İslam Açısından Ceninin Yaratılış Safhaları Ve Kürtaj

Müspet ilimler geliştikçe Kurânı Kerimin ve onun beyanı olan Sünnetin daha iyi anlaşılacağı bir gerçektir. Kurânı Kerim her şeye işaret etmiştir ve Sünnet işaret edilen bu manaların birini ya da bir kaçını açıklamıştır. Kurânı Kerim´in manaları sonsuz olduğu gibi Sünnetin her beyanı da doğrudur. Ancak Kurânı Kerim´le il­gili olarak anlama problemi olduğu gibi, Sünnetle ilgili olarak da hem onu olduğu gibi tespit, hem de anlama problemleri vardır. Yani hadis sahih midir? Tamı tamına râvinin anlattığı sözler­le mi sâdır olmuştur? Eğer öyleyse ondan anlaşılan nedir?

Görüldüğü gibi hadis Kurânı Kerim´in beyanı olmakla bera­ber, hadisten elde edilen bilgileri ayıklama ve tespit etme o kadar kolay değildir. Öncelikle hadisin sahih olup olmadığını öğrenmek gerekir. Bunu muhaddisler büyük ölçüde belirlemişlerdir. Ancak sahih bir hadisin farklı rivayetleri çoğu zaman onu duyan râvilerin kendi anladıkları mana ve kendi seçtikleri kelimelerle nakletmiş olabilecekleri gerçeğini gösterir. Çünkü bazen hiç değişmeyecek bir durum, ya da bir defa vaki olan bir olay, farklı ve manayı bir ölçüde değiştiren ifadelerle nakledilmişse, bunu ravilerin tasarru­fundan başka bir şeyle izah etmek mümkün değildir. Bu konu hadis ilmi metodolojisinin önemli bir meselesini teşkil eder ve “Hadisle­rin mânâ ile rivayeti” adıyla ele alınır.

Bizim üzerinde duracağımız “Yaratılış” konusu da bu açıdan bakıldığında farklı anlamalara sebep teşkil eden ve bazen yanlış bilgilenme ve bilgilendirmeye konu olan bir husustur. Bu konuda birden çok “sahih” hadis vardır ve bunlar Buhâri ve Müslim gibi en sahih kaynaklarda da mevcuttur. Öyleyse:

1. Meselenin özünde şüphe yoktur ve konu Allah Rasulü (sa) tarafından açıklanmıştır.

2. Yaratılış konusu, değişmeyecek bir “haber” olduğu için farklı anlatımlar, bu konudaki farklı durum ve olayları anlatıyor olamaz. Çünkü sözkonusu olan mesele, işaret ettiğimiz gibi, bir ola­yın tespitidir. Yani konu ya öyledir, ya da böyledir.

3. Böyle bir olay farklı ifadelerle veriliyorsa, bu farklılık onu nakleden râvilerden kaynaklanmaktadır ve vakıaya en uygun olan rivayet hangisi ise o asıldır.

Bu usûl ve metot bilgilerinden sonra “Yaratılışın safhaları” konusuna önce Kurânı Kerim´e, sonra da onun beyanı olan Sünnette bakacak olursak şu bilgilerle karşılaşırız:

Kurânı Kerim´de şöyle buyurulur:

“Andolsun ki, biz insanı süzülmüş özlü balçıktan yarattık. (İlk yaratılış, yani Adem´in (as) yaratılışı budur). Sonra onu nutfe (meni, sperm) olarak elverişli bir karargâha (rahme) koyduk. Sonra bu nutfeyi bir çengel haline getirdik. Ardından bu çen­geli bir “çiğnemlik vücut” kıldık. Ardından bu bir çiğnemlik vücudu kemik yaptık ve kemiğe et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratışla inşa ettik. Gördünüz mü, yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir! Sonra siz, bunların ardından ölümcül­lersiniz. Sonra da Kıyamet Günü tekrar diriltileceksiniz…” (Mü´minûn 12-16)

Hac Suresi 5. ayet-i kerimesi de ufak ayrıntılarla aynı olayı, aynı safhalarla anlatır.

Bu ayetlerde dikkat çeken hususlar şunlardır:

1.Yaratılış safhaları şu sıra ile verilmiştir: 1. Sperm. 2. Sper­min rahme ulaşıp yerleşmesi. 3. Spermin çengelli bir yapı kazan­ması. 4. Bu çengelin belli belirsiz bir şekil alması. (Hac Suresinde­ki ayrıntı: “muhallakaten ve ğayra muhallakatin” yani bu, bir şeye benziyor ama tam onun şeklini almamış, diye anlatabileceğimiz bir ifadedir. Bu yüzden biz ona “belli belirsiz” dedik.) 5. Kemiklerin oluşması. 6. Kemiklerin etle giydirilmesi. 7. Ardından “Bir başka yaratış” in inşası. 8. Ölümcüllük vasfının bu “Başka Yaratış” tan sonra kazanılması.

2. Görüldüğü gibi, bu safhaların süresi Kurânı Kerim tarafın­dan açıklanmamıştır. Biz bunu ancak Sünnetten öğrenebileceğiz.

3. Ölümcüllük, yani ölme özelliğine sahip olma, 7. safhadan sonra olan bir keyfiyettir. Ölmek için canlı olmak gerektiğine göre, ceninin canlanması işte bu “Bir başka yaratış” ile birlikte olmak­tadır.

Konunun Sünnet tarafından beyanına gelince:

Bu konuda Buhâri ve Müslim başta olmak üzere hemen bütün hadis külliyatında üslupları açısından ilginç hadis-i şerifler vardır. Önce bunları verecek, sonra da üzerindeki değerlendirmemizi yapacağız:

Buharî´de “Yaratılışın Başlangıcı” (Bed´ul-halk) bölümünde şu hadis-i şerif yer almaktadır:

“Abdullah‘tan: Sizin her birinizin yaratılışı annesinin karnında 40 günde derlenip toparlanır. (yücma´u). Sonra böylece alaka (çengel) olur. Sonra böylece mudğa (belli belirsiz cisim) olur. Sonra Allah (cc) bir melek gönderir ve ona dört sözle emre­der: Amelini yaz! Ecelini yaz! Said mi, şaki mi olduğunu yaz! Sonra da ona ruh üflenir…”[1[1

Aynı hadis, aynı râviden alınarak Müslim´de şu iki basit, ama önemli farklılıkla verilir: “Sizin her birinizin yaratılışı annesinin karnında 40 günde derlenip toparlanır. Sonra bu sürede, böylece alaka olur. Sonra bu sürede, böylece mudğa olur. Sonra melek gönderilir ve ona ruh üfler ve dört şeyle emrolunur…”[2[2

Görüleceği üzere, Müslim´in rivayetine göre meleğin gelip ruh üflemesi olayı, onun dört hususla emrolunmasından öncedir ve bütün bu safhalar “bu sürede, böylece” ifadesiyle anlatılmıştır.

Şİmdi, “Bu sürede, böylece…” demek, bir bu kadar daha süre­de, yani ikinci, üçüncü kırk günde… demek midir? Yoksa “Bu ilk kırk günde, yani aynı süre içerisinde” demek midir? Bu hususu an­lamak için önce şu bilgileri yenilemeliyiz:

Müslim´in verdiği ayrıntılar önemlidir. Zira onun hadis lafızla­rına özen gösterdiği ve bu yönüyle Buhâri´den önde olduğu bilin­mektedir. Bu yüzden aynı hadisi her ikisi de rivayet etmiş iseler Müslim´in verdiği lafzın tercih edileceği söylenmiştir. Bu, bilinen bir Hadis İlmi kuralıdır. İmdi:

İslam tarihi boyunca bu hadisteki: “Bu sürede, böylece…” ifadesi: İkinci, üçüncü kırk günde diye anlaşılmış ve bu yüzden de canlanmanın üçüncü kırk günün sonunda, yani 120. günde oldu­ğu anlaşıla gelmiştir. Fıkıhçılar da verdikleri hükümleri hep bu bil­giler üzerine oturtmuş ve ona göre fetvâ vermişlerdir. Bu fetvâlara daha sonra temas edeceğiz.

Doğrusu, ilk bakışta hadisin bu anlayışa da ihtimali yok değil­dir. Kaldı ki, bir de İbnü´l-Esir´in Razîn´den bulup aldığı bir riva­yette bu anlayışı biraz daha açan bir ifade vardır: “Nutfe (sperm) rahme düşünce, orada kırk gün dolaşır. Sonra kırkta alaka olur. Sonra kırkta mudğa olur…”[3[3

Ancak Razîn´den alınan bu hadisin ifadelerinin çok açık ve fasih olmaması bir yana, onun verdiği hadislerin kaynakları konu­sunda tereddütlerin bulunduğu da bilinmektedir. Gerçi sahih ve ih­ticaca elverişli sayılsa dahi yine de bu hadisteki ifadeler, bu safha­ların üç ayrı kırk gün olduğunu göstermez. Dolayısıyla naslardan hareketle, ceninin canlanma süresinin açık bir şekilde 120. gün ol­duğu hükmüne varmak imkânsızdır.

Aksine Müslim´in Kader bölümüne aldığı bu birinci hadisten sonra zikrettiği, ikinci ve üçüncü hadisler ve de bu birinci hadisin ilk cümlesi meselenin aslını çok açık olarak ortaya koymaktadır. Dikkat edildi ise, gerek Buharî hadisindeki, gerekse Müslim hadisindeki ilk cümle: “Sizden her birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde derlenip toparlanır (Yücma´u)” şeklinde idi. Bir şeyin derlenip toparlanması, onun aşağı yukarı tamamlanması demektir. Demek ki ilk kırk günde yaratılış büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bunu hadislerden açıkça anlayabiliyoruz. Müslim´in ikinci ve üçüncü hadislerine gelecek olursak:

“Nutfe (sperm), rahimde kırk ya da 45 gece yerleştikten son­ra melek gelir ve sorar; Ya Rabbi, said mi olacak, şaki mi? Ve bunlar yazılır. Yine sorar: Erkek mi olacak dişi mi? Bunlar da yazlır. Ameli, eseri, eceli ve rızkı yazılır. Sonra da sayfaları dürülür ve bunlar artık ne artırılır ne de eksiltilir.”

Görüleceği gibi, meleğin gelmesi ve zikredilenlerin yazılıp bi­tirilmesi ilk 40-45 gün içerisinde olduğu bu hadiste açıkça zikredil­mektedir.

Üçüncü hadis-i şerifte “…42 gece geçince meleğin gönderilip cenini her bakımdan şekillendirdiği…” söylenir ve aynı şeyler tek­rarlanır. Dördüncü hadiste de: “Nutfe rahimde kırk gece kalır, sonra melek onu şekillendirir…” denmektedir. Bütün bu ifadeler, bu olup bitenlerin hep ilk kırk günde olduğunu, ikinci, üçüncü kırk günle ilgili bir açıklığın bulunmadığını gösterir.

Bunu şöyle de ifade edebiliriz: En baştaki hadisler bir yönüy­le, ikinci ve üçüncü kırk günün de anlaşılmasına ihtimal verir gibi­dir. Ancak hem onlardaki “yücma´u” (derlenip toparlanır) ifadesi, hem de diğer hadisler bu ihtimali ortadan kaldırarak, bütün bu olup bitenlerin ilk kırk gün civarında olup bittiğini kesin olarak ortaya koyar. Kaldı ki, ilk hadiste meleğin ilk üç safhadan sonra gelip ruh üfürdüğü, üçüncü, dördüncü hadislerde ise 40. günde geldiği açık­ça zikredilmektedir. Demek ki, oradaki ilk üç safhanın hepsi de ilk kırk günün içindedir. Zira bunların birlikte düşünülmesi, zorunlu olarak bütün bu safhaların ilk kırk gün civarında olduğunu anlatır.

Bu anlayış, mealleri verilen ayette geçen safhalarla da aynen uyumludur. Çünkü orada süre zaten zikredilmemiştir. 1. Nutfenin elverişli bir karargaha yerleşmesi. 2. Bir çengel (alaka) haline gel­mesi. 3. Belli belirsiz bir hacme ulaşması. 4. Kemik oluşması ve ona et giydirilmesi. 5. Derken bir başka yaratılışla inşa edilmesi… İşte bunların hepsi o ilk kırk gün içerisinde olmaktadır. (Bunu Kurân´ın beyanı olan sünnetten öğreniyoruz. Zira Kurân´da safha­lar zikredilmiş, süre zikredilmemiştir.) Yine Kurân ifadesiyle, öl­me özelliği de bu safhalardan sonra olacağına göre, canlanma (yani bir başka yaratılış) da yine kırk gün civarında olacaktır. Dolayısıy­la, ceninle ilgili olarak kırk güne kadar ki hükümlerle, ondan sonra­ki hükümler farklı farklı olacaktır.

Öyleyse bu yanlış anlayışa nereden gidilmiştir?

Açık bir şekilde görülmektedir ki, Kurânı Kerim bu safhalar­dan sözetmekle beraber, sürelerini bildirmemektedir. Buharî ve Müslim gibi sahih kaynaklardaki hadisler ise kırk günü telaffuz ederler ancak, ikinci, üçüncü kırk günden açıkça söz etmezler. Hatta bütün olup bitenlerin o ilk kırk günde olduğunu gösteren işaretler taşırlar ve değindiğimiz gibi, bu anlam onlarda daha da ağırlıklıdır. Buna rağmen onlara göre üçüncü dördüncü değerdeki bir hadis üç ayrı kırk günden söz eder. İşte açık olan şey, o hadisi râvinin, kendi anladığı ifadelerle rivâyet etmiş olduğu, diğer hadisleri de ulemanın ona göre anlamış bulunduklarıdır. Oysa gerçekten de Buhârî ve Müslim hadislerine dikkatlice bakıldığında canlanmanın, yani, ruh üflenmesinin ilk kırk gün civarında olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır.

Durum böyle olunca elbette ceninin canlanmasını üçüncü kırk günden sonra gösteren bilgilere bina edilen fıkhî hükümler de de­ğişmiş olacaktır. Yani değişen din değil, dini anlama çabasından kaynaklanan mevcut bilgilere göre verilen hükümlerdir.

İnsan ruh ile cesedin toplamıdır. Sadece cesede insan deneme­yeceği gibi, yalnız ruha da insan demek mümkün değildir. Öyleyse kırk günden önceki cenin ile, kırk günden sonraki cenin farklı fark­lı şeyler olmalıdır. Kurân ifadesi ile, “Başka bir yaratış ile inşa etmek” de buna tekabül etmelidir. Bundan ötürü Hz. Ali (r.a.) ruh üflenmedikçe cenine müdahalenin “ve´d” (Çocuğunu diri diri göm­me) olmayacağını söylemiştir.[4[4. Ama elbette bu onun sakıncasız olduğunu da göstermez. Çünkü mesele fıtri bir mesele olduğu kadar da tıbbî bir meseledir de. Binaenaleyh, bir şey fıtrata aykırı olduğu ve tıbbın uygun görmediği öl­çüde dinen de mahzurlu sayılır. Buna haram denmese de, belki, mekruh ya da tahrîmen mekruh denir. Öyleyse cenine kırk günden önce sebepsiz olarak yapılan müdahale mekruh, ya da tahrimen mekruh anlamında günahtır, ancak, “bir nefsi öldürmek” değildir.

Ama kırk günden sonra cenin, ruh artı bedendir, yani insandır, nefistir ve ona tecavüz de, “bir nefse haksız yere tecavüzdür. Bir nefsi haksız yere öldüren ise bütün insanları öldürmüş gibidir”.

Fıkıh kitaplarımıza bakıldığında, özellikle Hanefî kaynakları­nın 120 güne kadar cenine müdahaleyi çok büyük bir suç görme­dikleri ve hatta hiç sebep yokken bile onu düşürmenin caiz olduğu­nu söyleyenlerinin bulunduğu göze çarpar.[5[5 Bu görüşte olan Hanefîlerin gerekçeleri şudur: Canlı olmayan, yani ruh üflenmeyen bir cenin insan değildir, öyleyse ona olan tecavüz de bir insana olan tecavüz değildir. Ama canlandıktan sonra o artık bir insan küçüğüdür ve müdahale ile onu düşüren (ya da kürtajla alan), canlı düşmesi ha­linde velisine bir tam diyet öder ve bir de kefaret tutar. Dışarıya ölü olarak çıkması halinde ise, duruma göre, yirmide, ya da onda bir diyet (Ğurra) öder.

Görüldüğü gibi, canlı bir insanı öldürmenin hükmü bellidir ve nasla sabittir. Ceninin ne zaman canlanacağı bilgisi ise zannidir. (Ya da eskiden öyle idi) Böyle durumlarda fakîh, kendisine ulaşan ve edindiği bilimsel bilgiye göre hükmünü verir. Ona ceninin 120 günde canlandığı söylenmiş, o da nasla sabit olan hükmü oradan başlat­mıştır. Hükmün illeti, yani müessir sebebi, ceninin canlı olması ha­linde ona olan tecavüzdür. İmdi canlanmanın 120 günde değil de, 40 günde olduğu anlaşılmış olunca (çünkü 120 günü nas söyleme­mişti) ve hüküm de canlı olmaya bağlı bulununca, hükmün süresi 120 günden 40 güne inmiş olacaktır.

Değişen anlayıştır ve bu anlayışa bina edilen fetvadır. Naslar hep aynı şeyi söylemektedir.



DİPNOT

[1. Buharî, bed´ul-halk, no 3036; Buharî değişik münasebetlerle bu hadisi ayrıca 3154,6221 ve 7016 nu­maralarda da verir.

[2. Müslim, kader 1

[3. İbnü´l-Esîr, Cami´ul-usûl X/114

[4. İbnü´l-Cevzi, Zâdü´l-mesir V/462

[5. bkz. Fetavay-ı Hindiye, V/356; Fetavay-ı Bezzaziye, VI/370






Yazar : Faruk Beşer

İslam Açısından Ceninin Yaratılış Safhaları Ve Kürtaj yorumları

  • Image Description
    sln
    30.05.2007

    ceninin 1.5 ay sonra kalbi atmaya başlıyor bu da demek oluyorki 3aya kadar yasal olan kürtaj alenen cinayettir.kaldı ki bana göre zaten erkekten çıkan o spermdeki niyet can bulmak zaten o halde iken bile bana göre canlıdır bir insandır
    fakat tecavüz gibi bir olay sonucu meydana gelen gebelikte kürtaj şart bile olabilir

  • Image Description
    teslimiyet
    07.05.2007

    ekleyen kardeşden Allah razı olsun inşallah.