KİLİSENİN TAASUBU, BATI’DAKİ BUHRAN VE İSLÂM

KİLİSENİN TAASUBU, BATI’DAKİ BUHRAN VE İSLÂM

Batı Dünyası, 18.asırdan itibaren yavaş yavaş kiliseden uzaklaşmaya başladı. Çünkü, kendini, katı bir taassubun ve baskının paravanasında, asırlarca ayakta tutmasını beceren “kilise”, Orta-Doğudan başlayarak ve dünyaya ışık saçarak yayılan Büyük İslâm Medeniyeti sayesinde uyanan aydın kafalar ve vicdanlara yetmeyecekti.

“Kilise”, dünyaya aydınlık saçan İslâm’ı önce ilgi ve endişe ile seyretti. Sonra, kendi karanlığını tehlikede görünce “Haçlı Orduları” kurarak bu “nuru” söndürmeye çalıştı. Çırpındıkça batmaya başladı.

Ancak, devamlı savaşlarla bütün Avrupa’yı İslâm’a ve İslâm Dünyası’na düşman etmeyi başardı. Yani, “Haçlı Orduları” Hıristiyanlığı kurtaramadı ama Avrupalının şuur altına bir “İslâm düşmanlığı” sâbit fikrini yerleştirdi. Kin ve intikâm duyguları üzerine oturtulan bu kompleks, maalesef, Avrupa’yı ve Avrupalıyı İslâm’dan mahrum bıraktı. Bazı istisnalar hariç, Avrupalı entelektüeller, şimdi bile, İslâm’a “kilisenin gözü” ile bakmaktadırlar.

Bugün, “kiliseden” uzaklaşan, yeni bir din ihtiyacı içinde, kıvranan Avrupalı entelektüele aradığı mutluluğun İslâm’da olduğunu kim ve nasıl anlatacaktır? Gerçek dinden habersiz, hırıstıyanlıktan uzaklaşmış, peygamberlerin yerine filozoflardan yardım uman, felsefi ideolojilere kapılan, aradığını bir türlü bulamayan, bunun neticesinde büyük “boşluk duygusuna” düşen ve bundan kurtulmak için, hiç düşünmeksizin kendini, behimî ve nefsanı bir hayata mahkum eden kitlelere kimler ve nasıl rehberlik edecektir?

Batı Dünyası’nın, bu konuda, kendine yardım edebileceğini de sanmıyoruz. Görebildiğimiz kadarı ile Batıda, “kitlelerin içine düştüğü bu buhranı” istismar ederek nakde tahvil etmek isteyen veya kendi hırslarına alet etmek için çırpınan muhteris pek çok çevre vardır. Bu çevreler asla boş durmamakta, yer-altı ve yer-üstü teşkilatları, Batı’dak,i buhrandan istifade etmeye ve bu buhranı dünyanın dört bir yanına bulaştırmaya çalışmaktadırlar.

Uyuşturucu madde tüccarları, alkollü içkiler imal eden fabrikalar, silah kaçakçıları, ırz ve namus tacirleri, beşinci kol elemanları ve daha niceleri, hainine ve mel’unâne oyun, tertip ve tekniklerle harıl harıl çalışmaktadırlar.

Öte yandan, siyası ve felsefi ideolojiler “din kılığına” girerek kitlelere sokulmakta, nihilizmin kucağında çırpınan kafalara ve vicdanlara “kendi putunu” yerleştirmeye çalışmaktadırlar.

Böylece, “köhne bir dinin baskısından” kurtulan kitleler, bu sefer azgın ve yıkıcı ideolojilerin boyunduruğuna itilmektedir. Şimdi gördüğümüz manzara şudur: Dinî ideolojilerden kopan kitleler, pozitivizme, materyalizme, marksizme, sosyalizme, komünizme, rasizme, faşizme, nazizme ve benzeri akımlara sanki bir din imişcesine sarılmakta ve fakat bunlarla tatmin olmayan insan ruhu, ancak cinnetle açıklanabilecek anormal davranışlar göstermektedir. Şimdi, Avrupa’dan dünyaya yayılan değerler şunlardır: İsyan, terör, anarşi, kin, kan, öfke, intihar, zührevî hastalıklar, cinnet ve bunları besleyen yayınlar, filmler ve akımlar...

Evet, top yekûn Batı, mutlaka “yeni bir dine” muhtaç dır. Felsefî ideolojiler ise beşeri “din ihtiyacını” karşılamaktan uzaktır.Üstelikte yeni bir din de gelmeyecektir. Çünkü, son din İslâmiyet’tir. Bu sebepten, biz de büyük İngiliz yazarı Bernard Shaw gibi, diyoruz ki, hiç şüphesiz “müstakbel Avrupa’nın dini İslâm’dır”.

S.Ahmet Arvasî Hasbihal cilt.1 sayfa:21-22