Hüsn-ü misalleri seralarda korur gibi

İnanç ve kültürlerin korunması için insanlık ve vicdanın sesini dinleyen ve vicdan hürriyetine gerekli önemi veren hukukçular son derece gayret gösteriyorlar. Bu husus en başta insan kalp ve vicdanına bir saygıdan ileri geliyor. Bir başka sebep ise çevre mevzuunda türlerin korunması gibi inanç ve kültürlerin korunmasında da daha değişik düşünceler olabilir. Diyelim ki bir inanç prensibi: "Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Bu (hareket) onlar için daha temiz (ve yararlı)dır. Şüphesiz Allah onların yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar, kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünen müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine koy(up ört)sünler."

(Nur/30-31)

Harama bakma mevzuunda "Şeytanın zehirli oklarından bir oktur." diye hadislerde de buyruk var.

Bir mümin de bu inancını tam olarak yaşamak istiyor. "Helal daire keyfe kafidir; harama girmeye ihtiyaç yok." diyerek, helal kazanıp helal yemeye, nikahlısından başka haramla münasebetlere asla iltifat etmiyor.

Bunu kabul etmeyenler de diledikleri gibi yaşıyorlar; ama yer yer kurulu düzenlerle veya şu anda dünyanın kabul ettiği ölçülerle uyuşan bir durumları yok.

Araştırmalar zamanla, insan nefis ve hevasının arzusu dışında bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor. Mesela İsrail'de yapılan bir araştırma, dişi tavşana biraz dikkatlice bakan erkek tavşanın beyninde bir zehirlenmenin ve şehevi bir kışkırtmanın varlığını tespit ediyor.

Nikah kudsiyetini kabul etmeyenler, erkek-kadın bir evde, istediği gibi yaşamaya devam ediyorlar. Hatta kadın kadına, erkek erkeğe -mukaddes prensiplerin sapıklık ve günah saymasına rağmen- çarpık bir yaşayışla şehvetlerini tatmin etmeye çalışanlar olabiliyor. Bilhassa bazı medya imkanları ile böyle olmaya özendiriliyor.

Sonra böyle bir hayata alışanlar, çocuk yetiştirme gibi bir yükün, vefa ve sadakat gibi daha ağır bir mükellefiyetin asla altına girmek istemiyorlar. Netice ya apaçık Sodom-Gomore'de olduğu gibi İlahi bela ve azaplar yağıyor veya nesiller arkadan gelmiyor, nüfus azalıyor, insanlar güdük kalıyor. Yaşlı insanlar toplumun büyük nüfus oranını oluşturuyor. Saygısız, ilgisiz ve kendi zevk ve menfaatlerinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen yeni kuşaklar ortalığı dolduruyor. Aslında Sodom-Gomore'nin neticesinden farksız bir ceza bu.

O zaman ya tükenip gidecek bir bedbahtlar grubu olacaklar veya akıllarını başlarına toplayıp İlahi prensiplere tekrar göz atıp, nefis ve şeytanlarına rağmen bir çıkış yolu bulmaya çalışacaklar. Bunun için de o prensipleri pratik olarak yaşayan hüsn-ü misallerin seralarda korunur gibi din ve vicdan hürriyeti adına bir anayasa hakkı olarak korunması gerekiyor. Bir sonraki yazımda bu hususta bir misal arz etmek istiyorum.

Abdullah AYMAZ
Zaman