TOPLUM HAYATINDA MUAŞERET ÖLÇÜLERİ
Bir topluluk arasında bulunan kimse, hareketlerini kontrol etmek ve cemiyet ahlâkına saygı göstermek zorundadır. Kimsenin bulunmadığı bir yerde dilediği gibi hareket eden insan, cemiyet içine girdiği zaman kendini bazı kayıtlara tâbi tutmalı ve insânî ölçülere uygun hareket et-melidir. Kişi, dilediği her şeyi yapmaya kalkışacak olursa, mahlûkatın şerefce en üstünü bulunan insan, edebten mahrum bir yığın haline gelir,
İnsanlardan saygı bekleyen bir kimse, halka saygılı davranmak zorundadır. Lâübâlice hareket eden, sevgiden mahrum kalır. "Hür insan, dilediğini yapabilmelidir" iddiası ile hareket eden fert, sonunda nefs düşmanına tutsak olur. Dinine bağlı ve insanlara saygılı kimselerin riayet edeceği muaşeret usullerini şöyle ifade edebiliriz:
a) İslâmî edebleri dimağına nakşeden bir insan; hoşgörü sahibi olmalıdır. Medeni bir fert, şahsına karşı işlenen kusurları bağışlama asaleti göstermeli ve yaratanın hatırı için yaratılmışları hoş görmelidir. Başkalarından müsamahalı hareket gördüğü zaman hoşlanan kimse, bu haslete kendisi sahip olmazsa hodbinlikle suçlanır. Kendini beğenip başkalarını hakir görenler, nezaket ölçülerinde izafîlik fikrini türetmiş olurlar. Vicdanların mürebbisi ve kâinatın en yüce efendisi bulunan Peygamberimiz; "Hoş gör ki, hoş görülesin" (1) buyurmuştur.
b) Bir toplulukta konuşma yapacağımız zaman, mütehakkimâne bir ifade ile değil, mütebessim bir yüzle hitap etmeli; muhatabımıza adı ile değil, şahıs zamiri ile. hitap etmeli ve bu yolu tercihte bile ince ve sakince konuşmalı, "sen" kelimesi yerine "siz" demenin üstünlüğünü hatırdan çıkarmamalıdır.
c) Bir meselenin vuzûha kavuştuğunu tesbit için karşımızdaki şah-sa soru yöneltmek gerektiğinde, "anladın mı?" demeyip "anlatabildim mi?"şeklinde konuşmalıdır. Birinci tarzda bir soru, muhatabımızın anlayışsız olduğunu kabul ettiğimize delil gösterilerek töhmet altına itilmemize sebep olur.
d) Muhataplarımıza karşı kullanacağımız hürmet ve saygı ifadelerini, onların ilmî ve ictimâî durumlarını dikkate alarak istimal etmeli; bilgisi ile temâyüz etmiş kimseye "zât-i âliniz", devlet büyüklerine "zâtı devletiniz", yabancı misyon şeflerine "ekselans" diyerek hitap etmeli, dinimizin emri olan nezaketi hacimde şekil gibi ruhumuza yerleştirmelidir.
e) Muhatabımızın kulağında işitme özrü yok ise, sesimizi karşımızdaki şahsın duymasına yetecek seviyeden daha fazla yükseltmemelidir. Otobüs, tren ve benzeri seyr-ü sefer vasıtalarında yolculuk yaparken, yanımızdaki şahsın duymasına kâfi gelecek bir sesle konuşmalı; gece yolculuklarında, mecbur kalmadıkça, konuşmamalıdır. Zaruret bulunduğu zaman, meramımızı "fısıltı" yoluyla ifadeye çalışmalı dır.
f) Caddede giderken, bizden ileride gitmekte bulunan bir şahsa, arkasından bağırarak durdurmaya kalkışmamalıdır. Böyle bir davranış, "sürü" idare etmekte kullanılan " çoban metodu" dur, O şahsa ulaşmanın yolu, onu durdurmak değil, kendi yürüyüşümüzün hızını artırmak, yaklaştığımızda selam vermek suretiyle olmalıdır.
g) Toplum arasında bulunurken, aksırma veya öksürme zorunda kalırsak elimiz ile ağzımızı kapamalı; bu hal sofrada bulunurken ârız olursa arkaya doğru dönmeli ve mendilimizle ağzımızı kapatıp huzurumuzdaki kimselerin tiksinmesine sebep olacak serpintileri önlemeliyiz.
h) Bir cemiyet içinde bulunurken kahkaha ile gülmemelidir. Ördekvâri bir gülüş, sahibinin ciddiyetini zedeler ve halkın huzurunu kaçırır. İlâhî edebe aykırı oluşu sebebiyle, namaz esnasında sâdır olan "kahkaha", ibadetle birlikte abdesti de bozar. Gülmede bu dereceye ulaşan ölçüsüzlükler, hareketlerimizi aklın kontrolu altına alamayışı-mızdan kaynaklanır.
ı) Fevkalâde gülünç bir hal ile karşılaştığımız veya gülme hissimizi tahrik eden bir söz işittiğimiz zaman, kendimize hakim olamazsak, elimizle ağzımızı kapamalı, nâhoş görüntü ve gürültüleri önlemeliyiz.
j) Gülmeyi gerektiren bir hal mevcut değil iken, meclisteki bazı kimselerle bakışarak ve göz kırparak yapılan gülümsemeler, yanımızda bulunan kimselerin dikkatini ve kuşkusunu celp eder. Çünkü mahiyeti bilinmeyen mânâsız sırıtmalar, yanlış kanaatleri ve sûi zannı körüklemiş olur. Bu gibi halden sakınmak, İslâmî edebe yatkın olan kimselerin şiârıdır.
k) Yaşça ve ilim itibarıyla büyüklerimize hürmette kusur etmemeli; bilgisi ile fikrimizi aydınlatan hocamıza» kendisinden sanat öğrendiğimiz ustamıza ve tecrübelerinden faydalandığımız yaşlı kimselere saygılı olmalıyız. Bu şekilde hareketimiz, hem Hakk'ın rızasına hem de halkın hoşnutluğuna vesile olur.
I) Şehir otobüslerinde ayakta kalan ihtiyarlara kendi yerimizi ikram etme nezaketini göstermeliyiz. Bu hususa ışık tutacak bir vakayı naklederek bilgilerinizi tazelemek isteriz. Ci'râne (veya Ciirrâne) ismiyle anılan ve Mekke'nin 16 km. kadar yakınında bulunan mikât mahallinde bulunduğu bir sırada, kendisine doğru gelmekte bulunan sütannesi Halimei Sa'diye (r. anha) yı gören Resûlüllah (s.a.v.), hemen ayağa kalkmış ve onu güleryüzle karşılamıştı. Sırtından çıkardığı cübbesini yere sermiş ve bu muhterem kadını cübbesinin üzerine oturtmuştu. Al-lah Resûlünün bu hareketini gören veya işiten ashap, bu yolda hareket etmeyi kendileri için bir vazife kabul etmişlerdi. Hz. Ebû Bekir, halifeliği sırasında Halime (r. anha) yı gördüğünde cübbesini yere serip onun üzerine oturmasını rica etmiş; Hz. Ömer de halifeliği devrinde aynen böyle hareket etmişti.
m) Bir toplantıya katılacağımızda el ve ayak temizliği yapmalı, diş-lerimizi fırçalamalı, kendimizi çekip çevirmeli güzel bir görünüşe sahip olmalıyız. Temiz ve güzel giyinmeyi kibirle bağlantılı imiş gibi görmek yanlıştır. Mütekebbir insan, eski elbise giydiği zaman da huyunu devam ettirebilir. Kibir, hakkı reddetmek ve insanları hakir görmektir.
n) Cuma ve bayram namazına gideceğimizde -mümkünse- boy abdesti almalı, en güzel elbisemizi ve temiz çoraplarımızı giymeliyiz. Bahsi geçen namazlara gitmeden önce sarmısak, soğan ve pırasa yememeli; kasaplık ve balıkçılık yapan esnaf, cemaate giderken iş elbisesini değiştirmelidir.
o) Camiye vardığmızda nerede boş yer varsa oraya oturmalı, halkın omuzlan üzerinden adımlayarak ön tarafa geçmeye heveslenme melidir. Hatip veya vaiz konuşmasını yaparken dikkatle dinlemeli ve halkın dikkatini dağıtacak davranışlarda bulunmamalıdır. Zira irât edilen hutbeyi dinlemek farz; yapılan vaaza kulak vermek dinî bir edebdir.
p) Bir topluluğa su, çay ve benzeri meşrubat dağıtacağımızda, Allah Resulünün sünnetine uygun olması için, kapıdan içeri girdiğimizde sağımızda kalan kimseden başlamalı, sonra onun sağında oturan kimseye ikramda bulunmalı ve bu sırayı takip ederek işin sonuna ulaşınca en son kendimiz almalıyız.
r) Yemeğe oturacağımızda ellerimizi güzel bir şekilde yıkamalıyız. Sofrada üzüntü verecek şeyler anlatmamalı ve halkın neşesini kaçırmamalıdır. Toplu olarak bir kaptan yenilecekse önümüzden yeme alışkanlığını ihmal etmemeliyiz. Ağzımızdaki protez dişin altına kaçan ve rahatsızlık veren bir şeyi, sofra başında değil, lavaboda izaleye çalışmalıyız.
s) Bir ziyafete katıldığımızda ev sahibine teşekkür etmeli ve emeği geçenlere takdirkârlığımızı dile getirerek ev halkının gönüllerini memnun etmeliyiz. Bir bardak su bile olsa, yapılan bir ikrama şükranlarımızı dile getirip duada bulunmalıyız.
t) Cemiyet içinde bulunurken vâki olan ve halkın üzüntüsüne yol açan bir hadise karşısında sevinmemeli ve yanlış tefsir edilecek hareketlerden çekinmelidir. Bu cihetteki yanlış bir tavır, sahibinin nezaketsizliğine haml olunur.
Kâmil mânâda bir insan olmak isteyen, İslâm'ın ölçülerine ve muaşeret usullerine riayette kusur etmemelidir.
Feyzü'l-Kadir, c. 1,sh. 5.12.
İnsanlardan saygı bekleyen bir kimse, halka saygılı davranmak zorundadır. Lâübâlice hareket eden, sevgiden mahrum kalır. "Hür insan, dilediğini yapabilmelidir" iddiası ile hareket eden fert, sonunda nefs düşmanına tutsak olur. Dinine bağlı ve insanlara saygılı kimselerin riayet edeceği muaşeret usullerini şöyle ifade edebiliriz:
a) İslâmî edebleri dimağına nakşeden bir insan; hoşgörü sahibi olmalıdır. Medeni bir fert, şahsına karşı işlenen kusurları bağışlama asaleti göstermeli ve yaratanın hatırı için yaratılmışları hoş görmelidir. Başkalarından müsamahalı hareket gördüğü zaman hoşlanan kimse, bu haslete kendisi sahip olmazsa hodbinlikle suçlanır. Kendini beğenip başkalarını hakir görenler, nezaket ölçülerinde izafîlik fikrini türetmiş olurlar. Vicdanların mürebbisi ve kâinatın en yüce efendisi bulunan Peygamberimiz; "Hoş gör ki, hoş görülesin" (1) buyurmuştur.
b) Bir toplulukta konuşma yapacağımız zaman, mütehakkimâne bir ifade ile değil, mütebessim bir yüzle hitap etmeli; muhatabımıza adı ile değil, şahıs zamiri ile. hitap etmeli ve bu yolu tercihte bile ince ve sakince konuşmalı, "sen" kelimesi yerine "siz" demenin üstünlüğünü hatırdan çıkarmamalıdır.
c) Bir meselenin vuzûha kavuştuğunu tesbit için karşımızdaki şah-sa soru yöneltmek gerektiğinde, "anladın mı?" demeyip "anlatabildim mi?"şeklinde konuşmalıdır. Birinci tarzda bir soru, muhatabımızın anlayışsız olduğunu kabul ettiğimize delil gösterilerek töhmet altına itilmemize sebep olur.
d) Muhataplarımıza karşı kullanacağımız hürmet ve saygı ifadelerini, onların ilmî ve ictimâî durumlarını dikkate alarak istimal etmeli; bilgisi ile temâyüz etmiş kimseye "zât-i âliniz", devlet büyüklerine "zâtı devletiniz", yabancı misyon şeflerine "ekselans" diyerek hitap etmeli, dinimizin emri olan nezaketi hacimde şekil gibi ruhumuza yerleştirmelidir.
e) Muhatabımızın kulağında işitme özrü yok ise, sesimizi karşımızdaki şahsın duymasına yetecek seviyeden daha fazla yükseltmemelidir. Otobüs, tren ve benzeri seyr-ü sefer vasıtalarında yolculuk yaparken, yanımızdaki şahsın duymasına kâfi gelecek bir sesle konuşmalı; gece yolculuklarında, mecbur kalmadıkça, konuşmamalıdır. Zaruret bulunduğu zaman, meramımızı "fısıltı" yoluyla ifadeye çalışmalı dır.
f) Caddede giderken, bizden ileride gitmekte bulunan bir şahsa, arkasından bağırarak durdurmaya kalkışmamalıdır. Böyle bir davranış, "sürü" idare etmekte kullanılan " çoban metodu" dur, O şahsa ulaşmanın yolu, onu durdurmak değil, kendi yürüyüşümüzün hızını artırmak, yaklaştığımızda selam vermek suretiyle olmalıdır.
g) Toplum arasında bulunurken, aksırma veya öksürme zorunda kalırsak elimiz ile ağzımızı kapamalı; bu hal sofrada bulunurken ârız olursa arkaya doğru dönmeli ve mendilimizle ağzımızı kapatıp huzurumuzdaki kimselerin tiksinmesine sebep olacak serpintileri önlemeliyiz.
h) Bir cemiyet içinde bulunurken kahkaha ile gülmemelidir. Ördekvâri bir gülüş, sahibinin ciddiyetini zedeler ve halkın huzurunu kaçırır. İlâhî edebe aykırı oluşu sebebiyle, namaz esnasında sâdır olan "kahkaha", ibadetle birlikte abdesti de bozar. Gülmede bu dereceye ulaşan ölçüsüzlükler, hareketlerimizi aklın kontrolu altına alamayışı-mızdan kaynaklanır.
ı) Fevkalâde gülünç bir hal ile karşılaştığımız veya gülme hissimizi tahrik eden bir söz işittiğimiz zaman, kendimize hakim olamazsak, elimizle ağzımızı kapamalı, nâhoş görüntü ve gürültüleri önlemeliyiz.
j) Gülmeyi gerektiren bir hal mevcut değil iken, meclisteki bazı kimselerle bakışarak ve göz kırparak yapılan gülümsemeler, yanımızda bulunan kimselerin dikkatini ve kuşkusunu celp eder. Çünkü mahiyeti bilinmeyen mânâsız sırıtmalar, yanlış kanaatleri ve sûi zannı körüklemiş olur. Bu gibi halden sakınmak, İslâmî edebe yatkın olan kimselerin şiârıdır.
k) Yaşça ve ilim itibarıyla büyüklerimize hürmette kusur etmemeli; bilgisi ile fikrimizi aydınlatan hocamıza» kendisinden sanat öğrendiğimiz ustamıza ve tecrübelerinden faydalandığımız yaşlı kimselere saygılı olmalıyız. Bu şekilde hareketimiz, hem Hakk'ın rızasına hem de halkın hoşnutluğuna vesile olur.
I) Şehir otobüslerinde ayakta kalan ihtiyarlara kendi yerimizi ikram etme nezaketini göstermeliyiz. Bu hususa ışık tutacak bir vakayı naklederek bilgilerinizi tazelemek isteriz. Ci'râne (veya Ciirrâne) ismiyle anılan ve Mekke'nin 16 km. kadar yakınında bulunan mikât mahallinde bulunduğu bir sırada, kendisine doğru gelmekte bulunan sütannesi Halimei Sa'diye (r. anha) yı gören Resûlüllah (s.a.v.), hemen ayağa kalkmış ve onu güleryüzle karşılamıştı. Sırtından çıkardığı cübbesini yere sermiş ve bu muhterem kadını cübbesinin üzerine oturtmuştu. Al-lah Resûlünün bu hareketini gören veya işiten ashap, bu yolda hareket etmeyi kendileri için bir vazife kabul etmişlerdi. Hz. Ebû Bekir, halifeliği sırasında Halime (r. anha) yı gördüğünde cübbesini yere serip onun üzerine oturmasını rica etmiş; Hz. Ömer de halifeliği devrinde aynen böyle hareket etmişti.
m) Bir toplantıya katılacağımızda el ve ayak temizliği yapmalı, diş-lerimizi fırçalamalı, kendimizi çekip çevirmeli güzel bir görünüşe sahip olmalıyız. Temiz ve güzel giyinmeyi kibirle bağlantılı imiş gibi görmek yanlıştır. Mütekebbir insan, eski elbise giydiği zaman da huyunu devam ettirebilir. Kibir, hakkı reddetmek ve insanları hakir görmektir.
n) Cuma ve bayram namazına gideceğimizde -mümkünse- boy abdesti almalı, en güzel elbisemizi ve temiz çoraplarımızı giymeliyiz. Bahsi geçen namazlara gitmeden önce sarmısak, soğan ve pırasa yememeli; kasaplık ve balıkçılık yapan esnaf, cemaate giderken iş elbisesini değiştirmelidir.
o) Camiye vardığmızda nerede boş yer varsa oraya oturmalı, halkın omuzlan üzerinden adımlayarak ön tarafa geçmeye heveslenme melidir. Hatip veya vaiz konuşmasını yaparken dikkatle dinlemeli ve halkın dikkatini dağıtacak davranışlarda bulunmamalıdır. Zira irât edilen hutbeyi dinlemek farz; yapılan vaaza kulak vermek dinî bir edebdir.
p) Bir topluluğa su, çay ve benzeri meşrubat dağıtacağımızda, Allah Resulünün sünnetine uygun olması için, kapıdan içeri girdiğimizde sağımızda kalan kimseden başlamalı, sonra onun sağında oturan kimseye ikramda bulunmalı ve bu sırayı takip ederek işin sonuna ulaşınca en son kendimiz almalıyız.
r) Yemeğe oturacağımızda ellerimizi güzel bir şekilde yıkamalıyız. Sofrada üzüntü verecek şeyler anlatmamalı ve halkın neşesini kaçırmamalıdır. Toplu olarak bir kaptan yenilecekse önümüzden yeme alışkanlığını ihmal etmemeliyiz. Ağzımızdaki protez dişin altına kaçan ve rahatsızlık veren bir şeyi, sofra başında değil, lavaboda izaleye çalışmalıyız.
s) Bir ziyafete katıldığımızda ev sahibine teşekkür etmeli ve emeği geçenlere takdirkârlığımızı dile getirerek ev halkının gönüllerini memnun etmeliyiz. Bir bardak su bile olsa, yapılan bir ikrama şükranlarımızı dile getirip duada bulunmalıyız.
t) Cemiyet içinde bulunurken vâki olan ve halkın üzüntüsüne yol açan bir hadise karşısında sevinmemeli ve yanlış tefsir edilecek hareketlerden çekinmelidir. Bu cihetteki yanlış bir tavır, sahibinin nezaketsizliğine haml olunur.
Kâmil mânâda bir insan olmak isteyen, İslâm'ın ölçülerine ve muaşeret usullerine riayette kusur etmemelidir.
Feyzü'l-Kadir, c. 1,sh. 5.12.
AHLAK VE EDEBLE İLGİLİ MEVZULAR
- MEŞRUBAT İKRAMINDA ÖLÇÜ
- İNSANI YÜCELTEN İSLÂMÎ EDEBLERDE ÖLÇÜ
- HİKMET SAHİBİ OLMADA ÖLÇÜ
- TEVAZUDA ÖLÇÜ
- VAKARLI OLMADA ÖLÇÜ
- TEVEKKÜLDE ÖLÇÜ
- MAKBUL OLAN SABIRDA ÖLÇÜ
- SEVGİDE VE BUĞZDA ÖLÇÜ
- BEŞERÎ MÜNASEBETLERDE ÖLÇÜ
- ARKADAŞLIK MÜNASEBETLERİNDE ÖLÇÜ
- TOPLUM HAYATINDA MUAŞERET ÖLÇÜLERİ
- TOPLANTI MAHALLERİNDE DİKKAT EDECEĞİMİZ İSLÂMÎ VE İNSANÎ ÖLÇÜLER
- BÜYÜKLERE SAYGIDA ÖLÇÜ
- İSTİZÂNDA İSLÂMÎ ÖLÇÜLER
- SOKAKTA ÖLÇÜ
- SELAMLAŞMADA ÖLÇÜ
- ÖVGÜDE ÖLÇÜ
- CEMAATLER ARASI İTTİFAKTA ÖLÇÜ
- KONUŞMADA ÖLÇÜ
- ŞİİRDE ÖLÇÜ
- GÜLMEDE ÖLÇÜ
- GİYİNİP KUŞANMADA İSLÂMÎ ÖLÇÜ
- YÜZÜK TAKINMAKTA DİKKATE ALINACAK DİNÎ ÖLÇÜLER
- KOKU KULLANMADA ÖLÇÜ
- YİYİP İÇMEDE İSLAMİ ÖLÇÜLER
- YATIP UYUMADA ÖLÇÜ