Genel Bölüm

İSLAMI ARAYAN İNSANLIK

İSLAMI ARAYAN İNSANLIK

Şimdi, birçokları, dünyadaki gelişmelere bakarak, insanların ve bilhassa aydınların, hızla “dinden uzaklaşmakta olduklarını”, “dinsizlik cereyanının arttığını” ve “materyalizmin gittikçe güçlendiğini” sanabilir.

KİLİSENİN TAASUBU, BATI’DAKİ BUHRAN VE İSLÂM

KİLİSENİN TAASUBU, BATI’DAKİ BUHRAN VE İSLÂM

Batı Dünyası, 18.asırdan itibaren yavaş yavaş kiliseden uzaklaşmaya başladı. Çünkü, kendini, katı bir taassubun ve baskının paravanasında, asırlarca ayakta tutmasını beceren “kilise”, Orta-Doğudan başlayarak ve dünyaya ışık saçarak yayılan Büyük İslâm Medeniyeti sayesinde uyanan aydın kafalar ve vicdanlara yetmeyecekti.

" Batı'daki Buhran ve Batı Hayranlığı"

"Batı Ortaçağı" gerçekten karanlık bir çağdır. Kilisenin ve kilise babalarının istismar ve istibdadı altında geçen bu devir, tarihte bir kara leke gibi duracaktır. Kilise ve kilise babaları, " din adına " öyle cinayetler işlemişler ve nefret toplamışlardır ki, Avrupalı birçok aydın, "kiliseye karşı nefretin" , belki bilerek, belki bilmeyerek " mücerret dine " kadar uzatabilmiştir.

"Reaksiyoner" ile "mukallit",

"Reaksiyoner" ile "mukallit", iki hasta tiptir. Bununla birlikte, " mukallit", "reaksiyonere" zıd bir tablo çizer.


Bu iki tip arasındaki farkları kısaca şöyle özetlemek mümkün gözükmektedir: "reaksiyoner" direnirken, " mukallit" yabancıya teslim olurken şuursudur. Birincisi peşin ve acele hükümle reddeder ve lanetler, ikincisi yine peşin ve acele hükümlerle kabul eder ve teslim olur. "Reaksiyoner" kendine, " mukallit" yabancıya hayrandır. Yani, birincisi milli ve mukaddes değerleri yozlaştırır, ikincisi, milli ve mukaddes değerlere yabancılaşmıştır.

İslam Medeniyetinde Belli Başlı Dönemler

İslam Medeniyetinde Belli Başlı Dönemler
İslâm kültür ve medeniyetinin gelişimini, pekçok mütefekkir ve yazar farklı şekilde tasnif etmiştir ve edebilir. Bizde kendi tesbitlerimize göre, konuyu, 1400 yıllık zaman dilimi içinde, şöylece tasnif edebileceğimizi sanıyoruz:

1* İslâm'ın " meydan okuma ve fetih " dönemi: 7. ve 16. asırlar arası

2* İslâm'ın kabuğuna çekilme ve direnme dönemi. 17. ve 18. asırlar arası.

3* İslâm Âleminin Batı'ya boyun eğme ve teslim olma dönemi. 19. ve 20. asırlar arası.

AKSİYON VE REAKSİYON

Batı'dan dilimize geçmiş iki kelime...
"Aksiyon" hareket demekse, "reaksiyon" karşı hareket demektir. Batılılar, " reactinnaire" kelimesini " mürteci" mânâsında kullanırlar.

"hasbihal"

SÜTÛNUMUZUN ADI


Sütûnumuzun adı, “hasbihal” ... Biz, “hasb-i hal” terkibini, birleştirerek “hasbihal” biçiminde yazmayı tercih ettik. Bilindiği gibi, “hasbihal” lügat mânâsı itibarı ile “halleşme, görüşüp konuşma” demektir. Zaten biz de yazılarımızda bunu yapmaya çalışacağız.

Yüce Allah dilerse,( belirli günlerde), sizlerle birlikte olacak ve “hasbihal” edeceğiz.

Hiç kimse yanmasın düşüncesinde olmak

Müslümanlık, dünya ve ahiret saadetidir. Allahü teâlânın en sevdiği şey, imandan sonra kullarına hizmet etmektir. Bunun için Peygamber efendimiz; (İnsanların hayırlısı, en üstünü, insanlara daha faydalı olanlarıdır) buyurmuşlardır.

Ölmeden önce ölmek

Peygamber efendimiz, “Mutu Kable En Temutu yani Ölmeden önce ölün” buyuruyor. Peki ölmeden önce ölmek ne demektir? Bunu İslam âlimleri açıklamışlar. Âyet-i kerimeleri Peygamber efendimiz, Peygamber efendimizin sözlerini de müctehid olan İslam âlimleri açıklar. İşte bu hadis-i şerifi de İslam âlimleri açıklamışlar ve buyurmuşlardır ki:
“Dünyada inanılan şeyler öldükten sonra görülecek. İnsan ölüp hakikatleri görünce nasıl olacak ise, neleri yapmış olmayı isteyecek ise şimdiden onları yapması ölmeden evvel ölmek demektir.”

Mazlum olmak

Mazlum, zulüm görmüş, zulme uğramış, hâlim, selim, sakin, sessiz kimse demektir. Zâlim ise, zulmeden kimseye denmektedir.

Dünya hayatında insan, ya zâlim veya mazlum olmaktadır. Malına, mülküne, canına, namusuna tecavüz edilen mazlumdur. Kalbi kırılan, mazlumdur. Hakları gasp edilen, mazlumdur. Dövülen, hakaret edilen, mazlumdur. İtilen, kakılan, hor görülen, ezilen, kıymet verilmeyen hep mazlumdur.

Kendini seven başkasını sevemez


Tabipler diyor ki, hasta perhiz yapmalıdır. İyi olmadan önce ona gıda iyi gelmez. Yağlı kuş eti bile böyledir. Hatta hastalığını arttırır. Bunun için, önce hastayı iyi etmeyi düşünmek lazımdır. Bundan sonra, uygun gıda vererek, eski kuvvetli hâline kavuşturulması düşünülür. Bunun gibi, (Kalblerinde hastalık vardır) mealindeki âyet-i kerimede bildirilen kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti ve taati fayda vermez, belki zarar verir.

(Çok Kur’an-ı kerim okuyanlar vardır ki, Kur’an-ı kerim bunlara lanet eder) hadis-i şerifi meşhurdur.

(Çok oruç tutanlar vardır ki, onun oruçtan kazancı, yalnız açlık ve susuzluktur) hadis-i şerifi de sahihtir.

Kalb hastalıklarının mütehassısları olan tasavvuf büyükleri de, önce hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emir buyururlar. Kalbin hastalığı, Hak teâlâdan başkasına tutulması, bağlanmasıdır. Belki, kendisine bağlanmasıdır. Çünkü herkes, her şeyi kendi için ister. Çocuğunu sevmesi, kendini sevdiği içindir. Malı, mevkı’i, rütbeyi hep kendi için ister. Onun mabudu, tapındığı şey, kendi nefsidir. Nefsinin istekleri arkasında koşmaktadır.

Bir işin delisi olmadıkça

Bir şeye gönül veren, onu kendine dert edinenler hep başarılı olmuşlardır. “Maksat sahibi olan, deli gibidir” sözü meşhurdur. Bunun için; “Bir işin delisi olmadıkça, o işin velisi olunmaz” denmiştir.

Başarmak, başarılı olmak güzeldir. Gül de güzeldir ama dikenleri var. Dikenine katlanmayan güle kavuşamaz. Çalışmak, çile çekmek, sıkıntılara, eziyetlere katlanmak da, başarı yolunun dikenleridir. Başarmak, muvaffak olmak isteyen, bu dikenlere katlanmak mecburiyetindedir.

Haset edilmeyen tek nimet

Her nimet sahibi haset edilir. Haset edilmeyen tek nimet, tevazudur. Tevazu, kimde olursa olsun, sahibini mahcup etmez. Zira tevazu, her iyiliğin anahtarıdır. Tevazuun zıddı olan kibir ise, her iyiliğe engeldir. Bunun için; “Alçak gönüllü olan kurtulur, kibirli olan ise yanar” buyurulmuştur.

Bir kimsenin iyi olabilmesi, iyi bir Müslüman olması ile mümkündür. İyi bir Müslüman da, doğru bir itikada sahip olur, kendisine lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenir ve bunlara uygun hareket eder. Böyle olan bir Müslüman, ilim öğrendikçe, ibadet edip yükseldikçe, tevazu gösterir. İtikadı bozuk, bid’at ehli bir kimse ise, ibadet ettikçe, bilgisi arttıkça büyüklenir, herkese tepeden bakar yani kibirli olur.

Tevazu, bir haldir. Hiç kimseye tepeden bakmamak ve hiç kimseden de kendini aşağı görmemek halidir. Tevazu sahibi olmak başkadır, tevazu göstermek başkadır. Tevazu göstermeye çalışmak, kibirdendir. Çünkü tevazu sahibi olduğunu göstermeye çalışan kimse, kendinde bir varlık, bir kıymet, bir değer olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Halbuki tevazu sahibi olan kimse, kendinde bir varlık görmez. Bu sebeple de, tevazu göstermeye ihtiyaç duymaz.

Dünya iş ahiret ücret yeridir

Dünya iş ahiret ücret yeridir


Dünya iş yeridir. Ahiret ücret yeridir. Ahirette faydası olamayan şey dünyalıktır. Dünyada Cehenneme götürücü tuzaklar var. Bu tuzaklara yakalanmamalıdır. Kur'an-ı kerimde, bu tuzaklar şöyle bildiriliyor:
(Dünya hayatı, la’b, lehv, ziynet, tefahur ve malı, parayı, evladı çoğaltmaktır.) [Hadid 20]
[La’b oyun, lehv eğlence, ziynet süslenmek, tefahur öğünmek demektir.] Bunların bir tanesine yakalananın gönlü ölür.

"mesut olmanın sırrı"

Dünyadaki bütün insanlar mesut olmak ister. Fakat, mesut olan, pek azdır. Çünkü, saadetin neden ibaret olduğu bilinmiyor.

Saadet, yalnız dünya saadetinden ibaret değildir. Aksine, asıl saadet ahiret saadetini elde etmektir.
Ahiret saadeti için Allahü teâlânın kanunlarına ve emirlerine yani Kur’an-ı kerime ve Peygamber efendimizin sözlerine itaat etmek lazımdır. Allahü teâlânın emirleri arasında; Öldükten sonra tekrar dirilmek, yani ahirete inanmak da vardır. Cenâb-ı Hak ahiretin nihayetsiz olduğunu, ebedi olduğunu bize bildiriyor. Dünya hayatı ise, sayılı günlerden ibarettir. O halde, saadet iki başlı demektir:
1-Biri ahiret saadeti,
2-Öteki de dünya saadeti.

Bu iki saadetten hangisi önemlidir? Bunu akıl ve izan sahibi insanlar kolaylıkla anlayabilir. Aklımız ve izanımız ahiret hayatının, dünya hayatı ile mukayese edilemeyecek kadar önemli olduğunu bize gösterir.