselerdi, belki de babalarının diktiği bu putların; güneşin, ayın ve ateşin kendilerinin Rabbi olmadığını bilmezlerdi. Zira bunlar bazıları için şaşırtıcı olabilirdi. Sonuçta bu gibi gayri hakiki mabudlardan ulaştığı sanılan şeyler fesada yol açıp, bütün itaatlerin terk edilmesine ve bütün günahların işlenmesine yol açardı.
c) Eğer insanlara, Allah Teala'nın benzeri olmadığını bilmeleri farz olmasaydı, Allah Teala'yı diğer yaratıklardaki acizlik, cehalet, değişmek, yok olup gitmek, yalan konuşmak ve zulmetmek gibi, hallerle kıyaslamaları, O'na yanlış sıfatları nispet vermeleri mümkün olurdu. Bu hallere sahip olan bir şeyin ise yok olup gitmesinden emin olunmaz, adaletine güvenilmez, sözüne, emrine, yasağına, va'dine, sevap ve cezasına itibar edilmezdi. Böyle bir şeyin olması ise insanların fesada çekilmesi, rübubiyetin batıl olup gitmesi demektir." (5)
Allah Teala'yı Tanımayı Zorunlu Kılan Akli Deliller
Allah Teala'yı tanımanın gerekliliği hakkındaki bu birkaç hadisten sonra şimdi de konuyu akli yönden kısaca inceleyelim.
Allah Teala'yı tanımanın gerekliliği kelam ilminde akli yönden ele alınmış ve bu gibi araştırmaların gerekliliği için birçok akli delil zikredilmiştir. Biz sadece bunların bazısına işaret edeceğiz:
Birinci Delil:
Fıtrattan Kaynaklanan Bilinçlenme İçgüdüsü
İnsanı Allah Teala'yı tanımaya ve onu bu gibi konularda araştırma yapmaya zorlayan şey, onun kendi yaratılışı ve fıtratıdır. Başka bir deyişle insan aklı kendi zatında bulunan içgüdülerle bu tür araştırmalara girmiş ve girmek zorundadır da.
O içgüdülerden birisi, insanın bilinçlenme içgüdüsüdür. Bu içgüdü istisnasız her insanda vardır. İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren etrafında bulunan varlıkların ne olduklarını, onların ve kendisinin nasıl meydana geldiğini ve sonunda ne olacaklarını anlamaya çalışır. Bunu kavramak onun için en büyük amaç sayılmaktadır. Bu içgüdü ta çocukluktan insanda uyanmaya başlar. Çocuğun baba ve annesini soru yağmuruna tutması, işte bu içgüdünün zorlaması sonucudur. Elbette bu içgüdü her şahısta var olmasına rağmen, bütün insanlarda eşit derecede olmayabilir ve her dönemde çalışma alanı değişebilir. Örneğin, çocukluk yaşlarında çocuğu basit şeyleri öğrenmeye zorlayan bu içgüdü, daha sonraları derinleşerek insanı daha derin ve ağır şeyleri bilmeye zorlar. İşte insanı Allah Teala'yı tanımaya ve bu gibi konularda araştırma yapmaya iten en büyük etken de bu duygudur. Çünkü, kavrayış seviyesi yükselen her insanın zihninde bu defa; "Ben neyim? Bu alem nedir? Nereden geldik? Bizi var eden biri var mı? Nereye gideceğiz?" gibi sorular doğar ve bunlara müspet veya menfi bir cevap buluncaya kadar rahat edemez. O halde insan aklı, yaratılışı gereği Allah'ı aramak zorundadır.
İkinci Delil:
Muhtemel Zarardan Kaçınma Duygusu
İnsanı bu sahada araştırmaya zorlayan ikinci bir etken de, yine insanın kendi yaratılışında bulunan muhtemel zarardan kaçınma ve muhtemel bir yararı elde etme duygusudur. Yani, insan aklı, doğuştan herhangi bir zarar ihtimali olduğunda, özellikle de önemsenecek bir zarar olduğu söz konusu ise, onu önleyici tedbirlere baş vurur. Muhtemel bir yararla karşılaşınca da onu elde etme yollarını araştırır. Bu duygu ve aklın bu hükmü hepimizde bulunmaktadır. Örneğin, muhtemel bir deprem veya sel karşısında tedbir almamız veya ihmalkarlıktan dolayı muhtemel bir yararı kaçırdığımızda kendimizi kınamamız, bu duygudan ve aklın bu hükmünden kaynaklanır.
Bu duyguya sahip olan insan, bir takım çok muhterem, sadık, dürüst ve son derece üstün akıl ve bilgi sahibi olan insanların, Allah tarafından gönderilen peygamber olduklarını iddia ederek, insanları O'na iman getirip, O'nun emirlerine itaat etmeye davet ettiklerini, O'na inanıp itaat edenler için büyük mükafatların, kafir olup isyan edenler için de büyük ve acı verici azapların olduğunu ileri sürdüklerini, üstelik hem onların kendilerinin bu yolda istikrarlı olduklarını, hem de doğru, akıllı, bilgin kimselerin onlara iman edip uyduklarını gördüğünde, ister istemez içerisinde onların sözünün doğru olabileceği ihtimali doğar ve bu nedenle kendi yaratılışında bulunan bu duygusu gereğince aklı, ona bu konuda gereken araştırmayı yapıp tedbirli olmasını emreder. İşte bu duygu, insanı özel olarak Allah Tebareke ve Teala, genel olarak da din hakkında inceleme yapmaya zorlayan, insanın kendi yaratılışından kaynaklanan ayrı bir etkendir.
Üçüncü Delil:
Şükran Duygusu
İnsanı Allah Teala'yı tanımaya iten bir diğer etken de, insanın iyilik karşısında minnettar olma duygusu ve insan aklının, her iyilik ve nimet karşısında iyilik yapana ve nimet sahibine teşekkür etmenin gerekliliğine dair olan hükmüdür. İşte bu duygu ve aklın bu hükmü gereğince, her insan kendisine yapılan iyilik karşısında minnet duyar ve iyilik yapana teşekkür eder.
Öte yandan insanoğlu, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren kendisinin yararlanması için hazırlanan nimetlerin sayılmasının imkansız olduğunu görür ve ister istemez sahip olduğu bu duygu gereğince aklı, ona bu nimetlerin sahibine teşekkür etme emrini verir. Nimet sahibini tanımadan da ona teşekkür etmek mümkün olmadığından; aklı onu bu nimetleri kendisi için hazırlayanı tanımak ve bu konuda araştırma yapmak zorunda bırakıyor. İşte böylece insan nimet sahibini tanımayı araştırmaya koyulur.
Buna göre, insanın Allah Teala'yı tanıma isteği ve genel olarak dini araştırması onun kendi akli yapısı ve fıtratında bulunan duygulardan kaynaklanır.
Böylece bazı materyalistlerin ileri sürdükleri; "İnsanı din konusunda araştırmaya iten ve dine yönelten bir takım dış etkenlerin olduğuna" dair görüşlerinin batıl olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat biz yine de aşağıda onların ileri sürdükleri etkenleri ele alarak kısaca inceleyeceğiz.
(1) - İhlas Sûresi
(2) - Hadid: 1-3
(3) - Haşr: 22-24
(4) - Et-Tevhid: s. 25
(5) - Uyun-u Ahbar-ı Rıza s. 99, Bihar-ül Envar c. 3 s. 10
Konular
- Porno film izlemenin ibretlik sonu
- Yassıada'dan İmralı'ya son yolculuk: Adnan Menderes'in idamı
- Porno Filmde Oynayan Üniversiteli Kız
- Aşk Denilen Sahtekâr
- Flörtle Kirlenen Namus ve Hayaller...
- İhya Rüya Tabirleri
- Bİ YARDIM EDİN YA
- Adet Döneminde Namaz kılmanın ve Kuran okumanın hükmü
- Üniversite mezunu cahillerin yarışı… 6 Kasım 2014 yenisafak.com yazısı
- yardım
- yardım
- Evli bir kadını aldatmaya iten şeytanın vesveseleri
- Başörtüsünü bir araç olarak kullanmayınız!
- Kapalı kadın ile evlenirken dikkat edilmesi gerekenler
- Evlilik yasak, seks çağdaşlık
- istemden bosalma
- Sapıklar internet üzerinden peydahlanıyor
- Fuhuş çeteleri internete dadandı
- İnternetten darbe yapanların başka tuzakları
- Şu anki meşguliyetin geleceğini tayin edecek!
- Orospuya sponsor olmanın vebali var mıdır
- Evlilikte eşlerin ebced değeri nasıl bakılır
- Günümüzde Özellikle Genç Fidanlarımızın Çevresini Kuşatmış Şehvet Taarruz Kuvvetleri için Etkili Stratejiler
- İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ..
- EŞCİNSELE SAYGI DUYAN MÜNAFIK BEYLER, CEHENNEME KADAR YOLUNUZ VAR.
- DUA İLE ALAY EDEN KIZ!
- Ahlaksız ve Pornocu Medyanın Sevmediği Kavramlar
- Toplumun Yüz Karası Ahlaksız Suikastçılar ve Kadın Düşmanları.
- KADIN CİNAYETLERİNDE SUÇLU ARAYANLAR!
- Kadın Hakları Havarilerinin Gerçek Yüzleri..