Kur’an Ahlakına göre Mü’minin 24 Saati

Sabah Uyandığında

Kuran ahlakına uygun bir şekilde yaşayan Müslümanlar ile Allah’ı inkar edenler arasındaki temel farklardan biri, Allah’ın iman ederek Kendisinden korkup sakınan ve vicdanlarını kullananlara verdiği akıldır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Kuran’a Göre Gerçek Akıl) Sahip oldukları akıl sayesinde iman edenler, inkar edenlerin ya da gerçekleri kavrayamayan gaflet içindeki insanların anlamsız veya tesadüf olarak değerlendirdikleri olayların ardındaki hikmetleri hemen fark ederler.

Mümin sabah uyandığı ilk andan itibaren gün içinde karşılaştığı ve yaşadığı her olayda Allah’ın Kuran’da bildirdiği ifadeyle “ayetler” olduğunu bilir. “Ayetler”, Kuran’da Allah’ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının kesin delilleri olan olaylar ve varlıklar anlamında kullanılır. Bu ifadeye benzer bir anlam taşıyan diğer bir kavram ise, “iman hakikatleri”dir. İman hakikatleri de, “imana götüren, imana vesile olan ve aynı zamanda imanın artmasını, gelişmesini ve pekişmesini sağlayan gerçekler” olarak tanımlanabilir. Ancak bu ayetleri ya da iman hakikatlerini fark edebilmek yalnızca samimi bir şekilde Allah’a yönelen insanlara ait bir özelliktir. Al-i İmran Suresi’nin 190. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (Al-i İmran Suresi, 190)

İman sahibi ve Kuran ahlakını benimsemiş kimseler için her yeni gün Allah’ın varlığının delilleri ile, iman hakikatleri ile doludur. Örneğin gözlerini açarak güne başlamak, Allah’ın insanlara sunduğu nimetlerden ve üzerinde düşünülmesi gereken iman hakikatlerinden biridir. Öyle ki, insan tüm gece boyunca şuursuz bir şekilde uyur. Uykuda geçen uzun saatlere dair hatırlanabilen tek şey 3-5 saniyelik belli belirsiz rüyalardır. İnsan bu süre içinde dünya ile hiçbir bağlantısı olmadan yatar. Bedeni ve ruhu birbirinden ayrılmıştır ve uyuduğunu sandığı bu süre boyunca aslında bir nevi ölüdür. Nitekim insanların uykuda canlarının alındığını Allah Kuran’da şöyle haber verir:

Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm

kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir… (Zümer Suresi, 42)

Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün ‘güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı’ bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O’dur… (Enam Suresi, 60)



Rabbimiz yukarıdaki ayetlerde insanların uykuda canlarını aldığını, ancak daha sonra zamanı belirlenmiş ölüm vakitleri gelinceye kadar tekrar geri verdiğini bildirmektedir. Uyku süresi boyunca insan, bilincini ve dışarıyı algılama yeteneklerini kısmen yitirir. “Ölüm benzeri” olarak belirtilen uykudan şuurlu ve bir gün önceki haline kavuşmuş bir şekilde uyanmak, kusursuz bir şekilde görebilmek, duymak ve hissetmek, üzerinde düşünülmesi gereken mucizevi olaylardır. Gece uyumak için yatağına yatan insan bu eşsiz nimetlerin sabah kendisine yeniden verileceğinden emin olamaz. Ayrıca insan herhangi bir felaketle karşılaşmadan veya sağlık sorunu olmaksızın uyanacağından da asla emin olamaz.

Güne yeni başlayan mümin, bu gerçekleri düşünür; Allah’ın kendi üzerindeki geniş rahmeti ve koruması için O’na şükreder; önündeki yeni günü, Allah’ın hoşnutluğunu ve cenneti kazanmak için Allah’ın kendisine verdiği bir fırsat olarak değerlendirir. Sabah gözünü açtığı anda hemen Allah’a yönelerek samimi bir dua ile güne başlar. Gün içinde Allah’ın daima kendisini izlediği bilinci ile hareket eder. O’nun rızasını kazanmaya, emir ve tavsiyelerini yerine getirmeye titizlik gösterir. Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlar. Böylece gün içinde Allah’ın rızasını unutması ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali azalır; gün boyunca Allah’ın kendisini dünyada imtihan ettiğinin farkında olarak hareket eder.

Samimi bir şekilde Allah’a yönelmiş bir insanın, kendisine sunulan nimetler üzerinde dikkatle düşünmesi, ona bu nimetleri Allah’ın dışında hiç kimsenin vermeye güç yetiremeyeceğini de görmesine yardımcı olur. İnsanların bu konu üzerinde düşünmeleri gerektiğini Rabbimiz bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:



De ki: “Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?”… (Enam Suresi, 46)

Şüphesiz, uykuyu dinlenme zamanı kılan ve sabah vakti insana sahip olduğu nimetleri yeniden bağışlayan, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah’tır. Bu gerçeği kavrayanlar, güne başladıkları ilk andan itibaren Allah’ın yakınlığını hisseder ve bu benzersiz nimetlere sahip olmanın sevincini yaşarlar.

Allah’ın dininden uzak yaşayan ve söz konusu gerçeği düşünmeyen insanlar ise, sahip oldukları nimetlerin hiçbir zaman tam olarak farkına varamaz ve müminlerin yaşadığı bu sevinci yaşayamazlar. Genelde sabahın ilk saatlerinde sıcak bir yataktan kalkmanın zorluğunu, sıkıntısını ya da yeni başlayan güne ayak uydurmanın telaşını hissederler. Bazıları, her sabah yapmak zorunda oldukları işlerden dolayı bezgin ve sıkıntılıdır. Yataktan kalkmak istemez, bir dakika daha fazla uyumakla yataktan kalkmak arasında mücadele ederler. Uyandığında sinirli, gergin, asık yüzlü olmak bu gibi insanlarda çok sık rastlanan bir ahlak bozukluğudur.



Nimetlerin sevincini yaşamayan inkarcılar, sabah uyandıkları andan itibaren her gün aynı şeyleri yapmanın monotonluğana bir kez daha dönerler. Yaşayacakları günün belki de Allah’ın kendilerine verdiği son bir fırsat olduğunun farkında olmayan diğer bir kısım insan ise, sadece daha fazla para kazanmak, daha iyi yaşamak, yalnızca insanlar tarafından ilgi görmek ya da beğenilmek arzusu ile güne tutkulu ve hırslı bir şekilde başlar, acele ile hazırlanırlar.

Allah’ın Kuran’da bildirdiği gerçekleri göz ardı eden insanlar güne farklı şekillerde başlayabilirler. Ancak hepsinin davranışlarında ortak bir akılsızlık vardır: Allah’ın kendilerini yarattığını, O’na kulluk etmek ve O’nun rızasını kazanmakla sorumlu olduklarını ve önlerindeki günün bunun için yeni bir fırsat olduğunu düşünmemek. Allah onların bu durumunu, “İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar” (Enbiya Suresi, 1) ayetiyle haber vermektedir.

Büyük bir gaflet içinde yaşayan bu insanların çok önemli bir hata yaptıkları açıktır. Unutmamak gerekir ki, her sabah, insanın dünya hayatında kendisi için belirlenmiş son gününün başlangıcı olabilir. İşe veya okula giderken yaşanan bir trafik kazası, “beklenmedik” bir kalp krizi veya başka sayısız nedenden ötürü ölüm her an kendisini yakalayabilir. O halde, yukarıda da belirttiğimiz gibi insanın yapması gereken, önündeki günü Allah’ı razı edecek biçimde geçirmek için neler yapabileceğini düşünmek olmalıdır.

Temizlik Yaparken

İnsanın sabah uyandığında vücudunda meydana gelen değişiklikler birçok hikmet içerir. Hiç istememesine rağmen yüzü şişmiş, saçları kirlenmiş, vücudunda ve ağzında istenmeyen kokular meydana gelmiştir. Aynada gördüğü şişmiş yüzü, dağınık ve bakımsız hali ona ne kadar aciz olduğunu gösterir. Her insan mutlaka sabahları yüzünü yıkamak, dişlerini fırçalamak ve bakım yapmak zorundadır. Bu durum, Kuran ahlakını benimsemiş bir insana kendisini diğer insanlardan üstün görecek bir yönünün olmadığını ve her türlü eksiklikten uzak olanın sadece Allah olduğunu hatırlatır.

Ayrıca samimi bir şekilde Allah’a yönelen bir insan, istemediği bu rahatsızlık veren halini aynada görünce, güzel olan şeylere kendi gücü ve isteğiyle sahip olmasının mümkün olmadığını çok daha iyi anlar.

Görüldüğü gibi Allah kullarını, acizliklerini hatırlamaları ve Kendisine yönelmeleri için birtakım eksikliklerle yaratmıştır. İnsanların bedenlerinin ve çevrelerinin kısa süre içinde kirlenmesi buna bir örnektir. Ancak Allah, bu eksiklikleri gidermenin yollarını da insanlara göstermiş ve su, sabun, deterjan gibi çeşitli imkan ve nimetleri onların hizmetlerine sunmuştur. Allah, “Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır” (İnşirah Suresi, 5-6) ayetleriyle bu gerçeğe de işaret etmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, nimetlerin yaratılışındaki bu sırrı fark etmek ve bundan dolayı Allah’a şükretmek, sadece üstün bir anlama ve kavrama yeteneğine sahip olan müminlere verilmiş bir özelliktir.

Gerek sabah gerekse gün içerisinde temizlik yapan bir mümin, Allah’ın kendisine verdiği temizlik malzemelerinden dolayı şükreder. Allah’ın temizliği ve temiz insanları sevdiğini bildiği için yaptığı işi bir ibadet olarak görür ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı umar. Rabbimizin Müddessir Suresi’nin 4 ve 5. ayetlerindeki “Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş” şeklindeki emrini severek yerine getirir.

Allah bir ayette, insanların temizlenme ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaları için gökten su indirdiğini şöyle bildirir:

… Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (Enfal Suresi, 11)



Su, insan vücudu, eşya ve ev temizliğinde gerekli olan en temel maddedir. Suyun çıplak gözle görülebilen kirleri ve görülemeyecek kadar küçük olan bakterileri temizleme özelliğinin yanında insanı rahatlatan bir başka özelliği daha vardır. Su, insanın üzerinde biriken, insana yorgunluk ve halsizlik hissi veren statik elektriğin de vücuttan atılmasını sağlar. İnsanın, bedeninde oluşan statik elektriği açık bir şekilde görmesi mümkün değildir. Ancak vücuttaki bu elektrik bazen kazak çıkartırken çıtırtı şeklinde bir sesle, bir yere dokunulduğunda küçük bir elektrik çarpması ile, bazen de saç tellerinin farklı hareketleri ile varlığını hissettirir. İnsan yıkandığında ise üzerinde biriken bu statik elektrikten kurtulur, bu nedenle de tüm vücudunda hafiflik ve rahatlık hisseder. Yağmurdan sonra havada oluşan serinlik ve ferahlık da, suyun havadaki statik elektriği temizlemesinden kaynaklanır.

Daima temiz ve bakımlı olmak Allah’ın beğendiği bir tavırdır. Bu gerçeği cennetteki insanların fiziksel temizliklerine dikkat çekilen bazı ayetlerde de görmek mümkündür.

Allah Kuran’da cennette bulunan insanların “… sanki (her biri) ’sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl” olduklarını haber vermektedir. (Tur Suresi, 24) Ayrıca cennette insanlar için “tertemiz eşler” bulunduğu da çeşitli ayetlerde müjdelenmiştir. (Bakara Suresi, 25; Al-i İmran Suresi, 15; Nisa Suresi, 57)



Allah’a iman eden insanlar, dünyada da cennet benzeri bir ortam oluşturmak isterler. İnananlar, Allah’ın cennette olacağını vaat ettiği herşeyi dünyada da mümkün olduğu kadar yaşamaya çalışır; bu nedenle de fiziksel temizliklerine büyük özen gösterirler.

Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta daha vardır. Bazı insanlar sadece diğer insanlarla birlikte olduklarında veya kendilerini beğendirmeleri gereken ortamlarda bakımlı olmaya özen gösterir; yanlarında başkaları bulunmadığı sırada görünüşlerine ve temizliklerine dikkat etmezler. Akşama kadar yıkanmamış kirli bir yüzle, temiz kokmayan bir ağızla ve bakımsız bir bedenle, pijamalarla dolaşmak, bütün gün dağınık kalan yatakları, bulaşık dolu mutfağı olağan karşılamak, hep bu hatalı mantığın ürünleridir.

Bu mantıktaki insanlar temizliği sadece dıştan bakıldığında pisliğin fark edilmeyeceği kadar yüzeysel yaparlar. Kimi insanlar da banyo yapmayı, kirlenen giysilerini, havlularını, çarşaflarını değiştirmeyi, ütü yapmayı ya da ortalığı toplamayı bir vakit kaybı olarak görür ve belirgin bir kir oluşmadıkça temizlemeye yanaşmazlar. Kirlendiklerinde çoğu zaman, özellikle de soğuk havalarda, yıkanmaya üşenir, kimi zaman sadece saçlarını yıkamakla yetinirler. Bazı kadınların bunun için buldukları bir başka yöntem de, kuaföre giderek sadece saçlarını yıkatmak ve uygun bir şekil verdirmektir. Bu saç modeli bozulana kadar da bir daha yıkanmaya gerek duymazlar. Kirlenen vücutlarının rahatsızlık verici kokusunu, sıktıkları bir parfüm ya da deodorantla fark ettirmemeye çalışırlar, ama bu yöntem, kirli bedenlerini çok daha rahatsızlık verici bir hale getirmekten başka bir işe yaramaz. Kıyafetler için önemsedikleri temizlik şekli ise, sadece dış kıyafetlerinin görünümüdür. Kazaklarında, pantolonlarında ya da paltolarında ciddi bir leke oluşmadığı sürece yıkamazlar. Bunun dışında sigara, is, yemek ya da ter gibi ağır kokuların üzerlerine sinmiş olmasında bir sakınca görmez ve bunu temizlenmek için yeterli bir sebep olarak düşünmezler. Böylesine sağlıksız koşullarda bir hayat sürmek, bu mantığı benimseyen genç, yaşlı her insana zarardan başka bir şey kazandırmaz. Sağlıksız beslenmekten ve pislikten dolayı hastalıktan kurtulamazlar. Sigara dumanıyla kaplı ortamlarda yaşamaktan renkleri sararır, ciltleri bozulur, ciğerleri zarar görür. Bunlar sadece bedenlerinde gördükleri zararlardır. Bunun yanında sürekli olarak dağınık ve pis ortamlarda, kendileri gibi bakımsız ve kirli insanlarla iç içe yaşamak zorunda olmaları ruh sağlıklarını da olumsuz yönde etkiler. Zamanla güzellikten, estetikten, temizlikten, ince düşünceden zevk almayan duyarsız ve tepkisiz bir ahlaka sahip olurlar. Bu durum elbette ki bilerek ve isteyerek yaptıkları akılsızca seçimin sonucudur.

Oysa Allah Müslümanları, en güzel ve en temiz ortamları hazırlamaları için teşvik eder. Allah inananlara yiyeceklerinden, kıyafetlerinden, yaşadıkları ortamlara kadar herşeylerinde mutlak bir temizliği emretmiştir:

Ey insanlar yeryüzünde olan şeyleri temiz ve helal olarak yiyin… (Bakara Suresi, 168)

Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: “Bütün temiz şeyler size helal kılındı.”… (Maide Suresi, 4)

… O (peygamber), onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar (pis) şeyleri haram kılıyor… (Araf Suresi, 157)

Hani Evi (Kabe’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin” diye ahid verdik. (Bakara Suresi, 125)



… Dediler ki: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin… (Kehf Suresi, 19)

Katımızdan ona (Yahya) bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)

Cahiliye insanlarının oluşturduğu yaşam tarzı, kendi elleriyle kendilerine huzursuz ve sağlıksız ortamlar hazırlarken, Müslümanlar Kuran ahlakına uyarak, ahiretten önce dünyada da çok güzel bir hayat yaşarlar. Cahiliye insanları hem kendilerine hem de çevrelerine sıkıntı verici ortamlar oluştururken, Müslümanlar her insanın rahat ve huzur içinde yaşayacağı, sağlıklı ve dinç olacağı mekanlarda hayatlarını sürdürürler.

Kısacası mümin, Kuran ahlakının gereği olarak başkaları için değil, Allah’ın beğendiği bir tavır olduğu ve kendisinin de doğal olarak en rahat ettiği tavır bu olduğu için temiz ve bakımlı olur. Bulunduğu mekanı temizleyerek diğer insanlar için de rahatlatıcı bir ortam oluşturmaktan büyük zevk duyar; temizlik konusunda en ufak bir gevşeklik göstermez; her zaman temiz ve bakımlı olmak için elinden geleni yapar.

Kıyafetlerini Giyerken

Mümin gün içerisinde giyeceği kıyafetleri belirler ve giyinirken önemli bir gerçeğin bilincindedir. Bu gerçek, giysilerin Allah’ın sayısız nimetlerinden biri olduğu ve yaratılmasında birçok hikmet olduğudur. Bütün insanlar bu nimetten faydalanırlar; ancak sadece Kuran ahlakını yaşayan müminler kendilerine sunulan bu güzelliğin Allah’ın bir lütfu olduğunu gereği gibi fark ederek O’na şükrederler. Giysiler mümine hemen şunları hatırlatır: Yünlü, pamuklu veya ipekli giysilerin, çeşit çeşit kıyafetlerin kaynağı canlılardır. Günlük yaşantının hemen her anında kullanılan giyim eşyaları, yaratılış harikası bitki ve hayvanlardan elde edilmektedir. Diğer bir ifadeyle Allah, insanların, en temelinden en lüksüne kadar her türlü giyim gereksinimini karşılayacak özelliklerle donatılmış canlıları yaratmasaydı, söz konusu ürünler de olmayacaktı.


İnsanların bir çoğu, bu gerçekleri bilmelerine rağmen, inkar etmeleri ya da gaflet içinde olmaları nedeniyle sahip oldukları nimetleri takdir edemezler. Doğdukları andan itibaren ihtiyaç duydukları giysiler kendilerine sunulduğu için, giyinmek bu insanlar için bir alışkanlık olmuştur. Bu alışkanlık da kendilerini, giyeceklerin bir nimet olduğunu hatırlamaktan ve şükretmekten alıkoyar. Oysa Rabbimizin, dünya üzerindeki nimetleri yaratma sebeplerinden biri, insanların bu nimetler için Kendisine şükretmeleridir. O halde Rabbimizin bizim için yarattığı giyeceklerdeki hikmetleri, bize sağladığı faydalardan başlayarak ele alalım.

Giyecekler insan vücudunu soğuğa, güneşin zararlı ışınlarına, çevreden gelebilecek çarpma, kesilme gibi küçük tehlikelere karşı koruyan bir kalkan niteliğindedir. Eğer giyecekler olmasaydı, hassas bir deriyle kaplı olan insan bedeni, saydığımız bu tür olumsuzluklardan dolayı sık sık zarar görürdü. Bu da insana hem acı verir, hem sağlığını tehdit eder, hem de cildinin oldukça kötü bir görünüm kazanmasına neden olurdu.

Koruyucu bir özelliğe sahip olan giyeceklerin yaratılışındaki hikmetlerden bir diğerini Rabbimiz Kuran’da şöyle bildirir:



Ey Ademoğulla rı, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ’süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik)… (Araf Suresi, 26)

Yukarıdaki ayette dikkat çekildiği gibi, giysiler insan için çok daha estetik bir yapı oluşmasına sebep olur.

Açıktır ki, vazgeçilmez bir ihtiyaç olan giyecekler Allah’ın bizim kullanımımıza verdiği son derece önemli bir nimettir. Bunun bilincinde olan mümin, giysilerini kullanırken son derece titiz ve özenli davranır. Bu, onun, Allah’ın kendisine sunduğu nimetlere karşı şükredici olduğunu, fiili olarak da göstermesidir.

Kuran ahlakının getirdiği bir özellik olarak her harcamasında dengeli davranan mümin, giysi alırken de aynı tavrı gösterir. İhtiyacı olanı, kendisine yakışanı ve makul olanı satın alır. Gereksiz harcama yaparak israf etmez. “Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.” (Furkan Suresi, 67) ayetinin gereğini yerine getirir.

Kuran ahlakını yaşayan bir insanın dikkat ettiği bir diğer konu ise giysilerini temiz tutmaktır. Çünkü bu, Kuran’da “Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş.” (Müddessir Suresi, 4-5) ayetleriyle emredilmektedir. Mümin, Allah’ın bu emrini tüm emirlerinde olduğu gibi titizlikle yerine getirir; imkanları ölçüsünde, elinden geldiğince temiz giyinmeye özen gösterir.



Kuran ahlakını yaşayan bir insanın giyinmeye gösterdiği önem bu kadarla sınırlı kalmaz. Örnek bir ahlaka sahip mümin için temiz giyinmenin yanında, olabildiğince estetik ve uyumlu giyinmek de önemlidir. Nitekim ayetteki, “’süs kazandıracak bir giyim’ indirdik” (Araf Suresi, 26) ifadesiyle giyinmenin estetiğe yönelik bir amacının olduğuna da dikkat çekilmiştir. Peygamberimiz (sav)’in kıyafet tarzının ve bu konudaki tavsiyelerinin aktarıldığı hadislerde de bu konuda örnekler bulunmaktadır. Örneğin Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hasan, onun giyim konusu hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:

“Peygamber Efendimiz bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi.” (Buhari, et-Tarih’ul-Kebir, I, 382, no: 1222)

Peygamberimiz (sav)’in giyim tarzı ile ilgili aktarılan bilgilerden bir tanesi ise şudur:

Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s .68-69)

Peygamber Efendimiz, ashabından biri dış görünümüne önem vermediğinde veya bakımsız olduğunda onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir örnek şu şekilde nakledilmektedir:



Üzerimde sade bir elbise olduğu halde Resulullah’ın yanına gelmiştim. Bana:

“Senin malın yok mu?” diye sordu.

“Evet var” cevabıma:

“Hangi çeşit maldan?” sorusunu yöneltti.

“Her çeşit maldan Allah bana vermiştir” demem üzerine:

“Öyle ise Allah Teala Hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah’ın verdiği bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir” buyurdular. (Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 119)



Allah Kuran ayetlerinde giysiler ve takılardan üstün bir cennet nimeti olarak bahsetmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)

Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar). (Duhan Suresi, 53)

Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir… (İnsan Suresi, 21)

Rabbimiz bu ayetlerde ipek ve atlastan elbiselerden, gümüş, altın ve inciden yapılan süslerden bahsetmiştir. Bu süsler dünya hayatında, cennettekilerin bir benzeridir. İman eden bir insan için bu süsleri görmek -bu süslere sahip olsun ya da olmasın- cenneti düşünmesi ve cennete duyduğu özlemin artması için bir vesiledir. Mümin, bunların yaratılışındaki hikmeti görür ve bilir ki dünya hayatında karşısına çıkan bütün nimetler geçicidir. Asıl olan ve ebediyen varlığı sürecek olan nimetler ise ahiret yurdundadır:

Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (Kehf Suresi, 30-31)



Kuran ahlakını yaşayan bir insan için giyim konusunda düşünülmesi gereken noktalardan biri de, dış görünüşün insanlarla kurulan ilişkilerde oldukça önemli olduğudur. Bu nedenle mümin, insanları Kuran ahlakına davet ederken kıyafetine daha fazla önem verir. Mümkün olduğu kadar güzel, temiz, uyumlu, abartısız kıyafetler giymeye gayret eder. Bu durum, onun, Allah’ın emirlerine olan titizliğini, diğer insanlara saygı duyduğunu gösterir.

Karşısındaki insanın psikolojik durumunu, neyi nasıl algılayacağını düşünmek ve o insana sonsuz kurtuluşu müjdelerken en fazla etkiyi sağlamak için -her alanda olduğu gibi- giyim kuşam konusunda da ince düşünceli olmak yalnızca Kuran ahlakını yaşayan insanlara has bir özelliktir.

Sonuç olarak, iman eden bir kimse Peygamberimiz (sav)’i örnek alır ve gerek evinde gerekse toplum içinde daima temiz, bakımlı, göze hoş gelen kıyafetlerle dolaşır; bunu da büyük zevk alarak ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı umarak yapar.

Kahvaltı Ederken

Allah’ın kendisine düşünme ve anlama yeteneği verdiği bir mümin, sabah kahvaltı yapmak için mutfağa girdiğinde hizmetine sunulan nimetlerin ve yiyeceklerin tümünün yaratılışında birçok iman hakikatinin gizli olduğunu bilir.

Örneğin yiyeceklerini pişirmek için kullandığı ateş, aslında kendisi de dahil birçok şeye büyük ölçüde zarar verebilecek; hatta yanıp yok olmasına yol açacak bir özelliğe sahiptir. Ancak ateş, besin maddelerini yenebilecek bir duruma getirmek (ısınmak, çok çeşitli sanayi ürünlerini üretmek…) için zorunludur ve bu açıdan büyük bir nimettir. Diğer bir ifadeyle, yeryüzündeki herşey gibi ateş de insanın hizmetine verilmiştir. Allah ayette şöyle bildirir: “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi…” (Casiye Suresi, 13)

Bunun yanında ateş, iman eden bir insan için dünya hayatında cehennem azabının bir hatırlatmasıdır. Allah Kuran’da cehennemde yaşanacakları tasvir ederken, şiddetli bir ateşten bahsetmektedir. Rabbimiz inkar edenler için yarattığı ateş azabını bazı ayetlerde şöyle anlatmaktadır:

O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler. (Zariyat Suresi, 13) Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Mü’minun Suresi, 104)

Kim Allah’a ve Resûlü’ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kafirler için çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır. (Fetih Suresi, 13)

İmani derinliğe sahip olan müminin cehennemdeki bu şiddetli ateş azabını düşününce Allah korkusu daha da artar. Allah’a dua eder ve cehennem ateşinden O’na sığınır.

Samimi ve ön yargısız olarak düşünen bir insan için kahvaltı sofrasındaki besin maddelerinde de birçok hikmet vardır. Ekmek, bal, süt, domates, biber, zeytin, yumurta, çay, kahve gibi tatları, kokuları, besin değerleri, renkleri farklı gıdaların her biri birer nimettir. Bunlar vücudun ihtiyaç duyduğu proteinleri, aminoasitleri, karbonhidratları, yağları, vitaminleri, mineralleri ve sıvıları sağlarlar. Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için düzenli olarak beslenmek gereklidir. Ancak bu zor, sıkıcı veya külfetli değil, insanın hoşuna giden bir durumdur. Yemekler, içecekler, meyveler, sebzeler, pastalar, tatlılar, şekerlemeler hem insanın her türlü gıda gereksinimini karşılar, hem de ona büyük bir zevk verirler.



Aslında bu saydıklarımız tüm insanların çok iyi bildikleri, dünyaya gelmelerinden bu yana 24 saat iç içe oldukları küçük ayrıntılardır. Ancak insanların birçoğu Rabbimizin günlük hayatta bizlerin emrine sunduğu bu güzellikler üzerinde gereği gibi düşünmezler. Her birini alışkanlıkla değerlendirir, ne kadar değerli olduklarının farkına varmazlar.

Oysa hepsi birbirinden leziz yiyecek ve içecekler insan vücuduna farklı yararlar sağlayacak özelliklere sahiptir ve hepsinin yaratılışında büyük harikalar vardır. Örneğin bal, birkaç gramlık bir bedene sahip arılar tarafından adeta mucizevi bir şekilde üretilir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Balarısı Mucizesi) Gerek içinde barındırdığı vitaminler ve minerallerle, gerekse yapısal özellikleri sebebiyle insanlar için tam bir şifa niteliğindedir. Rabbimiz balın bu özelliğini ve arıya bal yapmayı ilham ettiğini Kuran’da şöyle bildirir:

Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

Balın oluşumunu düşünen bir mümin, ondaki yaratılış mucizesini fark eder; balın ana malzemesini sağlayan çiçeklerin ve meyve tomurcuklarının, nektarı bala dönüştüren arıların ve bal gibi benzersiz bir besinin tesadüfen var olamayacağını hemen anlar. Tüm bunlar ise onun Allah’a olan yakınlığını artırır.



Ayrıca küçücük bir arının Rabbimize olan katıksız itaati de bir iman hakikatidir. Mümin, aklı ve şuuru olmadığı halde kusursuz bir disiplinle hiç durmadan çalışan balarısının yaptığı kusursuz işleri Allah’ın ilhamıyla gerçekleştirdiğini düşünüp anlar.

Allah, insana faydalanması için sunduğu et, süt, peynir, tereyağı, yumurta gibi hayvansal besinlerin birer nimet olarak önemini ise Mü’minun Suresi’nde şöyle bildirmektedir:

Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz. (Mü’minun Suresi, 21)

Bu ayette insanların hayvanlardan sağladıkları faydalar bildirilirken “karınlarının içinde olanlardan” bahsedilmektedir. Örneğin, bir ineğin karnında yediği besinler, içtiği su damarlarında dolaşan kan, iç organları ve sindirilen besinlerden arta kalanlar bulunur. Bu kadar karışık maddenin içinden bembeyaz bir renkte, tertemiz ve güzel kokulu, insana faydalı bir sıvının, yani sütün çıkması ise gerçekte büyük bir mucizedir. Üstelik içinde atık maddelerin de bulunduğu bir yerde olmasına rağmen süt, en sağlıklı koşullarda üretilmektedir.



Allah’ın üstün ilminin bir başka göstergesi ise, beyaz renkte olan sütün ham maddesinin yalnızca yeşil ot olmasıdır. Ancak, süt veren hayvanlar Allah’ın vücutlarında yarattığı mükemmel sistemlerle, katı ve yeşil bir maddeden sıvı ve beyaz bir madde oluşturmaktadırlar. Rabbimiz sütün yapısını, Kuran’da şöyle bildirir:

Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)

Bilindiği gibi süt, insan bünyesinin ihtiyaç duyduğu birçok maddeyi içeren çok zengin bir besindir; hem çocukların hem de yetişkinlerin beslenmesinde hayati bir rol oynar.

Hayvanlardan elde ettiğimiz, kendisi küçük, ancak besleyici değeri yüksek bir gıda da yumurtadır. Protein, vitamin ve mineral deposu olan yumurtanın oluşumu bir başka mucizedir. Hiçbir bilince sahip olmayan tavuk, kendi ihtiyacı olmamasına rağmen her gün yumurta üretmekte ve ürettiği yumurtayı mükemmel bir ambalajla koruma altına almaktadır. Yumurtanın kabuğunun, içindeki sıvının etrafında nasıl mükemmel bir şekilde oluştuğu ya da bir kapağı olmadığı halde sıvının kabuğun içine nasıl yerleştirildiğini düşünmek, iman sahibi bir insanın Allah’ın yaratma sanatına duyduğu hayranlığı artırır.

Yine kahvaltıların vazgeçilmez içeceklerinden olan çay, bir bitkiden elde edilir. Bu bitkinin yaprakları belirli işlemlerden geçirildikten sonra, güzel kokulu ve insanın uykusunu açan özelliğe sahip bir içecek haline dönüştürülür. Çay da dahil olmak üzere, aynı topraktan çıkan binlerce tür bitki, onları yaratan Allah’ın sonsuz güç, ilim ve merhametini gözler önüne sermektedir. Rabbimizin En’am Suresi’nin, 141. ayetinde belirttiği gibi; “Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O’dur…”

Şunu da belirtmek gerekir ki, Allah yarattığı sınırsız nimetlerden insanları dilediği kadar rızıklandırmaktadır. Allah insanları dünya hayatında zenginlikle ve fakirlikle denemekte, bu denemeler karşısında güzel ahlak gösterenlerden hoşnut olmakta, onların sonsuz cennet nimetlerine kavuşacaklarını Kuran’da bildirmektedir. Örneğin, kimi insanların kahvaltı masaları türlü yiyeceklerle doluyken, kimisi sadece birkaç çeşitle rızıklandırılır. Ancak mümin, imkanları ne olursa olsun, her zaman Allah’ın hoşnut olacağı şekilde davranır ve O’na tüm samimiyetiyle şükreder. Zenginse, bundan dolayı böbürlenmez, şımarmaz. Eğer fakirse, bundan dolayı en ufak üzüntü duymaz ve bunun sıkıntısını yaşamaz.



Mümin, Allah’ın kendisini denemeden geçirdiğini ve dünya hayatındaki herşeyin geçici olduğunun farkındadır. Nitekim Kuran’da Allah, insanları hayırla ve şerle (kötülükle) deneyeceğini, “… Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz” (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle bildirir. Bu nedenle Kuran ahlakını yaşayan bir insan kendisine sunulan nimetlerin değil, nimetlere karşı tutumunun Allah katında bir karşılığı olduğunu bilir. Mümin, imkanları sınırlı olsa da içtenlikle Allah’a şükreder. Allah Kuran’da, samimiyet ve kararlılıkla şükredenlere nimetlerini artıracağını bildirmiş, nankörlük edenlere ise azabının şiddetli olduğunu hatırlatmıştır:

Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7)

Çevresindeki kusursuz yaratılış delilleri üzerinde düşünen kişi, yiyeceklerdeki hikmetlerin yanı sıra, bunları kolay bir şekilde yiyebilmesi için yaratılmış olan ağzının yapısındaki ve işlevlerindeki hikmetleri de görür. Öyle ki, insanın yemek yiyebilmesi için dudakları, dişleri, dili, çene kemiği, tükürük bezleri, milyarlarca hücresi kusursuz bir uyum içinde çalışır. Burada öylesine mükemmel bir organizasyon söz konusudur ki, birçok işlem bir anda hiçbir aksaklık olmadan yapılabilir. Dişler yiyeceği koparıp parçalarken, dil hiç durmadan onu, dişlerin arasına tekrar tekrar çiğnenmesi için taşır. Çene kemiği sahip olduğu güçlü kaslarla dişlerin çiğneme işini yapmasına yardımcı olur ve dil ile uyumlu bir şekilde hareket eder. Dudaklar ise yiyeceğin dışarıya çıkmasını önlemek için güvenli bir kapı niteliğindedir.

Ayrıca bu organların her birini oluşturan parçaların kendi içlerinde de kusursuz bir iş birliği vardır. Örneğin dişlerin her biri, bulundukları yere ve yapısına göre koparma, çiğneme gibi görevler üstlenmiştir. Tüm dişler yerleri ve görevlerine uygun ve düzenli bir şekilde sıralanmış; hepsi karşısındaki dişle ortak bir şekilde çalışabilecekleri kadar uzamış ve sabit bir boyda kalmışlardır.

Elbette, bu organlar akla ve şuura sahip değildir; kendi aralarında ortak karar alıp iş birliği yapmaları söz konusu olamaz. Yukarıda kısaca bahsedilen özel ve üstün düzenleme rastlantıların sonucu da oluşamaz. Çünkü her parça belirli bir amaç doğrultusunda, tam olması gerektiği gibi planlanmıştır. Şüphesiz bu muhteşem tasarım, “Herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş” (Furkan Suresi, 2) olan Rabbimize aittir. Allah, bunların tümünü insanın rahat ve zevk alacak şekilde yemek yemesini sağlayacak şekilde yaratmıştır.

Müminin aklından geçirdiği bir diğer önemli konu da, mutfaktaki yemeklerin kokularını ve tatlarını hiçbir güçlük çekmeden algılamasıdır. Bu, sahip olduğu harikulade sistemler sayesinde mümkün olmaktadır. Koku ve tat alma duyuları bir ömür boyu durup dinlenmeksizin, tek bir hata yapmaksızın onun adına faaliyet göstermektedir. Üstelik bunlar için herhangi bir bedel ödememiş; böyle bir beceriyi elde etmek için hiçbir eğitim almamış, özel bir çaba harcamamıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Koku ve Tat Mucizesi)

İnsan eğer tat alma sistemiyle donatılmış olmasaydı, çeşit çeşit yemeklerin, tatlıların, etlerin, balıkların, sebzelerin, çorbaların, salataların, pastaların, böreklerin, meyvelerin, içeceklerin, reçellerin, dondurmaların, şekerlemelerin hiçbir anlamı kalmayacaktı. Dahası, bunların tatları lezzetli olmayabilir; tatsız, yavan, nahoş, mide bulandırıcı veya rahatsız edici olabilirdi. Hiç şüphesiz tatlar ve tat alma sistemi insan için özel olarak yaratılmıştır. Alışkanlığın getirdiği bir vurdumduymazlıkla bu gerçeği göz ardı etmek büyük bir hata olacaktır. Allah güzel ve temiz besinleri insanlar için yarattığını Kuran’da şöyle bildirir:

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir. (Mümin Suresi, 64)



Şüphesiz, düşünen ve akleden insanlar için her tat, Allah’ı gereği gibi takdir etmeye, O’nu minnetle anmaya, O’nu yüceltmeye ve O’na şükretmeye bir vesiledir. Leziz yiyecek ve içeceklerin tümünün Allah’tan olduğunu bilen mümin de her sofraya oturuşunda bunlar üzerinde düşünür ve Rabbimize şükreder. Allah Kuran’da şöyle bildirir:

Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı? (Yasin Suresi, 33-35)

Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar. Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 71-73)

Bazı insanlar ise hayatları boyunca mükemmel bir şekilde ihtiyaçlarını karşılayan, farklı kokulara ve tatlara sahip lezzetli gıdaları tüketmelerine rağmen, son derece önemli bazı gerçekleri düşünme gereği hissetmezler. Bu eşsiz nimetleri Allah’ın kendileri için özel olarak yarattığını ve kendilerine sunduğunu, bunlar için Allah’a şükretmeleri gerektiğini anlamazlıktan gelirler. Oysa bu, son derece yanlış bir tutumdur. İnsanlar ahirette Allah’a karşı şükredici olup olmadıkları konusunda sorguya çekileceklerini unutmamalıdırlar.

Burada üzerinde durulması gereken bir nokta da şudur: Mümin, bedeninin kendisine Allah’ın bir emaneti olduğunun, bu eşsiz nimete en iyi şekilde bakmakla sorumlu olduğunun ve bunun için sağlıklı beslenmesi gerektiğinin bilincindedir. Salih ameller yapabilmesi için sağlıklı olması, bunun için de yeterli ve dengeli beslenmesi gerektiğinin farkındadır. Vücudundaki 100 trilyon hücrenin gelişmesi, yenilenmesi ve düzenli çalışması için tüm besinlerden ihtiyacını karşılayacak kadar almasının zorunlu olduğunu bilir. İşte bu yüzden, gerek kahvaltıda gerekse gün boyu temiz, sağlıklı ve doğal gıdalar alır; ne kadar çekici veya lezzetli görünürse görünsün zararlı besinlerden kaçınır. Bu konuda tembellik ve umursamazlık da yapmaz. Örneğin organlarının faaliyetlerinin, vücudunun toksit maddelerden arınmasının, bitkinliğin, yorgunluğun aşılmasının (birçok insanın düzenli olarak içmeyi ihmal ettiği) suya bağlı olduğunu bilir ve gün içinde düzenli olarak su içmeye itina eder. Peygamberimiz (sav) de suyun önemine birçok kez dikkat çekmiştir.

Örneğin bir yolculuğu sırasında, bir yerde durmuş ve yanındakilerden su istemiştir. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiş ve yanındaki sahabelerine de “Siz de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün” demiştir. (Tam Metni Sahih-i Buhari, Konyalı Mehmed Vehbi, 4. cilt, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1993, s. 64-65) Peygamberimiz (sav) su içtikten sonra şöyle dua etmiştir:

“Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah’a hamd olsun.” (Huccetü’l İslam İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 2. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 16)

anonim