KIZ ÇOCUKLARI VE BABALAR

Evlat sahibi olmak güzel şey. Anne-babalar olarak, evladımızı kız veya erkek olarak tercih etme peşinde ve ayrım yapma durumunda değiliz şüphesiz. Ama onlar farklı yaratıldıkları için, biz de bu farklılığa dayalı bir gelişim, eğitim ve terbiye süreci uygulamak mecburiyetindeyiz. Diğer taraftan, anne ve babalar kız ve erkek çocukların farklı yaradılışına uygun tavırlar geliştirmeli, her iki cinsin farklı tabii ihtiyaçlarını dikkate almalıdır.

Çocuklarda cinsler arasında doğuştan var olan temel farklılıkları dikkate almamak, ileride telafisi imkansız yanlışların yapılmasına, çözümü güç sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ebeveynlerin kendi bilinçaltı eğilimleri, kültürel şartlandırmaların körüklediği ayrımcı özlemleri kendi çocuklarına aktarılmaya çalışıldığı noktadan itibaren çocuğun kimliği oluşamaz, âdeta “arapsaçı”na döner.

Ne mutlak eşitlik, ne ayrımcılık

Bu temel olgudan hareketle diyoruz ki, cinsler arası “mutlak eşitlikçi davranış” safsatasını bir kenara iterek, kız ve oğlan çocuklarımıza cinsiyetlerinin ve buna dayalı oluşacak kimlik ihtiyaçlarının gerektirdiği şekilde muamele esas alınmalıdır. Bırakın modern anlayışlar ne söylerse söylesin, “erkek gibi kız” ve “kız gibi erkek” şeklindeki masum tanımlamaların da ötesine taşan büyük yanılışları görmek istemiyorsak, çok küçük yaşlardan itibaren çocuk yetiştirmede bu hususu göz önüne almalıyız.

Bir yetişkin için mecbur kaldığı durumlarda dahi hem anne hem baba rolünü aynı anda yerine getirmeye çalışmak ne denli zor ise, bir çocuk için de sosyal kimliğinin ve benlik algısının gelişiminde “cinsiyetsiz” yaklaşımlar o denli kafa karıştırıcıdır. Öğrenmenin önemli bir kısmı “taklit ve özdeşleşme” ile gerçekleşir. Ve sizler yani anne-babalar ve yeğenlerini kuzenlerini çok seven halalar, teyzeler, amcalar, dayılar; sizin tutum ve davranışlarınızın önemini, onların gözündeki yerinizi ve değerinizi hiç düşündünüz mü?

Cinsiyete dayalı temel farklılıklara çocuk eğitiminde ne ölçüde ve ne şekilde yer vermemiz gerektiği sorununa bir yazı dizisi olarak yer vereceğiz. Önce kızlardan başlayarak, özellikle anne ve babaların bu konuda farkında olmadan yapmış oldukları temel hatalara dikkat çekmek gerekmektedir.

Dünyaya bir kız olarak gelmek

Doğuştan getirilen cinsiyet farkına ilaveten, kız ve erkek bebeklerin vücut ağırlığı, boy gibi çeşitli ölçüm ortalamalarına ilişkin gelişim farklılıkları da vardır. Nitekim bunu hastanelerde, doktor odalarında asılmış gelişim takip tablolarından da gözlemleyebiliriz.

Yaklaşık üç yaş civarında çocuklar kendi cinsiyetinin bilincine ve karşı cinsin kendinden farklılığına varır. O'na hep “kızım” diye hitab edilmiştir, ancak o kız olmanın erkek olmaktan farklılığını ancak bu yaş civarında öğrenecektir. Bu andan itibaren büyüyünce yüzünde, çok sevdiği babasında olduğu gibi, batıcı iğneler çıkmayacağına da sevinir.

Geleneksel terbiye yaklaşımında, cinsiyete dayalı temel farklılıklar kadınlar aleyhine bir “noksanlık” olarak aktarıldığı anda, bu yaşlarda olumsuz bir benlik imajının ilk yapı taşları da konulmuş olur. Maalesef bu yaklaşımın yürürlükte olduğu memleket köşeleri hâlâ mevcuttur ve biliyoruz ki bu saplantının dinle imanla alakası yoktur.

Kız ve erkek çocuklar okul öncesi dönemde, yani 3-6 yaşlar arasında karma oyunlar oynayabilirler. Okul çağında kendi cinsinden kişileri oyun arkadaşı olarak tercih etme hali daha belirginleşir. Fakat bu, tamamen kendi cinsine yönelme değildir. Örneğin evcilik oyunları okul yaşı ilerledikçe eski sıklıkta yer almaz, bedensel hareketi gerektiren oyunlar daha çok tercih edilir.

Okulda, kızlar yerine sürekli erkek arkadaşlarıyla muhatap olup onlarla yarışırcasına koşuşturup duran bir “kız” kimliğinde bir kişilik sorununun olmadığını düşünmek bizi yanıltabilir. En hafif ihtimalle kendi cinsiyetinden memnuniyetsizliğin veya karşı cinse özendirilmenin izlerini taşır. Bu karmaşa durulmazsa ne kendi mutlu olabilir, ne başkasını mutlu edebilir. Çünkü “özgüven” olgusunda cinsel özelliklere dayalı birçok unsur da yer almaktadır.

Büluğ öncesi çağda cinsler arasında bedensel farklılıklar daha da belirginleşmeye başlar. Kızların belleri incelmeye ve diğer kadınsı yapısal özellikleri oluşmaya başlar. Bu dönemde kız çocukları erkeklere nazaran daha bir büyüme hevesindedir. Bu hevesin psikolojik temelinde, kız çocuğu olarak yeterince önemsenmemiş olup, büyüdüğünde bu statünün kendisine verileceği umudunu taşıyor olması muhtemeldir. Belki bir çok talebinin karşılanması büyüdüğü zamana ertelenmiş de olabilir. Tabii olarak büluğ çağında karşı cinse olan ilgi artar; bu en sade şekliyle “tanıma” içeriklidir.

Bir adım önde

Okul çağında kızların daha sebatkâr, sözel sahalarda erkeklerden daha başarılı olduklarını ortaya koyan araştırmalar mevcuttur. Bu görüş, kızların sayısal alanlarda başarısız olacağı anlamına gelmiyor tabii. Konuşkanlık, duygusallık bu yaşların belirgin özelliğidir. Erkek cinsinde bulunmayan bir vakıa olarak, bu yaşlarda kızların çoğu, hatıra defteri, şiir defteri veya günlük gibi “pembe kağıt ” uğraşları edinirler. Böyle yaparak kendi dünyalarını yine kendilerine açarlar. Bu defterler ancak çok özel sırdaş arkadaşlara okutturulabilir. Aile fertlerinin böyle bir teşebbüsü ise çok sinir bozucudur.

Kız çocukları şiirler, tekerlemeler ve şarkı sözlerini kolayca ezberler. Zaten bebeklikte konuşmaya başlamada da erkeklerden öndedirler. Bir erkek çocuğuna “Uslu dur!” demek ne ise, bir kız çocuğuna da “Konuşma!” demek odur. Hatta o kadar konuşkan kız çocukları vardır ki, başlangıçta sevimli gelen bu konuşmalar bir müddet sonra kulak tırmalayıcı ve bıktırıcı olabilir. Kızların sosyal meslekleri tercihindeki yoğunlaşma da sözel eğilimleriyle ilgilidir.

Kırsal ve kentsel kesimde farklılık olmakla birlikte, kızlar erkeklerden yaklaşık iki yıl önce büluğa ererler. Büluğ öncesi erinlik dönemi, yani büluğa hazırlık aşaması da kızlarda daha kısa sürelidir. Birden serpilip gelişirler.

Kızların bu dönemi 5-6. sınıflardan başlar. Yeni beden imajına uygun bir kimliği, açıkçası genç kız kimliğini özümsemek bir çabayı gerektirse de, çok uzun sürmez. Fakat psikolojik olgunluk düzeyi bakımından durum daha farklıdır. Bedeni yetişkin gibi görünmesine karşın, çocukça oyunlar oynamaya iki-üç yıl daha devam eder. Giyim ve süs, sanki bu yaşın temel gelişim görevi gibidir. “Kendim için” diyor olsalar da, tüm bu giyim-kuşam ve süslenmeler karşı cinsin beğenisini çekmek içindir. Çünkü bu onların tabiatında potansiyel olarak vardır ve zamanı gelince açığa vurulur.

Bir kız çocuğunu ve takiben bir genç kızı ruhen ve bedenen sağlıklı bir birey olarak yetiştirmede, anne ve babaların kız çocuklarına yaklaşımları tabiatıyla farklı olmalıdır. Hangi aile bu kaideye riayet etmezse, kız çocuğu yetiştirmede başarılı olamazlar. Şayet aile fertleri arasında bir rol karmaşası ve rol belirsizliği söz konusu ise -ki bu rol çatışmaları çalışan çiftlerde daha sık görülmektedir- sorun ciddidir.

Kızlar babaya düşkün olur

Kız çocukları ile babaları arasında son derece güçlü duygusal bağ vardır. Kız çocuklarını değersiz addeden törelerde kızların babalarına ilgisi ve yakınlaşma çabası ne yazık ki terslenmeyle karşılık bulur. Eğitim almış birçok ailede bile bazı babalar kızlarıyla yakın olmaktan ve onları seviyor görünmekten imtina ederler. İçlerinden sevdiklerine kendilerini inandırarak kızlarıyla samimi olmaktan uzak dururlar. Oysa bir kız çocuğu için hayatında çok önemli olacak olan erkekler dünyasına açılan ilk ve en sağlıklı tanışma kapısı babalarıdır.

Küçük kız çocukları kendilerini babalarına daha çok sevdirmek isterler. Onların sözlerinden daha çok alınırlar, disiplinlerinden daha çok etkilenirler. Babalarına kendini beğendirmek, sevdirmek, onaylanmak, onlar tarafından önemsendiğini hissedebilmek için olağanüstü gayret sarf ederler.

Bir çok hanede akşam üzeri babaların işten dönüş vakti yaklaştığı zaman kız çocuklarının kulağı kapıdadır. Zil çalar çalmaz annelerinden önce kapıya koşarlar. Babasının elinde her ne var ise annesinden önce almak ve bakmak ister. Bu çocuksu heyecana baba tarafından gerekli karşılık verilmezse, babanın şahsında sembolize edilen “erkek” tanımı ve imajı kızın zihninde “özürlü” şekillenir. Bütün gün özlenmesine karşın eve geldiğinde alelacele yemeğini yiyerek gazetesine gömülen veya ekrana kilitlenen bir kız babası ne kötü bir erkek örneğidir! Belki de gizli bir erkek düşmanlığının ilk tohumları bu ilgisiz, umarsız, kızlarının hislerine duyarsız babalar tarafından atılmaktadır. Fakat kolayca pes etmez kız çocuk; bebeğinin çıkan bacağını takması için yardım almayı dener, babasının çay servisini yaparak gözüne girmek ister. Olumlu davranışlarla bunu başaramazsa, azarlanma pahasına da olsa dikkat çekici hareketler yapmaya başlar. Bir baba sadece hasta olduğunda kızına ilgi gösteriyorsa, kız çocuklarının iştahsız, mızmız olmalarından ve sık sık hastalanmalarından daha tabii ne olabilir ki?

İyi baba, iyi model

Oysa babalığının bilincinde olan bir erkek, aşçılık oynamakta olan kız çocuğunun sunmuş olduğu şakacıktan ikramları saygın bir müşteri gibi kabul eder, beğeniyle yer ve iltifatta bulunur. Bu arada gazetesini okumaya devam etmesinin de çocuk için bir mahzuru yoktur.

Önceki yazımızda oyunun çocuklar için ne denli önemli olduğunu ve mutluluk verdiğini anlatmıştık. İşte çocuklar zaman zaman çok sevdiği büyükler ile de bu sevinci paylaşmak isterler. Pek istekli olmadığımız anlarda bile bizi oyuna dahil ederler.

Tüm bu çabalar bir sıcak yakınlık içindir. Peygamberimiz -hâşâ- boşuna, “Siz oğlanlarınızı sevin, çünkü kızlar size kendini sevdirir.” buyurmamışlardır. Anneler bilinçli iseler, babasının bütün ilgisini üzerinde toplamaya çalışan kız çocuklarının yanında kocalarına daha mesafeli durmalıdır. İyi baba iyi model olur; babasını seven, ilerki hayatında kocasını da sever. Babaya saygının olmadığı evde kızlar erkeklere güvenmeyi öğrenemezler.

Bu bilinçle anneler kızlarının babalarıyla iletişim ve paylaşımlarını destekleyici ve yönlendirici bir tavır içinde olmalılar. Burada küçük yaşlardaki iletişimlerden söz etmekteyiz tabii ki. Yaş ilerledikçe baba-kız arasındaki sevgi, saygı kalıcıdır ama sırdaşlık anneye yönelir.

Sevgi susuzluğu ve seraplar

Bu noktada şu konuya da değinmekte yarar var: Basından yakinen şahit olmaktayız ki, hemen her gün birçok genç kız evini terk etmekte, hem kendileri hem aileleri perişan olmaktadır. Bu meselenin arkadaş, kandırma gibi sosyal boyutları vardır elbet. Ancak bu izah tek başına yeterli olsaydı, her kız evini terk ederdi. Oysa tüm dış etkenlere rağmen ayağı sağlam basan kızlar yok mu? Şükürler olsun, elbette kızlarımızın büyük çoğunluğu böyle. Kitapların yazdığı, ilgili programların dile getirdiği gibi, iyi aile olmak ve aile içi iletişim çok önemli. Gerek baba ocağını, gerek kocasını “sudan” sebepleri bahane ederek terk eden kadınların hayatları incelendiğinde, dağılmış aile ve baba yoksunluğu temel alt yapıyı oluşturmaktadır. Kendilerinin de ifade ettiği gibi bu evden kaçış maceraları aslında bir sevgiyi arayış yolculuğundan başka bir şey değildir. Tabii ki bu yolla sevgiyi asla bulamazlar ama bu batağın içinden de kolay kolay çıkamazlar. Nihayetinde evli, çoluk-çocuk sahibi adamlara takılıp, onların ailelerini dağıtmakla çocukluk yılarındaki doyumsuzluklarının da intikamını almış olurlar!

Yıllar önce, memleketimde bir mahalle komşumuz vardı. Adam mutlaka bir erkek çocuğunun olmasını istiyor, lâkin kızları peşpeşe geliyordu. Üçüncü kızının adını Şükriye koydular. Adam kızına “Şükrü” diye hitab ediyor, erkek berberine, akşamları kahveye götürüyor ve onu erkek gibi yetiştirmeye çalışarak kendince tatmin buluyordu. Zavallı kızcağız çeşit çeşit argo sözler ve hareketler öğrenmişti. 13-14 yaşına geldiğinde iki ablası evde iken bir delikanlıya kaçıverdi. Yani babası onu bir türlü erkekleştirememiş olmalı ki, tanıştığı ilk erkek ona cinsiyetini, “bir güzel kız” olduğunu hissettirmişti!

Yaş dönemine uygun ilgi

Sizden istenen abartılı bir ilgi bombardımanı değildir. Hislere derece koymak imkansız olmakla birlikte, aşırı sevgi eleştirememeyi, aşırı hoşgörüyü getiriyorsa, kızınız sizi ciddiye almayabilir. Bazen da babasına o kadar bağlanır kalır ki, hayatında babasından başka bir erkeğe yer vermeyi, kocasını sevmeyi başaramaz. Evlenmek istemez veya babası gibi koca bulma güdüsüyle mazeretler uydurur.

Bir kez daha vurgulamakta yarar var ki dostluk kalıcı olmalı, büluğ yaşıyla birlikte baba yavaş yavaş genç kızın dünyasından kendini geri plâna çekmeye başlamalıdır. Onunla farkettirmeden ilgilenmeye devam etmelidir.

Yaşları birbirine yakın, birden fazla kız çocuğu olan babaların bu hassas görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri gerçekten ülke yönetmek kadar zordur! Bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlar, birbirini sürekli kıskanan ve babaya gammazlayan kızlara sevgili ve şefkatli baba olabilenlere ne mutlu!..

Böyle bir ortamda alınan bir hediyenin makbul olması bile, aldığınız kişiye değil, diğerlerinin göstereceği tepkiye bağlıdır. Şunu da çok kişi itiraf eder ki, baba sevgisi açısından evde en son doğanlar daha şanslıdırlar. İlk çocuklar tecrübesizliğe denk geliyor! Nasıl davranacaklarını bilemiyorlar, onları sevmekle birlikte daha kuralcı, daha az duygusal oluyorlar. Yaş ilerledikçe bakış açıları değişiyor, kalpler yumuşuyor, zamanla eşlerinin sevgileri azalır da ondan mı nedendir, babalar kızlarının sevgilerini daha çok önemsiyorlar. Torunlar söz konusu olunca ise sevginin haddi-hududu kalmıyor...

Özetle, kız ve erkek çocuklar fıtrî bakımdan birbirinden farklıdır. Yetiştirme ve terbiye sürecinde bu farklılık mutlaka dikkate alınmalı, fakat ayrımcılık yapılmamalıdır. Kız çocukların babaya düşkünlüğü mutlaka baba tarafından uygun karşılık verilerek değerlendirilmelidir. Zira kızlar için baba “model” erkektir ve bu model ileriki dönemler için belirleyici bir etkiye sahiptir.

AYŞE İZCİ