Günaha Girmenin Sebebi Bilmemek mi?

Rabbimiz Teâla, Adem (A.S)'a insanoğlunun yeryüzünde kullanacağı bütün lisanları öğretmiştir. Şeftaliye kokuyu, koyuna sütü, arıya bal vermesini öğreten Allahu Teâla'nın, bir nebisine bütün lisanları bildirmesi, yeryüzünde bulunan ilimleri öğretmesi, Allah'ın azametine göre bir sineğin gözü, bir devenin tırnağı gibi küçük bir mesele ama insanoğluna göre büyük meseledir.

Yoksa bazı filozofların dediği gibi İlk insan cahildi, bir şey bilmezdi' demek doğru değildir, ilk insan Adem (A.S) İlimsiz değildi, (hâşâ) vahşi hayvan gibi hiç değildi. Bu anlayış batı felsefesine aittir.

Rabbimiz Teâla, Adem (A.S)'a Arapça, Farsça, İbranice gibi dünyada kullanılan ana dilleri, fizikî, kimyevî, tıbbî, astronomi ile teknolojik bilgilerin ihtiva ettiği bütün bilgileri, bunlarla ilgili her ilim dalını öğretmiştir. Terzilik, kunduracılık, dokumacılık, marangozluk...

Böylelikle Allahu Teâla Adem (AS)'a adeta:

'Evlatlarına söyle!..

Sana her türlü sanatı öğrettim, isterseniz, bunlarla dünyayı mamur edin, kıyamete kadar insanlığa ne gerekirse, o teknolojiyi gerçekleştirin. Bununla beraber sana, dini de öğretiyorum.

Ama sen dini, şer'i hükümleri yanlış değerlendirip sadece dünyaya yönelme, dini kullanarak sadece dünyanı imar etme' demek istedi.

"Çünkü insanlar böyle bir babanın evladıdır. Onun halifesidirler. Onun için bu nimetin kıymetini bilmeli, bu kardeşliği takdir etmelidir. Hiçbir insan, bu alemde kendisi asalet davası ile yaşamaya çalışmamalı, büyük bir cemaat halinde kardeşlik içinde hayat sürmelidir.

Bu hayat içinde de kendi hükümlerini değil, Allahu Teâla'nın hükümlerini, kanunlarını tatbik etmelidir, işte o zaman meleklerin kendilerine nasıl hizmet edeceklerini göreceklerdir." (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili. I, 319)

"Günaha girmek ardından da tövbe edebilmek Adem (A.S) ve diğer peygamberlere uymanın bir esasıdır. Evladın ecdadına uyması ne güzeldir!.. Ademoğlu'nun günahkâr olması şaşılacak bir iş değildir.

Babasının yolundan giden övülür. Zira babasına benzeyen haddi aşmış sayılmaz. Kusur işlemek babadan kalma bir mirastır.

Evlat babasına benzeyebilir. Ama bu benzeme her yönüyle olmalıdır. Baba vaktiyle kırdığını sardığı, yıktığını yaptığı gibi evlat da aynı şekilde yapmalıdır. Hatalarını telâfi etmelidir.

Nitekim Adem (A.S) günaha girdiğinde -ki nebiler aslında günahsızdır. Onların günahları asla bizim günahlarımıza benzemez ve buna zelle denir- tövbe etti ve pişmanlık ateşi ile yandı.

Ademoğlu kusur işlerken Adem (A.S)'a tabi oluyorsa, tövbe ederken de bir insan olarak onun gibi pişmanlık duymalıdır. Hata işlemek insanın yaratılışında vardır. Hatasız insan olmaz. Ademoğlu tövbekardır. Hiç günah işlememek meleklere mahsustur." (İmamı Gazâlî, ihya, IV, 8)

Rasulullah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurur:

"Her Ademoğlu hata işler. Hata işleyenlerin en iyileri tövbekar olanlardır." (Tirmizî, Kıyame, 49; ibn Mace, Zühd, 30; Ahmed, el-Müsned, III, 198)

Muhteremler!

İlim denilen hakikat, alim denilen kemâlat işte bu noktada başladı. Gözle gördüğümüz şu dünyadaki yaratılmışlara eşya dersek, bu eşyayı anlayacak en kamil insan olarak Allahu Teâla Adem (A.S)'ı yarattı. Onu eşyaya esir olarak değil, hakim olarak var etti.

Adem (A.S)'ın en önemli sıfatı ilk insan olmasıdır. Peygamberlik sıfatı ondan sonra gelir. Burada önemli olan, onun insan olarak mükemmel oluşudur. Her insan bu mükemmellikte yaratılmıştır. Ne var ki Adem (A.S) peygamber seçilmiştir.

Adem (A.S) her türlü sanatı evlatlarına öğretti ama eşyaya rağbet etmedi, ilâhi sanatını dünyalık nimete dönüştürmedi. Allahu Teâla'nın emri onda üstün geldi. Şu halde buradan ortaya çıkan mesele nedir? Mesele şudur:

Önemli olan dinin kuvvetlenmesidir. Dünyevi hayatımızda, ilâhi hükümleri hakir görmemektir. Geçim derdini önemseyip dini ihmal etmemektir.

Eğer insanlık bir aile ise, bu ailenin babası senin, benim babam Adem (A.S) işte bunu gerçekleştirmiştir. Onun için bütün insanlık aleminin tarihi araştırılsa ortaya çıkacak olan netice şudur:

" Alimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne dinar ne dirhem bırakırlar. Onlar miras olarak ilim bırakırlar. Kim ilim elde ederse, bol bir nasip elde etmiştir" (Ebu Davud, ilim, 1; Tirmizî, ilim, 19; İ.Mace, Mukaddime, 17) hadisinin sırrı gereğince Arif-i billah olan alimler ve velilerle dünya ve ahiret hayatının dengesi kurula gelmiştir. Nebiler, veliler, arifler, salihler, şehitler, binanın direkleri, sütunları gibi hep denge unsuru olmuşlardır.

Şu halde bir şeyler bilmiş olmak Allahu Teâla'nın bize ihsanıdır. Bu nimeti Rabbimiz Teâla, ilk insan Adem (A.S)'a vermiş; babamızdan da bize miras kalmıştır. Onun için bilmemiz gereken gerçek ilim Hakk'ı tanıtan, bilen ilimdir.

İmamı Gazâlî Hazretleri şöyle diyor:

" Bir insan, Allahu Teâla ilgili her meseleyi; zikir, ibadet, itaat, kalp temizliği, nefsin cefası ve hileleri, şeytanın aldatmacalarını sırf AllahuTeâla'ya yaklaşmak için bilirse, o insan hakikaten her şeyi bilmiş olur.

Eğer o insan, bunun zıddını yapmaya çalışırsa, dünyanın en münevver insanı, en büyük üstadı da olsa, o insan gerçekte hiçbir şey bilmemiş olur."

Allahu Teâla'yı bilen hakikatte her şeyi bilir. Çünkü Allah'a giden yolda, alıp verdiğimiz nefesler sayısı kadar yol vardır, insanoğlu, Allahu Teâla'nın sıfatlarından hangisine yapışırsa Allah'a ulaşmış olur. Bu yüzden Allah'ın, kullarına verdiği en büyük nimeti ilim olmuştur. Hiçbir peygamber dünyayı ihmal ederek ahirete yönelmemiştir.

Nebiler ve veliler, dünya ile ahiret arasında önemli bir denge kurmuşlardır. Adem (A.S) dünyalık elde ederken dini hayatına gölge düşürmemiştir. Davud (A.S) demiri işlerken, Süleyman (A.S) sepet örerken, Musa, Şuayb (A.S) çobanlık yaparken, Muhammed Mustafa (s'.a.v) Efendimiz çobanlık ve ticaret yaparken, rızk endişesi ile dinlerini heba etmemişlerdir.

Allahu Teâla, yaratmış olduğu insanın özelliklerini ve yaratılış gereğinin bütün hallerini Adem (AS)'a göstermiştir. Adem (A.S) nebilik sıfatı ile bütün bunları bildi, ilim sahibi oldu. Ondaki bu ilim, kendisinden sonra tüm nebilere, sahabilere, havarilere, velilere ve bütün müminlere miras kaldı.

Şu halde, bugün ilim sahibi olanların, bu ilimleri bilmesi ve müminlere öğretmesi asla gizlememesi gerekir. Hakk'a uzanan yolların her türlü inceliklerini, nefsin sıfatlarını insanlara tanıtmaları lazım gelir.

Nefis, dünya nimetlerinden haz duyar, zevk alır. Bu nimetlerden yararlanamadığı zaman daralır. Onun için dünyalık imkanlara, lezzetlere sevinmek öldürürcü zehir gibidir. Adeta damar ve iliklere işleyerek kişiyi öldürür. Rabbimiz Teâla şöyle buyurur:

" Dünya hayatına razı olup onunla huzur bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar var ya, işte onların kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir." (Yunus, 7-8)

İnsanoğlu nefsinin arzularına zamanla alışır, lezzetlerden büyük bir pay alır, haramlara dalar gider. Oysa dünya hayatındaki lezzetler, ahiret yolculuğunda bir yol azığı olmalıdır. Dünya, huzur ve saadetin yeri değil, gerçek huzurun mekanı olan ahiret hayatını kazanma yeridir. Rabbimiz Teâla:

"Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranıza bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir" (Hadid, 20) buyurur.

İşte Allah dostları bu dünya hayatını tecrübe etmişler, arifler basiret gözüyle dünya lezzetlerini denemişler, şu neticeye ulaşmışlardır:

"Dünya lezzetleri, ilâhi rahmeti kazandırmaz. Zamanla insan bu lezzetlere meleke kazanır."

Muhteremler!

Bunun anlamı şudur: Sigara içmeye başlayan çoğu insan, 'canım bir tane içmekle ne olacak, hiçbir şey olmaz' diye içmeye başlamıştır. Önceleri hiç fark etmemiştir. Ama zamanla sigaranın tiryakisi olmuştur. Bırakmak istese de bırakamaz hale gelmiştir.

Artık sigara öyle bir ünsiyet meydana getirmiştir ki asla kendisinden ayrılamaz, kişi de onu terk edemez olmuştur, içki bağımlıları da buna benzer bir şekilde başlamıştır.

İşte dünya lezzetleri mubah olsa bile zamanla insanı farklı mecralara sevk edebilir. Şüphe ve haramlara alıştırabilir, namazı terk ettirebilir, orucu, zekatı basit bir amel gibi gösterebilir, haramı helal, helali haram olarak sunabilir. Derken günahlara dönüşen bu durum, ibadetlerde tembelliğe götürür.

Allah'ın veli kulları, bütün bunları tecrübe ettikten sonra müminin günaha girmesinin sebebi olarak, nefis ve şeytanın aldatmacalarına dikkat etmişlerdir, insanlara günahlarından tövbe etme ve günahlarını fark etme imkanlarını hazırlamışlardır.

Günahları tanımanın önemli bir yolu, kötü arkadaşı ve çevreyi terk etmektir. Kötü arkadaşını terk edemeyen, alışkanlık haline gelen bir işi de bırakamaz. Onun için Ebul Hasan eş-Şâzelî Hazretleri şöyle diyor:

"Tabiatlaşan günahlar, kişinin kalbinde nifak tohumlarını eker. Bu yüzden kişi, ibadetin lezzetini alamaz. Her günah kalpte bir yara açar. O yaralar nifak olur. O zaman ibadetin lezzeti yok olur."

Bu durum şahin kuşunun terbiyesine benzer. Şahin kuşunu padişahlar ava götürür, ona kuş yakalatırlardı. Ancak şahin, yırtıcı bir kuş olduğundan yakaladığı avını parçalar, yer. Bu yüzden kafese konulan şahinin gözleri kapatılır, zaman zaman çeşitli .sesler verilerek, kafesin içine et bırakılır.

On beş-yirmi gün bu şekilde şahine, ses karşılığında et bırakılınca kuş bu seslere alışır. Nihayet onu kafesten çıkarırlar. Ne zaman kendisine öğretilen sesi duyarsa, kuş kendisine et verileceğini anlar, o sese yönelir, sahibinin omzuna konar. Artık sahibine alışınca, avladığı kuşları sahibine getirir verir.

İnsan da kendi nefsini böyle terbiye etmelidir. Gözlerini haramdan, kendini kötü arkadaştan korumalıdır. Hayırlı olanı yapmalıdır. Nasıl ki bir çocuk önce anne memesine alışır, daha sonra kendisine mama verilir, derken katı yiyeceklere alıştırılır ve memeyi terk eder; işte bunun gibi bir insan da hayır ve güzele, günah ve sevaba alışkanlık kazanır. Bu nefsi terbiye etme meselesidir.

Nefse nasıl muamele edersen, ona göre karşılık verir. Nefis terbiye edilemez bir şey değildir. Nefsin sebep olduğu günahların önüne geçmek ancak nefsin isteklerini bilen bir mürşit ile mümkündür.

Şu halde insan irşada muhtaçtır. Nefis terbiye edilmez ise mümin işlediği günahlardan vazgeçemez. Tövbesi sadece dil ile olur. Onun için mürşid-i kamiller müminlere tövbe telkin ederler, tövbe kapısını açarlar, günah kapılarını kapatırlar.