Gençlik ve Aşk
Genç olarak dünya ve ahiretle ilgili birçok arzularınız, hedefleriniz vardır. Bunları gerçekleştirme yolunda hızla çabalarken türlü türlü engellerle karşılaşırsınız.
Gençlik döneminde yoğunlaşan problemler içerisinde “cinsel duygular”la ilgili imtihan kadar zor, tehlikeli, büyük ve hayatı etkileyen bir mesele yoktur. Aslında bu imtihan hayatın büyük bir safhasını içine alır. Ancak 15-30 yaş arası kadar yoğun bir biçimde hiçbir zaman yaşanmaz.
Özellikle bu zamanda cinselliğin, hemen her aşağı arzular için istismar edilmesi, karşı konulması zor bir baskı altında bırakır gençleri. Ne yazık ki, toplumsal hayatımızın her safhası, gençlerimizin bu imtihandan başarısız çıkmaları için dizayn edilmiş gibidir.
Hayatımızın her evresinde mahremiyet kaldırılmış. Daha ilkokul çağlarında iken başlayan karma eğitim, üniversitenin sonuna kadar devam ediyor. Çarşı pazar, seyahat, eğlence, toplantı gibi insanların yoğunlukta olduğu her yerde gençler imtihan unsurlarıyla birlikte bulunuyorlar. Yetmiyor, gazete, dergi, sinema, TV gibi yazılı ve görüntülü medya organlarının şimdiye kadar görülmemiş bir taarruzu ve tahriki var.
Böyle bir ortamda bu imtihanı yok farzetmek veya kolaylıkla aşılabileceğini ummak safdillik olur. Gençlerin bu imtihanın ne derece hayatî öneme sahip olduğunu görüp çok yönlü bir donanımla mücadeleye girişmeleri gerekirken, bu çağı geride bırakan büyüklerin de gençlerin bunu başarmaları için ciddi bir yardımda bulunmaları vazgeçilmez bir zarurettir.
Kitaplarımda gençlerin sorunlarına yoğun bir şekilde eğildiğim için sayısız mektup alıyorum. Özellikle “Ömür Boyu Aşk” isimli kitabımızın yayınlanmasından sonra okuyucuyla daha sıkı diyaloglarımız oldu. Yaşadıkları sorunları anlatan ve çözüm isteyen gençlerin mektuplarını gözyaşları içinde okuyorum. Bu mektuplar, gençliğin cinsellik imtihanına eğilmekle ne kadar isabet ettiğimizi gösteriyor. Maalesef, ülkeyi ve dünyayı kurtarmaktan, “ferd”i ihmal edebiliyoruz. Afakî çabalar, enfüsî çalışmaları aksatıyor. Dışla meşguliyet, içeride tedavisi zor yaralar açabiliyor. Oysa gençlik içten içe yanıyor, sorunlar girdabında çırpınıyor.
Özellikle cinsellik konusunda, hep genel geçer kurallardan söz edip, detaya ve örneklere girmiyoruz. Sanki ayıpmış ve üslûp kaldırmıyor gibi düşünüyoruz. Oysa örnekleme ve detaylandırma olmayınca, maksat hasıl olmuyor.
Sizlere ibretli bir mektup sunacağım. Neredeyse yoruma hiç gerek yok; gerçekler tüm açıklığıyla ortada. Evet, “Dilruba” rumuzuyla yazan kardeşimizin mektubunu aktarıyorum:
“Çok değerli Cemil Ağabey! Son zamanlarda evlilik, cinsellik ve gençlik üzerine kaliteli çalışmalar yapıyorsunuz. Ben de bir genç olarak yarama parmak bastığınız için bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.
“Ben erkeklerle hiçbir zaman muhatap olmadım. Lisede hocalarımla bile konuşurken başımı öne eğer, edep ve saygıyla onlarla konuşurdum. Hayatımda erkek olarak sadece babam ve ağabeyim vardı. Üniversiteye geldiğimde dindar, müsbet ve İslâmî bir bölümde okuyan bir beyle tanıştım. Ciddi olarak görüşüyorduk. Bu görüşmeler sırasında ben, kendi hayamla oturmaya, kalkmaya ve konuşmaya dikkat ederdim. Bildiğim dinî ve imanî hakikatları açıklamaya çalışırdım. Sonuçta muhatabım, sadece iman hakikatlarından haberdardı, ama içli dışlı değildi. Evliliğimizi, ileride nasıl bir hayat kuracağımızı, dünya ve ahiret saadetini, kısacası her şeyi meşru daire içinde konuşmuştuk. Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının yanlış olduğunu, yapmaması gerektiğini, meşru olmayan lezzetlerin haram olduğunu, branşı gereği bunları asıl kendisinin anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştımsa da, nafile... Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım. İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıktı. Böylece bütün söylemler suya düştü. Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı.
“Olayın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen ben sürekli vicdan azabı duyuyorum, her zaman, her namazda tevbe ediyorum. Ağlamadığım gün ve gece yoktur. Ben kendimi affedemediğim halde Rabbim beni nasıl affedecek, onu düşünüyorum; düşündükçe kahroluyorum. Üzüldüğüm şey, dinî ve imanî hakikatlardan haberdar olan birisi olmama rağmen nasıl oluyor da, bu tür şeyleri yapmışım? Benim gibi olan yüzlerce kız var. Size anlatamayacağım hüzün ve pişmanlıklar içerisindeyim. Bunu Cenab-ı Haktan başka kimse bilemez herhalde.
“Benim suçum, ciddi olarak evliliği düşünmemdi. Benim suçum dindar, dinî hakikatlardan haberdar bir insana güvenmekti. Suçum, Doğu kökenli olup, ailesinin beni kabul etmemesiydi. Suçum, dünya ve ahiret saadetini sağlamayı düşünmem, lüks ve şatafatlı bir hayatı istemememdi. Suç üstüne suç sayabilirsiniz...
“Bu olaydan sonra dindar bile olsa erkeklerden nefret etmeye başladım. İçimde onlara karşı kin ve düşmanlık vardı. Evliliğe kapalı kalmıştım.
“Ben artık şefkat tokatlarını yemiştim, aklım başıma gelmişti. Bu mektubu gençlere örnek olsun diye yazıyorum. Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor. İnsan geçmişine dönüp baktığında ahlar, hüzünler, senelerce unutulmayacak izler, gözyaşları ve günahların kara lekesi belleğinde kalacaktır.
“Bu musibet bana ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz olduğumu, dünyanın gayri meşru lezzetlerinin bir yedirip bin tokat vurdurduğunu, bir an bile nefis ve şeytanla baş başa kalmanın ne büyük yaralar açtığını öğretti. Belâ ve musibetlere karşı sürekli istiğfar etmek gerektiğini, tevbe kapısının açık olduğunu, her şeyde bir hayır ve hikmet bulunduğunu, esma-i hüsnadan birinin de Tevvab olduğunu, hata işleyip nefis muhasebesi yapmakla Hz Yunus’un (a.s.), sabrederek Hz. Eyyub’un (a.s.) meyvelerine ulaştığımı gösterdi.
“Bunları hiç kimseye anlatmış değilim. Siz gençlik sorunlarıyla ilgilendiğiniz için, gençlerin ibret alması niyetiyle yazıyorum.”
Evet, acı bir tecrübe yaşamış bir kardeşimizin bu içler acısı feryadına, umarım genç kardeşlerimiz kulak verir.
Bu mektup gösteriyor ki, kız erkek arkadaşlığında, tarafları mutsuz edecek sayısız sorun ve tuzak var. Meşru ölçülerin dışına taşıldığında telâfisi zor, belki imkânsız kayıplar söz konusu olabiliyor.
Okuyucum, “Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının haram olduğunu ifade etmeye çalıştımsa da, nafile... Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım” diyor mektubunda. Acaba bugüne değin, “İki namahrem baş başa kaldıklarında üçüncüleri şeytandır” hadisini duymamış mıydı? Peygamberimizin (a.s.m.) bu uyarısı, insanların kendi fıtratlarını iyi tanımalarıyla yakından ilgili. İnsan bu şekilde yaratılmış. Onun fıtratı dün nasılsa bugün de öyle ve yarın da aynı olacak.
İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıkması, neredeyse bütün erkek kız ilişkilerinde ortaya çıkan bir sorun. Gençlerin kendi kendilerine gelin güvey olmaları, olumlu bir sonuç doğurmuyor. İlişkilerin duygularla değil, akılla yönlendirilmesi, hikmet ve muhakemenin şekillendirdiği bir stratejinin olması şart. Aşk, sadece maddeden ve duygudan ibaret görülürse, önündeki engellerle savaşmak güçleşir. Kişi sevmesini bildiği kadar, sağlıklı ve kalıcı bir mutluluğun önündeki engellerle savaşmasını ve sonuç almasını da bilmelidir.
Eğer bunlar dikkate alınmazsa, “Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı” diyen genç gibi, ah vah edilir, ama mutsuz sonuç değişmez.
Bu gencin, şu uyarısı da, pahalıya mal olan önemli bir tecrübe: “Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor.”
Bir kişi temiz, dürüst ve dindar olunca, dinî emir ve yasakların muhatabı olmaktan çıkıyor mu? Hiç kimse Peygamberimiz (a.s.m.) ve ashabı kadar temiz, dürüst ve dindar olamaz. Oysa Rabbimizin cinsellik, iffet ve edeb konusundaki emir ve yasaklarının ilk muhatabı onlar değil miydi? Allah’ın Resulüne yasak olan bir davranış, kime serbest olabilir ki?
Ağır tahrik ve baskı altında bulunan gençlerin meşruiyet dışına çıkarak kendilerini tatmin etmeleri mümkün değil. Ancak evlenmeden bu ağır imtihanı göğüsleyebilmeleri de zor.
Tabiî evlilik gibi önemli bir sünneti gerçekleştirmek istediğinizde bir dizi imtihanla karşılaşacağınızı da hesaba katacaksınız. Bu imtihanlara hazır olmak, başarıyla çıkmak için de gereken bilgi ve beceriyi edinmek şarttır.
İşte bu asırda daha bir ağırlaşan cinsellik imtihanından, evlilik kalesine sığınarak geçmek isteyen bir gencin feryadı:
“Şu garibi İzmir semalarından hatırlamazsanız gücenmem. Epey bir süredir doktora için bulunduğum İngiltere’de, aynen Türkiye’de olduğu gibi Cemil Ağabeyimin yazılarını takip ediyorum. Ama bir süredir Cemil Ağabeyim öyle kitaplar yazıyor ki, mektubuma—hoşgörüsüne sığınarak—baba Cemil Ağabeyciğim diye başlamadan edemedim.
“Özellikle artık Müslüman ailelerin bile kendilerini alamadığı ahir zaman fitnesi aileleri yakıp yıkıyor. Ben de şu gurbet ellerde evlenmenin farziyyetine inanarak, 2.5 sene önce böyle bir işe giriştim. Dinî nikâhımı yapmama rağmen, aslında çok dindar olan hatun kişinin okulunu bitirmesi konusunda ailelerin inadını aşamadım. Ya onları silip geçecektim ya da şimdi olduğu gibi gurbet elde ıztırab çekecektim.
“Maalesef ikinci şık oldu. Bir ilâhiyatçı olarak hiçbir fetva vermem, ama evlenmeye karar vermiş insanların üç aydan sonra bekletilmesinin haram olduğunu tüm dünyaya ispatlarım. Evlenmek dinimizde çok kolay olmasına rağmen, taarruzatın arttığı, zinanın her türlüsünün alenen işlenebildiği şu ahir zamanda en zor şey evlenmek olmuş. Evlenen insanların üzerinde de fitneler (maddî doyumsuzluklar, dedikodular, ihtiraslar, hayalî özlem ve beklentiler vs.) akbaba gibi dolaşmaya devam ediyor.
“Şimdi nişanlım okulunu bitirdi. Fakat ailesi başını açıp veya peruk takıp öğretmenlik yapmasını istiyor. İnsanlar artık hanımın çalışmasını hizmetin ötesinde gelir kapısı olarak görür olmuş, öncelikler unutulmuş. Daha da acısı, rızkı verenin Allah olduğu yüreklerde yer etmemiş. Sanki yüzlerce madde olmazsa ailede huzur olmaz kaidesi sokulmuş, dünyevî hayatın şamatasından, tantanasından Müslümanların da kafaları bulanmış.
“Bizim ailelerimizin maddî durumunun müsait olmaması üzerine karşılıklı dedikodular, fitneler devam ediyor. Artık iş Müslümanlıktan çıkmış, düğün âdetlerini aşamadığımız için benim de her cephede mücadele vermem gerekiyor. Bunun da özellikle gurbetten ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu tahmin edebilirsiniz.
“Özellikle evliliğin düzenli olarak başlamasının arası açıldıkça—bir yazınızda belirttiğiniz—dedikodular evlilik hayatı başlamadan önce daha acımasız oluyor. Hele benim gibi yıllarca beklemek zorunda kalınırsa, evlenecek insanlar yerine taraflar kendi pazarlıklarına göre gençleri yönlendirmeye çalışıyorlar. Böyle evlilikler nasıl sağlıklı sürebilir ki... Daha başta alınan bu yaralarla, alınganlık, ihmal ve ıslah edilmesi için çaba harcanmadığı için daha büyük problemlere zemin hazırlıyor.
“Hele bir de aileler, ‘Canım biz evlâdımız için yapıyoruz’ deyip evlâtlarının hiç istemediği tavır ve hareketlere girince gençler aileleri ve eşleri arasında sıkışıp kalıyor. Bu konuları işlemeye devam etmenizi takdirle karşılıyorum. Hele ‘Cinsel sorunları önemseyin’ türünden babacan bir yazının şimdiye kadar çıktığını hatırlamıyorum. Onu genişleterek devam etmelisiniz. Genç veya yaşlı tüm insanların karşılaştığı aşk şokları, cinsel taarruz altında bunalanlar, evlilik plânları yaparken ailelerin, toplumun, maddiyatın kıskacında inleyenler, evlendikten sonra da dedikodu ve fitnelere kurban olan insanların dertlerine, İslâmî öncelikleri hatırlatarak, sabır, metanet ve en önemlisi HİKMET tavsiye ederek yaklaşan yazılara devam etmenizi gönülden destekliyorum. Konuşmasını unutmuş ya da artık kuş diliyle konuşan toplumun bir şekilde konuşacak, dertleşecek insanlara ihtiyacı var. Bu konuları aklı başında dostlarla insanların konuşmasına, dedikodu değil çare üretmek üzere kafa yormalarına ihtiyaç var. İletişim konusunda dumura uğramış insanlar, çok kolayca üstesinden gelinebilecek sorunlarla hayat boyu ıztırap çekiyorlar. Herhalde bu da insanın kendi kendine zulmü olsa gerek. Umarım bu mektup elinize ulaşır, arzu ederseniz yazılarınızda kullanabilirsiniz. Allah kaleminize güç versin. Selâm ve muhabbetle. Duadan unutmayın.”
Bu ibretli mektupta olduğu gibi, hayırlı bir işe girişen gençlerin önünde bir sürü engeller var. Kimi aşabiliyor, kimi güçlükle aşıyor, ama ciddi yaralar alıyor; kimi de engellerin altında eziliyor. Yarım kalan sevdalar, sözden, nişandan öteye gidemeyen girişimler var. Kurulmadan yıkılan yuvaların hesabını kim verecek?
İbretlerinize sunduğum iki mektup gösteriyor ki, gençler cinsellik imtihanından başarıyla geçebilmek için çok ciddi bir strateji uygulamalıdır. Bu strateji, gençliğin ilk yıllarından başlayarak mutlu bir evliliğe kadar sürdürülmelidir. Elbette bundan sonra da yeni bir sorumluluk başlamaktadır.
Gençlerin cinsellik imtihanından başarıyla çıkabilmeli için izleyecekleri yöntem, özetle şu şekilde olmalıdır:
1. İmtihanın şiddetini azaltmak için tahrik edici alanlardan uzak durmak.
2. Cinselliği teşvik eden yayınlarla muhatap olmamak.
3. Bedenî isteği azaltmak için dengeli beslenmek, spor yapmak ve sürekli meşguliyet içinde bulunmak.
4. Manevî takviyeye büyük önem vermek.
5. Kısa, orta ve uzun vadede maddî ve manevî idealler taşımak.
6. Özendirici hayal, bakış, konuşma gibi eylemlerden uzak durmak.
7. Sevgi ve aşk duygusunu meşru sevgililere yöneltmek.
8. Mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmak.
9. Tüm tedbirlere rağmen mecazî bir aşka tutulmuşsak, bunu en kısa zamanda dinî ve resmî nikâhla perçinlemek. O zamana kadar da, haramdan ve olumsuz hareketten uzak durmak.
10. Evliliği kesinlikle geciktirmemek. Tanışma, söz, nişan gibi safhaları çok kısa tutmak.
11. Evliliğin önündeki maddî ve manevî engelleri aşmanın usullerini öğrenmek ve uygulamak.
12. Evliliğin başarılı yürümesi için bilgi edinmek ve sorunlara karşı hazırlıklı olmak.
Saydığımız bu maddelerin bir kısmını gençlerin doğrudan kendileri uygulayacak. Bir kısmında ise anne baba ve yakın çevrenin büyük yardımı gerekecek.
Benim temel perspektifim şudur: Siz hiç kimsenin yardım etmeyeceğini farzederek çalışın. İşinizi kış tutun yaz çıkarsa ne âlâ. Her türlü meseleniz için öncelikle sorumlu tutmanız gereken bizzat kendinizsiniz. Siz isterseniz, nice meselenin altından başarıyla kalkarsınız.
Elbette çevrenizden yardım isteyeceksiniz. Hem de hiç komplekse kapılmadan yardım bekleyeceksiniz. Çünkü büyükler gençlere yardım etmeye mecburdur.
Ancak yardım istemek de bir maharet ister. Hem yardıma lâyık olmak, olumlu bir görüntü vermek de şarttır.
Cemil Tokpınar
Gençlik döneminde yoğunlaşan problemler içerisinde “cinsel duygular”la ilgili imtihan kadar zor, tehlikeli, büyük ve hayatı etkileyen bir mesele yoktur. Aslında bu imtihan hayatın büyük bir safhasını içine alır. Ancak 15-30 yaş arası kadar yoğun bir biçimde hiçbir zaman yaşanmaz.
Özellikle bu zamanda cinselliğin, hemen her aşağı arzular için istismar edilmesi, karşı konulması zor bir baskı altında bırakır gençleri. Ne yazık ki, toplumsal hayatımızın her safhası, gençlerimizin bu imtihandan başarısız çıkmaları için dizayn edilmiş gibidir.
Hayatımızın her evresinde mahremiyet kaldırılmış. Daha ilkokul çağlarında iken başlayan karma eğitim, üniversitenin sonuna kadar devam ediyor. Çarşı pazar, seyahat, eğlence, toplantı gibi insanların yoğunlukta olduğu her yerde gençler imtihan unsurlarıyla birlikte bulunuyorlar. Yetmiyor, gazete, dergi, sinema, TV gibi yazılı ve görüntülü medya organlarının şimdiye kadar görülmemiş bir taarruzu ve tahriki var.
Böyle bir ortamda bu imtihanı yok farzetmek veya kolaylıkla aşılabileceğini ummak safdillik olur. Gençlerin bu imtihanın ne derece hayatî öneme sahip olduğunu görüp çok yönlü bir donanımla mücadeleye girişmeleri gerekirken, bu çağı geride bırakan büyüklerin de gençlerin bunu başarmaları için ciddi bir yardımda bulunmaları vazgeçilmez bir zarurettir.
Kitaplarımda gençlerin sorunlarına yoğun bir şekilde eğildiğim için sayısız mektup alıyorum. Özellikle “Ömür Boyu Aşk” isimli kitabımızın yayınlanmasından sonra okuyucuyla daha sıkı diyaloglarımız oldu. Yaşadıkları sorunları anlatan ve çözüm isteyen gençlerin mektuplarını gözyaşları içinde okuyorum. Bu mektuplar, gençliğin cinsellik imtihanına eğilmekle ne kadar isabet ettiğimizi gösteriyor. Maalesef, ülkeyi ve dünyayı kurtarmaktan, “ferd”i ihmal edebiliyoruz. Afakî çabalar, enfüsî çalışmaları aksatıyor. Dışla meşguliyet, içeride tedavisi zor yaralar açabiliyor. Oysa gençlik içten içe yanıyor, sorunlar girdabında çırpınıyor.
Özellikle cinsellik konusunda, hep genel geçer kurallardan söz edip, detaya ve örneklere girmiyoruz. Sanki ayıpmış ve üslûp kaldırmıyor gibi düşünüyoruz. Oysa örnekleme ve detaylandırma olmayınca, maksat hasıl olmuyor.
Sizlere ibretli bir mektup sunacağım. Neredeyse yoruma hiç gerek yok; gerçekler tüm açıklığıyla ortada. Evet, “Dilruba” rumuzuyla yazan kardeşimizin mektubunu aktarıyorum:
“Çok değerli Cemil Ağabey! Son zamanlarda evlilik, cinsellik ve gençlik üzerine kaliteli çalışmalar yapıyorsunuz. Ben de bir genç olarak yarama parmak bastığınız için bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.
“Ben erkeklerle hiçbir zaman muhatap olmadım. Lisede hocalarımla bile konuşurken başımı öne eğer, edep ve saygıyla onlarla konuşurdum. Hayatımda erkek olarak sadece babam ve ağabeyim vardı. Üniversiteye geldiğimde dindar, müsbet ve İslâmî bir bölümde okuyan bir beyle tanıştım. Ciddi olarak görüşüyorduk. Bu görüşmeler sırasında ben, kendi hayamla oturmaya, kalkmaya ve konuşmaya dikkat ederdim. Bildiğim dinî ve imanî hakikatları açıklamaya çalışırdım. Sonuçta muhatabım, sadece iman hakikatlarından haberdardı, ama içli dışlı değildi. Evliliğimizi, ileride nasıl bir hayat kuracağımızı, dünya ve ahiret saadetini, kısacası her şeyi meşru daire içinde konuşmuştuk. Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının yanlış olduğunu, yapmaması gerektiğini, meşru olmayan lezzetlerin haram olduğunu, branşı gereği bunları asıl kendisinin anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştımsa da, nafile... Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım. İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıktı. Böylece bütün söylemler suya düştü. Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı.
“Olayın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen ben sürekli vicdan azabı duyuyorum, her zaman, her namazda tevbe ediyorum. Ağlamadığım gün ve gece yoktur. Ben kendimi affedemediğim halde Rabbim beni nasıl affedecek, onu düşünüyorum; düşündükçe kahroluyorum. Üzüldüğüm şey, dinî ve imanî hakikatlardan haberdar olan birisi olmama rağmen nasıl oluyor da, bu tür şeyleri yapmışım? Benim gibi olan yüzlerce kız var. Size anlatamayacağım hüzün ve pişmanlıklar içerisindeyim. Bunu Cenab-ı Haktan başka kimse bilemez herhalde.
“Benim suçum, ciddi olarak evliliği düşünmemdi. Benim suçum dindar, dinî hakikatlardan haberdar bir insana güvenmekti. Suçum, Doğu kökenli olup, ailesinin beni kabul etmemesiydi. Suçum, dünya ve ahiret saadetini sağlamayı düşünmem, lüks ve şatafatlı bir hayatı istemememdi. Suç üstüne suç sayabilirsiniz...
“Bu olaydan sonra dindar bile olsa erkeklerden nefret etmeye başladım. İçimde onlara karşı kin ve düşmanlık vardı. Evliliğe kapalı kalmıştım.
“Ben artık şefkat tokatlarını yemiştim, aklım başıma gelmişti. Bu mektubu gençlere örnek olsun diye yazıyorum. Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor. İnsan geçmişine dönüp baktığında ahlar, hüzünler, senelerce unutulmayacak izler, gözyaşları ve günahların kara lekesi belleğinde kalacaktır.
“Bu musibet bana ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz olduğumu, dünyanın gayri meşru lezzetlerinin bir yedirip bin tokat vurdurduğunu, bir an bile nefis ve şeytanla baş başa kalmanın ne büyük yaralar açtığını öğretti. Belâ ve musibetlere karşı sürekli istiğfar etmek gerektiğini, tevbe kapısının açık olduğunu, her şeyde bir hayır ve hikmet bulunduğunu, esma-i hüsnadan birinin de Tevvab olduğunu, hata işleyip nefis muhasebesi yapmakla Hz Yunus’un (a.s.), sabrederek Hz. Eyyub’un (a.s.) meyvelerine ulaştığımı gösterdi.
“Bunları hiç kimseye anlatmış değilim. Siz gençlik sorunlarıyla ilgilendiğiniz için, gençlerin ibret alması niyetiyle yazıyorum.”
Evet, acı bir tecrübe yaşamış bir kardeşimizin bu içler acısı feryadına, umarım genç kardeşlerimiz kulak verir.
Bu mektup gösteriyor ki, kız erkek arkadaşlığında, tarafları mutsuz edecek sayısız sorun ve tuzak var. Meşru ölçülerin dışına taşıldığında telâfisi zor, belki imkânsız kayıplar söz konusu olabiliyor.
Okuyucum, “Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının haram olduğunu ifade etmeye çalıştımsa da, nafile... Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım” diyor mektubunda. Acaba bugüne değin, “İki namahrem baş başa kaldıklarında üçüncüleri şeytandır” hadisini duymamış mıydı? Peygamberimizin (a.s.m.) bu uyarısı, insanların kendi fıtratlarını iyi tanımalarıyla yakından ilgili. İnsan bu şekilde yaratılmış. Onun fıtratı dün nasılsa bugün de öyle ve yarın da aynı olacak.
İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıkması, neredeyse bütün erkek kız ilişkilerinde ortaya çıkan bir sorun. Gençlerin kendi kendilerine gelin güvey olmaları, olumlu bir sonuç doğurmuyor. İlişkilerin duygularla değil, akılla yönlendirilmesi, hikmet ve muhakemenin şekillendirdiği bir stratejinin olması şart. Aşk, sadece maddeden ve duygudan ibaret görülürse, önündeki engellerle savaşmak güçleşir. Kişi sevmesini bildiği kadar, sağlıklı ve kalıcı bir mutluluğun önündeki engellerle savaşmasını ve sonuç almasını da bilmelidir.
Eğer bunlar dikkate alınmazsa, “Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı” diyen genç gibi, ah vah edilir, ama mutsuz sonuç değişmez.
Bu gencin, şu uyarısı da, pahalıya mal olan önemli bir tecrübe: “Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor.”
Bir kişi temiz, dürüst ve dindar olunca, dinî emir ve yasakların muhatabı olmaktan çıkıyor mu? Hiç kimse Peygamberimiz (a.s.m.) ve ashabı kadar temiz, dürüst ve dindar olamaz. Oysa Rabbimizin cinsellik, iffet ve edeb konusundaki emir ve yasaklarının ilk muhatabı onlar değil miydi? Allah’ın Resulüne yasak olan bir davranış, kime serbest olabilir ki?
Ağır tahrik ve baskı altında bulunan gençlerin meşruiyet dışına çıkarak kendilerini tatmin etmeleri mümkün değil. Ancak evlenmeden bu ağır imtihanı göğüsleyebilmeleri de zor.
Tabiî evlilik gibi önemli bir sünneti gerçekleştirmek istediğinizde bir dizi imtihanla karşılaşacağınızı da hesaba katacaksınız. Bu imtihanlara hazır olmak, başarıyla çıkmak için de gereken bilgi ve beceriyi edinmek şarttır.
İşte bu asırda daha bir ağırlaşan cinsellik imtihanından, evlilik kalesine sığınarak geçmek isteyen bir gencin feryadı:
“Şu garibi İzmir semalarından hatırlamazsanız gücenmem. Epey bir süredir doktora için bulunduğum İngiltere’de, aynen Türkiye’de olduğu gibi Cemil Ağabeyimin yazılarını takip ediyorum. Ama bir süredir Cemil Ağabeyim öyle kitaplar yazıyor ki, mektubuma—hoşgörüsüne sığınarak—baba Cemil Ağabeyciğim diye başlamadan edemedim.
“Özellikle artık Müslüman ailelerin bile kendilerini alamadığı ahir zaman fitnesi aileleri yakıp yıkıyor. Ben de şu gurbet ellerde evlenmenin farziyyetine inanarak, 2.5 sene önce böyle bir işe giriştim. Dinî nikâhımı yapmama rağmen, aslında çok dindar olan hatun kişinin okulunu bitirmesi konusunda ailelerin inadını aşamadım. Ya onları silip geçecektim ya da şimdi olduğu gibi gurbet elde ıztırab çekecektim.
“Maalesef ikinci şık oldu. Bir ilâhiyatçı olarak hiçbir fetva vermem, ama evlenmeye karar vermiş insanların üç aydan sonra bekletilmesinin haram olduğunu tüm dünyaya ispatlarım. Evlenmek dinimizde çok kolay olmasına rağmen, taarruzatın arttığı, zinanın her türlüsünün alenen işlenebildiği şu ahir zamanda en zor şey evlenmek olmuş. Evlenen insanların üzerinde de fitneler (maddî doyumsuzluklar, dedikodular, ihtiraslar, hayalî özlem ve beklentiler vs.) akbaba gibi dolaşmaya devam ediyor.
“Şimdi nişanlım okulunu bitirdi. Fakat ailesi başını açıp veya peruk takıp öğretmenlik yapmasını istiyor. İnsanlar artık hanımın çalışmasını hizmetin ötesinde gelir kapısı olarak görür olmuş, öncelikler unutulmuş. Daha da acısı, rızkı verenin Allah olduğu yüreklerde yer etmemiş. Sanki yüzlerce madde olmazsa ailede huzur olmaz kaidesi sokulmuş, dünyevî hayatın şamatasından, tantanasından Müslümanların da kafaları bulanmış.
“Bizim ailelerimizin maddî durumunun müsait olmaması üzerine karşılıklı dedikodular, fitneler devam ediyor. Artık iş Müslümanlıktan çıkmış, düğün âdetlerini aşamadığımız için benim de her cephede mücadele vermem gerekiyor. Bunun da özellikle gurbetten ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu tahmin edebilirsiniz.
“Özellikle evliliğin düzenli olarak başlamasının arası açıldıkça—bir yazınızda belirttiğiniz—dedikodular evlilik hayatı başlamadan önce daha acımasız oluyor. Hele benim gibi yıllarca beklemek zorunda kalınırsa, evlenecek insanlar yerine taraflar kendi pazarlıklarına göre gençleri yönlendirmeye çalışıyorlar. Böyle evlilikler nasıl sağlıklı sürebilir ki... Daha başta alınan bu yaralarla, alınganlık, ihmal ve ıslah edilmesi için çaba harcanmadığı için daha büyük problemlere zemin hazırlıyor.
“Hele bir de aileler, ‘Canım biz evlâdımız için yapıyoruz’ deyip evlâtlarının hiç istemediği tavır ve hareketlere girince gençler aileleri ve eşleri arasında sıkışıp kalıyor. Bu konuları işlemeye devam etmenizi takdirle karşılıyorum. Hele ‘Cinsel sorunları önemseyin’ türünden babacan bir yazının şimdiye kadar çıktığını hatırlamıyorum. Onu genişleterek devam etmelisiniz. Genç veya yaşlı tüm insanların karşılaştığı aşk şokları, cinsel taarruz altında bunalanlar, evlilik plânları yaparken ailelerin, toplumun, maddiyatın kıskacında inleyenler, evlendikten sonra da dedikodu ve fitnelere kurban olan insanların dertlerine, İslâmî öncelikleri hatırlatarak, sabır, metanet ve en önemlisi HİKMET tavsiye ederek yaklaşan yazılara devam etmenizi gönülden destekliyorum. Konuşmasını unutmuş ya da artık kuş diliyle konuşan toplumun bir şekilde konuşacak, dertleşecek insanlara ihtiyacı var. Bu konuları aklı başında dostlarla insanların konuşmasına, dedikodu değil çare üretmek üzere kafa yormalarına ihtiyaç var. İletişim konusunda dumura uğramış insanlar, çok kolayca üstesinden gelinebilecek sorunlarla hayat boyu ıztırap çekiyorlar. Herhalde bu da insanın kendi kendine zulmü olsa gerek. Umarım bu mektup elinize ulaşır, arzu ederseniz yazılarınızda kullanabilirsiniz. Allah kaleminize güç versin. Selâm ve muhabbetle. Duadan unutmayın.”
Bu ibretli mektupta olduğu gibi, hayırlı bir işe girişen gençlerin önünde bir sürü engeller var. Kimi aşabiliyor, kimi güçlükle aşıyor, ama ciddi yaralar alıyor; kimi de engellerin altında eziliyor. Yarım kalan sevdalar, sözden, nişandan öteye gidemeyen girişimler var. Kurulmadan yıkılan yuvaların hesabını kim verecek?
İbretlerinize sunduğum iki mektup gösteriyor ki, gençler cinsellik imtihanından başarıyla geçebilmek için çok ciddi bir strateji uygulamalıdır. Bu strateji, gençliğin ilk yıllarından başlayarak mutlu bir evliliğe kadar sürdürülmelidir. Elbette bundan sonra da yeni bir sorumluluk başlamaktadır.
Gençlerin cinsellik imtihanından başarıyla çıkabilmeli için izleyecekleri yöntem, özetle şu şekilde olmalıdır:
1. İmtihanın şiddetini azaltmak için tahrik edici alanlardan uzak durmak.
2. Cinselliği teşvik eden yayınlarla muhatap olmamak.
3. Bedenî isteği azaltmak için dengeli beslenmek, spor yapmak ve sürekli meşguliyet içinde bulunmak.
4. Manevî takviyeye büyük önem vermek.
5. Kısa, orta ve uzun vadede maddî ve manevî idealler taşımak.
6. Özendirici hayal, bakış, konuşma gibi eylemlerden uzak durmak.
7. Sevgi ve aşk duygusunu meşru sevgililere yöneltmek.
8. Mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmak.
9. Tüm tedbirlere rağmen mecazî bir aşka tutulmuşsak, bunu en kısa zamanda dinî ve resmî nikâhla perçinlemek. O zamana kadar da, haramdan ve olumsuz hareketten uzak durmak.
10. Evliliği kesinlikle geciktirmemek. Tanışma, söz, nişan gibi safhaları çok kısa tutmak.
11. Evliliğin önündeki maddî ve manevî engelleri aşmanın usullerini öğrenmek ve uygulamak.
12. Evliliğin başarılı yürümesi için bilgi edinmek ve sorunlara karşı hazırlıklı olmak.
Saydığımız bu maddelerin bir kısmını gençlerin doğrudan kendileri uygulayacak. Bir kısmında ise anne baba ve yakın çevrenin büyük yardımı gerekecek.
Benim temel perspektifim şudur: Siz hiç kimsenin yardım etmeyeceğini farzederek çalışın. İşinizi kış tutun yaz çıkarsa ne âlâ. Her türlü meseleniz için öncelikle sorumlu tutmanız gereken bizzat kendinizsiniz. Siz isterseniz, nice meselenin altından başarıyla kalkarsınız.
Elbette çevrenizden yardım isteyeceksiniz. Hem de hiç komplekse kapılmadan yardım bekleyeceksiniz. Çünkü büyükler gençlere yardım etmeye mecburdur.
Ancak yardım istemek de bir maharet ister. Hem yardıma lâyık olmak, olumlu bir görüntü vermek de şarttır.
Cemil Tokpınar
Gençlik ve Aşk yorumları
biçare
28.08.2006Büyük imtihanlar içersindeyim.Çıkmazdayım.Yardıma okadar ihtiyacım var ki!Yalvarırım yardım edin...
ayparcam
22.02.2008derdini söylemeyen derman bulamazmış kardeşim paylaş derdini elimizden dilimizden bilgimizden geldiğince yardım edelim ALAH ın izni ile....
(psmn)
05.03.2008hepımızın hataları var hayatta konusalımm ve ıslama gore cözumler bulalım arkadaslar
Konular
- "Ramazan’a Doğru"
- İblisin Tahtı
- bir bayan niçin örtünmek istemez???
- Haram sevmekte ızdırap ve çok acılar vardır.
- Oruç, vefa duygusunun en güzel alametidir
- Gençlermi Ailelermi?
- Uyan Ey Gözlerim...
- evli kadin chatte tanistigi insana kaacmasi
- EY NEFSİMM!!!
- psikoz hakkinda bilgi
- Duygusal Klavye tuşları ve tesettürlü şeytan..
- Böyle bir Nikah gecerlimidir
- CEVAP ARIYORUM LÜTFEN YARDIM!!
- NAMAZ KILMAMAK İCİN BAHANEN OLMASIN
- ZENCİ KADIN
- İNSAN BU
- çok zormuş kardeşler
- İSLAM’A GÖRE EŞ SEÇİMİ
- KADER SOHBETİ
- ADALET KAVRAMI
- YASAMAKTAN GAYEN NEDİR?
- KİM KALMIŞKİ SEN KURTULASIN
- DUADAN MAHRUM BIRAKAN CİMRİLİK
- ŞEYTAN KİMLERLE ÇOK UGRASIR?
- Pez...nklik ve kavatlık hizmeti
- Güzel bir Dua
- banada akıl verin din kardeşlerim
- ZEHİRLİ OKLAR,,,
- PEYGAMBER EFENDİMİZİN BİRGÜNÜ
- Menkıbe