"Teberrüc" nedir? Kadınlar yüzlerini de örtmeli midir?

Bilindiği gibi kadınlara da erkeklere de bakışlarını "kısmaları" emredilmiştir. (24/30-31) Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.)"Bakışı bakışa ekleme"(Ebû Dâvûd, nikâh 43; Timizî, edep 28; Dârimî, rikâk 3; Müsned V/351, 353, 357) buyurmuşlardır. Cumhur (fıkıhçıların çoğunluğu) kadının yüzünün de avret olduğu görüşündedirler. Hanefilerin çoğunluğu kadının ellerinin ve yüzünün avret olmadığını, ancak fitne söz konusu olduğunda örtmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bir kısım Hanefiler ise cümhûra uyarak kadının ellerinin ve yüzünün de avret olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Meselâ Aliyyu'1-Kârî bunlardandır. Görüldüğü gibi fitne söz konusu olduğunda kadının ve özellikle genç kızların yüzlerini dahî kapatmaları konusunda ittifak vardır. "Fitne" onun, karşı cinsten olmaklığına duyulan cinsel arzudur.Bu bağlamda meselenin bir yönünden daha söz edilebilir ki, bu da "teberrüc" yasağıdır. "Teberrüc" kadının, elbise ya da vücudundaki güzelliklerini yabancı erkeklere arzetmesi demektir ve âyet-i kerime ile yasaklanmıştır. (33/33) Süslü bir başörtüsü, alınmış kaşlar, allanmış yanaklar hep "teberrüc" cümlesindendir. Imdi bütün bu durumlara göre: Kadın, sesini kırıla döküle kullanmazsa, dış elbisesi dahi, müteberrüc olmazsa, dinleyenlere sürekli bakış imkânı sağlamakla fitneye (şehvetli bakışlara) sebep olmazsa, erkeklere hitap etmesi, konferans vermesi vb. caizdir denilebilir. Ancak bir sürü erkeğin huzurunda, hem de genç bir kadının, göz göze, yüz yüze uzun süre konuşması halinde bu şartlar gerçekleşmiş olur mu? Olsa bile bunu yapmaya ve yaptırmaya gerek var mıdır? Bunu da ayrıca tartışmak gerekir. Şahsen ben ne mümkün olduğuna ne de gerek bulunduğuna inanıyorum. Şâir Ahmed Sevkî'nin dediği gibi:

"Bir bakış, bir gülüş ve selamlaşma...Derken konuşma randevu ve buluşma."

http://www.sorularlaislamiyet.com/moduller.php?modul=fikih_alt_oku&id=689

...

«Hicab; yani tesettür âyetleri, üç de­fada, üç mer­tebeyi natık olmak üzere nazil olmuştur.

Birincisi: (33:59) âyet-i kerimesiyle yüz­lerini ört­mekle mükellef oldular.

İkincisi: (33:53) âyet-i kerimesi mukte­zasınca irha-ı hicab (yani: perdeyi in­dir­mek ve perde arka­sında kalmak) ile emrolundu ki, harem ile selâmlığı ayır­mak, yani evde kadınlarla erkekle­rin yerlerini ayırmak de­mektir.

Üçüncüsü: (24:31 ve 33:33) âyet-i keri­meleri mu­ci­bince, şer'î bir zaruret olma­dıkça kadınların ha­nele­rinden çıkmaları nehyolundu ki, bazı ümmehat-ı mü'­mi­nîn,(mü'­minlerin anneleri, Peygamberimizin a.s.m. aileleri) vü­cudlarının karaltısını bile gös­termekten sakı­nır­lardı.» (S.B.M. ci:1, sh:140, 120. hadisin izahından)

Mezkûr (33:53) âyetinin tefsirinde şöyle denili­yor: «Bu âyetten sonra harem farz kılınmıştır ki; o za­mana kadar Arab'da âdet değildi. (Harem usûlü) hem erkek­lerin hem kadınların kalbleri için daha ziyade te­miz­lik­tir. Yani şeytanî hatıra­lardan, vesvese­lerden uzaklaşılır, iffet ve ismet(günahsızlık, günah işle­meme) hisleri daha ziyade yükselir; edeb, nezahet, takva,(günahsızlık, günah işle­meme, günahlardan kaçarak Allah rızâsına uyan hayırlı amel) ihti­ram artar.» (Elmalılı Tefsiri 3921)

Kur'an(Ahzab Suresi 33:59) âyetinde geçen "cilbab", baştan aşağı örten çarşaf, fe­race, car gibi dış kisvesinin adı­dır. ...Çarşaf ve peçe demektir. (Elmalılı Tefsiri 3927)

Müfessir ve imamlar, âyette geçen cilbabı, ekseriyetle böyle beyan ederler. Bu cilbabda süslü biçimler ve gü­zel görünmek için süslemelerin şeriatça yapıl­ma­ması ge­rekiyor.

Malum olduğu üzere bütün şekiller ve renkler göz için; göz dahi şekiller ve renkleri görüp idrak etmek ve alâka duy­mak içindir. Eğer görme olmazsa, şekiller ve renkler, insan için gayb âleminden sayı­lırdı.

Bu hakikata binaen kadın, vücudunu örttüğü cil­ba­bında tezeyyüne(güzel görünmeye) müteallik şe­killer ve renkler bulun­ması, kendi­sine ba­kanların hissî dikkatlerini ve alâkala­rını çek­meye vesile olduğundan şeriatça bunlar caiz gö­rül­memiştir.

Ezcümle: Muhammed Ali Es-Sabûnî'nin Revai-ül Beyan Tefsir-ü âyât-il ahkâm minel Kur'an tefsirinin 2. ci. 373, 388. sayfalarında tesettüre ait mes'eleleri beyan eder­ken (şer'î hicabın şartları) bah­sinde burada özetle aldığımız şu şartları sayar:

«Evvelen: Örtünün bütün vücudun her tarafını örtmesi...

Saniyen: Hicabın şeffaf olmaması ve vü­cud hatla­rını belli etmemesi...

Salisen: Hicabın kendisinde zinet için şekiller ve renkler olmaması...

Rabian: Bol olması, vücud yapısını belli et­me­mesi...

Hamisen: Koku sürünmüş olmaması...

Sadisen: Erkek kisvesi şeklinde olma­ması...

Bir rivayette de şöyle buyurulur:
"Cilbabları ile örtünsünler" emri nazil olunca, Ensar kadınları baştan aşağı cilbablarına bürünmüş ola­rak çıktılar.» (Tac Tercemesi, ci:3 hadis:564)

Yukarıda ifade edildiği gibi cilbab, kadının giy­diği elbi­senin dışından yukarı­dan aşağıya sarkıtılarak örtündüğü ve bü­tün vücudu kaplayan örtü ve kisvedir ki, mahrem­le­rine karşı değil, namahremlere karşı yeis devresine kadar örtün­meye mec­burdur. Yeis devresin­den sonra ise, tavsiye edil­miştir. (Kur'an 24:60)

Fakat fitne veya fitne ih­timali varsa yeis halinden yani, çocuktan kesilme devresinden sonra da cilbabı ör­tün­mek lâ­zım­dır. Fitnesiz İslâm cemiyetinde, me'yusiyet dev­resine gi­ren kadının cilbabını ör­tünmesi mezkûr âyette tav­siye dere­cesine indirilmesin­den de anlaşılıyor ki me'yusi­yet öncesinde cilbabın örtülmesi tavsiye derecesinin üstündedir. Yani farz­dır.

Ehl-i tefsirin, tesettürün keyfiyeti hususunda muhtelif akvalleri yani sözleri ve hükümleri vardır:

İbn-i Cerir-i Taberi, İbn-i Sirin'den şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir. İbn-i Sirin demiştir ki:

«Ubeyd-es Selmanî'den cilbablarını üzerlerine örtsün­ler mealin­deki âyet hakkında sordum. Hicabın şek­lini şöyle tarif etti:"Üzerindeki milhafeyi (car ve çarşaf de­dik­leri kaf­tanı) kaldırıp, onunla -baştan aşağıya kadar- bü­tün vü­cudunu örttü. Ve çarşafla bütün başını, ta kaşlarına kadar ka­pattı ve yüzünü de örttü. Yalnız yüzünün sol ta­ra­fındaki yer­den sol gözünü tek açık bıraktı." (Taberi Tefsiri, Hazin, Cemel)

Yine İbn-i Cerir, Ebu Hayyan, Hz. İbn-i Abbas (R.A.) dan şöyle dediğini ri­va­yet ediyorlar:

«Kadın cil­babını cebin denilen yüz cebhesinin her iki tarafına ka­dar geti­rip kapatır. Bağlıyarak ondan sonra örtü­sünü burnu üzerine atar. Her ne kadar iki gözü açık kalsa dahi. Fakat boynunu, göğsünü ve yüzünün büyük ço­ğunluğunu (yani, gözleri açık kalabile­ceğinden dolayı yüzünün hepsini denme­yip ekserisini de­miş) örter.» (Bahr-ül Muhit cilt:7, sh: 250)

«Yüz avret değildir, açık kalabilir diyen âlimler, şu şartla demişler: Eğer fitneyi (şehveti) uyandıracak boya vesaire gibi, yüzün zinet maksadıyla kullanılan bir şey mev­cud değilse ve fitneden de emni­yeti varsa (meselâ pir-i fani olmuş bir kadın gibi), işte bu halette yüzünü açabi­lir. Yoksa fitne ihtimali olduğu takdirde bil'ittifak kadın yü­zünü açık bırakması haram­dır.» (Bak: Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkıhı sh: 260)

«İslâm cemiyetlerinde gayr-ı müslim ka­dın­lar her ne kadar tesettür-ü şer'î ile mükellef değillerse de fakat hayat-ı içti­maiyeyi ifsad edecek hareketlerde bu­lun­mak­tan men' edilirler... Hayat-ı içti­maiyeyi fitne ve fücur­dan muhafaza et­mek için İslâmiyetin âdab-ı içtimaiyesi, müslim, gayr-ı müslim herkese tatbik edilir ve bu vazife devlet tara­fından icra olunur.» (Taberi Tefsiri, Ahzab/33. âye­tinin tefsirinden telhisen)

İhticab ve mesturiyetin yani, "per­delenme ve ör­tün­menin" nev'i ikidir. Biri: Hane içinde ihticabdır ki, kadın kısmı evi içinde zevcinin ve mahremleri­nin gay­riye muhalit (yani beraber ve bi­rarada) olmamak ve gö­rünmemektir. Diğeri: Hane dışında ihticabdır ki, kim­seye görünmemek üzere yüzünü ve baş­tan aşağıya ka­dar bütün en­damını (vücudunu) ve hatta libasını (yani evde giydiği elbisesini) örtmek ve gizlemek­tir. Bunun zıddına tekeşşüf (açılma) ve bu­nun da ifratına tebez­zül (yani, ayak al­tına düş­müş ve herkesin oyuncağı olmuş derecede kıy­met­siz ve mübtezel olmak) tabir olunur.

Kadınlar tekeşşüften ve tebezzülden ve ricalin (erkeklerin) iştihalı gözlerine, dar örtülerle arz-ı endam et­mek­ten memnu'durlar. Yüzle­rini ve ellerini hatta ayak­larını, na­mazda açık bulundurabilirler. Ve­lâkin za­ruret olma­dıkça mahrem ol­mıyana bunları (yani yüzle­rini, ellerini ve ayaklarını) dahi gösteremezler. Sokakta yüz açmak ve li­basın (yani evde giydiği elbisenin) ko­lunu veya eteğini ör­tüden (yani cilbabdan ve çarşaftan) çı­karmak, şeriatın em­rine muhaliftir. İhticab (tam ör­tünmek) emr-i Kur'anîdir. Onda (örtünmede) tehavünün (yani, ör­tünmede lâkaydlık ile hassasiyet gös­termeme­nin) ve­bali bü­yüktür. Yüz na­mahrem değildir tabiri, sa­lât (namaz) hakkında ol­maktan gayride galattır. (Yani: Yüz, namaz dı­şında ör­tülmelidir.)

Sure-i Celile-i Ahzab ile inen hicab (örtünme) âye­tinde: Açık-saçıklık, nehiy (haram) ve kadınlar er­kekle ihtilattan (karışık bulunmaktan) men'olu­narak örtü altında siyanet kılındılar (yani, mu­ha­faza al­tına alındılar). Zinetlerinden madud olan libasları (yani, süs eşyası kabul edilen evde giydikleri elbiseleri) dahi er­kek­lerden örtünmeye mecbur ola­rak (yani kadınlara em­redilerek) bürgü ve çarşaf içinde bulun­dular ve yüz­le­rine peçe çekip yalnız gözlerini açık bulun­durdular.» (Nimet-ül İslâm III. Kısım 71)

Cemiyette fitne veya fitne emareleri görül­düğü zaman, şeriat ruhsatı değil, azi­meti esas alır. Meselâ Ömer Nasuhi Efendi, Büyük İslâm İlmihali'nde, ka­dın­ların teset­türü hak­kında:

«Hürre(esir veya cariye olmayan müslüman hür kadın) olanların yüzleri ile ellerinden başka bü­tün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri ise, ne na­mazda, ne de bir fitne korkusu bulun­madıkça, namaz dı­şında avret de­ğildir.» der. (Büyük İslâm İlmihali sh: 99)

Yani, fitne ihtimali ya da fitne varsa, yüz ve elin açılması yasaklanır. İşte Nimet-ül İslâm'dan alınan bir önceki parçada, bu şer'î kaidenin tatbikini gösterip yüz ve el­leri de örtmeyi kaydediyor. Büyük İslâm İlmihali'nden alı­nan parçada ise, "fitne ih­timali" kay­dını koymakla, bu mevzuda ikisi de "örtme" hükmünde birleşiyorlar.

Zamanımızda ise, "fitne ih­timali"nin en dehşetli dere­cede bulunduğu apaçık meydandadır.

Hasbel-icab(durum gereği ola­rak) taşraya çıkan kadında çarşaf olma­yınca süfeha güruhu onları açık görüp tamaa düştükleri gibi şüp­heli ve iffetini ihlal eden kadınlardan oldukları zannıyla arkala­rına düşerek rahatsız edeceklerine binaen Cenab-ı Hak, kadın­ların çarşafa bürünüp mesture olmala­rını em­retmiş ve hikmeti de bürgülü olan kadının kim ol­duğu bilinme­mekle suizandan ve süfe­hanın takibinden kur­tul­maları olduğunu beyan etmiştir.

Hülasa, hatunların bürgü bürünmeleri vacib ol­duğu ve bürgülü olunca ecanibin o kadının kim oldu­ğunu bile­medik­lerin­den dolayı, taarruzdan vareste olup eza­dan kur­tul­dukları ve hatunların mesture olmalarıyla fitne kapılarının kapanacağı, bu âyetten müs­tefad olan fevaid cümle­sinden­dir.» (Hülasat-ül Beyan, ci:11, sh:4467-4470, Konyalı Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, İstanbul)

Yukarıdan buraya kadar beyan olunduğu üzere şer'î te­settürün hususiyetlerini taşıyan herhangi bir dış örtüsünü üzerine örtünmek Kur'ânın emrini yerine getirmeye kâfîdir.

Yani şer!î tesettür, çarşaf, ferace, ve câr denilen örtü­lere münhasır olmayıp, baştan aşağıya doğru sarkıtılarak bol, vü­cud hatlarını belli etmeyecek şekilde, bütün vücudu örten ve çeşitli renk ve süslemelerle câzip hali bulunmayan her hangi bir örtü "cilbab" vasfını taşır.

Bu vasfa uygun olarak malûm çarşaf, ümmetçe tasvib edilmiş ve uzun seneler pek çok bölgelerde yaygın olarak kullanılmış ve şeair vasfını kazanmıştır.

Şeair vasfı sebebiyle de ifsad cereyanları daha çok tesettüre düşman olup her vesileyle menfi propa­ğandalarla tesettüre hücum ederler. Fırsat buldukça da bilfiil tecavüzler yaparlar ve yaptırırlar. Böyle vahşiyane teca­vüzler karşı­sında müslümanlar bu şer'î tesettüre ve te­settürlülere daha çok sahip çıkıyorlar ve çıkmalıdırlar.

http://www.ittihad.com.tr/tesettur.htm#_Toc59621677