Rîbadan (faizden) Sakınmak
Ribâ, lügat itibariyle ziyadeleşmek ve nemalanıp artmak manasına olup daha sonra "fâiz" adî verilen hususi bir ziyadeye isim olmuştur. Dinî terimler dikkate alındığı zaman bu ifade biraz daha genişlik ve derinlik kazanmaktadır. Şöyle ki: Akit yapan iki kişiden birisine şart kılınmış ve karşılıksız olan ziyadeliktir.
Cins ve miktarları bir olan iki şey, birbiriyle mübâdele edildiğinde bir taraf için kabul edilen mal fazlasına "fâiz" adı verilmektedir.
Ribâ (fâiz), başlıca iki kısımdır:
a) Ribel-fadl. Karşılığında hiçbir şey bulunmayan fazlalıktır. Yüz milyon lira verip yüzon milyon lira aldığında on milyon liranın karşılığı bulunmadığın-dan, bu fazlalık "ribelfadl" olmaktadır.
b) Ribâ-i nesie: Bu çeşit faizde ziyadelik hükmî olup, ziyadesi geç ödemeden, yani bir müddet vermekten ibarettir.
Vadesi dolduğu anaparaya eklenen faize "basit faiz" adı verilmektedir. Anapara ve faizi ödenmeyecek olursa bu ikisinin yekününe eklenecek yeni bir faize "ad'âf-ı mudâfe" (mürekkep faiz) denilmektedir. Cahiliye devrinde ve islâmın ilk yıllarında, borçluyu altından kalkamaz hâle getiren bu mürekkep (birleşik) faiz idi. Ribadan ilk yasaklanan, mürekkep faiz oldu. Ondan daha sonra, mutlak manâda faiz alıp verme kesin olarak yasaklandı.
Cemiyeti iktisâdi yönden çöküntüye uğratan, insanların inanç ve ahlâkına zarar veren âmillerin başında "fâiz" gelmektedir. Mali yönden zayıflayan kimseler, kurtuluşu Cenab-ı Hakk'ın yardımında değil, banka kredilerinde aramaktadırlar. İslami ölçülere ters düşen bu davranış, susuzluğunu gidermek için deniz suyu içmeye benzemektedir. Çünkü gün geçtikçe sıkıntısı artmakta, fâizle kabaran borçlarını kapatmak için kazancının çoğunu bankalara aktarmaktadır.
Ticaretini faizli sisteme bağlı olarak yürüteceğini zanneden kimseler, dara düştüğü zaman, malını asli değerinden daha ucuza satarak sermâye kaybınauğrayacak, ticarî hayatında bir duraklama ve gerileme olacaktır.
Zahirde görülen didinmeler, memnuniyet verici bir gelişmenin heyecanı değil, iflastan kurtulabilmenin telaşıdır. O şahsın hâline vakıf olmayanlar, başarılı bir alış-veriş içinde olduğunu sanarak, kendilerini faizli sistemin çarkına kaptırmaktadırlar.
Ekonomik sahada zorluk ve sıkıntı ile karşılaşan bir kimse, ticaret ahlâkını ihmal edecek, fazilet duygularını hissetmez olacak, emlâk sahibi olmayı ahlâk sahibi olmanın üstünde tutacaktır. Menfaate aşırı düşkün olmanın neticesinde din kardeşini düşünmekten uzaklaşıp egoist olacaktır.
Bundan daha tehlikeli bir cihet, işini faizli sisteme dayamış kimsede tevekkül duygusu sarsılacak ve "er-rızku alellah" inancı, "errızku alelbanka" şekline dönüşecektir. Böyle bir inanç sarsıntısı, Allah Teâlâ'nın o kimse üzerindeki yardımının kalkmasına sebep olacak ve maruz kaldığı perişan haliyle başbaşa kalacaktır. Bu yanlış yolu takip eden kimse, sonunda hakikati anlamış olsa bile, iş işten geçmiş olacaktır. Şu gerçek unutulmamalıdır:
İhlası terkeden şahıs, eteğini "iflâs" çarkına kaptırmaktan kurtulamazFaizcilik her zaman zararlı bir uygulama olduğundan, Tevrat'ta da yasaklanmış bulunmaktadır (Bakınız: Tensiye kitabı bab 23, bölüm 19).
Faizin zararını gözler önüne seren birkaç hadisi şerif meali ile mevzuu biraz daha vuzuha kavuşturmak ve gaflet içinde bulunanları uyarmak istiyorum.
"Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa sakın misli misline olmaktan başka türlü almasın" (Müslim c. 5, s. 47).
Allah Resulünün bu tavsiyelerinin hilâfına hareket eden bir kimsenin yapmakta olduğu yanlış iş, bu hadisin ışığı altında tetkik edilecek olursa, iki acı gerçek açığa çıkmış olur. Bu kimse, ya Allah'a ve ahiret gününe inanmıyor veya taşıdığı inanç, faizli muameleyi engelleyemeyecek derecede zayıflamış bulunuyor. Bu iki tehlikeli halden kurtuluşun yegâne çâresi, faizle alâkalı işleri terketmektir.
Allah Resulünden diğer bir uyarı:
"Faizden (mal) çoğaltan hiçbir kimse yoktur ki onun işinin sonu azlık (ve perişanlık) olmasın" (İbni Mâce c. 2, s. 765).
Fâiz, zahiren malı çoğaltır gibi görünmekte ve insanların aldanıp harama bulaşmasına ve alışmasına sebep olmaktadır. Allah'ın haram kıldığı şeyden fer-de ve cemiyete asla fayda gelmemiştir ve gelmeyecektir. Kazanç temin etmekte ilk aranacak husus, helaldan kâr etme düşüncesi olmalıdır. Cenabı Hakk'ın "Rezzak" sıfatına kuvvetli bir imanla bağlanan kimse, asla faize bulaşmamalıdır.
Akılların muallimi ve vicdanların mürebbisi bulunan Peygamberimiz (s.a.v.)in bir başka uyarısı; "Alan da, veren de fâiz (cürmün)de (birbirine) eşittir" (Feyz. C. 3, s. 165).
Fâiz muamelesi, ekseriyetle, iki kişi arasında câri olmaktadır. Biri tefecilik yapan, diğeri fâiz vermek suretiyle para alan şahıstır. Biri almazsa diğeri vere-miyecek ve fâiz ortadan kalkmış olacaktır. Fâiz karşılığı para veren kimsenin kazanç elde etmesi ve alan şahsın zarar görmesi, hadisenin ikinci plânda kalan yönleridir. Asıl mesele, Allah Teâlâ'nın emrine aykırı hareket edilmesidir. Fâiz işini bu yönden ele alacak olursak, alan ile veren bu suçta eşit durumdadırlar. Hastalığın teşhisi yönünden Resûl-i Ekrem (s.a.v.)in tesbiti, çok isabetli ve dikkat çekicidir.
Âlemlere ve âdemlere rahmet olan Efendimizin bir başka ikazı: "Faiz, yetmişüç çeşittir. En hafifi, bir adamın kendi anasını nikâhlamaya kalkışmasının dengîdir. Ribanın ötesindeki günâh ise, kişinin Müs-lümanlar'ın ırzına saldırmasıdır" (Feyz'ül-kadir c. 4, s. 50).
Nikâh, kendileriyle evlenilmesi câiz olan kadınlardan birisi ile hayatını birleştirmeyi ve bir yuva kurmayı mümkün kılan bir akittir. Ana ile oğlunun evliliği müebbetten haramdır. Bu yasaklamayı ortadan kaldırmak için hiçbir çâre yoktur. Faizin haramlığı o kadar kesindir ki bunun helâla döndürülmesi, ananın oğlu tarafından nikahlanması kadar imkânsızdır.
"Mevrid-i nasta (âyet ve hadiste sarih hüküm bulunan yerde) ictihada mesağ yoktur" fıkıh kaidesine göre, fâiz için çâre aramak yersiz ve ileri sürülen fikirler geçersizdir. Böyle bir hüküm, İslami bir ictihâd değil, İslâm dini aleyhine cihada kalkışmaktır. "Faize dini yönden bir çâre bulmalıyız" diye yaygara yapanlar, câhil değilse, gafildirler. Gafil değilse cahildirler. Bilerek bu propagandayı yapıyorlarsa İslâm dininin düşmanı dırlar.
Allah Resulünden son bir uyarı:
"Bir adamın bilerek yediği bir dirhem mikdârı fâiz, Allah katında otuzaltı defa zinâ yapmaktan daha şiddetlidir" (Feyz'ül-kadir c. 3, s. 524).
Bu hadîs-i şerifteki ağır suçlama, bildiği halde, faiz karşılığı para verip oradan temin ettiği haram kazancı yiyen kimseye isnat olunmaktadır. Dini hükümlerden habersiz ve islâm âlimlerinin ikazlarından uzak düşenlerin durumları daha farklıdır. Ancak onlar da bu noktada asla mazur sayılamazlar.
Bilerek faizcilik yapan kimse, Allah'a ve Resû-lü'ne karşı muhalefet cephesi kurmuş ve harp ilan etmiş sayılmaktadır. O, bu meydan muharebesinde öyle bir yenilgiye uğrayacaktır ki, dünyası perişan, âhireti hüsran olacaktır. Ribânın zinadan daha ağır bir suç olmasını izah edeyim. Zina eden kişi, haya perdesini yırtmış; faiz yiyen de, Allah Teâlâ'nın haramdır diye açıkladığı "ferman-ı ilâhi"yi yırtmış olmaktadır. Zinâ eden, nefsine uyup, gizli bir yerde suç işlemekte; fâiz alan senetli ve şahitli, bilgili ve belgeli bir suçu alenen işlemektedir.
Değerli Gençler!
Kâinatın biricik Efendisi bulunan Resûl-i Ekrem'in şu ikazına dikkatlerinizi çekmek isterim: "Biriniz (din) kardeşine borç verdiği zaman, o da kendisine bir tabak hediye verecek olsa (onu) kabul etmesin veya hayvanına bindirmek isterse binmesin. Meğer ki daha önce bu kimse ile kendi arasında (bu kabil he-diyeleşme) câri (bir âdet) olsun" (Feyz'ül-kadir c. 1, s. 292).
Bu hadîs-i şerifte geçen "tabak" lafzı, hakiki manâsında kullanılmış olacağı gibi, "tabağın içine konulan şey" manasında istimal edilmiş olması ihtimâli de vardır, Böyle bir hediyeyi kabul veya reddetmek, borçlunun daha önceki durumu ile anlaşılacaktır. İki dost olarak hediyeleşme daha önce de var idiyse hediyesini kabul etmekte bir mahzur yoktur. Fakat gördüğü iyiliğin minnet duygusu altında kaldığı için bu hediyeyi vermiş olduğu kanaati hâkim ise almamalıdır. Diğer bir izah tarzı ile, "borç para vermeseydim bu hediyeyi getirir miydi?" sorusunu kalbine yöneltmeli, oradan yükselecek cevaba göre hareket etmelidir.
Bir hadîs-i şerif meali ve açıklaması ile mevzuu tamamlamak istiyorum: "Altun, altın ile (peşin ve müsâvi olarak mübâdele edilir). Aralarında bir fazlalık olmayacaktır. (Gümüşten mamul) dirhem, dirhem ile (satılabilir. Fakat) aralarında hiçbir fazlalık olmayacaktır" (Feyz. C. 3, s. 555).
Altunu altun ile mübadelede, antik değerine ve piyasadaki satış bedeline bakarak, bir fark talep etmek câiz değildir. Çünkü alınacak fazlalık fâiz olur. Gümüş için de hüküm böyledir. Altın gümüş ile mübadele edilecek olursa, cins değişikliği bulunduğu için kâr alınabilir. Fakat veresiye satılamaz. Şâyet veresiye satılacak olursa "ribâ-i nesîe" olur.
ONDOKUZUNCU ÖĞÜT BITTI
Rîbadan (faizden) Sakınmak yorumları
rey2466
24.06.2008Tahkik kardeş bir tane ev zarurıyet değil mi.senin islami bankalar dediğin gerçekten faiz almıyor mu yoksa faizin adı mı farklı.Bilgilendirirsen sevinirim,bilmeyenler de öğrenmiş olur.Yaşar nuri neyse de karaman ve beyaz dinlediğimi de nerden çıkardın.Allah gönlüne göre versin.Selamlar sevgiler
rey2466
21.06.2008zaruriyet varsa ,yani başka evi yoksa kira veriyorsa ,akrabalardan ,komşulardan,arkadaşlardan alamıyosa bankadan faizle borç alarak evi alsın güle güle otursun Allah onun halini görüyor,biliyor.Selamlar sevgiler
sahabe
20.06.2008nolur kardeşler yardım !bir tanışım ev almayı düşünüyor ve 20 milyar kadar para çekecekler bankadan bni dinlemiyor ne yapmalıyım faiz haram biliyorum ama çekmek zorunda borç alamaz ne yapmalı
tahkik
23.06.2008Peygamber Efendimiz üç şey dünya saadetidir der.biri iyi bir eş,ikincisi binek üçüncüsü geniş bir ev.kardeşim helal dairesi geniştir eğer para alacaksanız islamı finans bankalarından alabilirsiniz.helal olanı haram etmeyin.siz rey kardeşe bakmayın o çok hayrettin Karaman,yaşar nuri ve zekeriya beyaz dinlemiş.ne kadar kolay bir şekilde fetva veriyor.Koca sahabiler bile her suale cevap vermekten kaçarlarmış.korkarlarmış,yanlış bir hüküm olur diye.burda zaruret yok ki helal olsun rey kardeş.
insan susuzluktan ölmemek için su olmazsa şarap içebilir ama bir yudum ölmeyecek kadar kafasına dikemez.şimdi ev meselesinde zaruret yoktur kardeşim.bir tarafta bir kova su öteki tarafta yarım kova su var .tam dolu olanın içine bir damla necaset dökülse öteki yarım kova tercih edilir.çünkü azda olsa temizdir.dünyevi bir menfaat için harama müsaade yoktur.maslahat bile olsa bu zamanda yalana bile müsaade yoktur.bizler bu toplumun kanını emen faiz yuvalarını böyle destekleyip çarkın dönmesine yardım etmemeliyiz.helal olan yol var onu tercih edin.islami bir bankadan alabilirsiniz.buradaki uygulamadan dolayı faiz olmuyor.
Boş ve abes sözlerin maskaralığını yapmaktansa
güzel sözlerin hamallığını yapmayı tercih ederim.
Gençlere Öğütlerim
- ÖNSÖZ
- Gençligin Kiymeti ve Gençlerin Degeri
- Şirk ve İnkârdan Sakınmak
- Münafıklıktan sakınmak
- Riyadan Sakınmak
- Bit'atlardan Sakınmak
- Şeytana Uymaktan Sakınmak
- Nefs-i Emmareye Tabi Olmaktan sakınmak
- Dalâletten Sakınmak
- İbadetleri Terketmekten Sakınmak
- Tadil-i erkânı Terketmekten Sakınmak
- Kur'ân Okumayı ihmalden Sakınmak
- Duayı Terketmekten Sakınmak
- Selamlaşmayı ihmalden sakınmak
- Günahlardan Sakınmak
- Sihir Yapmak ve Yaptırmaktan Sakınmak
- Zinadan ve Sihâktan Sakınmak
- Livâta (cinsî sapıklık)tan Sakınmak
- Sarhoşluk Verici Şeylerden Sakınmak
- Kumardan Sakınmak
- Rîbadan (faizden) Sakınmak
- İhtikardan Sakınmak
- Haram Yemekten Sakınmak
- Emânete Hıyanet Etmekten Sakınmak
- Sözleşmeye Vefasızlıktan Sakınmak
- Fitne ve Fesattan Sakınmak
- Halkı Kötü Yola Teşvik Etmekten Sakınmak
- Lanet Etmekten Sakınmak
- Kötü Sözlerden ve Sövmekten Kaçınmak