AİLE İÇİ İLETİŞİMDE SEVGİ

Aile müessesesi, üzerine binlerce araştırmanın yapıldığı, en önemli kurumlardan biridir. Ecdadımız, "Aile Ocağı" derken, kanaatimizce onun sıcaklığına, yetiştiriciliğine, pişirici özelliğine dikkat çekmek istemişlerdir. Tıpkı asker ocağında olduğu gibi, aile ocağında da insan, rûhen ve bedenen terbiye görme imkanına kavuşabilir. Ve eğer aile, bu fonksiyonunu icra edebilirse, bu görevini layıkıyla yerine getirebilirse, mükemmel bir eğitim-öğretim ortamı haline dönüşebilir. Araştırmalar, bir kişinin karakterinin 2/3’ lük kısmının, 2-6 yaşları arasında teşekkül ettiğini söyler. Demek oluyor ki, çocuğun karakterinin önemli bir kısmı, ailesi içinde geçirdiği dönem içinde oluşmaktadır. Bu nedenle, ailenin sağlıklı bir psikolojik ve biyolojik ortama sahip olması gerekir ki, sağlıklı bir sosyalleşme süreci sağlanabilsin.
Ailenin böylesi önemli bir görevi icra edebilmesi için öncelikle eşlerin yekdiğeriyle sağlıklı iletişim kurabilen fertler olması gerekir. Diyebiliriz ki, iletişim kurulmasında en önemli faktörlerden biri de sevgidir, muhabbettir.
Acaba, eşler olarak birbirimizi sevmeye ne kadar muktediriz? Sevmek, sevilmek elimizde olan bir şey midir? Meselenin iki yönü var. Birincisi, Cenab-ı Hakk’ın küllî kudretinin, her şeyde olduğu gibi sevgi konusunda da cereyan etmesidir. Bu bağlamda diyebiliriz ki, Allah Teâlâ dilemezse ve izin vermezse sevmeye de muktedir olamayız. Dolayısıyla, hiç kimse sevgisinin sınırsızlığından, sonsuzluğundan, eşsizliğinden ve büyüklüğünden söz edemez etmemeli de… Zira kulların kalplerine, eşlerin gönüllerine; sevgiyi, aşkı, muhabbeti yerleştiren sadece Cenab-ı Hakk’dır. Bunun sebebi de ayette şöyle açıklanır: "…birbirinizle huzur ve sükun bulasınız diye…" (er-Rûm, 30/21) Ayet bize şunu gösteriyor ki, birbirine yabancı, iki farklı karaktere sahip iki ayrı cinsi, aynı duyguyu tadabilen ve yaşayabilen insanlar haline getiren, kısacası birbirini sevebilmelerine imkan bahşeden yalnız Allah Teâlâ’dır. Ayetin tamamını ele aldığımızda bunu açık bir şekilde görebiliyoruz. "O’nun varlığının belgelerinden biri de sizi eşler olarak yaratması ve aranıza meveddet ve rahmeti yerleştirmesidir. Birbirinizle huzur ve sükun bulasınız diye. Andolsun ki düşünen bir toplum için bunda büyük ibretler vardır." O halde diyebiliriz ki, biz ancak Allah Teâla’nın bize lûtfettiği sevgiyle seviyor, aşk (meveddet) denilen bu duyguyu O’nun ihsanıyla yaşıyoruz. Bizden bunu esirgediği zaman da sudan çıkmış balığa dönüyoruz. Birbirimize yabancılaşıyor ve birbirimizden uzaklaşıyoruz. İlişkilerimiz resmi çerçevede yürütülen ilişkilere dönüveriyor. Artık evlilik gemisi isteksiz bir kaptan ve kaptan yardımcısı tarafından yürütülmeye çalışılıyor. Nereye kadar?
Sevmeye ve sevilmeye ne kadar muktedir olduğumuzu, başka bir ifadeyle, bu konuda ne kadar aciz olduğumuzu bir başka açıdan de ele alabiliriz. Örneğimiz boşanma davası açan genç evliler… Şundan emin olabilirsiniz ki, sözü edilen bu çiftlerden önemli bir kısmı, evlenmeden önceki zaman diliminde birbirine "deli gibi aşık" birbirini "çılgınca" seven kimselerdi. Sevgilerinin yüceliğine, büyüklüğüne dair birbirlerinden uzun nutuklar dinlemişlerdi. Kim bilir belki delikanlı, "senin için dağları bile delerim" demiş, "çiğ tavuk bile yiyeceğine dair" sözler vermiştir. Kim bilir, belki genç kız da, müstakbel eşine, "kuru ekmeğe razı olacağını" söylemiştir. Ne çare ki, evlendikten sonra, az pişmiş bir tavuğu, "bu tavuk pişmemiş, ben bunu yemem!" diyerek elinin tersiyle iten genç erkeğe, genç kadının verdiği karşılıklar, o evliliğin son bulmasında rol oynayabilmiştir. Evet, bu basit örneğimizin pek çok varyasyonuna rastlayabilirisiniz hayatınızda… Asıl bu tür olaylardan çıkarılabilecek dersin ne olduğuna gelelim. Dikkat edilirse, genç çiftler hep, "Senin için…/ Senin uğruna…" diye başlamaktadırlar sözlerine ve vaadlerine… İşte burada temel problem, fani bir kulun, yine fani bir kula bel bağlaması ve her şey gibi fani olacak sevgisinin, her şeye yeteceğini düşünmesidir. Pekiyi, bu sorunu nasıl aşacağız? Hangi yolla aşabiliriz? Gelin Kur’an’a kulak verelim: "O müminler ki şöyle dua ederler: Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizi ve çocuklarımızı "göz aydınlığı/gönül ferahlığı" olacak kimseler kıl." (Furkan, 25/74) Dikkat edilirse burada mümin, eşi ve çocuğunun "gözlere aydınlık/gönüllere ferahlık" kılınmasını Allah’tan dilemektedir. Allah, eşimizi ve evladımızı bize sevimli ve sevgili kılmazsa kim kimi sevebilir ki? Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, "el-Vedûd" ismin sahibi olan Allah Teâlâ, kullarını çok seven ve kullarını da birbirine sevdirendir. Her şeye kadir olan Allah, sevgiyi vermeye de esirmeye de muktedirdir. Bu şuurla, eşler, birbirlerini Allah için sevmeye çalışmalı ve böylesi bir sevginin, bu dünyaya yettiği gibi, âhiret hayatındaki cennet arkadaşlığına da kapı açacağını unutmamalıdırlar.
Gelelim meselenin ikinci yönüne… Allah Teâlâ’nın bize bahşettiği akıl ile aynı zamanda sorumluluk da yüklenmiştir biz insanlara… Evlilik anlaşması ile eşler, aynı zamanda bir sorumluluğun da altına girmektedirler. Çünkü nikah bir akittir, bir andlaşmadır. Bu andlaşmanın muhtevasında, eşlerin birbirinin kişilik haklarına riayet edeceklerine dair bir "söz verme" mevzubahistir. İşte kişilik haklarına riayet edilmediği zaman, zayi edilen "hak", diğer bir ifadeyle ortaya çıkan "haksızlık", ne kadar büyük olursa olsun, aşkı da, sevgiyi de sarsabilecek bir tehdit unsurudur. Burada söylemek istediğimiz şudur ki, eşlerin birbirine olan sevgisinin devamı ve artması, ancak birbirlerinin kişilik haklarına olan saygıyı muhafaza etmekle mümkündür. Kişilik hakkına özen gösterilmeyen bir ortamda sevginin zayıflamaya ve yok olmaya gideceğini söyleyebiliriz. Çünkü sevgiyi; besleyen, büyüten, ilgidir, ihtimamdır. Bunların temelinde var olan gerçek ise, tabii ki saygıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, kadın erkeğin, erkek de kadının kişilik haklarına özen gösterdiği sürece, aile içi iletişimde kayda değer problemlerin yaşanmayacağını söyleyebiliriz. Bu saygı ortamı yoksa eğer, kişilerin dinlerini yaşamaları, ya da hangi ölçüde olursa olsun "dindar" olmaları bile problemi çözmez. Maalesef günümüzde, bizatihi kendisi "iyi" olan ve etrafında da "iyi" olarak bilinen ama ailesi içinde iletişim problemi yaşayan nice insanlara rastlayabilmekteyiz. İbadetteki huzuru ve manevi güzelliği birlikte paylaşmanın faziletini önemseyen ve cemaatle kılınan namazı, ayrı kılınan namazdan yirmi yedi kat daha üstün gören bir dinin mensuplarının, huzur bulmak için ayrı odalarda, ayrı mekanlarda yaptıkları ibadetlerle, kıldıkları namazlarla, maneviyat iklimine sığınan ama hayat arkadaşıyla iletişim problemleri yaşayan bir kişilik sahibi olması ne kadar üzüntü vericidir. Ne dersiniz, acaba onların bu haline en çok melekler üzülmez mi?"
Aile içi iletişim problemlerine müstesna bir eş ve hayat arkadaşı olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in çözüm önerilerini ele alacağımız gelecek yazımızda buluşmak üzere, huzur ve mutluluk dolu bir aile hayatı dileklerimle…

Prof.Dr.Mehmet Emin AY
"firaset.net"