AKSİYON VE REAKSİYON

Batı'dan dilimize geçmiş iki kelime...
"Aksiyon" hareket demekse, "reaksiyon" karşı hareket demektir. Batılılar, " reactinnaire" kelimesini " mürteci" mânâsında kullanırlar.

Gerçekten de "mürteci", herhangi bir hamle, eser ve hareket içinde olmak yerine, hemen daima, başkaları tarafından ortaya konan hamlelere, eserlere ve hareketlere karşı çıkan, her yeniyi itham eden, reddeden ve lanetleyen kimse demektir. "Mürteci" mücerret bir tip olarak her sahada karşımıza çıkabilir. Onu, yalnız "din sahasında" aramak büyük bir hata olacaktır. İsterseniz, boynuna "ilerici" yaftası takan nice " mürteci" hemen kolayca teşhis edebilirsiniz.

Tarihten öğreniyoruz ki, cemiyetlerin hayatında " aksiyon adamlarının" büyük rolü ve yeri vardır. Üstelik, her büyük " aksiyon" daima karşısında "reaksiyon" şahıs ve zümreleri bulmuş, fakat zaman, daima bunların yenilgilerine şahit olmuştur. Hiç şüphesiz zafer, şuurlu ve devamlı bir aksiyona bağlıdır.

Elbette, hareket, hamle ve eser sahibi olan şuurlu kadrolar, böyle olmayan, hemen daima, ithancı, reddedici ve lanetleyici kısır yığınları ergeç teslim alacaklardır.

Yine tarihten öğreniyoruz ki, " aksiyon adamları" hangi konuda olursa olsun, yeni mesajlarla ortaya çıkarak, yeni eserler vererek ve yepyeni hamleler yaparak " meydan okumuşlar" dır. Oysa, reaksiyonerler, tam bir atalet içinde hareketsiz yatarlarken, yeni gelişmeler karşısında rahatlarının bozulacağı vehmi ile dişlerini ve yumruklarını sıkarak ayağa kalkarlar; esersiz, hamlesiz ve verimsiz bir öfke ile ya çığlık çığlığa yırtınırlar veya sinsi bir kin ile tırnaklarını yerler. Fakat, bu çırpınışlarının, hiçbir işe yaramadığını da görürler. Çünkü, imana, aşka, tefekküree, esere ve yepyeni hamlelere dayanmayan hiçbir hareket başarılı olamaz. Kendini gündeme getiremeyenler, başkalarının hazırladığı gündem içinde, boşuna nefes ve enerji tüketirler.

Gelişmeler karşısında " istemezük" çığlıkları yerine, neyi istediğini, çağdaş vasıta, hamle ve eserlerle ortaya koyabilen, gerçekten aydın kadrolara sahip olabilen, cemiyetin ihiyaçlarını ve onu harekete geçirecek " iticileri" çok iyi tayin edebilen şahıs ve zümreler için başarı yolu kolayca açılır.

Nitekim Şanlı Peygamberimiz, gelenekçi Arap dinini yıkıp onların " sahte tanrılarını" hükümsüz kılarken, putperest Araplar: "Biz atalarımızın dininden ayrılmayız" diye, gerçek din karşısında " taasup ve küfürde " direniyorlardı. Yüce ve Mukaddes kıtabımız Kur'an-ı erim'de bu gibileri şöylece ikaz ediyordu: " Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yola gitmiyor idiyse.."(El Maide/104). Netice itibarı ile " reaksiyoner putperestler", Şanlı Peygamberimizin muhteşem aksıyonu önünde yenik düşmüşler, taassup ve küfürleri, kendilerini kurtarmaya yetmemiştir.

Yine tarihten öğreniyoruz ki, Müslüman kavimler, yüce ve mukaddes kıtabımız Kur'an-ı Keri'in telkin ettiği " dinamizm " içinde bulundukça, Şanlı Peygamberimizin iman, aşk ve ahlâkını yaşadıkça, Eshab-ı Kiram'ın cihad şuuru içinde " dünyaya meydan okudukça" daima büyük aksiyonlara kaynak olmuş ve hayatın her sahasında ışık saçmıştır. Aşağı - yukarı tam bin yıl, bu aşk ve heyecan içinde büyük İslam kültür ve medeniyeti doğmuş ve gelişmiştir. Fakat, esefle belirtelim ki, 17. asırdan bu yana, İslâm Âlemi bu dinamizmini kaybetmiş, aksiyon kadroları, yerlerini reaksiyonerlere bırakmıştır. Bu, bizim, büyük yaramızdir.

S.Ahmet Arvasi
Hasbıhal Cilt 1, sayfa 11,12