Gençlik ve Sorunları

Evlenmeden önce birbirimizi daha iyi tanımak için flört yapmamız uygun mudur?

Flörtten kaçmalıdır! Flört; kız ve erkeğin arkadaşlık kurmasıdır. Gerçekte evlenecek gençlerin böyle bir arkadaşlığa asla ihtiyaçları yoktur. Dinen de caiz olmayan bu arkadaşlığın, birçok mahzurları vardır. Flörtte bir tuzak vardır. Flörtte çok defa, kız, erkek tarafından kandırıldıktan sonra terk edilir. Flört, gençlerde gafilce tecrübelere yol açar. Bu tecrübelerin çoğu, kötü bir macerayla sonuçlanır. Ateşe atılanın yanacağını bilmesi başka, tecrübe için kendini ateşe atması başkadır. Yılan acaba nasıl sokar diye yılanla oynanmaz. Ateşle barut bir arada durmaz.

İnsanları ruhen/fizîken/flört etmeden nasıl tanıyabiliriz?

Uhrevîlik ahlâkı bizi sarmalı

İmanda kemale yürüyen ve Allah'la böyle bir münasebete geçen insanın düşünce ve tavırlarında şaşmayan bir doğruluk, mütemâdî bir samimiyet, sürekli bir ciddiyet ve bir uhrevîlik ahlâkı belirir. O insanın iç fotoğrafı haline gelen bu ahlak, diyanet mülahazasıyla işlene işlene zamanla onun bütün davranışlarına akseder.. eline-ayağına, gözüne-kulağına, diline-dudağına, sesinin tonuna, vurgularına ve hatta mimiklerine bile hükmünü geçirir.. ve nihayet insanın ruhuna kendi mânâsının şeklini veren bu iç resim onun tavırlarında okunan mânevî bir kaside hâline gelir; zaten, Görüldüğünde Allah hatırlanır hakikati de bu kıvamdaki bir mü'mini belirtir.

"Teberrüc" nedir? Kadınlar yüzlerini de örtmeli midir?

Bilindiği gibi kadınlara da erkeklere de bakışlarını "kısmaları" emredilmiştir. (24/30-31) Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.)"Bakışı bakışa ekleme"(Ebû Dâvûd, nikâh 43; Timizî, edep 28; Dârimî, rikâk 3; Müsned V/351, 353, 357) buyurmuşlardır. Cumhur (fıkıhçıların çoğunluğu) kadının yüzünün de avret olduğu görüşündedirler. Hanefilerin çoğunluğu kadının ellerinin ve yüzünün avret olmadığını, ancak fitne söz konusu olduğunda örtmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bir kısım Hanefiler ise cümhûra uyarak kadının ellerinin ve yüzünün de avret olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Meselâ Aliyyu'1-Kârî bunlardandır. Görüldüğü gibi fitne söz konusu olduğunda kadının ve özellikle genç kızların yüzlerini dahî kapatmaları konusunda ittifak vardır. "Fitne" onun, karşı cinsten olmaklığına duyulan cinsel arzudur.Bu bağlamda meselenin bir yönünden daha söz edilebilir ki, bu da "teberrüc" yasağıdır. "Teberrüc" kadının, elbise ya da vücudundaki güzelliklerini yabancı erkeklere arzetmesi demektir ve âyet-i kerime ile yasaklanmıştır. (33/33) Süslü bir başörtüsü, alınmış kaşlar, allanmış yanaklar hep "teberrüc" cümlesindendir. Imdi bütün bu durumlara göre: Kadın, sesini kırıla döküle kullanmazsa, dış elbisesi dahi, müteberrüc olmazsa, dinleyenlere sürekli bakış imkânı sağlamakla fitneye (şehvetli bakışlara) sebep olmazsa, erkeklere hitap etmesi, konferans vermesi vb. caizdir denilebilir. Ancak bir sürü erkeğin huzurunda, hem de genç bir kadının, göz göze, yüz yüze uzun süre konuşması halinde bu şartlar gerçekleşmiş olur mu? Olsa bile bunu yapmaya ve yaptırmaya gerek var mıdır? Bunu da ayrıca tartışmak gerekir. Şahsen ben ne mümkün olduğuna ne de gerek bulunduğuna inanıyorum. Şâir Ahmed Sevkî'nin dediği gibi:

Erkeklerin ve kadınların "gizli" düşünceleri!

"Sana bir şey anlatacağım ve sen de gözünle göreceksin: Bir erkek tarafından gözetlendiğini ya da sesinin duyulduğunu hisseden hiçbir kadın görmedim ki, daha önce hiç yapmadığı, gereğinden çok lüzumsuz hareketler yapmasın, daha önce hiç gereksinim duymadığı bir takım gereksiz sözler söylemesin! Bu lüzumsuz söz ve hareketler, az önceki yaptığı hareketlerin ve sözlerin tam tersinedir. Aynı şekilde, böyle durumlarda kadınların ses tonlarını değiştirdiklerini, tüm hareketlerine büyük özen gösterdiklerini çok açık ve net olarak gözlemledim. Kadınların varlığını hissettiklerinde erkekler de böyledir. Ziynetleri gösterme, yürüyüşleri düzeltme, kadının erkeğe takılması, erkeğin kadına şaka yapması, espriler, bütün bunlar gün gibi açıktır; her yerde ve herkesçe bilinen bu kabilden davranış biçimleridir. Allah zaten şöyle buyurmuyor mu: “İnananlara söyle gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar”. (...) Bu alanda kimseye hüsn-ü zanda bulunmadığım için, hem erkeklerin hem kadınların birçok gizli düşüncelerini öğrendim.”

Aşk Acısı Çeken Kadınlar İçin Bazı Hükümler

I Yüz Vermeyen Erkeğin Hükmü

Aşık olan kadının sevdiği, uğruna acı çektiği erkek, ona yüz vermeyen bir erkektir. Elbette bu erkek onu terk etmiştir. Terk eden ve yüz vermeyen bu erkek kesinlikle onunla evlenmeyecektir. Zaten terk edilmek, sonsuza kadar reddedilmek demektir... Kesinbir gerçektir ki, evlenmek istemeyen bir insan, asla evlenmek istemez...Kadının reddedilmesi ve terkedilmesi zaten bu anlamagelir... Ayrıca bu erkeğin reddetmesi ve yüz çevirmesi, başka bir kadını sevmeyi ve onunla evlenmeyi istemesi anlamınada gelir... Başka bir kadını sevmek ve evlenmek isteyen bu erkeği sevmek ve onun için acı çekmek saçmalıktır; ve doğru bir davranış değildir...

"Ultramodern türbanlı kızlar" ve muhafazakar erkekler

29.12.2003 tarihinde Radikal gazetesinden Neşe Düzel'in siyaset felsefecisi Tülin Bumin ile yapmış olduğu röportaj enteresan tesbitlerle dolu. Bumin'in din üzerine yapmış olduğu tespitlere bir mümin olarak katılmam sözkonusu değil. Fakat türbanlı kızlarla ilgili olarak yapmış olduğu tespitlerin önemli bir kısmına katıldığımı söylemek durumundayım.

Röportajda Tülin Bumin Türkiye'de üç tip kadın olduğunu belirtiyor:

"Başı örtülü, başı açık ve türbanlı. Yani geleneksel, modern ve ultramodern, postmodern."

Tülin Bumin türbanlı kızların postmodern olmasını birey olmaları bağlamında belirliyor: "Çünkü o daha bir birey. Laikçi bir din içinde olan başı açık kadının yanında o, türbanıyla modernitenin daha ileri bir aşamasını gösteriyor genelde. Geleneksel kesimden gelse de türbanlı kadın ne geleneksel kültürün, ne de cumhuriyetçi kültürün bir kadın tipi. O geleneksel kültüre de boyun eğmiyor, annesi gibi görünmek ve yaşamak istemiyor. Cumhuriyet geleneğinin empoze ettiği "ille başını açacaksın, baloya gideceksin, şöyle görüneceksin" dayatmasını da kabul etmiyor."

Aşk kutsal mı?

Sabah Rüzgarı...

Aşkı önemsemiyorsun pek, bana öyle geldi... Hiç de iyi sözler söylememişsin... Eskiden sevmişsindir, âşık olmuşsundur sen de... Nedir bilirsin... Benimki bir tahmin elbette... Duygu yüklü bir kalbin var, senin gibiler aşksız yapamaz ki... Niye böylesin şimdi... Hayal kırıklıkları yaşadın sanırım, sevgiline kavuşamadın... Kedi ulaşamadığı ciğere pis dermiş... Dur, kırılma hemen, şakaydı... Akıllı adamsın sen, kişisel duygularını karıştırmazsın işe, biliyorum... Ama merak da etmiyor değilim hani, ne düşünüyorsun aşk hakkında... İyi bir şey mi sence... Kutsal mı mesela?

İnanıyorsanız Üstünsünüz..!

Gördüm ki, bazı dindar gençlerimiz, kendilerini “çağdaş” diye tanımlayan kişilerle birlikte olmaya adeta can atıyorlar. Bu hazin durumu, dinimizin tesettür emrini yerine getirmeye çalışan bazı kızlarımızda bile görmek mümkün. Onların ortamlarında bulunmak, okudukları kitapları okumak, gittikleri sinemalara, kafelere, restoranlara gitmek “aydın” olmanın, “kültürlü” diye anılmanın ölçütü kabul edilebiliyor. Metal müzik dinliyor, caz festivallerine katılıyor, markalı giyinmeye çalışıyorlar. Bir bakıma, “Bakın, ben de çağdaşım, ben de sizin gibiyim. Örtülü olmam, namaz kılmam benim çağdaş, ilerici, kültürlü olmamı engellemiyor. Aslında sizden farkım yok. Beni de aranıza kabul edin.” diyen bir tavırları var.

ÖLÇÜLÜ SEVGİ

Sevgi, çocuk eğitiminde “olmazsa olmaz”lar listesinin başında yer alır. Son araştırmalar, çocuğun sevgiyi daha ana rahminde iken hissetmeye başladığını gösteriyor. Annenin bebek sahibi olmayı arzulaması, isteyerek gebe kalması, fetusun (cenin) ilk hareketlerini hissettiği zaman sevinç duyması, karnını okşayarak bu sevincini belli etmesi gibi sevgi tezahürleri ana rahmindeki bebek tarafından daha ilk aylardan itibaren algılanmakta ve ruh sağlığının temelleri oluşmaktadır.

Yine araştırmalar sevgisiz büyüyen ve yeterli sevgi alamayan çocuklarda ruh sağlığının ve bunun yansıması olan duygusal zekanın tam gelişmediğini, ileri yaşlarda verilecek sevginin bu açığı kapatmaya yetmediğini göstermektedir. Bir çocuk sıcak aile ocağından uzak ve anne baba sevgisinden mahrum ise, en modern kurumlarda beslenip eğitilse dahi ruhundaki açlık doyurulamayacaktır.

Cinsel Eğitim: Ne zaman ve nasıl?

Anne babaların çocuk eğitiminde en çok zorlandığı konuların başında cinsiyet eğitimi geliyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi, konuya yetişkin gözüyle yaklaşma. İkincisi, cinsiyet eğitimini üreme bilgisinden ibaret zannetme. Bu iki hatalı yaklaşım, anne babaların işini zorlaştırıyor.




Aslında, cinsiyet eğitimi zannedildiği kadar zor bir mesele değildir. Birinci hatalı yaklaşımı bir hadis-i şerifle çözeceğiz. Peygamberimiz(a.s.m.) "Çocuğu olan onunla çocuklaşsın" buyuruyor. Burada ‘çocuklaşmak’tan kastedilen olaylara çocuk gözüyle yaklaşmak, yani psikolojideki ifadesiyle empati yapmaktır. Esasında insanları anlamanın yolu da empatiden geçer. Bir insan bizimle konuşurken veya tartışırken onu anlamanın en kolay yolu kendimizi o insanın yerine koymaktır.

Eyvah! Çocuğum İnternette!!!

Çocuklarda ve gençlerde, hatta anne-babalarda internet bağımlılığı

üzerine tavsiyeler. Her eve, herkese lâzım!

ESKİDEN anne babalar çocuklarını sokağın ve kötü arkadaşın etkilerinden korumak için çaba gösterir, çabaları sonuç vermediği zaman gelip bize danışırlardı. Bilgisayar ve bunun yan ürünü olan internet hayatımıza girdikten sonra, sokağın ve kötü arkadaşın yerini ‘internet kafe’ler aldı. Anne baba ile duygusal bağları zayıf, aile içinde kendilerini değerli hissetmeyen, okul başarısı düşük çocuklar ve gençler, artık sokak yerine internet kafelere gidiyorlar. Kötü arkadaşın yerini, şimdi internet bağlantısı olan ev bilgisayarları aldı. Bize danışmak için gelen anne babalar, sokak yerine, internet kafelerden ve evdeki bilgisayardan yakınıyorlar.

Gençlere Neden Güvenmiyoruz?

Günlerim gençlerle birlikte geçiyor. Fırsat buldukça, ders aralarında, sohbet ediyoruz. En büyük sıkıntıları, anne babaların ve öğretmenlerin kendilerine güvenmemeleri. Bilhassa anne babalar gençlere, nasihat ederken bile, iğneleyici, suçlayıcı ve yargılayıcı bir dille yaklaşıyorlar: “Biz senin yaşında iken gaz lambasının ışığında ders çalışırdık. Çocukluğumuz yokluk içinde geçti. Öğretmenlerimizi görünce kaçacak delik arardık. Ödevimizi yapmadan okula gitmezdik. Büyüklerimizin yanında lafa karışmazdık...” Uzayıp giden benzeri nasihatler. Genç içinden, “Ne zaman bitecek bu nasihat işkencesi?” der.

Mükemmel Çocuk Yetiştirmenin Üç Altın Kuralı

BAŞLIK DİKKATİNİZİ ÇEKTİ ve yazıyı okumaya başladınız değil mi? İstediğim de buydu zaten. Yoksa ne mükemmel çocuk yetiştirmenin sadece birkaç kuralı vardır ve hatta ne de mükemmel çocuğun tarifi. Ama maalesef orada burada buna benzer başlıklarla yazılmış “mucizevi” reçeteler okuruz sık sık.

Sağlam bir dünya görüşü olmayan Batı medeniyetinin zavallı pedagog ve psikologları dipsiz kuyuya ipsiz inerek ortalama on yılda bir değişen fikirlerle ana-babalara yeni yeni reçeteler sunarlar. Hepsini de “Doğrusu budur, böyle davranın, çocuğunuz mükemmel yetişsin” diye pazarlarlar hep.

Ergenlik çağı, gerginlik çağı!

15 YAŞ CİVARINDAKİ çocuklara, yani ergenlere nasıl davranılması gerektiği, öteden beri bütün anne ve babaların kafalarında yer eden bir sorundur. Bir başka yaygın ifade biçimiyle “gençleri anlamak” (ya da anlamamak), dedelerimiz zamanında bir problemdi, babalarımız zamanında da problemdi, şimdi de problem. Ergen olmak da zor, ergen ana-babası olmak da. Zorlukları kolaylaştıran ise bilgi. Bu sorunlarla defalarca karşılaşmış bir uzmanın bilgi ve tecrübelerine dayanan birkaç tavsiyesi ise faydalı olabilir umarım.

YENİ BİR ERİŞKİN GELİYOR

Psikolojik açıdan ergenlik çağı, çocukluk döneminde temel elemanları (yani hammaddesi) belirlenmiş olan kişiliğin, toplumda bir birey olarak, nasıl bir rolle, nasıl bir şekilde var olacağının belirlendiği, yani gencin erişkin bir insan olarak toplumda kendi adına var olmaya hazırlandığı bir dönemdir. Çocukken her şeyi ailesinden bekleyen, sürekli desteğe muhtaç olan insanın, kendi ayakları üstünde durup kendi yolunu çizebilmesi için de, böyle zorlu bir değişim dönemi geçirmesi kaçınılmazdır zaten. Zahmetsiz rahmet olmaz. Yeni ve kendinden öncekileri aşmış bir bireyin meydana atılması zamanıdır artık. Ve Bediüzzaman’ın ifadesi ile “anne-baba, kimsenin değil ama, çocuğunun kendisinden daha iyi olmasını ister.” İyi ama bu “kendisinden daha iyi” olma, nasıl olacaktır? Eğer çocuk anne-babanın dizinin dibinde, aynı yolda, onların izinde yürürse, ancak onlar kadar iyi olabilir; onları aşamaz ki. Onları aşabilmesi, kısmen de olsa onlardan ayrımlaşması, yeni şeyler denemesi ile mümkündür. Bu da gösterir ki, gencin kendine has bir yol çizmesi, değil şikayet etmek, istenmesi gereken bir şeydir aslında. İşte ergenlik çağı problemlerinin belki de en önemli püf noktası buradadır. Ebeveyn, çocuğunun hâlâ o eski uslu, ana kuzusu halinin devamını isterse, değişime karşı direnirse, bu dönem kolay atlatılamaz. Hatta bazen yirmili yaşlara kadar gecikir. Yoksa yirmibeş yaşında bile hâlâ dizinizin dibinde duran, her sorumluluğu size yıkan bir çocuğunuz mu olsun istiyorsunuz?

MÜSLÜMAN ÇOCUĞUNA BAZI DİNİ SUALLER

SUAL - Sen müslüman mısın?

CEVAP - Müslümanım Elhamdülillâh.

SUAL - Müslümanım demenin mânası nedir?

CEVAP - Allâh'ı bir bilmek, Kur'ân-ı Kerîm'i ve Muhammed Aleyhisselâm'ı tasdik etmektir.

SUAL - Ne zamandan beri müslümansın?

CEVAP - „Belâ" dediğimiz zamandan beri müslümanım.

SUAL - „Belâ" zamanı neye derler?

CEVAP - Misâk'a derler. Yâni Cenâb-ı Hakk ruhlarımızı yarattığı vakit bunlara hitaben „Elestü birabbiküm" yâni (Ben sizin rabbiniz değil miyim?) diye sordu. Onlar da „Belâ" (Evet Rabbimizsin) dediler. O zamandan beri müslümanım demektir.