Hayat

Hayata suni gençlik aşısı

Günümüzde kadın-erkek birçok orta yaş ve üzeri insan, gençler gibi giyiniyor ve yaşıyor. Olgun görünmekten ısrarla kaçınıyor. Dış görüntüde gözlemlenen bu durum insanların yaşamlarının her alanına yansıyor. İnsanlar, olgunluğun getirdiği sorumluluktan korkuyor ve kaçıyor.












Fizikî yapıları, giyim tarzları ile birbirine benzeyen genç görünümlü iki kişi öğle yemeği için bir mekanda oturuyor. Uzaktan bakıldığında arkadaş gibi algılanabilecek iki bayan, bu sohbette hayata dair hayalleri, aşkları, yapmak istedikleri üzerinde uzun uzun konuşuyorlar. İstekleri genç ve güzel kalabilmek, çok fazla sorumluluk yüklenmeden rahat bir yaşam sürebilmek, hayatın sunduğu tüm imkanlardan faydalanmak ve keyif almak noktasında birleşiyor. Biraz yakından bakıldığında yaşıt gibi görünen bu iki kişi arasında ciddi bir yaş farkı olduğu, bunun da ötesinde anne-kız oldukları anlaşılıyor. Genç kız biraz da yaşının gereği olarak modern dünyanın sunduğu fast-food yaşam tarzını benimserken annesinin de ondan farklı bir çizgide olmadığı ortaya çıkıyor. Anne, sadece giyim-kuşamda genç kız gibi görünmekle kalmıyor, aynı zamanda davranışlarında da bunu ortaya koymaya çabalıyor.

YURDUMUN İNSANI NASIL ÖLÜYOR?

* Kurban bayramında kaçan koçların boynuzlarını bir yerlerine sokması
sonucu ölüm (K.Maraş'ın Çoğulhan Kasabası).

* Mideye kaçan sineği öldürmek için ağza Sheltox sıkmak suretiyle ölüm (İstanbul/Sultanbeyli)

* Bir arabaya 11 kişi binip viyaduğe uçmak (Molla Gürani Viyadüğü/İstanbul)

* Katta olmayan asansöre binme teşebbüsü (Ali Kırca/Kuruçesme'deki evinde; sadece yaralanma).

* Balkona 50 kişi çıkılması sonucu balkonun çökmesiyle oluşan toplu ölüm.
(Dudullu'da bir Köy nişan töreninde).

* Ormanda zehirli mantarları ailece yiyerek," anaa ne guzel!" deyip akşama evde ölü bulunan Türk ailesi (Datça'da).

Hz. Ali Efendimiz neye şaşırıyordu?

AİLEM 20.03.2004 CUMARTESİ

Hz. Ali neye şaşırıyordu?


Hz. Ali’nin şiir şeklinde söylediği ve insanoğlunun yaşadığı çarpık ruh halini gözler önüne serdiği sözlerinin her biri muhteşem nitelikte.

Bakalım Allah’ın Arslanı, Hayber Fatihi Hz. Ali (ra) ne demiş?

“Acibtü liâmiri dâri’l-fenâ ve târiki dâri’l-bekâ

Geçici evi donatıp, kalıcı evi ihmal edene şaşarım”.

Geçici ev dünya, kalıcı yurt ise âhirettir. Görevi büyük, memuriyeti önemli bir kul olduğunu unutup, gerçek amacından gaflet ederek, var gücüyle dünyaya çalışan; bu uğurda helal haram dinlemeyip ahiretlerini dünyaya satan; ebedî bir güneşi, bir anlık parlayıp sönmeye mahkum bir şimşeğin parıltısına feda edenlere bir iğneleme var bu sözde.

EY MEVTA!

Düne kadar aboneydin harama;
Hep derdin ki: '' Sözüm geçer parama.''
Şimdi musallada, boşa arama ;

Banka vezneleri yok tabutların ,
Söyle, biraz avans versin putların !.


Tapular bıraktın, valiz dolusu,
Vârisler şimdiden, kurdular pusu.
Niye getirmedin ? Hayret doğrusu ;

Gerçi, bagajları yok tabutların,
Bir taksi tutardı, sana putların...


Ahlâk felsefende, çağdaşlık maşa,
Üçbeş fâhişeyle, güreştin başa.
Haydi.. Bu gece de, kaçamak yaşa;

Gümüş şamdanları, yok tabutların,
Söyle, birkaç mum getirsin putların !.


Hep aşkta kazandın(!) ,verdin kumarda,

HAYATIMDA TANIDIĞIM FEMİNİSTLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ...

NOT: Bu güzel yazı bir alıntıdır.Yazıyı yayınlamama izin veren kıymetli insan Bünyamin AKSOY HOCAMA teşekkür ediyorum.

KONUYLA İLGİLİ YAZIŞMAK İSTEYEN ARKADAŞLARA SİTE ADRESİNİ VERİYORUM:

http://www.bunax.net/files/feministler.htm


HAYATIMDA TANIDIĞIM FEMİNİSTLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ



· Mutsuzlar, diğer kadınların da mutsuz olduğunu sanıyorlar.

· Erkeklerle duygusal ve romantik bir ilişki yaşamaları imkansız kişiler.

· Erkekleri, hayatı paylaşmak, yükü hafifletmek için kendilerini tamamlayan bir parça olarak değil, kendilerini ezmek, yok etmek amacı güden çatışmacı, uzlaşma bilmez bir kitle olarak görüyorlar.

30 YILIN SONUNDA ANLADIM Kİ, ERKEĞİN AZ YONTULMUŞU MAKBÜLDÜR,YONTULDUKÇA KADINA BENZER.

BU YAZI BİR ALINTIDIR.KİMİSİ PERİHAN MAĞDENE AİT OLDUĞUNU SÖYLÜYOR,KİMİSİ BAŞKA BİR YAZARA.


Kendimi ve yaşıtlarımı bir dizi Amerikan filmiyle pompalanan bu çagdas evlilik oyununda buldum.
Ben ve okuldan arkadaşlarım hepimiz üniversite mezunu, dil falan bilen iyi şirketlerde ise girmiş, gelecek
vaat eden, modern görünümlü esi ve arkadaşları ile her tür konuda tartışabilen,açık fikirli insanlardık. Kocalarımızın da bizden aşağı kalır yani yoktu. İyi okullar, iyi meslekler,alınan ödüller, kaliteli hobiler ve bu adamlarla yapılan annelerimizin evliliğine benzemeyen evlilikler. Hattâ "Siz hâlâ annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?" diyen o reklâmın tutulma sebebi bu yeni çagdas Türk aile modeline olan inançla ilgiliydi.O zayıf, genç ve "educated" görünen kızın eski evli kadınlarla hiç ilgisi var miydi? Yapılan yemekler bile bu çagdas evliliğe uygundu. Piliç rosto yapılırdı ama yaprak sarma geleneksel durumu temsil ettiği için yapılmazdı.Çok zor olduğu için değil inanın bana, lazanyadan daha kolaydır yaprak sarma yapmak. Ama çagdas evlilikteki kadın kendine bu kadar "domestic" bir görünüm veren ve annesine benzeten sembol hâline gelmiş bu yemeği yapmayı reddeder, tatlı ekşi soslu tavuk ve spagetti yapıp kocasının önüne koyar durmadan. Ya da dolma isteyen kocasını annesinde yemesi gerektiği konusunda ikna eder. Ev kadınlığı sebebiyle boş olan saatleri oyalayan bu yemek aynı zamanda kocaya olan hizmetin ve özenin de göstergesi olduğundan, olsa olsa annede yenir. Erkek de karısını hakli bularak annesini yağlamaya gider."Anne hakikaten güzel yapamıyor kimse senin gibi" der ve aksamdan artanları da evine götürür annesinin isteği ile.Bu çagdas adam, artan sarmaları karısına yedirdikten sonra bulaşıkları makineye dizer. Karisi Cosmopolitan'i okurken o da bilgisayarda briç oynar uluslararası rakipleriyle. Yarinki toplantıları sebebiyle söyle bir grafiklere bakarak huzur içinde yatmaya gidilir. Pazar günü olmadığı için sevişmek için uygun zaman değildir. Zâten önemli bir toplantı öncesi bu tip bir hareket gereksizdir. Her ikisinin de içlerinde güzel bir huzur vardır, ne göbekleri çıkmıştır anne babaları gibi, ne de onların hayatına benzer yasama tarzları vardır.Karşılıklı olarak arkadaşlarla girilen en sıkı fıkı pozlar ve belden aşağı esprilere çağdaşlığın verdiği genişlik ile gevrek gevrek gülümsenir sonra. Tüm bu olanlar arkadaşlara "evlilikte eslerin kendilerine ait özel alanlarının olması ve her şeyi paylaşmak zorunda olmamak" konusunda ne kadar ilerleme gösterildiğine dair kanıt olarak söylenir. Eve altyazısız orijinal CD'ler DVD'ler alınır, film en detayına kadar irdelenir, yönetmenin becerisi ile kameranın yeri falan konusunda bir sürü sanatkârane tartışma yapılır da, erkek gibi davranmayan bir erkeğin evdeki yeri konusunda konuşulmaz. (veya kadın gibi davranmayan bir kadının evdeki yeri konusunda konuşulmaz)Annesini üzen babası gibi davranmamak konusunda ufak tefek şeyler düşünmüş olan bu erkek iyi birisi, şık takım elbiseleri, güzel bir arabası olsun diye Anadolu liseleri sınavından bu yana devamlı test edilmektedir. Test edile edile sınanmayı ve kendini beğendirmeyi bir görev kabûl etmiş bu erkek ise, giderken eline harçlık vermeyeceği, kendi arabasını kullanan, bakımlı, kariyer sahibi ve Kant'ın Estetiği üzerine konuşacağı bir kadın hayâl eder.Bu kadın da onunla benzer dönemlerde kolej sınavlarına girmiş ve basarıyla çıkmış biri olmalıdır. Kızın hangi okuldan mezun olduğu, o okulun kaç taban puanla öğrenci aldığı ve kaç dil bildiği,hangi şirkette çalıştığı eş dost arasında çok önemlidir. Beraberce çok elit insanlardan oluşmuş bir çevrenin içine giriverir bu çagdas çift.Cici karısına annesinden çok farklı özellikleri sebebiyle saygıda ve sevgide kusur etmez bu çagdas erkek. Evdeki demokrasi havası sürsün diye her bir şeyin kararını beraber verirler. Hattâ,bir müddet sonra,bu zavallı erkek iplerin tamamen kadının eline geçtiğini fark edemez bile. Yanlış bir şey aldığında evde yediği azarı aklında tutup, daha sonra donunu bile karısına aldırır. "Sen seç sevgilim" der. Ben iyisini beceremiyorum.Yılların ezilmişliği ile zaten bu fırsatı beklemiş olan bu hırslı kadını ise artık tutabilene aşk olsun.Ergenlikte "Ben annemin çektiklerini çekmeyeceğim" diyen söylevler, evlenince "Seni sünepe,beceriksiz ve kişiliksiz adam"a dönüşür. Annesinin babasına söylemeye cüret edemediği tüm lâfları o iyi eğitilmiş çagdas kocasına söyleyiverir. Zavallı hâle getirdiği adamın kibarca bu zavallılığı kabûlleniş şekli daha da midesini bulandırır ama zayıfı ezmenin verdiği hazla devam eder. Nasılsa tüm kontrol ondadır. "İki kişilik topluluklarda demokrasi olmaz" fikrine ulaşılması fazla zaman almaz. Ama erkek bunca yıldır o kadar törpülenmiş ve geleneksel yapıdan o kadar uzaklaştırılmıştır ki, karısına karsı gelmeye cüret edemez. Annesinin karnındaki o huzurlu günlere kadar geri dönmek ister.Ama karisi göndermez. Çünkü akşama Lunalı modern tarifler yapılmalı hattâ yemek sonrası benzer familyadan arkadaşlarla "in" mekânlarda "tatilde hangi ülkeye gitmeli" diye fikir alışverişi yapılmalıdır.Dışarı çıkarken, dekolte giyen karısına bu kıyafeti nasıl da yakışmıştır ve nasıl da herkes ona bakmaktadır. Ve adamın yerinde olmak istemektedir. Karısıyla gurur duymalı ve onun kaprislerine boyun eğmelidir.Çok yanlış yaparsa, zaten karısı ondan daha çok kazanan birini buluverir. Kendisi de şirkete aldığı yeni gencecik sekreter kızla erkeklik oyununu oynar. Zaten kendini erkek diye yutturacağı bir tek bu gözü açılmadık eğitimsiz kızlar kalmıştır.Karısıyla uğraşıp niye kimsenin huzurunu kaçırsın ki...Yaptığı üç yanlış karısı tarafından bir doğruyu götürebilir. Böyle düşüne düşüne, cinsel organları dışında kadından hiç bir farkı kalmamıştır. Kendi evriminin karısına doğru olduğunu görmez.Nitekim, yıllarca alınan ortak eğitim erkeklerde var olan birçok baskın özelliği törpülemiş, kadınlardakini ise sivriltmiş ve cinsleri karşılıklı olarak birbirine benzetmiştir.Doğum günlerini parti yapıp kutlayan, manikür yaptırarak bakımlı görünen, rejim yapan bir erkek grubu var.Öğle yemeklerinde hep beraber light salata yediğim, marka kıyafetler alan, spor salonuna gidip step yapan, meyve kokteyli içen, yüzündeki sivilce için dertlenen, solaryuma giden, çok iyi eğitilmiş erkeklerle dolu

Ahh..bu kadınlar...

Pakize suda'nın kadınlar hakkındaki yorumu

* Bütün kadınlar birbirlerini rakip olarak görürler
Birbirlerini kıskanmaları için aynı meslekten olmalarıyla da menfaatlerinin çatışması falan
şart değildir Ortalıkta kendilerinden başka kadınların da dolaşıyor olması,kıskanmaları için yeterli bir sebeptir. Yolu kadınların görev yaptığı bir yere, örneğin bir banka şubesine düşen bir kadın, gördüğü muameleden bunu şıp diye anlayabilir.

* Bütün kadınların mutlaka koşulacak şartları vardır. "Seninle evlenirim ama...","dediğini yaparım ama..."

İNSAN VE GÜNAH

İnsan gülebilen bir mahlûktur. İnsan düşünebilen bir mahlûktur. İnsan seçebilen bir mahlûktur. Bunları biliyoruz. Ama insan aynı zamanda günah işleyebilen bir mahlûktur. Günah işlemek de mahlûkat arasında yalnızca insana özgü bir istidattır. Aslında günah işlemek insanın sahip bulunduğu öteki melekeleri (nitelikleri, istidatları) ile birlikte düşünüldüğünde ve insanın bütünlüğü içinde anlam taşıyor. Günah işlemek ancak irade sahibi olan ve iradesini hür ve müstakil olarak kullanabilen bir mahlûk için söz konusu olabileceği gibi, gene aynı mahlûk için bir anlam taşır. Anlam taşır diyoruz ve böylece günah işlemeye anlam atfetmiş oluyoruz. Gerçekten de insandan başka mahlûkat için günah işlemenin anlamı yoktur. Bir melek için günah kavramı yoktur, nasıl ki onun için sevâb kavramı da söz konusu değildir. Çünkü, günah işlemek, kendisi için yolların iyi ve kötü olarak belirlenmiş ve bu yollardan birini seçme hususunda muhayyer bırakılmış, dolayısıyla iradesini kullanabilme gücüyle donatılmış bir mahlûk için söz konusu olabilir ve ancak onun fiili için bir anlam taşıyabilir. Kendisine iyi ile kötü arasında bir seçim hakkı verilmemiş olan, dolayısıyla ne yapıyorsa onu zorunlu olarak yapacak olan bir mahlûk için (melek için) günahın anlamı da bulunmamaktadır. Aynı mütalâa hayvan için de söz konusudur. Hayvan da ne yapıyorsa zorunlu olarak yapmaktadır ve onun önünde, kendisi için belirlenmiş iyi ve kötü iki yol yoktur. Hayvan ne yapıyorsa onu zorunlu olarak yapar ve yaptığı şeyleri iradesini kullanarak değil (çünkü bu özgül anlamında onun iradesi mevcut değildir.), fakat insiyaklarını kullanarak yapar. İradesini kullanması söz konusu olmayınca meleğin ve hayvanın yapıp etmelerine sorumluluk da yüklenmez.

Hoşlanma, Sevgi ve Aşk Arasındaki Farklar

Hoşlanmadan anlaşılan şey, tarafların algılamalarındaki benzerliktir. İnsan hoşlandığı kişi hakkında olumlu değerlendirmelerde bulunur ve hoşlanan iki insan arasında karşılıklı güven sözkonusudur.





Sevgi ise şemsiye bir tanımdır. Hoşlanmayı da içinde barındırmakla birlikte sevginin karakteristik özelliği bağlılıktır. Sevgi; ilahî sevgi, insanî sevgi, erotik sevgi diye farklı gruplara ayrılabilir. İnsanın olgun özelliklere, güçsüz ve zayıf insanlara, hayvanlara olan sevgisi bu alt grupları oluşturur.





Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Aşkın en önemli özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir. Bu üç hususiyet, aşk ile sevgi arasındaki farkı gösterir. Âşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plâna düşmüştür. İhtirasla seven kişilere ‘delicesine âşık’ denilmesinin sebebi de budur. Âşık, sevdiği için kendi çıkarını terk eden kişidir.

Kapıda Karşılamaya Mecbur muyum?

Eşim işten geldiğinde; süslenmiş, giyinmiş-kuşanmış, koku sürünmüş, son derece havalı ve güler yüzlü bir şekilde her zaman kapıyı benim açmamı, kendisine sevgi gösterisinde bulunmamı istiyor. Bu her zaman mümkün değil. Ev işlerini yapacağım diye kendimi helak ediyorum, o ise; yaptığım işleri küçümsüyor, beni hizmetçiye benzetiyor. Dinen; o mu haklı, ben mi haklıyım?




İslâm dini Müslüman kadın ve erkeklerin evlenip yuva kurmalarına çok önem vermektedir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, “Size onlar sayesinde veya onlarla huzur ve sükûnete ermeniz için kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet halk etmesi O’nun kudretinin alâmetlerindendir. Bunda düşünen bir topluluk için işaretler vardır.” (er- Rûm 30/21). buyurmuştur.

NE KADAR ZAMANINIZ KALDIĞINI BİLENİNİZ VAR MI?

Prf.Doğan Cüceloğlu' nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:


Arkadaşlar! aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?



- Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.

- Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani 7 milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?


Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:


- Ölüm.


-Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

MUTLU OLMAK İÇİN PARA GEREKLİ Mİ?

İNSANDA doğuştan mülkiyet duygusu yoktur. Çocuk hoşuna giden, ihtiyaç duyduğu şeyi kendine mâl etmek ister. Olgunlaşma süreci içerisinde kendisi ve diğer insanlar arasında sınır çizmeyi öğrenir.





Bir çocukta para sosyalleşme aracıdır. 10 yaşına gelen bir çocukta para biriktirme ve akıllıca kullanma alışkanlığı kazandırılmalıdır. Çocukluk dönemlerinde parayı yönetmeyi öğrenmek ileri yaşlarda insan para ilişkisinde ve sorumluluk duygusu gelişiminde önemli rol oynar.





“Param varsa ben varım” düşüncesi:

MADDE HAPSİNDE MAHPUS OLANLAR

"Bir eşyadan başka bir eşyaya seyahat edip durma! Aksi durumda daha önce geldiği yere tekrar tekrar gelen değirmen eşeği gibi olursun. Kainattan kainatı yaratana seyahat et. “Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." (Necm 42) Ve Peygamber (sav)’in şu kavline bak: "Kimin hicreti Allah’a ve Resulüne ise onun hicreti Allah’a veResulünedir. Kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünya veya nikahlamak istediği bir kadına ise onun hicreti de kendisi için hicret ettiğinedir." Peygamber (a.s)’in bu kavlini anla ve eğer anlayış sahibi isen bu konuda düşün."

Erkek 'sahip',Kadın 'aid' olmak ister..

Sahip olmak bir iktidar, bir mülkiyet tarzıdır. İnsan bir eylemi yapıp yapmadan önce, o eylemi yapıp yapmamayı ister. İstediğini yapıp yapmamak içinse gücü olmak zorundadır. İlkine 'irade', ikincisine de 'kudret' denir.. Kişinin irade (istek) sahibi olması yeterli değildir; kişi iradesini/isteğini gerçekleştirebilecek kudrete (güce) de ihtiyaç duyar. Bu nedenle şu yargı kesindir:


İnsan her isteminde özgürdür, her eyleminde değil.



Bu yargının açılımı şöyle: İnsan her isteminde özgürken, bazı eylemlerinde özgür değildir. Çünkü insanda güç (kudret), istek duymak için değil, isteği gerçekleştirmek için gereklidir. O halde eyleyebilme özgürlüğü, kişinin isteklerinin gücüne değil, eyleyebilme gücüne bağlıdır. Uçmayı istediği için kişi uçamaz; uçabilmesi için bir de gücü olmalı.

"Web" ya da "örümcek ağı"

WWW ya da WB veya Web. İnternetle ilgilenmeyenler dahi artık bu harflere âşinadır diye düşünüyorum. Günümüz bilgi-iletişim dünyasının "üç yapışık kardeşleri" olan bu üç "w"nin açılımı: World Wide Web. "Küresel, dağınık ağ" sistemi anlamına gelen bu harflerin üçüncüsünün simgelediği "web" sözcüğünün anlamı ise "örümcek ağı".
World Wıde Web, aslında "hiper ortam"da, daha sükseli ifadesiyle "hiper uzayda yer alan "hiper metin"leri, elektronik iletişim aygıtlarıyla ihtiyaçlısına ulaştıran geniş, dağınık ve küresel bir bilgi alış-veriş sistemidir.