Sözleşmeye Vefasızlıktan Sakınmak
"Emânet(e riâyet)i olmayanın imanı yoktur, ahd(e vefâs)ı olmayanın dini(ne bağlılığı) yoktur" (Feyz'ül-kadir c. 6, s. 381).
İslâm dininin potasında erimiş ve sünnet-i seniyye kalıplarında şekillenmiş bulunan bir müslüman, sözünde doğru ve sözleşmesinde vefalı olmak zorundadır. İctimâî huzurun uzun ömürlü olabilmesi, mü'minlerin bu yüksek seviyeyi korumasına bağlıdır.
Sözleşmeye sadakat ve ahde vefa, İslami bir mükellefiyettir. İsterse muahedeyi yapan taraflardan biri gayri müslim olsun. Zirâ verilen söz, Allah adına verilmiş olmaktadır.
İslâm âlimlerinden meymûn bin Mihran, şöyle demektedir: "Üç şey vardır ki, kâfir ve müslüman onlarda eşittir: Bir kimse ile sözleşme yaptığın zaman ahdine vefa göster. Muhatabın ister Müslüman ister kâfir olsun. Ahd (sözleşme) ancak Allah için yapılmış olmaktadır. Bir kimse ile senin aranda nesep yakınlığı olursa ona iyilik yapmaya devam et. Ve-levki o kimse kâfir olsun. Bir kimse seni bir emanet üzerine güvenilir kişi olarak tanır (ve sana bir emanet bırakır)sa onu kendisine geri ver. Velevki o kimse kâfir veya müslüman olsun" (Tenbih'ül-ğâfilin s. 48).
Faziletli Gençler!
Bir cemiyette sözleşmeye sadakatsizlik yaygın hâle gelirse, fertlerin birbirine güveni kalmaz ve hamiyet duygusu temelden sarsılmış olur. Böyle bir memlekette, genel ahlâkın zayıflamasıyle birlikte ticari ve sınaî sahada duraklama başlar. Çünkü birbirine güvenmeyen insanların işleri, muvaffakıyetsiz-lik batağına saplanır.
Böyle bir ortamda, yüzüstü kalan işleri yürütebilmek için yalan ve benzeri kötü davranışlardan medet umma düşüncesi filizlenir. Faziletin yerini rezalet, sadâkatin yerini sefâlet işgal eder. Kişi, karşılaştığı engelleri aşmak için, her çirkini güzel ve her zararlı şeyi mübâh görmeye başlar. Bu zihniyetin hakim olduğu bir toplulukta, insanlar birbirinin kurdu haline gelir.
Verdiği söze ve yaptığı «sözleşmeye bağlı kalmamak ve ahdi bozmak haramdır. Bu hükmün belgesini teşkil eden bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır
(Ahdini bozmak suretiyle halka) gadreden kimse için kıyamet günü bir sancak dikilecek de ŞU FALAN OĞLU FALANIN AHDE VEFASIZLIĞI(nın bayrağı)DIR, denilecektir" (Ebû Dâvûd c. 3, s. 82).
Müslim'in rivayetinde bu alâmetin suçlu kişinin arka tarafına dikileceği açıklanmıştır. Dürüst olan, ahdine vefa gösteren ve iradesini sarsmayan kimse için dikilecek olan sancak, o kimsenin ön tarafına nasbedilecektir. Bu şeref sembolüne "Livâül-izzet" adı verilmektedir.
Ahdi bozmaya, Allah Resulünün dilinde "ğadir" denilmektedir. Bu kelimenin mefhûmundan delalet yolu ile anlaşılmaktadır ki yapılan bir sözleşme, tek taraflı olarak bozulacak olursa zarar gören kimse mağdur edilmiş olur. Böyle bir davranış, kâmil bir mü'mine asla yakışmaz. İman ehli bir insan, sözleşmesine bağlı kalmalı ve verdiği sözden cayma-malıdır.
Münevver Gençler!
Allah Teâlâ'ya hakkıyle kul olana "abd", kulluk vazifelerini eksiksiz olarak ifa etme gayretine "ubu-diyyet" adı verilmektedir. Ubudiyyet makamının zirvesine yükselmiş bulunan kimselerde tezâhür edecek dört haslet vardır. Onları sizin bilgi hanenize nakşetmek istiyorum. Şöyle ki:
1- El-vefâü bil-uhûd = sözleşmelere vefa ve bağlılık göstermek.
2- Hıfzu'l-hudûd = (gerek Allah ile kendi arasın-da, gerekse şahsı ile diğer insanlar arasında bulunan) hudutları korumak.
3- Er-rıdâ bil-mevcûd = (servet ve nimet olarak mülkiyetinde ve elinde) mevcut olana râzı olmak.
4- Es-sabru alel-mefkûd = (elden çıkan ve) kaybolana sabretmek.
Ahdini bozan kimseler, âyet-i kerimelerle ve ha-dîs-i şeriflerle tesis edilen ahlâki nizamın temelini tahrip etmiş, cemiyetin huzurunu ve fertlerin birbirine olan itimadını sarsmış olurlar. Yaptıkları kötülüğün büyüklüğünden dolayı, ahiret hayatında mahrumiyet ve perişanlık içinde kalırlar.
Zamanımız, sözleşmeye vefasızlığın çoğaldığı bir asırdır. Ahde vefakâr bir kimseyi misal olarak göstermek icap ettiğinde, çok kere, yaşayanlardan bir örnek gösterme güçlüğü doğmakta ve "Bir zamanlar falan yerde şu isim ve lâkapta bir şahıs varmış, verdiği sözü mutlaka yerine getirirmiş diyerek kabristandaki ölülerden misal verilmektedir.
İnsanlar, ruhunda yerleşen ahlâki meleklerin derecesine göre terakki ederler. Verdiği sözde durma-yan, esen rüzgâra göre yön değiştiren kimsenin insanlığı, kalıpta kalmış olur. İnsanlığı kalbine indire-meyen ve ruhuna sindiremeyen kimseler, biyolojik yapı itibariyle insan sayılsa da, İslami ölçüler muvacehesinde insan olarak kabulü zordur.
İmanını yitirmiş ve ahlâkını sıfıra indirmiş kimseler hakkında "Onlar, dört ayaklı hayvanlar gibidir, hatta daha sapıktırlar. Onlar, gafillerin ta kendileridir" mealindeki âyet-i kerime bu iddiamızın açık belgesidir" (Sûre-i Ârâf 179).
Milletimizin Medârı iftiharı Olan Gençler!
Cihanşümul bir din olan İslâm, gayri müslim milletlerle yapılacak sözleşme esaslarına riâyet etmemizi esas alarak kabul etmiş ve bu istikamette emirler vermiş bulunmaktadır. Fert ve millet olarak ticari, sınai veya siyasi yönlerde sözleşme yaptığımız gayri müslim mileltlere karşı islâmın izzetini ve Müslümanların şerefini korumak zorundayız.
Bu iddiamızın doğruluğunu isbat için asr-ı saadette cereyan etmiş bir vak'ayı nakletmek istiyorum. Kureyş müşrikleri Ebû Râfi'i elçi olarak (Resûlullah s.a.v.)e göndermişlerdi. Ebû Râfi, Peygamber (s.a.v.)i görünce kalbine İslâm dinini kabul etme hevesi düştü ve Resûli Ekrem'e maksadını açıklayarak şöyle dedi:
-"Ey Allah'ın Resulü! Ben, Allah'a andolsun ki ebedi onların yanına dönüş yapmayacağım". Resûl-i Ekrem:
-"Ben (onlarla yaptığım) ahdi bozmam ve elçileri hapsedemem. Fakat sen şu sırada (onların yanına) dön. Bu an nefsinde (doğan arzu) gelecek zamanda da sâbit (ve dâim) olursa (o vakit buraya) gelirsin" buyurdu (Ebû Davut c. 3, s. 83),
Gayri müslimlerle yapılan sözleşmede, ahde sadakat esas olmakla beraber, istisnai bir hüküm de vardır. Şöyle ki: Onlardan bir zarar geleceği sezilir ve sözleşmeye ihanet edecekleri anlaşılırsa, muahedeye bağlı kalmanın milli bir zarar doğurmasından endişe edilirse, önce kendilerine açıklamada bulunarak yapılan sözleşmeyi feshetmek caizdir.
Bu müsadeyi açıklayan bir âyet-i celile ile mevzuu noktalamak istiyorum:
"Eğer (muâhede eden) bir kavmin hainliğini (ahde sadakatsizliğini anlayıp bu cihetten) kafi endişeye düşersen (önce) hak ve adalet üzere (keyfiyeti) kendilerine (bildir ve ahitlerini) at. Çünkü Allah hâinleri sevmez" (sûre-i Enfâl 59).
YİRMİ ÜÇÜNCÜ ÖĞÜT BITTI
İslâm dininin potasında erimiş ve sünnet-i seniyye kalıplarında şekillenmiş bulunan bir müslüman, sözünde doğru ve sözleşmesinde vefalı olmak zorundadır. İctimâî huzurun uzun ömürlü olabilmesi, mü'minlerin bu yüksek seviyeyi korumasına bağlıdır.
Sözleşmeye sadakat ve ahde vefa, İslami bir mükellefiyettir. İsterse muahedeyi yapan taraflardan biri gayri müslim olsun. Zirâ verilen söz, Allah adına verilmiş olmaktadır.
İslâm âlimlerinden meymûn bin Mihran, şöyle demektedir: "Üç şey vardır ki, kâfir ve müslüman onlarda eşittir: Bir kimse ile sözleşme yaptığın zaman ahdine vefa göster. Muhatabın ister Müslüman ister kâfir olsun. Ahd (sözleşme) ancak Allah için yapılmış olmaktadır. Bir kimse ile senin aranda nesep yakınlığı olursa ona iyilik yapmaya devam et. Ve-levki o kimse kâfir olsun. Bir kimse seni bir emanet üzerine güvenilir kişi olarak tanır (ve sana bir emanet bırakır)sa onu kendisine geri ver. Velevki o kimse kâfir veya müslüman olsun" (Tenbih'ül-ğâfilin s. 48).
Faziletli Gençler!
Bir cemiyette sözleşmeye sadakatsizlik yaygın hâle gelirse, fertlerin birbirine güveni kalmaz ve hamiyet duygusu temelden sarsılmış olur. Böyle bir memlekette, genel ahlâkın zayıflamasıyle birlikte ticari ve sınaî sahada duraklama başlar. Çünkü birbirine güvenmeyen insanların işleri, muvaffakıyetsiz-lik batağına saplanır.
Böyle bir ortamda, yüzüstü kalan işleri yürütebilmek için yalan ve benzeri kötü davranışlardan medet umma düşüncesi filizlenir. Faziletin yerini rezalet, sadâkatin yerini sefâlet işgal eder. Kişi, karşılaştığı engelleri aşmak için, her çirkini güzel ve her zararlı şeyi mübâh görmeye başlar. Bu zihniyetin hakim olduğu bir toplulukta, insanlar birbirinin kurdu haline gelir.
Verdiği söze ve yaptığı «sözleşmeye bağlı kalmamak ve ahdi bozmak haramdır. Bu hükmün belgesini teşkil eden bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır
(Ahdini bozmak suretiyle halka) gadreden kimse için kıyamet günü bir sancak dikilecek de ŞU FALAN OĞLU FALANIN AHDE VEFASIZLIĞI(nın bayrağı)DIR, denilecektir" (Ebû Dâvûd c. 3, s. 82).
Müslim'in rivayetinde bu alâmetin suçlu kişinin arka tarafına dikileceği açıklanmıştır. Dürüst olan, ahdine vefa gösteren ve iradesini sarsmayan kimse için dikilecek olan sancak, o kimsenin ön tarafına nasbedilecektir. Bu şeref sembolüne "Livâül-izzet" adı verilmektedir.
Ahdi bozmaya, Allah Resulünün dilinde "ğadir" denilmektedir. Bu kelimenin mefhûmundan delalet yolu ile anlaşılmaktadır ki yapılan bir sözleşme, tek taraflı olarak bozulacak olursa zarar gören kimse mağdur edilmiş olur. Böyle bir davranış, kâmil bir mü'mine asla yakışmaz. İman ehli bir insan, sözleşmesine bağlı kalmalı ve verdiği sözden cayma-malıdır.
Münevver Gençler!
Allah Teâlâ'ya hakkıyle kul olana "abd", kulluk vazifelerini eksiksiz olarak ifa etme gayretine "ubu-diyyet" adı verilmektedir. Ubudiyyet makamının zirvesine yükselmiş bulunan kimselerde tezâhür edecek dört haslet vardır. Onları sizin bilgi hanenize nakşetmek istiyorum. Şöyle ki:
1- El-vefâü bil-uhûd = sözleşmelere vefa ve bağlılık göstermek.
2- Hıfzu'l-hudûd = (gerek Allah ile kendi arasın-da, gerekse şahsı ile diğer insanlar arasında bulunan) hudutları korumak.
3- Er-rıdâ bil-mevcûd = (servet ve nimet olarak mülkiyetinde ve elinde) mevcut olana râzı olmak.
4- Es-sabru alel-mefkûd = (elden çıkan ve) kaybolana sabretmek.
Ahdini bozan kimseler, âyet-i kerimelerle ve ha-dîs-i şeriflerle tesis edilen ahlâki nizamın temelini tahrip etmiş, cemiyetin huzurunu ve fertlerin birbirine olan itimadını sarsmış olurlar. Yaptıkları kötülüğün büyüklüğünden dolayı, ahiret hayatında mahrumiyet ve perişanlık içinde kalırlar.
Zamanımız, sözleşmeye vefasızlığın çoğaldığı bir asırdır. Ahde vefakâr bir kimseyi misal olarak göstermek icap ettiğinde, çok kere, yaşayanlardan bir örnek gösterme güçlüğü doğmakta ve "Bir zamanlar falan yerde şu isim ve lâkapta bir şahıs varmış, verdiği sözü mutlaka yerine getirirmiş diyerek kabristandaki ölülerden misal verilmektedir.
İnsanlar, ruhunda yerleşen ahlâki meleklerin derecesine göre terakki ederler. Verdiği sözde durma-yan, esen rüzgâra göre yön değiştiren kimsenin insanlığı, kalıpta kalmış olur. İnsanlığı kalbine indire-meyen ve ruhuna sindiremeyen kimseler, biyolojik yapı itibariyle insan sayılsa da, İslami ölçüler muvacehesinde insan olarak kabulü zordur.
İmanını yitirmiş ve ahlâkını sıfıra indirmiş kimseler hakkında "Onlar, dört ayaklı hayvanlar gibidir, hatta daha sapıktırlar. Onlar, gafillerin ta kendileridir" mealindeki âyet-i kerime bu iddiamızın açık belgesidir" (Sûre-i Ârâf 179).
Milletimizin Medârı iftiharı Olan Gençler!
Cihanşümul bir din olan İslâm, gayri müslim milletlerle yapılacak sözleşme esaslarına riâyet etmemizi esas alarak kabul etmiş ve bu istikamette emirler vermiş bulunmaktadır. Fert ve millet olarak ticari, sınai veya siyasi yönlerde sözleşme yaptığımız gayri müslim mileltlere karşı islâmın izzetini ve Müslümanların şerefini korumak zorundayız.
Bu iddiamızın doğruluğunu isbat için asr-ı saadette cereyan etmiş bir vak'ayı nakletmek istiyorum. Kureyş müşrikleri Ebû Râfi'i elçi olarak (Resûlullah s.a.v.)e göndermişlerdi. Ebû Râfi, Peygamber (s.a.v.)i görünce kalbine İslâm dinini kabul etme hevesi düştü ve Resûli Ekrem'e maksadını açıklayarak şöyle dedi:
-"Ey Allah'ın Resulü! Ben, Allah'a andolsun ki ebedi onların yanına dönüş yapmayacağım". Resûl-i Ekrem:
-"Ben (onlarla yaptığım) ahdi bozmam ve elçileri hapsedemem. Fakat sen şu sırada (onların yanına) dön. Bu an nefsinde (doğan arzu) gelecek zamanda da sâbit (ve dâim) olursa (o vakit buraya) gelirsin" buyurdu (Ebû Davut c. 3, s. 83),
Gayri müslimlerle yapılan sözleşmede, ahde sadakat esas olmakla beraber, istisnai bir hüküm de vardır. Şöyle ki: Onlardan bir zarar geleceği sezilir ve sözleşmeye ihanet edecekleri anlaşılırsa, muahedeye bağlı kalmanın milli bir zarar doğurmasından endişe edilirse, önce kendilerine açıklamada bulunarak yapılan sözleşmeyi feshetmek caizdir.
Bu müsadeyi açıklayan bir âyet-i celile ile mevzuu noktalamak istiyorum:
"Eğer (muâhede eden) bir kavmin hainliğini (ahde sadakatsizliğini anlayıp bu cihetten) kafi endişeye düşersen (önce) hak ve adalet üzere (keyfiyeti) kendilerine (bildir ve ahitlerini) at. Çünkü Allah hâinleri sevmez" (sûre-i Enfâl 59).
YİRMİ ÜÇÜNCÜ ÖĞÜT BITTI
Gençlere Öğütlerim
- ÖNSÖZ
- Gençligin Kiymeti ve Gençlerin Degeri
- Şirk ve İnkârdan Sakınmak
- Münafıklıktan sakınmak
- Riyadan Sakınmak
- Bit'atlardan Sakınmak
- Şeytana Uymaktan Sakınmak
- Nefs-i Emmareye Tabi Olmaktan sakınmak
- Dalâletten Sakınmak
- İbadetleri Terketmekten Sakınmak
- Tadil-i erkânı Terketmekten Sakınmak
- Kur'ân Okumayı ihmalden Sakınmak
- Duayı Terketmekten Sakınmak
- Selamlaşmayı ihmalden sakınmak
- Günahlardan Sakınmak
- Sihir Yapmak ve Yaptırmaktan Sakınmak
- Zinadan ve Sihâktan Sakınmak
- Livâta (cinsî sapıklık)tan Sakınmak
- Sarhoşluk Verici Şeylerden Sakınmak
- Kumardan Sakınmak
- Rîbadan (faizden) Sakınmak
- İhtikardan Sakınmak
- Haram Yemekten Sakınmak
- Emânete Hıyanet Etmekten Sakınmak
- Sözleşmeye Vefasızlıktan Sakınmak
- Fitne ve Fesattan Sakınmak
- Halkı Kötü Yola Teşvik Etmekten Sakınmak
- Lanet Etmekten Sakınmak
- Kötü Sözlerden ve Sövmekten Kaçınmak