GÜL'CE

GÜL’CE

Gün ışığı adını öperek uyandırır badem ağaçlarını
Her çiçek sana gözlerini açar gibidir
Kuşlar bile diktiğin seher imâretini
Sabah yelinin mahmûr saçlarında haşrolarak
Kutsar gibidir

Ve dolunay göğsünde taşıdığı için parmağının nadir kolyesini
Baygın bir yüzle dolaşır mutlu zamanlar dilberi gibi
Saçların karanlık geceler ayetidir
Yüzünü gören der: Kutlu olsun sabahımız


Ne vakit haberlerini duysam
Hoyrat ağızlardan
Nutkum tutulur bakar kalırım
Başını okşayarak büyüttüğün süreçlerin katına çıkar
Barbar bir minvalde topallayan günlerim
Ne güne dek yaban kapılarından toplayacağım
O cânım andacım
Adını çirkin bir akla bulayıp şölenlerde gezdiren
Buzul dudaklarında solduranlardan inan ki
Kıskanıyorum adını


Ne önemi var
Hurdahaş hayatların mezadına bunca rağbetin
Yadında çıkılır oysa göklerin emzirdiği bakir zamanlara
Güller saçlarına sokulan mevsimlerin tortusudur
Kızıl kıyamet bir efkâra teşne dudaklardır açılan
Bulutların dudaklarından dökülen salavatlardır
Bahar yağmurları
Ki bahar Tâhâ veYâsîn donanmaları gibi
Senin kamu âleme mâil rahîm gülüşündür


Senin biricik menziline yağan billûr saatlerin
Benim hüsran bahçelerini savuran kadavrama hayat üflesin
Tut ki sana dair sayfalar diye güvercinler
Çocukluğumun sedef burçlarına tünesin
Şol yüce cenahımızdan
İhlâl edilmiş taptaze ummanların
Cânlara cân taşıyan safası esip gelsin
Kederden yüzleri görülmeyenlerin
Yumuşasın tenleri gönülleri kamaşsın
Arş’a kök salan o kutlu başın
Şöyle bir dönüp yönelsin semtimize
Ha sen gülmüşsün bir an
Ha kardan bir kıyamet kopmuş üstümüze
Ha köklerin melekûtuna tutunmuş melûl yakarışlarımız
Ha sen “amin”lerle geçmişsin
Düşlerimizin saydam ovalarından.


Yıldızların cümbüşü kurcalayan izzetli parmakları
Şöyle değiversin diye sularına
Yanyana bekleşirlerdi kalpleri çarparak kadınlar ve çocuklar
Göklerin taze ilgisiyle baygın sularla
Abdest alsınlar diye seçkin arkadaşları.


Ah, yollarına bakıp duranlardan biri de ben olsaydım!
Ya da ayağına çabuk yel
Teşrifini fısıldayınca mescide
Birden yarılan saflar arasından
Süzülerek yanık misk kokularıyla
Sırtını mihraba yüzünü ashaba dönüp selâm verdiğinde
Yüzünün kereminden âşıklarına bağışlar sunup
Munis bir heybetle namaza durduğunda
Bir kuş olup mescidinin penceresine konsaydım
Kur’ân okuyan Kur’ân’ın sesini duysaydım!
Bir gülüşünü kapıp çığlık çığlığa
Medine’nin dağlarına düşseydim!


İçimizden biriydin
Arş’a kök salmıştı başın
Yüryüzünde gezinirken gövden
Omuzlarının arasını öpmek için
Sırtına sarmıştı gölgen
Tüm yaratılmışlara bir şefkat olarak geldin
Geçmişin ve geleceğin haberlerini getirdin
Bizim gibi yiyip içsen de
Asla değildin bizim gibi
Sana vahyolunuyordu ötelerin ötesinden


Cahit Yeşilyurt