Hz. Ali Efendimiz neye şaşırıyordu?
AİLEM 20.03.2004 CUMARTESİ
Hz. Ali neye şaşırıyordu?
Hz. Ali’nin şiir şeklinde söylediği ve insanoğlunun yaşadığı çarpık ruh halini gözler önüne serdiği sözlerinin her biri muhteşem nitelikte.
Bakalım Allah’ın Arslanı, Hayber Fatihi Hz. Ali (ra) ne demiş?
“Acibtü liâmiri dâri’l-fenâ ve târiki dâri’l-bekâ
Geçici evi donatıp, kalıcı evi ihmal edene şaşarım”.
Geçici ev dünya, kalıcı yurt ise âhirettir. Görevi büyük, memuriyeti önemli bir kul olduğunu unutup, gerçek amacından gaflet ederek, var gücüyle dünyaya çalışan; bu uğurda helal haram dinlemeyip ahiretlerini dünyaya satan; ebedî bir güneşi, bir anlık parlayıp sönmeye mahkum bir şimşeğin parıltısına feda edenlere bir iğneleme var bu sözde.
“Acibtü li’l-bahîli’l-lezî ista’cele’l-fakra ve yuhasebü fi’l-ahireti hisâbe’l-ağniyâ
Dünyada yoksul hayatı yaşayıp ahirette zenginler gibi hesaba çekilecek olan cimriye şaşarım”.
Dünyada mal yığıp, sadece bekçilik etmekle yetinen, ne yiyen ne yediren; ahirette de varlıklı bir kimse gibi hesap sorulacak kimseye şaşılmaz mı? Dünyası da, ahireti de harap olan böylelerine ne kadar acınsa yeridir.
“Acibtü li’l-ğâfili ve’l-mevtü yatlubuhu
Ölüm, peşinde iken gaflete dalana şaşarım”.
Avcının okuna her an hedef olup da, başını kuma sokarak acı sondan kurtulmaya çalışan devekuşu misali kimselere şaşılmaz mı? Çare, kurtuluşu olmayan ölümü unutmak değil, sonrası için hazırlık yapmaktır.
“Acibtü liğafleti’l-hussad an selâmeti’l-ecsâd
Sağlık ve sıhhatini görmeyip başka şeylere imrenenlere şaşarım”.
Şükrü gerektiren en büyük nimet, can sağlığı ve beden afiyetidir. Sağlık, sağlam insanların başında, ancak bundan yoksun olanların fark edebildiği bir altın taçtır. İmrenilecek en büyük lütuf, maddî ve manevî sağlığımızdır. Diğer bütün nimetler, bununla ancak değer ve anlam kazanır. Değerini bilmeli, şükrünü unutmamalıyız.
“Acibtü li’l-mütekebbiri’l-lezî kâne bi’l-emsi nutfeten ve hüve ğaden cîfetün
Daha dün bir damla su iken, yarın da bir leşe dönüşecek olan kimsenin büyüklenmesine şaşarım”.
Akıllı insan, aslını, menşeini unutmadığı gibi, akıbetini de bir an olsun hatırından çıkarmaz. Böyle davrananın, kendisi gibi bir damla sudan İlâhî sanat eseri olarak yaratılan, sonunda da kendisiyle aynı akıbete uğrayıp kabir toprağına karışacak olan diğer insanlara tepeden bakması mümkün mü?
“Acibtü limen arafe’l-lâh keyfe lâ yeşteddü havfuhu
Allah’ı tanıyıp da korku ve endişesi şiddetli olmayana şaşarım”.
Allah’ı gerçek anlamda tanıyan kimsenin, O’nun uçsuz bucaksız evrende tüm zerrelere ve kürelere boyun eğdiren büyüklüğü karşısında heybet ve dehşete kapılmaması mümkün mü? Öte yandan öyle bir cihanlar Sultanı’nın emirlerini dinlememe, buyruklarını kaale almamanın ne dehşetli bir cezayı gerektirdiğini düşünmez mi? Onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmamanın ne büyük mükâfat kaybı ve acı hüsrana sebep olduğunu idrak etmez mi?
“Acibtü limen nesiye’l-mevte ve hüve yera men yemût
Ölenleri görüp durduğu halde ölümü unutana şaşarım”.
Nasihatçi olarak ölüm yeter. En etkili vaiz her gün onlarcasını görüp haberlerini duyduğumuz o cansız ve sessiz cenazelerdir. Bizim de öleceğimizi sessiz çığlıklar halinde haykıran bu sesi duymayanlara şaşılmaz mı?
“Acibtü limen enkere’n-neş’ete uhrâ ve huve yera’n-neş’ete’l-ûlâ
İlk yaradılışı gördüğü halde, ikinci yaradılışı inkâr edene şaşarım”.
Bu vecize, Yüce Allah’ın şu âyetini hatırlatmaktadır: “İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi: Biz kendisini bir damla sudan yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Bize. Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misal fırlattı Bize: ‘Çürümüş vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek’ diye. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilendir.” (Kur’an: 36/77-79)
“Acibtü limen yaknatu ve maahü’l-istiğfar
Elinde af dilemek gibi bir imkân varken Allah’ın rahmetinden ümit kesene şaşarım.”
Şeytanın en büyük hilelerinden biri, Allah’ın engin rahmetinden ümit kestirip, “Zaten batmışım” dedirterek insanı, her nasılsa düştüğü bir günah bataklığının derinliklerine doğru çektikçe çekmektir. Şeytanın bu tuzağına düşen, Allah’ın, her şeyden daha büyük olan o engin af ve rahmetini küçük görüp, hatayı daha büyük bir hatayla karşılıyor demektir.
“Acibtü limen lâ yemlikü eceleh, keyfe yatlubu emeleh
Eceli elinde olmayan, ham hayallerin peşinden nasıl koşar, şaşarım.”
Ecel hem gizli, hem de başkasının elindedir. Ne zaman kapımızı çalacağı bilinmez. Gelip çattığında da geri çevirmek mümkün olmaz. Ömür dakikaları ve yeteneklerimizden ibaret sermayeyle indiğimiz dünya panayırının bizim açımızdan kapanış zili ve özel kıyametimiz olan ecel gelmeden elimizi çabuk tutmalı; seraplar peşinde koşmadan, ahirette bizi kurtaracak eserler bırakmalı değil miyiz?
“Acibtü limen şekke fi’l-lâh ve hüve yera halkallah
Yarattıklarını görüp dururken Allah hakkında kuşku duyana şaşarım.”
Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz, bir köy muhtarsız olmazken; her an tazelenen canlı ve cansız bunca sanat eserlerini sanatkârsız, tabiattaki bu saat gibi dakik ve düzenli işleyişi tesadüf eseri sanmaktan daha çok şaşılacak ne olabilir?
“Acibtü limen ya’cizü an def’i mâ ârahü, keyfe yekau lehü’l-emnü mimmâ yahşâhü
Başına gelen dert ve belaları önlemeye gücü yetmeyen, korktuğundan nasıl güvende olur, şaşarım.”
İnsan acizdir, belaları çok. Fakirdir, ihtiyaçları pek fazla. Bir mikroba yenilen, bir hayal kırıklığıyla dünyası başına yıkılan insan, dünyada ve ahirette karşılayamamaktan korktuğu sayısız ihtiyaçlar ve savamadığı sonsuz korku ve endişeler karşısında vurdumduymaz kalabilir mi? Bir çare araması gerekmez mi? İşte bütün çarelerin başı, her şeyin anahtarı yanında, her şeyin dizgini elinde, her ihtiyacımızı karşılamaya, korktuklarımızı defetmeye kadir Allah’ı bulmaktır. O’na sığınmak, birer hayat iksiri olan buyruklarına teslim olmak, tam bir huzur ve emniyet içerisinde ebedî saadetin kapısından içeri girmektir.
“Acibtü limen yazlimü nefseh, keyfe yunsifu ğayreh
Kendi kendine zulmeden, başkasına karşı nasıl adalet edecek, şaşarım.”
İnsan öncelikle kendi öz nefsine karşı adil ve insaflı olmalı. Bunun için de, felaketini hazırlayan kötülüklerden uzak durmalı. Dünya ve ahiret mutluluğuna vesile olan iyiliklere önem ve ağırlık vermeli. Bunu yapmayarak öz benliğine zulmeden kimse, Allah’ın diğer kullarına karşı gerçekte nasıl dürüst ve adil olabilir?
“Acibtü limen yechelü nefseh, keyfe ya’rifu Rabbeh
Kendini bilmeyen, Rabbini nasıl bilir, şaşarım.”
Rabbimizi tanıyabilmemiz için, öncelikle kendimizi tanımalıyız. Neyiz, kimiz, menşeimiz neydi, akıbetimiz ne olacak? Bir tek hücreden alıp aşamadan aşamaya geçirerek önce sevimli bir bebek, sonra güçlü kuvvetli bir delikanlı, ardından zaman ve devran değirmeninin savurduğu tecrübe tozlarıyla saçı başı ağarmış, tepelerine kabir kışının karları düşmeye, başı beyaz kefene bürünmeye başlamış bir insan haline getiren; en sonunda da, kendisine sormadan meyvesi bulunduğu hayat ağacından gah olgun, gah ham olarak koparıp geldiği toprağın sinesine yeniden döndüren kimdir? Hayat denilen bu serüvenin, konup göçüşün amacı nedir? Öte yandan ruhuna takılan ve koca dünyaya sığmayıp sonsuzluklara doğru kanat çırpan bunca duygu, arzu ve emelleri cevapsız ve feryatlar yankısız mı kalacak? Küçücük bir mide ihtiyacını karşılasın diye yeryüzü denilen nimet sofrasını donatmak için güneş, ay, bulut, atmosfer, kara ve denizleri içindekilerle beraber seferber eden Zat, onun o en büyük hayal ve ideallerini, ahireti getirmeyerek cevapsız mı bırakacak? Yine insan, vücut aynasına yansıtılmış hayat, ilim, irade, kudret, işitme, görme gibi parıltılarla, Sanatkârının da o engin ve mükemmel sıfatlarını anlaması gerekmez mi?
Hz. Ali neye şaşırıyordu?
Hz. Ali’nin şiir şeklinde söylediği ve insanoğlunun yaşadığı çarpık ruh halini gözler önüne serdiği sözlerinin her biri muhteşem nitelikte.
Bakalım Allah’ın Arslanı, Hayber Fatihi Hz. Ali (ra) ne demiş?
“Acibtü liâmiri dâri’l-fenâ ve târiki dâri’l-bekâ
Geçici evi donatıp, kalıcı evi ihmal edene şaşarım”.
Geçici ev dünya, kalıcı yurt ise âhirettir. Görevi büyük, memuriyeti önemli bir kul olduğunu unutup, gerçek amacından gaflet ederek, var gücüyle dünyaya çalışan; bu uğurda helal haram dinlemeyip ahiretlerini dünyaya satan; ebedî bir güneşi, bir anlık parlayıp sönmeye mahkum bir şimşeğin parıltısına feda edenlere bir iğneleme var bu sözde.
“Acibtü li’l-bahîli’l-lezî ista’cele’l-fakra ve yuhasebü fi’l-ahireti hisâbe’l-ağniyâ
Dünyada yoksul hayatı yaşayıp ahirette zenginler gibi hesaba çekilecek olan cimriye şaşarım”.
Dünyada mal yığıp, sadece bekçilik etmekle yetinen, ne yiyen ne yediren; ahirette de varlıklı bir kimse gibi hesap sorulacak kimseye şaşılmaz mı? Dünyası da, ahireti de harap olan böylelerine ne kadar acınsa yeridir.
“Acibtü li’l-ğâfili ve’l-mevtü yatlubuhu
Ölüm, peşinde iken gaflete dalana şaşarım”.
Avcının okuna her an hedef olup da, başını kuma sokarak acı sondan kurtulmaya çalışan devekuşu misali kimselere şaşılmaz mı? Çare, kurtuluşu olmayan ölümü unutmak değil, sonrası için hazırlık yapmaktır.
“Acibtü liğafleti’l-hussad an selâmeti’l-ecsâd
Sağlık ve sıhhatini görmeyip başka şeylere imrenenlere şaşarım”.
Şükrü gerektiren en büyük nimet, can sağlığı ve beden afiyetidir. Sağlık, sağlam insanların başında, ancak bundan yoksun olanların fark edebildiği bir altın taçtır. İmrenilecek en büyük lütuf, maddî ve manevî sağlığımızdır. Diğer bütün nimetler, bununla ancak değer ve anlam kazanır. Değerini bilmeli, şükrünü unutmamalıyız.
“Acibtü li’l-mütekebbiri’l-lezî kâne bi’l-emsi nutfeten ve hüve ğaden cîfetün
Daha dün bir damla su iken, yarın da bir leşe dönüşecek olan kimsenin büyüklenmesine şaşarım”.
Akıllı insan, aslını, menşeini unutmadığı gibi, akıbetini de bir an olsun hatırından çıkarmaz. Böyle davrananın, kendisi gibi bir damla sudan İlâhî sanat eseri olarak yaratılan, sonunda da kendisiyle aynı akıbete uğrayıp kabir toprağına karışacak olan diğer insanlara tepeden bakması mümkün mü?
“Acibtü limen arafe’l-lâh keyfe lâ yeşteddü havfuhu
Allah’ı tanıyıp da korku ve endişesi şiddetli olmayana şaşarım”.
Allah’ı gerçek anlamda tanıyan kimsenin, O’nun uçsuz bucaksız evrende tüm zerrelere ve kürelere boyun eğdiren büyüklüğü karşısında heybet ve dehşete kapılmaması mümkün mü? Öte yandan öyle bir cihanlar Sultanı’nın emirlerini dinlememe, buyruklarını kaale almamanın ne dehşetli bir cezayı gerektirdiğini düşünmez mi? Onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmamanın ne büyük mükâfat kaybı ve acı hüsrana sebep olduğunu idrak etmez mi?
“Acibtü limen nesiye’l-mevte ve hüve yera men yemût
Ölenleri görüp durduğu halde ölümü unutana şaşarım”.
Nasihatçi olarak ölüm yeter. En etkili vaiz her gün onlarcasını görüp haberlerini duyduğumuz o cansız ve sessiz cenazelerdir. Bizim de öleceğimizi sessiz çığlıklar halinde haykıran bu sesi duymayanlara şaşılmaz mı?
“Acibtü limen enkere’n-neş’ete uhrâ ve huve yera’n-neş’ete’l-ûlâ
İlk yaradılışı gördüğü halde, ikinci yaradılışı inkâr edene şaşarım”.
Bu vecize, Yüce Allah’ın şu âyetini hatırlatmaktadır: “İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi: Biz kendisini bir damla sudan yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Bize. Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misal fırlattı Bize: ‘Çürümüş vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek’ diye. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilendir.” (Kur’an: 36/77-79)
“Acibtü limen yaknatu ve maahü’l-istiğfar
Elinde af dilemek gibi bir imkân varken Allah’ın rahmetinden ümit kesene şaşarım.”
Şeytanın en büyük hilelerinden biri, Allah’ın engin rahmetinden ümit kestirip, “Zaten batmışım” dedirterek insanı, her nasılsa düştüğü bir günah bataklığının derinliklerine doğru çektikçe çekmektir. Şeytanın bu tuzağına düşen, Allah’ın, her şeyden daha büyük olan o engin af ve rahmetini küçük görüp, hatayı daha büyük bir hatayla karşılıyor demektir.
“Acibtü limen lâ yemlikü eceleh, keyfe yatlubu emeleh
Eceli elinde olmayan, ham hayallerin peşinden nasıl koşar, şaşarım.”
Ecel hem gizli, hem de başkasının elindedir. Ne zaman kapımızı çalacağı bilinmez. Gelip çattığında da geri çevirmek mümkün olmaz. Ömür dakikaları ve yeteneklerimizden ibaret sermayeyle indiğimiz dünya panayırının bizim açımızdan kapanış zili ve özel kıyametimiz olan ecel gelmeden elimizi çabuk tutmalı; seraplar peşinde koşmadan, ahirette bizi kurtaracak eserler bırakmalı değil miyiz?
“Acibtü limen şekke fi’l-lâh ve hüve yera halkallah
Yarattıklarını görüp dururken Allah hakkında kuşku duyana şaşarım.”
Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz, bir köy muhtarsız olmazken; her an tazelenen canlı ve cansız bunca sanat eserlerini sanatkârsız, tabiattaki bu saat gibi dakik ve düzenli işleyişi tesadüf eseri sanmaktan daha çok şaşılacak ne olabilir?
“Acibtü limen ya’cizü an def’i mâ ârahü, keyfe yekau lehü’l-emnü mimmâ yahşâhü
Başına gelen dert ve belaları önlemeye gücü yetmeyen, korktuğundan nasıl güvende olur, şaşarım.”
İnsan acizdir, belaları çok. Fakirdir, ihtiyaçları pek fazla. Bir mikroba yenilen, bir hayal kırıklığıyla dünyası başına yıkılan insan, dünyada ve ahirette karşılayamamaktan korktuğu sayısız ihtiyaçlar ve savamadığı sonsuz korku ve endişeler karşısında vurdumduymaz kalabilir mi? Bir çare araması gerekmez mi? İşte bütün çarelerin başı, her şeyin anahtarı yanında, her şeyin dizgini elinde, her ihtiyacımızı karşılamaya, korktuklarımızı defetmeye kadir Allah’ı bulmaktır. O’na sığınmak, birer hayat iksiri olan buyruklarına teslim olmak, tam bir huzur ve emniyet içerisinde ebedî saadetin kapısından içeri girmektir.
“Acibtü limen yazlimü nefseh, keyfe yunsifu ğayreh
Kendi kendine zulmeden, başkasına karşı nasıl adalet edecek, şaşarım.”
İnsan öncelikle kendi öz nefsine karşı adil ve insaflı olmalı. Bunun için de, felaketini hazırlayan kötülüklerden uzak durmalı. Dünya ve ahiret mutluluğuna vesile olan iyiliklere önem ve ağırlık vermeli. Bunu yapmayarak öz benliğine zulmeden kimse, Allah’ın diğer kullarına karşı gerçekte nasıl dürüst ve adil olabilir?
“Acibtü limen yechelü nefseh, keyfe ya’rifu Rabbeh
Kendini bilmeyen, Rabbini nasıl bilir, şaşarım.”
Rabbimizi tanıyabilmemiz için, öncelikle kendimizi tanımalıyız. Neyiz, kimiz, menşeimiz neydi, akıbetimiz ne olacak? Bir tek hücreden alıp aşamadan aşamaya geçirerek önce sevimli bir bebek, sonra güçlü kuvvetli bir delikanlı, ardından zaman ve devran değirmeninin savurduğu tecrübe tozlarıyla saçı başı ağarmış, tepelerine kabir kışının karları düşmeye, başı beyaz kefene bürünmeye başlamış bir insan haline getiren; en sonunda da, kendisine sormadan meyvesi bulunduğu hayat ağacından gah olgun, gah ham olarak koparıp geldiği toprağın sinesine yeniden döndüren kimdir? Hayat denilen bu serüvenin, konup göçüşün amacı nedir? Öte yandan ruhuna takılan ve koca dünyaya sığmayıp sonsuzluklara doğru kanat çırpan bunca duygu, arzu ve emelleri cevapsız ve feryatlar yankısız mı kalacak? Küçücük bir mide ihtiyacını karşılasın diye yeryüzü denilen nimet sofrasını donatmak için güneş, ay, bulut, atmosfer, kara ve denizleri içindekilerle beraber seferber eden Zat, onun o en büyük hayal ve ideallerini, ahireti getirmeyerek cevapsız mı bırakacak? Yine insan, vücut aynasına yansıtılmış hayat, ilim, irade, kudret, işitme, görme gibi parıltılarla, Sanatkârının da o engin ve mükemmel sıfatlarını anlaması gerekmez mi?
Konular
- Porno film izlemenin ibretlik sonu
- Yassıada'dan İmralı'ya son yolculuk: Adnan Menderes'in idamı
- Porno Filmde Oynayan Üniversiteli Kız
- Aşk Denilen Sahtekâr
- Flörtle Kirlenen Namus ve Hayaller...
- İhya Rüya Tabirleri
- Bİ YARDIM EDİN YA
- Adet Döneminde Namaz kılmanın ve Kuran okumanın hükmü
- Üniversite mezunu cahillerin yarışı… 6 Kasım 2014 yenisafak.com yazısı
- yardım
- yardım
- Evli bir kadını aldatmaya iten şeytanın vesveseleri
- Başörtüsünü bir araç olarak kullanmayınız!
- Kapalı kadın ile evlenirken dikkat edilmesi gerekenler
- Evlilik yasak, seks çağdaşlık
- istemden bosalma
- Sapıklar internet üzerinden peydahlanıyor
- Fuhuş çeteleri internete dadandı
- İnternetten darbe yapanların başka tuzakları
- Şu anki meşguliyetin geleceğini tayin edecek!
- Orospuya sponsor olmanın vebali var mıdır
- Evlilikte eşlerin ebced değeri nasıl bakılır
- Günümüzde Özellikle Genç Fidanlarımızın Çevresini Kuşatmış Şehvet Taarruz Kuvvetleri için Etkili Stratejiler
- İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ..
- EŞCİNSELE SAYGI DUYAN MÜNAFIK BEYLER, CEHENNEME KADAR YOLUNUZ VAR.
- DUA İLE ALAY EDEN KIZ!
- Ahlaksız ve Pornocu Medyanın Sevmediği Kavramlar
- Toplumun Yüz Karası Ahlaksız Suikastçılar ve Kadın Düşmanları.
- KADIN CİNAYETLERİNDE SUÇLU ARAYANLAR!
- Kadın Hakları Havarilerinin Gerçek Yüzleri..