BAŞ ÖRTÜSÜ MÜ,SAÇ ÖRTÜSÜ MÜ?

a)Baş Örtüsü Nedir?

Her ne kadar sayıları çoğalsa da, gerçekte iki din vardır. Birincisi Tevhid Dini “İslam”dır.. . İslam, İnsanoğlu ile yeryüzünün tanıştığı ve Allah’ın razı olduğu ilk ve tek dindir. Sonra yeryüzü ikinci bir din ile tanışmıştır, bunun ismi de “Şirk Dini”dir.Cinlerden olan İblis (meşhur ismi ile Şeytan) şirk dininin mucidi ve piridir. Vesveselerle ve çeşitli yollarla insanoğlundan taraftar ve varisler bularak Adem oğluna bu dini (şirki) hediye etmiştir. İlk insan ve ilk Peygamber Hz.Adem (as)’ın isyankar oğlu Kabil bu dinin ilk insan varisidir.Kabil’in düşüncesi yandaşları ve oğullarından taraftar bularak pek çok kollara ayrılarak ve dal budak salarak günümüze kadar gelmiştir. Bu dinin günümüze gelene kadar farklı tabelaları ve farklı renkleri olmuş ise de temel yapısında ve mantığında hiçbir değişiklik olmamıştır. Gerek tamamen insan ürünü olduğu söylenen “Budizm.Zerdüştlük,Şamanizm,Helenzim.vs.” dinlerinde olsun ve gerekse geçmişleri Tevhid Dini olduğu halde sonradan bozulan,tahrif edilen ve kendilerine semavi dinler denilen “Yahudilik ve Hıristiyanlık” olsun ve dahası kendilerine din denmeyen ama bir hayat sistemi sunmalarından dolayı birer din olan çağdaş ideolojilerde “Sosyalizm,Faşizm,Kapitalizm” ve bunların alt başlıkları olan”Marksizm,Nasırizm,Kemalizm” olsun,tamamının temel özellikleri şudur: “Allah (cc)’ı insan hayatına karıştırmamak”. Bunlardan bazıları Allah (cc)’a az inanmış,bazıları ise çok inanmış,bazıları Allah (cc)’a çok yer vermiş,bazıları da az yer vermiş,bu o kadar da önemli değildir. Bu azlık ya da çokluk toplumları şirk toplumu olmaktan çıkarmaz. Bir dinde,bir ideolojide, bir yaşama biçiminde insan hayatı üzerinde Allah (cc)’a yer verilmiyorsa işte bunun adı şirktir. Devletin dini nedir? sorusu anayasasında: “İslam” yazsa dahi bu böyledir.



Bu uzun girizgâhtan sonra Tevhid Dininin yani İslam’ın da ne demek olduğu anlaşılmıştır. Tevhid şirkin zıddıdır. Yani Allah (cc)’ın İlahlık ve Rablik sıfatını parçalamadan hayatın tüm alanlarında Allah’ın (c.c) hükümranlığını kabullenmek, ve bu kabul çerçevesinde yaşamaktır. Kişinin hayatı hakkında ki söz sahipliğine ne başkalarını ve ne de kendi heva ve heveslerini karıştırmamasının adı TEVHİD dir. Bu konuyu anladıktan sonra şimdi asıl konumuza geçebiliriz.



İşte bu iki dinin ayakta durabilmeleri bazı kaynaklardan beslenmelerine bağlıdır. Bu çerçevede şunu rahatlıkla diyebiliriz ki; Tevhid Dini ne ile besleniyorsa, şirk dini de onun beslendiği kaynakların zıddı ile besleniyordur. Mesela Tevhid Dini birlemek ile beslenmiştir. Şirk ise parçalanmaktan beslenmiştir. Tevhid İmandan beslenirken, şirk inkardan beslenmektedir. Tevhid;ibadet ve takva ile beslenirken.şirk; isyankarlık ve nankörlükten beslenmiştir. Tevhid;ahlaktan beslenirken, şirk;ahlaksızlıktan beslenmiştir ve beslenmektedir de….



Şirk dini (ve dolayısıyla müntesipleri) ayakta kalmak ve hayatiyetini sürdürmek için, en çok ahlaksızlığı kullanmıştır. Bundan dolayıdır ki; Resulullah (sav)’in: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim” buyurması manidar değil midir? Buradan hareketle şöyle bir tanım yapmak yanlış olmaz: Peygamberlerin hareketleri bir yönü ile de “ahlaklaştırma harekatıdır”. Bunun karşısında olan şirk ise” bir ahlaksızlaştırma harekatıdır”. Ahlaklaştırma; Peygamberlerin toplumları dönüştürme de en önemli değerleri iken, ahlaksızlaştırma da , şirkin önderlerinin, rejimlerinin en önde gelen eylemleri olmuştur. Mesela, ahlaksızlığı yaşama biçimi edinen Lût Kavmi; Hz Lut ve O’na inanan az bir mü’min topluluğuna şunu demiştir: “..Bunlar,temiz kalmak istiyormuş….” (Araf/82). Böylelikle kendilerinin ahlaksız, mü’minlerin ise ahlaklı olduklarını itiraf etmiş oluyorlardı.



Ahlak;bir davranış biçimidir. Yapılması gerekenlerin en güzelini ve en doğrusunu yapmaya “ahlak” denir. Bunu tersi ise ahlaksızlıktır. Ahlaklılık ve ahlaksızlık,tüm davranış biçimlerinde ortaya çıktığı gibi, daha çok cinsi,şehevi alanlarda ortaya çıkmış ve bu alanlarda kullanılmıştır. Cinsel ve şehevi arzularını “meşru ölçülerde” kullananlara ahlaklı, “gayr-ı meşru” alanlarda ve ölçülerde kullananlara ahlaksız denilmiştir. Bu yönde ahlakını koruyan İslam toplumları ayakta kalabilmiş, ve bu yönde ahlaksızlaşan toplumlar ya dağılmış ya da tamamen yok olup gitmiştir. Yok olanlara “Lut Kavmini”,dağılıp çökenlere de; “ Osmanlı, Abbasi ve hatta Emevileri” gösterebiliriz.



İslam Dini , cinsel,şehevi yönden ahlaki bozulma olmasın diye bu konu üzerinde hassasiyetle durmuş ve ahlaka öylesine büyük bir önem vermiştir ki; cinsel şehevi arzuları meşru bir zeminde tutan “duygu, his,hassasiyet”olan HAYAYI imandan saymıştır. Rasulullah (sav) öyle buyurmamış mı? “Haya da imandandır” haya imandan ise peki o zaman hayasızlık nedendir? Evet, hayasızlık ta imansızlıktır. Haya, ne ile korunacaktır? Sorusuna,imanla korunacaktır diyebiliriz bu cevap ta doğrudur. Tabiî ki haya, temelde iman ile korunacaktır. Çünkü her şeyin temelinde iman yatmaktadır. Halis bir iman olmayınca hiçbir değer korunamaz. Bu doğrudur da, bunun şekli ve şemali nasıl olacaktır? Bunun şekli; baş örtüsü ile sembolleşen “tesettür”dür. Aslında konumuz tesettürdür, fakat tesettür baş örtüsü ile sembolleştiğinden dolayı, bu adı koyduk ve bu kelimeyi kullanacağız.



Cinsel ve şehevi yönde insanları hayasızlaştırmaya ve dolaysı ile ahlaksızlaştırmaya iten etkenin kadının bedeni olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur. Bunun için İslam Dini önce erkeklere “… gözlerinizi harama dikmeyin…” (Nur/30) der, sonrada ırzlarını korumalarını emreder. Daha sonra kadınlara da “..gözlerinin haramdan sakınmalarını, namus ve iffetlerini korumalarını, görünen kısımları (el ve yüzleri hariç)nı örtmelerini ve baş örtülerini yakalarının üzerine sarkıtmalarını” (Nur/31) emreder. Mahrem görerek namus saydığı kadının el ve yüzü dışındaki tüm bedenini ve uzuvlarını belli etmemecesine örtmeyi (tesettürü) farz kılan İslam; baş örtüsüne öylesine bir anlam yükleyip önem vermiştir ki; buna uzanan eli savaş sebebi saymıştır. Medine’de bulunan 3 büyük yahudi kabilelerinden Ben-i Kaynuka boyu ile yapılan savaşın ve onların Medine’den sürülmesine sebep olan suç; baş örtüsüne uzanan eldir.bu elin kırılması ile yetinilmemiş, koca bir kabile top yekün cezalandırılmıştır.



Başörtüsü nedir,sorusunun cevabı işte budur. Baş örtüsü (tesettür) yalnız kadının değil, Müslüman ümmetin namusu, şerefi,onuru ve izzetidir. Baş örtüsüzlük yani tesettürsüzlük ise, onursuzluk,izzetsizlik ve şerefsizliktir. Baş örtüsü İslam Ümmetinin kimliğidir. Baş örtüsü (tesettür) emri gelene kadar, mü’min kadınlar, müşrik ve münafık kadınlardan ayırt edilemiyordu. Dolaysı ile onlar da saygısızlık ve eziyete uğruyor ve onlar da incitiliyorlardı. Tesettür ayeti ki (Yalnız Nur 31 değil, Ahzab 59 da da aynı konu işleniyor) gelince Müslüman kadınlar kem gözlerden korunup incitilmekten kurtuldukları gibi bedenleri hain gözlerden korunarak onure edildi. Bundan böyle tesettür (onun sembolü) baş örtüsü hayanın dolaysı ile imanın ve ahlakın alameti oldu.



Bazı kalbi temizlerin!! Ne yani baş örtüsü takmayan ve tesettüre bürünmeyen hayasız ve namussuz mu? Dediklerini duymuşsunuzdur. Hayasızlık ve namussuzluk yalnızca belli organlar vasıtası ile karşılıklı faydalanma değildir. Bu belki hayasızlığın en ağır en uç noktasıdır. Bilmiş olun ki;İslam sadece zinayı yasaklamaz, zinaya götüren yolları da yasaklar. Baş örtüsü takmamak ve tesettürsüz olmak zinaya götüren yollardandır. Benim kalbim çok temiz ve ben çok sağlamım, zinanın en küçük alameti ben de olmaz diyen kadın ver kızlara şunu deriz… inandık ki; siz öylesiniz, peki başkalarının sizin üzerinizden işlediği göz zinasına ne demeli? Çünkü Allah (cc) önce “…gözlerinizi harama bakmaktan sakındırın…” (Nur/30) buyurmaktadır. Siz ise vatandaşın fitnesi olan göz zinasını işlemesine sebep oluyorsun. Sizin vücudunuza bakmakla başlayan (göz)zinası başkaları ile de daha ileri boyutlara götürülecektir/götürülmektedir. Hem sizin bu durumunuz (tesettürsüz kadınların durumu) toplumda var olan haya hassasiyetini zayıflatacak ve bu süreç devam ettiği müddetçe hayasızlaşma süreci başlayacak ve hızlanacaktır. Gelinen nokta, sokakları adeta kadın bedeni pazarlayan günümüz Türkiye’si olacaktır. Bu ülke bu noktaya böyle geldi. Yatağından fırlamış ve çıkmış kız ve kadınlar birden bire bir yerden boşaltılmadı. Kalbi temizlerin !! başlattığı sürecin bir sonucu değil midir.?





Kalbi temiz olanlar(!) varsın temiz kalpleri ile övünedursun, Müslüman bir kadının övüneceği tek bir şey var ise o da Allah(cc)’ın ona bir kimlik olarak biçmiş olduğu “tesettür”dür. Çünkü, tesettür (başörtüsü); hayadır,imandır ve Allah (cc)’ın farz kıldığı bir emirdir.





b) Başörtüsü İkincil Bir Emir midir?



Allah (cc)’ın muhkem ayetlerinin yorumu zamana,zemine ve şartlara göre değişmez. Allah (cc)’ın farz kıldığı bir emir,her zaman , her halde ve ortamda şüphe götürmez kesin farzdır. Hiçbir Allah kulu kalkıp ta falan ayet dün farzdı, bu gün müstehap ve yarın ise teferruat oldu yada olur diyemez. Falan ayet Dar’ul İslam’da farz idi, şimdi ise Dar’ul Küfür hakim, dolaysı ile bu ayet sünnet oldu ya da teferruat oldu diyemez. Bu durum Allah (cc)’ın hükümlerini değiştirmek demektir ki, Yahudi ve Hıristiyan din adamları bunu yaparak dinlerini tahrif ettiler.



Allah (cc)’ın farz kıldığını, farz bilmek başka, bazı şart ve durumlarda o farzı uygulayamamak başkadır. Mesela; kılıçla cihad kıyamete kadar farzdır ama uygulama zamanı bağımsız bir İslam Devletinin ve ordusunun kurulması ile başlar. Ama bu şu anda yapılamıyor diye kılıçla cihadı farz olmaktan çıkarmaz. Başka bir örnek verecek olursak; mesela, hadleri uygulamak farzdır ama bu şartlara ve ortamlara kavuşamamamızdan dolayı uygulayamıyor olmamız o hükümlerin farziyetini ortadan kaldırmaz.



İslam’ın kitle – devlet eliyle uygulamaya konabilecek farzları vardır. Bunlar, yeri ve zamanı gelince yerine getirilir. Ama yerine getiremiyor olmamız onları farz olmaktan çıkarmaz. O zaman o ortamlara ulaşmak için mücadele vermemiz farz olacaktır. Anyı akide etrafında kenetlenmiş bir toplumun oluşması yönünde Mekke döneminde verilen mücadelede olduğu gibi.



Bir de İslam’ın ferdi yükümlülükleri, ahlaki ve ibadi farzları vardır. Bu farzlar hiçbir zaman ihmal edilemez. Mesela, dar’ul İslam değil diye namaz kılmamak, oruç tutmamak, zekat vermemek, hacca gitmemek, cihad etmemek (dil ve kalem ile yapılan cıhad’tan geri durmak) olmaz/olamaz. Hakeza dar’ul İslam değil diye haram yemek, hırsızlık yapmak, içki içmek, zina etmek , zinaya götüren yolları açmak ve iki yüzlülük yapmak ... Kadınsanız, başınızı açamaz ve tesettüre muhalif bir giyim tarzını benimseyip uygulayamazsınız. Bu farzlar terk edilemeyeceği gibi, hafife alınamaz ve ihmal de edilemez. Tersi yapılırsa ne mi olur? İslami kişiliğiniz zayıflar ve Müslüman kimliğiniz yok olur. Bugün ki Türk toplumunda olduğu gibi, sadece kimliğinde Müslüman yazan ne idüğü belirsiz sürüler ortaya çıkar. Meseleye bu açıdan baktığımızda, tesettür-baş örtüsü de şartlar ve ortam ne olursa olsun, hiçbir zaman ilk inzal olduğu gündeki farziyetini yitirmez ve onu birincil farz olmaktan çıkarmaz. Baş örtüsü-tesettür şu ortamda olur ama, bu ortamda mecbur olduğumuzdan dolayı olmaz demek iman şu ortamda olur ama bu ortamda olmaz demek gibidir. İmanın pazarlığı olmayacağı gibi baş örtüsünün de pazarlığı olmaz ve baş örtüsü hiçbir şeye kurban edilemez. Hele de ilim öğrenmek farzdır aldatmacasına hiç kurban edilemez.Evet ilim öğrenmek kadın erkek herkes için farzdır,ama bu zarureti diniye için geçerlidir. Dini ilimleri öğrenmek farzdır. Bilimsel ve mesleki ilimleri okumak farz değildir. Bu farz,cenaze namazına benzer, belli bir kesimin öğrenmesi ile diğer kesimden düşer. Bu da imanı,kişliği,ve kimliği riske atmadan elde ediliyorsa meşrudur. Aksi halde iman risk altına sokuluyorsa o ilim tahsil edilemez. Çünkü imanın korunması her şeyin üzerindedir. İslam, tüm dünyalıklar kaybedilse dahi imanı ayakta tutmanın adıdır. İlim elde edeceğiz diye imanı satmak ya da zayi etmek münafıklıktır.



Allah (cc) herhangi bir şeye ne değer vermiş ise o şey her hal ve şartta aynı değerdedir. Zaman, konjonktör, esen rüzgar, dayatma, baskı vs. o şeyin değerini değiştirmez. Allah (cc), başörtüsüne, tesettür ayetini indiği günde de, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde de, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyetin darbeci dönemlerinde ve 28 şubatta da “Farz” kılmıştır. Allah’ın dinin de kendisini tasarruf sahibi gören bir hoca efendi(!!) ise, bu zalim sistemin baş örtüsüne yönelik dayatmasının en şiddetli olduğu bir dönemde baş örtüsü “furuattandır”

diyerek, İslami kişiliği ve kimliği ayakta tutan farzı sulandırmıştır. Bu durum en saf ifade ile “ dini sulan dırmaktır”. Yahudi ve Hıristiyanlar da dinlerini önce sulandırdılar ve sonra da tamamen tahrip ettiler.



İslam’la şirk dininin temel farklarından biri de şudur: Şirk dini hedefe ulaşmak için her yolu meşru görürken yani hedefe ulaştıran yol ne ise o yolu da meşru sayarken, İslam; hedefin meşru olması ile yetinmez, hedefe ulaştıran yolun da meşru olmasını ister. Hedef meşru, yol gayr-ı meşru ise İslam bu durumu asla kabul etmez. Hedefi meşru ama yolu meşru olmayan bazı yöntemleri sadece aklından geçirdiğinden dolay Allah (cc) Resulünü dahi şiddetle uyarmıştı.(İsra / 73-75). Tebliğde yöntem hatası yapan Resulullah (sav) yine Abese suresinde şiddetle uyarılmıştı. Bundan dolayı İslam, hedefin meşruluğundan önce yolun meşruluğuna bakar. Bu yol, İslam Toplumunun iman mevzusundan sayılan hayasını yok edecek bir yol ise, bu yolu İslam asla tasvip etmez. Ne diyelim bu düşünce sahipleri eğer samimi iseler bu yolu önerenlere Allah (c.c) samimiyet versin, yoksa onların maskelerini düşürsün.

Bu zihniyetin Samimi olduğunu düşünmek, koskoca bir ahmaklıktır. Çünkü bu zihniyet (baş örtüsü teferruattır sözü) bir vatandaş sözü değil, biraz okur yazar geçinen birilerinin sözü değil. Bu söz, kendisini peygamber varisi gören bir kitle önderinin sözüdür. Bu zihniyetin ciddi bir şekilde sorgulanması ve bu fetvaların kimin değirmenine su taşıdığının ifşa edilmesi gerekir. Çünkü bu söz; zalim sistemin baş örtüsüne yönelik yaptırımlarının en yoğun döneminde rejimin imdada yetişmişti. Fetvadan sonra ne mi oldu? Özellikle efendinin (!!) cemaati, baş örtülerini çıkarıp attılar. Onlardan etkilenen on binlerce öğrenci “Farz” olan baş örtüsünü atıp “Farz-ı Kifaye” olan meslek edinme yolunu tercih ettiler. Farz-ı Kifayeyi tercih etmelerinden dolayı Allah (cc)’ın onlardan hoşnut olacağı meçhul ama Farz- ı Ayın olan baş örtüsünü tercih etseydiler onlardan Allah (cc)’ın razı olacağı kesindi. Yeter ki yalnız Allah (cc)’ın rızalığı çerçevesinde örtünmüş olsunlar.



On binlerin (belki de yüz binlerin) başlarını açtırarak onların günah işlemelerine sebep olduğundan dolayı söz konusu fetva sahibini üstlenmiş olduğu veballe baş başa bırakıyor, dünün tüm baş örtülü kadın ve kızları Allah (cc)’ın emrine çağırıyoruz. Allah (cc) sizi , neden öğretmen olmadın, neden mühendis olmadın, neden avukat olmadın?.. vs. diye hesaba çekmeyecek ama neden bu açık/ kesin emrimi (tesettürü,baş örtüsünü –Nur/31,Ahzab/59) ihlal ettin diye hesaba çekecektir.



c) Baş Örtüsü mü, Saç Örtüsü mü?



Bu gün tesettürü, baş örtüsünü açtırarak toplumumuzu hayasızlaştırmaya çalıştıkları gibi…örtülü çıplak tipleri oluşturarak ta hayasızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu fitne baş örtüsünü açmaktan daha sinsi ve tehlikeli bir fitnedir. Çünkü, birincisi (baş örtüsünü açmak) dışarıdan gelen bir dejenerasyon ise, ikincisi, içten gelen bir dejenerasyondur. İnsanlar üzerinde en etkili olan dış dejenerasyon değil,iç dejenerasyondur. Dıştan gelenler, geçici, ama , içten gelenler kalıcı olmuştur. Çünkü, içten gelen tahribat o şeyin içini boşaltmaktadır. Baş örtülerini açanlar sadece kendilerine zarar verirler, ama örtülü çıplaklar ise baş örtüsüyle oluşan imaja zarar vermektedirler. Bu örtülü çıplaklar eli ile baş örtüsünün,tesettürün içi boşaltılmaktadır. Bir şeyi sulandırmak, onu inkar etmekten daha tehlikelidir.



28 Şubat süreci ile yeni bir imaj arayan tesettür, ak parti İslamcılığı ile hedeflenen yörüngesine oturdu. Hayanın, onurun, izzetin ve İslami kimliğin sembolü olan tesettür, şehevi arzuları kamçılayan aksesuara dönüştü. Artık tesettür de model olarak ensarın hanımları değil, falan başkanın,filan başkanın hanımları model alınıyor. Fırsat bu fırsattır diyen bazıları ise, bunu öylesine ileri götürdüler ki, tesettürle adeta dalga geçer oldular. Tesettüre bürünmek sureti ile adeta tesettürle alay ediliyor hale gelindi. Artık baş örtüsü başı örtmek yerine saçı örter hale geldi. Baş örtüsü,pardon!! Saç örtüsü “güzelleştiren aksesuar” olarak kızların başlarını süslüyor. Çoğu kız ve kadının pantolonuna , ceketine ya da eteğine uyum sağlayan renkteki eşarplarla saçlarını bağlıyorlar. Evet, saçlarını resmen bağlıyorlar. Çünkü başları düdük gibi sırıtıyor. Saç örtülerini boyunlarına doladıklarından , yada giymiş oldukları dar üstlüklerinin içine soktuklarından dolayı baş örtüsü olmaktan çıkıp, yüzünü güzelleştiren “ziynete dönüşüyor. Dolaysı ile baş örtüsü, ziynetleri gizleyen değil, ziynetleri daha çekici bir şekilde pazarlayan unsurlara dönüşüyor.



Bugün tamamen açıklardan daha çok, sözünü ettiğimiz örtülü çıplaklar, erkekleri günaha sokuyor. Çünkü, tamamen açık olan uzuvdan ziyade üzerine bez gerilmiş uzuvlar daha çok dikkat çekiyor. Çevremizdeki gençlerle konuştuğumuzda, gençlerin daha çok sözünü ettiğimiz şekilde giyinmiş bayanların dikkat çektiğini işitmekteyiz. Demek ki erkekleri günaha sokan daha çok bu örtülü çıplaklar.



Bu örtülü çıplaklar meselesi, öyle küçük önem içeren bir mevzu değildir. Çok ciddi bir fitne hareketidir. Bunların pek çoğu bunun farkında olmasa da ve hatta kendilerince İslami hassasiyetlerinden dolayı bu şekilde giyinmeyi tercih etmiş olsalar dahi, bu böyledir. Çünkü, zuhur eden ve gür bir şekilde gelen bu dalganın hazır askerleri olmuşlardır. Bu giyim şeklinden hoşnut olan birileri, varsa o da, şeytan ve onun insan kılıklı dostlarıdır. Bu iffetsiz ve ahlaksız sistemin sahipleridir. Bunlar, tesettür adı altında yaşatılan bu ucubeleri gördükçe dört köşe olmaktadırlar.



Bakın, Allah ve Resulünün razı olduğu örtünme şekli nasıldı? Hz. Aişe (r.a.)’den dinleyelim:

“Şeybe kızı Safiye anlatıyor ve diyor ki: Biz Hz Aişe’nin yanında iken bir kısım hanımlar Kureyşli kadınların durumunu ve faziletlerini anlatmışlardı. Bunun üzerine Hz Aişe buyurdular ki; muhakkak ki Kureyşli kadınların üstünlüğü vardır. Ama Allah’a yemin ederim ki, ben ensar kadınlarından daha çok Allah’ın Kitabını tasdik eden ve Kur’an’a inanan faziletli kimseler görmedim. Nur Suresinde ki “ baş örtülerini yakalarının üzerlerine koysunlar” Ayet-i Kerimesi nazil olduğunda kocaları onların yanlarına gittiler ve kendilerine Allah (cc)’ın bu konuda inzal buyurduğu Ayeti okudular. Her bir kişi karısına, kızına, bacısına ve yakınlarına bu ayeti okuyordu. İçlerinden hiçbir hanım baş örtüsünü yakaları üzerine koymadan dışarı çıkmadı. Allah’ın bu hükmüne böylesine inanıp teslim olduklarından dolayı böylesine örtülere büründüler. Ve sanki başlarında karga varmış gibi, o şekilde gelip Resulullahın arkasında durdular.” (Ebu Davud)



işte, baş örtüsü bu. Tesettür bu. Boyun ve göğüs üzerine salınıyorsa o örtü, “baş örtüsüdür.” Değilse baş aksesuarıdır. Bu günkü genç hanımların (çoğunluğunun) da örtüsü baş örtüsü değil, saç aksesuarıdır. Baş örtüsü yüzü güzelleştirmek için örtülmez. Baş örtüsü saçı örtmesinden daha çok göğüslerin kapatılması, göğüslerin belli olmaması için örtülür ki kadın şehevi bakışların hedefi olmasın. Erkeğin göz zevkini (göz zinasını) tatmin eden meta olmasın. Böyle olan kız yada kadın, toplumda saygınlığını yitirir. Çünkü, kişiliğini ve kimliğini kaybetmiştir. Saygı “ete” değil, kişiliğe, kimliğe gösterilir. Kadına kişiliğini, kimliğini kazandıran yukarıda örneğini verdiğimiz, ensar kadınlarının örtü şeklidir.



Ensar kadınlarını değil de, “defileci sapkınların” modalarını takip eden hanımlara tavsiyemiz şu dur: Sizler Allah (cc)’ın “ne der”ine bakın. Yarın huzur-u İlahi de Allah’a nasıl hesap vereceğinizi düşünün. Zira, sizler şu anda, “o – bu ne der”lerini dikkate almaktasınız. Modanın ve zamanın esen rüzgarlarının etkisi altında ezilmektesiniz. “Olanın” adamı olmaktasınız. Oysa ki Müslüman olanın adamı değildir. Müslüman olması gerekenin adamıdır. Ortam ve şartlar ne olursa olsun, olması gerekenin adamı olmak, müslümanın işi ise, olanın adamı olmakta münafığın işidir. İmtihanda işte burada anlam kazanıyor. İmtihan, şartlar ve ortam ne olursa olsun, “olması gerekeni yaşamak” demektir. İmtihanı kazanmanın yolu buradan geçer. Olana uymakla imtihan kazanılmaz. Olana uymak imtihanı kaybetmek, hüsrana kapı aralamak ve uçurumun kenarında durmak demektir. Şu anda anlattığımız manada saçlarını örten “saç örtülüler” uçurumun tam kenarında durmaktadırlar. Bundan kurtulmaları için, ensarın kadınlarının tesettür modellerine uymaları, onları örnek almaları gerekir. Çünkü, Allah (cc) Ensar ve Muhacirinden razı olduğu gibi, onlara güzelce tabi olanlardan da razı olmuştur.



“Öne geçen muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Tevbe/100)