Hayata suni gençlik aşısı

Günümüzde kadın-erkek birçok orta yaş ve üzeri insan, gençler gibi giyiniyor ve yaşıyor. Olgun görünmekten ısrarla kaçınıyor. Dış görüntüde gözlemlenen bu durum insanların yaşamlarının her alanına yansıyor. İnsanlar, olgunluğun getirdiği sorumluluktan korkuyor ve kaçıyor.





Fizikî yapıları, giyim tarzları ile birbirine benzeyen genç görünümlü iki kişi öğle yemeği için bir mekanda oturuyor. Uzaktan bakıldığında arkadaş gibi algılanabilecek iki bayan, bu sohbette hayata dair hayalleri, aşkları, yapmak istedikleri üzerinde uzun uzun konuşuyorlar. İstekleri genç ve güzel kalabilmek, çok fazla sorumluluk yüklenmeden rahat bir yaşam sürebilmek, hayatın sunduğu tüm imkanlardan faydalanmak ve keyif almak noktasında birleşiyor. Biraz yakından bakıldığında yaşıt gibi görünen bu iki kişi arasında ciddi bir yaş farkı olduğu, bunun da ötesinde anne-kız oldukları anlaşılıyor. Genç kız biraz da yaşının gereği olarak modern dünyanın sunduğu fast-food yaşam tarzını benimserken annesinin de ondan farklı bir çizgide olmadığı ortaya çıkıyor. Anne, sadece giyim-kuşamda genç kız gibi görünmekle kalmıyor, aynı zamanda davranışlarında da bunu ortaya koymaya çabalıyor.

Bundan yaklaşık kırk yıl önce insanların gençlik dönemi denilen o çağı atlatması, yaşın ilerleyip orta yaşa yaklaşması bir anlamda olgunluğu da beraberinde getiriyordu. Otuzlu yaşlara gelmek bireylerin hayatlarını oturttukları, evliliklerini yaptıkları, yaşamlarının gidişatını belirledikleri, oturaklı bir insan gibi davrandıkları bir yaş olarak görülüyordu. Fakat günümüzde durum aynı değil. Bugün otuzunu çoktan geçmiş birçok insan, kadın olsun erkek olsun, olgun insan portresi çizmekten kaçıyor. Olgun kadın diye tanımlayabileceğimiz kişiler, genç kız gibi; erkekler ise delikanlı gibi kalmakta ve davranmakta ısrar ediyor.

Bu, hayatı algılayışlarına, davranış modellerine, giyim-kuşamlarından eğlence tarzlarına kadar birçok konuya yansıyor. Olgunluk yaşı, ulaşılmaması gereken bir dönem olarak görülüyor. İnsanlar, olgunluğun getirdiği sorumluluktan korkuyor ve kaçıyor. Yetişkin insanlarda böyle bir durum yaşanırken çocuklarda da tam tersi bir eğilim göze çarpıyor.

Anne-babalarının genç kalma, çocukları ile arkadaş olma eğilimi arasında yetişen çocuklar, daha küçük yaşta yetişkin olma telaşına düşüyor. 'Televizyon Öldüren Eğlence' adlı kitabında Neil Postman, aslında bir bakıma günümüzde yaşanan bu karmaşık durum ile ilgili enteresan bir tespitte bulunuyor. Sosyolojik bir kategori olarak Batı'da çocukluğu ortaya çıkaran sürecin 'matbaanın icadı' olduğunu söyleyen Postman, televizyonun icadının çocukluğu ortadan kaldırdığı gibi yetişkinleri de çocuklaştırdığı saptamasında bulunuyor. Yani bir anlamda modern dönemlerin eğlence kutusu beyaz cam, yetişkinlik ve çocukluk arasındaki çizgiyi gittikçe flulaştırmakta, çocukları daha "büyük", yetişkinleri daha "çocuk" yapmakta.

Televizyonun hayatımızı kuşatması ile başlayan ve popüler olanı destekleyen, tetikleyen, cazip olarak sunan süreç, artık bir anlamda insanların olgunlaşamamasının önünde en önemli etken olarak duruyor. Bugün televizyonda model olarak sunulan, yaşları ilerlemesine rağmen bir genç kızdan farksız davranışlar sergileyen Seda Sayan'ı, Ajda Pekkan'ı, Hülya Avşar'ı ekranda izleyen pek çok insan, (farkında olarak veya olmayarak) bu insanları model olarak alıyor. Yaşları ne olursa olsun kendilerini onlar gibi görüyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Kemal Sayar, televizyonda sunulan yaşam biçiminin toplumdaki bu değişimde büyük etkisi olduğunu söylüyor ve bu durumu 'uzamış ergenlik' olarak tanımlıyor. Sayar, insanların, hayatın getirdiği sorumluluklardan ürktüğü için modern kültürün çok fazla vurgu yaptığı gençlik kalıplarını sahiplendiğini vurguluyor. Bütün bir toplumun çocuklaşma eğilimi gösterdiği günümüzde artık yaş ve yaşın getirdiği bilgelik bir değer olarak görülmüyor. Toplumda bulunan bireyler her şeyi gençlik heyecanı ile yaşıyor ve tüketiyor. Sayar, yaşı ne olursa olsun insanların çabuk tatmine ayarlı yaşarken; belleği dikkate almayan, bilgiden ve bilgelikten mahrum bir ergen kültürün bütün toplumu kuşattığını belirtiyor.

Elbette ki günümüzün eğlence aracı televizyon toplumdaki bireysel olgunlaşmayı engelleyen tek faktör değil. Modern çağın getirdiği bireyselleşme anlayışı da bugün gelinen süreçte önemli bir etken oluşturuyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan 'özgür yaşa, zincirlerini kır ve duvarlarını yık' mesajının verildiği 1960'lı yılların aslında bugün gelinen sürecin başlangıcı olduğunu belirtiyor. Bu anlayış beraberinde bireyselleşmeyi getirirken zordan kaçan, kolaya yönelen ve mantıktan hoşlanmayan kişiliklerin oluşmasını sağlıyor. Tarhan, insanların çocuklaşmasını, yaşlarının altında bir olgunluk göstermesini bir geri dönüş olarak tanımlarken; kendine güvenen, hayatta bir duruşa sahip olan insanın böyle bir ihtiyaç hissetmeyeceğini söylüyor.

Nesiller arasındaki fark daralıyor

Yetişkinlerde gittikçe artan genç gibi yaşama, olgun olmaktan kaçınma eğilimi çocukların dünyasında da etkisini buluyor. Birçok kişi artık çocuklarına karşı anne-baba olmaktan çok arkadaş olmayı tercih ediyor. Bir anlamda anne-baba olmanın sorumluluğu terk ediliyor ve arkadaş olmanın rahatlığına sığınılıyor. Dolayısı ile anne-babanın ev içerisinde otoritesi azalıyor. Kemal Sayar'a göre bu durum çocuklarda daha erken ergenlik kalıplarına girmesine sebep oluyor ve yıllardan beri oturmuş klasik roller, dünyanın baştan çıkartıcılığı ve televizyon ekranı karşısında tuzla buz oluyor. Psikiyatrist Yasemin Uçal, anne-babaların çocuğuna karşı arkadaş pozisyonunda durmasının çocukların dünyasında ciddi arızalara sebep olduğunu söylüyor ve tedavi ettiği gençler arasında anne-babasını arkadaş pozisyonunda görmek istemediğini söyleyen çok sayıda genç olduğunu ifade ediyor.

Önceden küçük kızlar annelerinin topuklu ayakkabılarını giyip, rujlarını sürerdi. Şimdi ise durum tersine döndü; anneler genç kızlarının spor ayakkabılarına, kot pantolonlarına talip olurken, babalar delikanlı oğullarının giyim-kuşamlarına el koyuyor. Moda tasarımcısı Yıldırım Mayruk, insanların kılık-kıyafetinde yaşanan bu tersine değişimi süratle erozyona uğrayan ve deforme edilen kültürel yaşamına bağlıyor. Mayruk, "Moda insanların cinsel, dinsel, kültürel, ekonomik ve siyasi haberleşme biçimi olduğundan globalleştirilen dünyamızda statü sembolü haline getiriliyor. Bu da, nesiller arasındaki farkın daralmasına yol açıyor. Kısaca herkes bir başkası olmak ve herkes gibi olmak için yarışıyor." diyor.

Bireylerin olgunluktan kaçınması beraberinde olgun bir insanın sorumluluklarını da bir kenara itmesini getiriyor. Etrafımızı artık yaşları kaç olursa olsun gençler gibi giyinen, gençler gibi yaşayan, hayatın anlamını çok da sorgulamayan orta yaş ve üzeri insanlar kuşatıyor. Gençler, orta yaşlılar, yaşlılar hep beraber bir yarışa giriyor. Herkes sorumluluktan uzak "keyifli" bir hayatın peşine takılıyor. Ergen olabilme özelliğini kaybeden bir toplumun bizi nereye götüreceğini ise Kemal Sayar, "Böyle bir toplumdan hayır gelmez." diyerek cevaplıyor.

Yıldırım Mayruk (Moda tasarımcısı)

Kimin kaç yaşında olduğu önemli değil

Pohpohlanan cinsel devrim kaosuna ve farmakolojik sermayenin yardımları ile kimya sanayiinin (kozmetik-estetik ve sağlık gibi) endüstrileşmesine bir göz atmak lazım. Yetişkinler iyice çekiciliğe ve erotizme yönelirken, çocuklar da erginleşme yarışına itilmekte. Bunda medyanın yanı sıra dumura uğramakta olan eğitimsiz ve sanattan geri kalan sanayi toplumlarının da yoğun etkileri var. Kimin kaç yaşında olduğu ya da göründüğü değil nasıl bir tecrübe, bilgi birikimi, eğitim, akıl, iman ve görgü sahibi olduğu benim için çok daha önemli.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan (İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı)

İçimizde ki çocuk olgunluğa zarar verdi

Batı değerleri, 'kendini mutlu et, istediğini yap mutlu olursun' derken insanlığı geriletti. Yeni bilimsel yaklaşım; 'herkes bir diğerini mutlu ederse herkes mutlu olur'. 1960'larda söylenmeye başlanan ve artık dünyayı kuşatan 'içindeki çocuğu bastırma, ortaya çıkar' görüşü insanın olgunlaşma "matürasyon" sürecine zarar vermeye başladı. İçimizdeki çocuk; bencil, kendini dünyanın merkezi gibi görmeye başladı. Zordan kaçar, kolaya yönelir.

Doç. Kemal Sayar (Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi)

Görüntü özden daha önemli hale geldi

Modern kültür genç ve sağlıklı olanı, ince olanı kutsuyor. Görüntü özden daha önemli hale geliyor. Derinlemesine insani ilişkiler yaşanmadığı için de insanlar ancak birbirleri üzerinde oluşturdukları izlenimler ile tatmin oluyorlar. Başkalarında uyandırdıkları haset ve kıskançlık duyguları kendilerini iyi hissetmelerini sağlayabiliyor. Bütün bunlar benliklerinin boşalmasının bir sonucu. İnternet, mobil telefonlar gibi yeni teknolojik dinamikler adeta toplumu biçimlendiriyor.

Yasemin Uçal (Psikolog-Evlilik terapisti)

Acısız olgunluk olmaz

Yaş, beraberinde fizyolojik olgunlaşmayı getirir; ruhsal olgunlaşma yaş ile ilgili değil. İnsanların hayatlarını dolu dizgin yaşadıkları bir süreçten geçiyoruz. Sorun yaşamamak için insanlar acıdan, stresten uzak duruyor. Suni süreçte yaşıyorlar. Acı çekmeden olgunlaşmak mümkün değil. Olgunlaşmadan bireyler karı- koca, anne-baba oluyor. İnsanların tek derdi var; nasıl eğlenirim, refah düzeyim nasıl yükselir. Dolayısıyla böyle bir bakış açısı ile hayata bakan bireylerin olgunlaşması gibi bir durum söz konusu değil.

Emine Yıldırım (İnsan kaynakları uzmanı)

Yaşlılar da genç gibi

İnsanlar iş görüşmelerinde genellikle olduklarından daha genç görünme çabası içerisine giriyorlar. Bu sadece kılık-kıyafetle sınırlı kalmıyor; konuşma biçimlerine, davranışlarına da yansıyor. Firmalar da zaten genellikle yaşı büyük bile olsa olduğundan daha genç davranan adaylar tercih ediliyor.


RAHİME SEZGİN