Yerli Malı Kullanalım
Yerli Malı Kullanalım
Ekonomik olarak sıkıntılı günler yaşıyoruz. Bütün dünya bir ekonomik kriz havasında bu zor günleri olabildiğince az sıkıntıyla atlatma çabasındadır. Gerçi memleketimizde bir gurup mutlu azınlık haricinde insanımız senelerdir ekonomik sıkıntıdadırlar. Enerjide, hammaddede dışa bağımlılık ve yirmi beş senedir bitirilmeyen terörle mücadele bütçeleri sürekli insanımızın belini bükmektedir. Ülkemizin içerisinde bulunduğu kabullenmemiz gereken bazı gerçekler vardır. Yukarıda temas ettiğim enerji, hammadde ve askeri harcamalar memleketi ekonomik olarak zorlamaktadır. Bütün bunlara rağmen mevcut hükümet, yeterli ya da yetersiz, beğenelim ya da beğenmeyelim, birçok yatırımlar ve gelişmeler yapmaktadır.
Yazımın konusu hükümeti eleştirmek veya övmek değildir. Affınıza binaen ekonomik sıkıntılarımızı ya da krizi vatandaş olarak, hayatın içerisinden bir insan olarak değerlendirmek istiyorum.
Herkesin her şeyden anladığı bir toplum
Ekonomist değilim, yüksek tahsilliyim ama ekonomi uzmanı değilim. Meslek erbabı olmadığım konularda da ahkâm kesmek istemiyorum. Ekonomi, spor ve din mevzuları yetkili yetkisiz herkesin üzerinde konuştuğu alanlardır. İnsanımız iyi bir spor, aslında sadece futbol, yorumcusu, iyi bir ekonomist, iyi bir ilahiyatçıdır nedense! Ben haddini bilmenin erdemine inanıyorum. Bu satırlar da içinde yaşam mücadelesi verdiğim şehirden gözlemlerime dayanacaktır.
Seneler boyunca yaptığım sohbetler, arkadaş toplantıları, büyüklerimizin tecrübeleri ve sırtımıza binen geçim mücadelesi herkesi biraz olsun ekonomiden anlar kılmaktadır. Bir büyüğüm bir sohbetimizde, “ekonominin temel taşı tasarruftur, bunun zıddı da israftır. Ne kazanırsan kazan bir miktarını tasarruf etmek zorundasın. Rahat bir yaşam sürdürmek istersen israftan vebadan kaçar gibi kaçacaksın.” demişti. Bu sözleri dinlerken aklıma Necmeddin Erbakan geldi. Senelerdir israf ekonomisinin yıpratıcı yönlerini anlatmakta ve millileşmenin ehemmiyetine vurgu yapmaktadır.
İlk tedavi aile içerisinde
Krizi aile ortamında aşmanın yolu alışverişlerden geçmektedir. İhtiyacımız ne ise onu almak ve o nesneyi de alırken var ise yerli üretimini tercih etmek zorundayız. İhtiyacımız olan mamullerin yerli üretimleri yoksa mevcut seçeneklerden ülkemize her alanda dost yahut zararı olmayan ulusların ürettikleri seçilmelidir. Bir pil alacaksak bunun Endonezya yapımı varken gidip Fransız üretimini almak sağduyulu kardeşlerimizin seçeceği bir yol değildir. Paralarımızın nerelere gittiğinden mesulüz. Kampanyalara aldanmamalıyız. Falan market şu ürünü on kuruşa indirmiş. Olabilir, söz konusu ürüne ihtiyacımız yoksa bu kampanyalarla ilgilenmememiz gerekir.
Alışverişler bütçemizi eriten eylemlerimizdir. Büyük alışveriş merkezleri vatandaşın cebinden on kuruşu dahi almak için olmadık yollar denemektedirler. Bunlara kanmamamız gerekir. Kapitalizmin mabetleri olarak görüyorum büyük alışveriş merkezlerini. Şimdilerde dip dibe açılıyorlar. Ülkemizi soymak için insanımızı eritmek için yarış halindeler adeta. Bu merkezler esnaflığı, sevgiyi, sohbeti öldürmektedir. Kredi kartlarının sunduğu tuzaklar vasıtasıyla bireyi ve cemiyeti perişan etmektedirler.
Bir ekmek, ikiyüz elli gram peynir, bir süt için mahalle esnafını, bakkal amcayı tercih etmek zorundayız. Biraz daha hacimli alışverişlerde, haftalık ya da aylık mutfak harcamalarında ihtiyaçlarımız semt pazarlarından veya semtimizde çalışmakta olan market dediğimiz orta büyüklükte ama bizim insanımızın sermayesi ve emeği olan işletmelerden gerçekleştirilmelidir. Bir fanila, bir çorap bir ufak hediye için evimize en yakın dükkânlar tercih edilmelidir. Alışverişlerimiz kredi kartlarıyla taksitlendirilmeyip dostluk ve güvenle tesis edilen bir anlayışla esnafımızla kurulan samimiyet ile vadelendirilmelidir.
İçmemek en güzeli, ne var ki, kullanıyorsak sigaramız yerli marka olmalıdır. Cep telefonlarımız, bindiğimiz araçlar, kullandığımız bilgisayarlar Türk sanayisinin, Türk işçisinin ürünleri olmalıdır.
Toplum bilinçlenmelidir.
Geçmiş zamandı, eşimin liseden arkadaşları, beyleri hanımları Belediyeye ait bir konakta kahvaltı için toplandık. Zaman ilerledikçe hanımlar bir masanın beyler bir masanın etrafında kümeleşip kendimizce sohbete dalmıştık. Zaman geçtikçe çaylar peşi sıra gidip gelmekte, sigaralar ardı ardına yakılmakta idi. Konu, spor, ekonomi ve ağırlıklı kesim muhasebeci olduğu için mesleki mevzularda dönmekteydi. Vakit ilerledikçe masamızın üstü herkesin kendi kullandığı sigara paketleri ve cep telefonlarıyla doldu. Arkadaşların ağırlıkta olanı milliyetçi insanlar bir kısmı da hali hazırdaki hükümet partisinin benimseyenleri, sevenleriydi.
O vakit masanın üzerine gözüm takıldı ve içim yandı. Milliyetçilikten, terörden benzeri konulardan söz ediliyordu ve masamızda sigara markası olsun, cep telefonlarımızdan olsun bir tane yerli üretim ürün yoktu. Sohbetimiz yerliydi telefonumuz yabancı, çayımız yerli idi sigaramız yabancı, pantolonlarımız yerli idi ayakkabılar yabancı, hanımların pardesüleri yerli idi eşarpları yabancı. Seyahatlerimiz yerli arabalarımız yabancı, her yerde her şeyde bize ait olanların yanında illa bir yabancı sokmuşuz. Bu durumumuzu arkadaşlara söyleyince kuru bir haklısından başka tepki ne yazık ki, gelmedi. O zaman düşündüm de bizlerin de iki kadeh devirince vatan kurtarmaya kalkan insanlardan ne farkımız vardı?
Bir sıkıntım da bindiğimiz araçlardan. Türkiye ithalatının külliyetli kısmını yabancı otomobillere yapmaktadır. Sıradan, kendi halinde bir insanımızın dahi altında güçlü motorlara sahip arabalar görmekteyim. İnsanımız şehir içerisinde 4*4 araçlar kullanmaktadır. İnsanımız yerli sanayimizin ürünü otomobilleri tercih etmelidir. Petrol ithal eden bir ülkede herkesin tüketimi fazla araçlar kullanması duyarsızlık değil midir? Ben kazandım ben harcarım zihniyetine katılmıyorum. Sorumluluklarının bilincinde bir toplum olmak durumundayız. Aksi davranışlar yeni krizlerin habercisi değil midir?
Memleketimiz zaman içinde türlü badireler atlatmış ve insanının sevgi ve cesaret ile el ele vermesiyle bu günlere gelmiştir. Mondros’tan sonra millet tüfeksiz, topsuz, her türlü malzemesiz ve parasız bulunduğu bir zamanda, yeniden dünyanın en güçlü ve en azametli ordusunu kurmaya kendisinde kudret bulmuştur. Ve bu ordu daha henüz kuruluş aşamasında iken İnönü zaferlerini, Sakarya Meydan Muharebelerini kazanmıştır. En sonunda bütün dünyayı hayrete düşüren ve ister istemez takdirlere sevk eden en son zaferi başarı ile elde ederek vatanı işgal edenleri son neferine kadar topraklarımızdan uzaklaştırmıştır.
O gün ardına bakmadan gidenler bugün, bankalarıyla, mağazalarıyla, eğlence kültürleriyle, evimizin en mahrem yerlerine kadar sızmışlardır. Fert olarak ulus olarak iktisadi kalkınmanın millileşmekten geçtiğinin farkına varmak zorundayız. Çok zor şartlarda tesis edilen bu ülke bizden sonra da evlatlarımıza emanet kalacaktır. Evlatlarımıza güzel yarınlar ve güzel bir ülke bırakmak zorundayız.
“ Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa, meydana gelen zaferler yaşayamaz, az zamanda söner. En parlak zaferlerimizin bile temin edebildiği ve daha edebileceği meyveleri tesbit için iktisadi hâkimiyetimizin temin ve genişletilmesi gereklidir”(*)
“Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri bu kadar güzellikleri insanlar faydalansın, nimetlensin diye yaratmıştır. Eğer vatan denilen şey kupkuru dağlardan, taşlardan, otlaklardan, çıplak ovalardan, şehirler ve köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Hâlbuki bu vatan çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layık bir yerdir. İşte bu memleketi böyle mamure haline, cennet haline getirecek olan iktisadi sebepler ve şartlardır. Öyle bir iktisat devri lazımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye dayandığını öğrensin. Bütün arzumuz şudur ki, bu memleketin fertleri elinde tarımın, ticaretin, sanatın ve çalışmanın örneği olsun. Ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, belki memleketimize zengin memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin.”(*)
Bu sözlerin konuyu yeterince anlattığını düşünüyorum. Güçlü ve bölgesinde söz sahibi bir Türkiye’nin yeniden tesisi için ithal değil milli bir ekonominin hayata geçmesi ve fertler bazında da bilinçli bir şekilde desteklenmesi kaçınılmazdır.
Bilal Atış 26/11/08
b.atis73@gmail.com
(*) Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresindeki söylevinden, 17 Şubat 1923
Ekonomik olarak sıkıntılı günler yaşıyoruz. Bütün dünya bir ekonomik kriz havasında bu zor günleri olabildiğince az sıkıntıyla atlatma çabasındadır. Gerçi memleketimizde bir gurup mutlu azınlık haricinde insanımız senelerdir ekonomik sıkıntıdadırlar. Enerjide, hammaddede dışa bağımlılık ve yirmi beş senedir bitirilmeyen terörle mücadele bütçeleri sürekli insanımızın belini bükmektedir. Ülkemizin içerisinde bulunduğu kabullenmemiz gereken bazı gerçekler vardır. Yukarıda temas ettiğim enerji, hammadde ve askeri harcamalar memleketi ekonomik olarak zorlamaktadır. Bütün bunlara rağmen mevcut hükümet, yeterli ya da yetersiz, beğenelim ya da beğenmeyelim, birçok yatırımlar ve gelişmeler yapmaktadır.
Yazımın konusu hükümeti eleştirmek veya övmek değildir. Affınıza binaen ekonomik sıkıntılarımızı ya da krizi vatandaş olarak, hayatın içerisinden bir insan olarak değerlendirmek istiyorum.
Herkesin her şeyden anladığı bir toplum
Ekonomist değilim, yüksek tahsilliyim ama ekonomi uzmanı değilim. Meslek erbabı olmadığım konularda da ahkâm kesmek istemiyorum. Ekonomi, spor ve din mevzuları yetkili yetkisiz herkesin üzerinde konuştuğu alanlardır. İnsanımız iyi bir spor, aslında sadece futbol, yorumcusu, iyi bir ekonomist, iyi bir ilahiyatçıdır nedense! Ben haddini bilmenin erdemine inanıyorum. Bu satırlar da içinde yaşam mücadelesi verdiğim şehirden gözlemlerime dayanacaktır.
Seneler boyunca yaptığım sohbetler, arkadaş toplantıları, büyüklerimizin tecrübeleri ve sırtımıza binen geçim mücadelesi herkesi biraz olsun ekonomiden anlar kılmaktadır. Bir büyüğüm bir sohbetimizde, “ekonominin temel taşı tasarruftur, bunun zıddı da israftır. Ne kazanırsan kazan bir miktarını tasarruf etmek zorundasın. Rahat bir yaşam sürdürmek istersen israftan vebadan kaçar gibi kaçacaksın.” demişti. Bu sözleri dinlerken aklıma Necmeddin Erbakan geldi. Senelerdir israf ekonomisinin yıpratıcı yönlerini anlatmakta ve millileşmenin ehemmiyetine vurgu yapmaktadır.
İlk tedavi aile içerisinde
Krizi aile ortamında aşmanın yolu alışverişlerden geçmektedir. İhtiyacımız ne ise onu almak ve o nesneyi de alırken var ise yerli üretimini tercih etmek zorundayız. İhtiyacımız olan mamullerin yerli üretimleri yoksa mevcut seçeneklerden ülkemize her alanda dost yahut zararı olmayan ulusların ürettikleri seçilmelidir. Bir pil alacaksak bunun Endonezya yapımı varken gidip Fransız üretimini almak sağduyulu kardeşlerimizin seçeceği bir yol değildir. Paralarımızın nerelere gittiğinden mesulüz. Kampanyalara aldanmamalıyız. Falan market şu ürünü on kuruşa indirmiş. Olabilir, söz konusu ürüne ihtiyacımız yoksa bu kampanyalarla ilgilenmememiz gerekir.
Alışverişler bütçemizi eriten eylemlerimizdir. Büyük alışveriş merkezleri vatandaşın cebinden on kuruşu dahi almak için olmadık yollar denemektedirler. Bunlara kanmamamız gerekir. Kapitalizmin mabetleri olarak görüyorum büyük alışveriş merkezlerini. Şimdilerde dip dibe açılıyorlar. Ülkemizi soymak için insanımızı eritmek için yarış halindeler adeta. Bu merkezler esnaflığı, sevgiyi, sohbeti öldürmektedir. Kredi kartlarının sunduğu tuzaklar vasıtasıyla bireyi ve cemiyeti perişan etmektedirler.
Bir ekmek, ikiyüz elli gram peynir, bir süt için mahalle esnafını, bakkal amcayı tercih etmek zorundayız. Biraz daha hacimli alışverişlerde, haftalık ya da aylık mutfak harcamalarında ihtiyaçlarımız semt pazarlarından veya semtimizde çalışmakta olan market dediğimiz orta büyüklükte ama bizim insanımızın sermayesi ve emeği olan işletmelerden gerçekleştirilmelidir. Bir fanila, bir çorap bir ufak hediye için evimize en yakın dükkânlar tercih edilmelidir. Alışverişlerimiz kredi kartlarıyla taksitlendirilmeyip dostluk ve güvenle tesis edilen bir anlayışla esnafımızla kurulan samimiyet ile vadelendirilmelidir.
İçmemek en güzeli, ne var ki, kullanıyorsak sigaramız yerli marka olmalıdır. Cep telefonlarımız, bindiğimiz araçlar, kullandığımız bilgisayarlar Türk sanayisinin, Türk işçisinin ürünleri olmalıdır.
Toplum bilinçlenmelidir.
Geçmiş zamandı, eşimin liseden arkadaşları, beyleri hanımları Belediyeye ait bir konakta kahvaltı için toplandık. Zaman ilerledikçe hanımlar bir masanın beyler bir masanın etrafında kümeleşip kendimizce sohbete dalmıştık. Zaman geçtikçe çaylar peşi sıra gidip gelmekte, sigaralar ardı ardına yakılmakta idi. Konu, spor, ekonomi ve ağırlıklı kesim muhasebeci olduğu için mesleki mevzularda dönmekteydi. Vakit ilerledikçe masamızın üstü herkesin kendi kullandığı sigara paketleri ve cep telefonlarıyla doldu. Arkadaşların ağırlıkta olanı milliyetçi insanlar bir kısmı da hali hazırdaki hükümet partisinin benimseyenleri, sevenleriydi.
O vakit masanın üzerine gözüm takıldı ve içim yandı. Milliyetçilikten, terörden benzeri konulardan söz ediliyordu ve masamızda sigara markası olsun, cep telefonlarımızdan olsun bir tane yerli üretim ürün yoktu. Sohbetimiz yerliydi telefonumuz yabancı, çayımız yerli idi sigaramız yabancı, pantolonlarımız yerli idi ayakkabılar yabancı, hanımların pardesüleri yerli idi eşarpları yabancı. Seyahatlerimiz yerli arabalarımız yabancı, her yerde her şeyde bize ait olanların yanında illa bir yabancı sokmuşuz. Bu durumumuzu arkadaşlara söyleyince kuru bir haklısından başka tepki ne yazık ki, gelmedi. O zaman düşündüm de bizlerin de iki kadeh devirince vatan kurtarmaya kalkan insanlardan ne farkımız vardı?
Bir sıkıntım da bindiğimiz araçlardan. Türkiye ithalatının külliyetli kısmını yabancı otomobillere yapmaktadır. Sıradan, kendi halinde bir insanımızın dahi altında güçlü motorlara sahip arabalar görmekteyim. İnsanımız şehir içerisinde 4*4 araçlar kullanmaktadır. İnsanımız yerli sanayimizin ürünü otomobilleri tercih etmelidir. Petrol ithal eden bir ülkede herkesin tüketimi fazla araçlar kullanması duyarsızlık değil midir? Ben kazandım ben harcarım zihniyetine katılmıyorum. Sorumluluklarının bilincinde bir toplum olmak durumundayız. Aksi davranışlar yeni krizlerin habercisi değil midir?
Memleketimiz zaman içinde türlü badireler atlatmış ve insanının sevgi ve cesaret ile el ele vermesiyle bu günlere gelmiştir. Mondros’tan sonra millet tüfeksiz, topsuz, her türlü malzemesiz ve parasız bulunduğu bir zamanda, yeniden dünyanın en güçlü ve en azametli ordusunu kurmaya kendisinde kudret bulmuştur. Ve bu ordu daha henüz kuruluş aşamasında iken İnönü zaferlerini, Sakarya Meydan Muharebelerini kazanmıştır. En sonunda bütün dünyayı hayrete düşüren ve ister istemez takdirlere sevk eden en son zaferi başarı ile elde ederek vatanı işgal edenleri son neferine kadar topraklarımızdan uzaklaştırmıştır.
O gün ardına bakmadan gidenler bugün, bankalarıyla, mağazalarıyla, eğlence kültürleriyle, evimizin en mahrem yerlerine kadar sızmışlardır. Fert olarak ulus olarak iktisadi kalkınmanın millileşmekten geçtiğinin farkına varmak zorundayız. Çok zor şartlarda tesis edilen bu ülke bizden sonra da evlatlarımıza emanet kalacaktır. Evlatlarımıza güzel yarınlar ve güzel bir ülke bırakmak zorundayız.
“ Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa, meydana gelen zaferler yaşayamaz, az zamanda söner. En parlak zaferlerimizin bile temin edebildiği ve daha edebileceği meyveleri tesbit için iktisadi hâkimiyetimizin temin ve genişletilmesi gereklidir”(*)
“Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri bu kadar güzellikleri insanlar faydalansın, nimetlensin diye yaratmıştır. Eğer vatan denilen şey kupkuru dağlardan, taşlardan, otlaklardan, çıplak ovalardan, şehirler ve köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Hâlbuki bu vatan çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layık bir yerdir. İşte bu memleketi böyle mamure haline, cennet haline getirecek olan iktisadi sebepler ve şartlardır. Öyle bir iktisat devri lazımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye dayandığını öğrensin. Bütün arzumuz şudur ki, bu memleketin fertleri elinde tarımın, ticaretin, sanatın ve çalışmanın örneği olsun. Ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, belki memleketimize zengin memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin.”(*)
Bu sözlerin konuyu yeterince anlattığını düşünüyorum. Güçlü ve bölgesinde söz sahibi bir Türkiye’nin yeniden tesisi için ithal değil milli bir ekonominin hayata geçmesi ve fertler bazında da bilinçli bir şekilde desteklenmesi kaçınılmazdır.
Bilal Atış 26/11/08
b.atis73@gmail.com
(*) Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresindeki söylevinden, 17 Şubat 1923
Konular
- Porno film izlemenin ibretlik sonu
- Yassıada'dan İmralı'ya son yolculuk: Adnan Menderes'in idamı
- Porno Filmde Oynayan Üniversiteli Kız
- Aşk Denilen Sahtekâr
- Flörtle Kirlenen Namus ve Hayaller...
- İhya Rüya Tabirleri
- Bİ YARDIM EDİN YA
- Adet Döneminde Namaz kılmanın ve Kuran okumanın hükmü
- Üniversite mezunu cahillerin yarışı… 6 Kasım 2014 yenisafak.com yazısı
- yardım
- yardım
- Evli bir kadını aldatmaya iten şeytanın vesveseleri
- Başörtüsünü bir araç olarak kullanmayınız!
- Kapalı kadın ile evlenirken dikkat edilmesi gerekenler
- Evlilik yasak, seks çağdaşlık
- istemden bosalma
- Sapıklar internet üzerinden peydahlanıyor
- Fuhuş çeteleri internete dadandı
- İnternetten darbe yapanların başka tuzakları
- Şu anki meşguliyetin geleceğini tayin edecek!
- Orospuya sponsor olmanın vebali var mıdır
- Evlilikte eşlerin ebced değeri nasıl bakılır
- Günümüzde Özellikle Genç Fidanlarımızın Çevresini Kuşatmış Şehvet Taarruz Kuvvetleri için Etkili Stratejiler
- İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ..
- EŞCİNSELE SAYGI DUYAN MÜNAFIK BEYLER, CEHENNEME KADAR YOLUNUZ VAR.
- DUA İLE ALAY EDEN KIZ!
- Ahlaksız ve Pornocu Medyanın Sevmediği Kavramlar
- Toplumun Yüz Karası Ahlaksız Suikastçılar ve Kadın Düşmanları.
- KADIN CİNAYETLERİNDE SUÇLU ARAYANLAR!
- Kadın Hakları Havarilerinin Gerçek Yüzleri..