İNSANI YÜCELTEN İSLÂMÎ EDEBLERDE ÖLÇÜ

İnsanların kalplerini hakikat nurları ile doldurabilmek, halkla olan münasebetlerinde nazikâne davranmakla ve muaşeret edeblerine riayet etmekle mümkün olabilir. Muhatabını gücendirmeden cemiyete kazandırabilmek, dil nezahetini korumaya ihtiyaç göstermektedir. Edeb sarayının yegâne efendisi bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bir şahsa öfkelendiğî zaman, edep hududunun dışına çıkmaz ve "Alnı tozlanası o kimseye ne oluyor?" (1) diyerek, secde ile terakkisini temenni ettiğini dile getirirdi. Onun bu nezaketini tebcil ve tescil eden bir âyet-i kerimede "...Eğer (bilfarz) kaba, katı yürekli olsaydın; onlar senin etrafından dağılıp gitmişlerdi bile" (2) buyrulmaktadır.

Edep; hayır, nezaket, güzel terbiye, mekârimi ahlâk ile ittisaf etmek gibi mânâlarda kullanılmakta, davranışlarımızda kaba hareketlerden; konuşmalarımızda incitici sözlerden sakınma nezaketine isim olmaktadır.
Edep; hakla muaşeret hususunda güzel görülen usullere riayet etmek, başkalarına karşı saygılı davranmak ve medeni ölçülere ters düşen hareketlerden sakınmaktır.

Edep, her nevi hatadan sakınmayı bilmek; gerek mü'minlere ge-rekse gayri müslimlere karşı yumuşak huyluluktan, güler yüzlülükten ve zarifâne hareketlerden ayrılmamaktır.

Gök kubbesinin altında asırlarca değerini kaybetmeden yaşayan,dillerde dolaşan ve dimağlara nakşolup gönülleri tezyin eden sözlere "hoş kelâm" adı verilmektedir. Bu isimle anılan konuşma tarzı, gönüllere teselli iksiri olarak serpilen ve insanı hayata bağlayan sözlerin dile getirilme edebidir. "Hoş kelâm, sadaka (vermişcesine makbul olacak) dır" (3) hadis-i şerifi, dil nezaketinin ve beşeri muaşeret kaidelerinin değerini ortaya koymaktadır. Konuşmalardaki zarafet, davranışlardaki nezaket, medeni bir insanın ayrılmaz lâzımı olmaktadır.

Edep ve nezaket dini bulunan İslâm, çok değişik sahada faaliyet gösteren insanlara en güzel davranışları "Edep" ismi altında açıklamış bulunmaktadır. Şeriat caddesinin rehberi bulunan ilim adamları, gerek sarahaten gerekse işaret yolu ile, tavsiye olunan bu ince davranışları, risaleler ile veya büyük çaptaki eserlerle açıklamış bulunmaktadırlar. Çobandan devlet reisine, kadıdan mübaşirine, mürşid'ten müride, ho-cadan talebeye kadar her ferdi ve zümreyi alâkadar eden edebler, bahsi geçen eserlerde tesbit edilmiş ve halkın istifadesine sunulmuştur.

Devlet reisinin tebeasına karşı davranışı, keyfi bir hareket tarzı olamazdı. Elindeki salâhiyeti ve emri altındaki adamları, idare etmekle vazifeli bulunduğu milletin aleyhine kullanmaması gerekirdi. Sultanın aşırılıklarına set çeken ve eksiklerini ikmale matuf çok değerli kitaplar telif edilmiş bulunmaktadır. "Ahkâm-ı Sultaniye" adlı eser ile, Hicrî 412 tarihinde âlem-i cemâle göç eden Ebû Abdullah Muhammed bin Câfer bin Ahmed et-Teymî'nin yazdığı "Edeb'üs-sultân"isimli eser, bu sahada kaleme alınmış telifattan ancak iki isim olmaktadır.

Hüküm verme mevkîinde bulunan kadı ve hakimlerin, adalet tevzîinde hatadan sakınmaları gerekirdi. Bu makamlarda bulunan zatların, öfkesine mağlup olduğu zaman vereceği kararın kendisini yanıltacağını, maznunları yargılama sırasında "ihsâs-ı rey" etmenin adâlete gölge düşüreceğini ve davalı veya davacının "hediye" ismi ile takdim edeceği şeyi kabul etmenin adalet makamına beslenen itimadı zâ'fa uğratacağını dikkate alan İslâm âlimleri, "Edeb'ül-kadî" ismiyle birçok eser telif etmişler ve adaletin fildişi kulesinde oturan bu zatları İslâma uygun biçimde uyarmışlardır.

Hanefî müctehidlerinden İmam Ebû Yusuf'un telif ettiği "Edeb'ülkadî alel-mezhebi'l-hanefiyye" adlı eser, bu sahada ilk yazılan kitap özelliğini taşımaktadır. Bu kitabın üzerine pek çok şerh, hâşiye ve tâlîkât yazılmıştır. Daha sonraki tarihlerde Hanefî âlimlerinden Kadı Ebû Hâzim AbdülHamid bin Abdül-Aziz, Ebû Cafer Ahmed bin İshak el-Enbârî, Ahmed bin Aliyy'ülCassas, Ebül-Hüseyn Ahmed bin Mu-hammed el-Kudûrî, Şems'üleimme Muhammed bin Ahmed es-Serahsî, "Kadıları alâkadar eden âdâb"ı toplayan ve açıklayan değerli eserler kaleme almışlardır.

Ders okuyan talebe, kendilerinin dimağına ilmin hakikatlerini nakşeden hocasına karşı son derece saygılı ve ondan öğrendikleri ile âmil olmak zorundadır. Onlara ders veren zat, talebenin dinî esaslara bağlılığını ve kendine gösterilen saygıyı müşahede edince tevdî edeceği ilmî emaneti vicdan rahatlığı içinde onlara vermiş olur. Hoca ile talebe arasında bulunması gerekli âdâb ile talebe üzerindeki hoca hakla-rı, "Adâbı müteallimîn" ismi ile yazılan eserlerde açıklanmış bulunmaktadır. Bu mevzuda en doyurucu bilgileri, ilmî bir muhteva içinde toplayan eser olarak "Talimül-müteallimin" örnek gösterilebilir.

Asırlar boyu medreselerde ilmin yayılmasına hizmet eden ulema, rahle-i tedrisi etrafında toplanan ilim aşıklarının ilmî mubâhasede öfkeye dayalı bir mücadeleye girmelerini arzu etmediği için, onlara en doğru yolu göstermiş ve "Âdâb ve münazara" ilminin prensiplerini vaz ederek münazaranın edeblerini açıklamışlardır. Bahsi geçen ilim, doğru olan görüşü ortaya çıkarmada ve hasmını mantıkî ölçüler çerçevesin-de susturmada faydalı olmuş ve olmaktadır da! Bu mevzuda yazılan eserlerden bir örnek vermek gerekirse, Hicri 756 tarihinde vefat eden Abdürrahman bin Ahmedin telif ettiği ve on satırlık bir ibare içinde münazaranın kaidelerini hulâsa ettiği "Adâb-ı Adudüddin" adlı risaleyi gösterebiliriz.

Kur'ân-ı Kerim okuyan ve okutan kimselerin bilmesi ve riayet etmesi gereken edebleri açıklayan eserler, dinî sahadaki âdâbla ilgili en mühim bahisleri ihtiva etmiş kitaplardandır. Bu edebler; okumaya hazırlanırken, kırâatin devam ettiği sırada ve tilâvetin son bulmasını takiben riayet edilecek usuller olmak üzere, üç kademede toplanmış bulunmaktadır. Bu mevzuda kaleme alınan eserler arasında ilmi ve takvası ile tanınan İmam Nevevî'nin kitabı ön sırada gelmektedir

Hanbelî mezhebi âlimlerinden olup Hicrî 763 tarihinde vefat eden Şeyh Şemsüddin Ebû Abdillâh Muhammed bin Müflih'in telif ettiği "Âdâb-ı şeriyye vel-mesâlih'il-mer'iyye" adlı eser, dinî ve ahlâkî sahadaki edebleri ihtiva eden kitaplardan biri olarak tedkik ve tavsiyeye şayanbulunmaktadır

Tasavvuf yolunda tasfiye-i derûn ile meşgul olan kimselerin bilmesi gereken edebleri açıklayan birçok eser kaleme alınmıştır. Bunlarda müridin mürşidine teslimiyeti ve vazifesini ifâdaki hassasiyeti, kalbî haturât ile nefsânî vâridâtın ayak kaydıracak noktaları karşısında takınılması gereken tavırlar açıklanmıştır. Bu mevzuda yazılan eserlere örnek vermek gerekirse Hicrî 412 tarihinde vefat eden Şeyh Ab-* »», :»~vn Muhammed bin Huseyn bin Muhammed NisâbûıTnin v ^ . jfıyye" adlı kitabı ile Şeyh Ebû Necib Abdü'-kâhir bin Abdul-., V - i,veıdî'nin Âdâb-ı Mürîdîn adlı eseri örnek olarak gösterilebilir.


;jıirr>ona giren insanın bilmesi ve ihmâl etmemesi gereken İslâmî ölçüler bulunmaktadır. Tesettüre riayet ve başkalarının mahremiyatma bc^n-*akdarı gözünü sakınmak, bu edeblerin başında gelmektedir. Hâfız Şemsüddin Muhammed bin Aliyy'üd-Dimeşkî (Ö.H. 765) nin ka­leme aldığı "Âdâb'ül-Hammâm" adlı risalesini zikredebiliriz.Âdâb-! Gurşbâ adlı eseri, H. 356 tarihinde vefat eden EbüS Ferec Aiiy bin Huseyn el-lsbehânî; Âdâb-ı fetva adlı kitabı, 911 tarihinde ve­fat eden İmam Celâlüd-din Süyûtî; Âdâb-ı Muhaddisin adlı risaleyi, 696 H. tarihinde vefat eden el-Hâfız Abdül-ğanî bin Said el-Ezdî;
Âdâb'üs-suhbet adlı kitabı, Şeyh Ebû Abdurrahman bin Huseyn bin Muhammed Selemî (Ö.H, 412); Âdâbü'd-Tabib adlı risaleyi, İshak bin Aliy er-Rahavî kaleme almışlardır.

Değişik mevzularda yazılmış en muhtevalı bir eser olarak Şafii mezhebi âlimlerinden olup Hicrî 450 tarihinde vefat eden Ebü'l-Hasen Aliy bin Muhammed el-Mâverdî'nin kaleme aldığı "Edebü'd-Dünya ve'd-Din" zikredilebilir. Bu hacimli eser beş ayrı mevzuda yazılmış ve beş bab üzerine tasnif edilmiş bulunmaktadır. Birincisi, akıl; ikincisi, ilim; üçüncüsü, edebü'd-din; dördüncüsü, edebü'd-dünya; beşincisi, edebü'n-nefs üzerine çok kıymetli bahisleri ihtiva etmiş bulunmaktadır. Şairin "Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ'dan/Giy ol tacı emin ol her belâdan" beyti ile sözlerimi noktalamak isterim.

(1) Bakınız: Buhârî, c. 7, sh. 81.
(2) Sûre-i Âl-i İmran, 159.
(3) Müslim, c. 3, sh.. 83.