Tesettür

Tesettür füruat mı, yoksa teferruat mıdır?"

Soru: "Bir konuşmasında F. Gülen hocaefendi tesettür için teferruat dedi. Bu doğru mudur? Teferruat ne demektir? Ayrıntı ve detay anlamına geliyor ama, buradaki manası nedir? Üstelik tesettürün teferruat değil, füruat olduğunu biliyordum ben. Teferruat ve füruat ne demektir? Tesettür füruat mı, yoksa teferruat mıdır?"

Cevap: Fethullah Gülen hocaefendinin başörtüsü hakkında kullandığı kelimenin "füruattandır" tarzında olduğunu hatırlıyorum. (Yanlış hatırlıyorsam düzeltin.) "Füru(at)", Fıkhî bir tabirdir ve "Usul'e ilişkin olmayan" anlamındadır.

MAHREMİYET VE TESETTÜR

İnsanı yaratan Allah, dünya ve ahiret selametimiz için koyduğu sınırlara uymamızı bizden talep ediyor.

Bu çerçevede dinin meşru saymadığı, yani haram işlerden sakınmamızı emrediyor.

Haram; yani güzel olmayan, yani çirkin olan, yani insanlık onuruyla bağdaşmayan her türlü tutum, davranış...

Dininin belirlediği ölçülere riayet edip düşük sıfatlardan arınanları ise müjdeliyor.

Bu müjdeden nasipdar olmak için özenle korunması gereken sınırlardan biri de mahremiyet. İffetli ve hayâ sahibi olarak yaşamanın anahtarı mahremiyet.

Ve müslüman kadının mahremiyetinin tezahürü tesettürdür, yani örtünmedir...

TRANSPARAN LİBAS-I TAKVA Ya da "Başörtüsünü Aşın, Nirvanaya Ulaşın"

TRANSPARAN LİBAS-I TAKVA Ya da "Başörtüsünü Aşın, Nirvanaya Ulaşın"

Muhatabına bazı hatırlatmalarda bulunmak için –elde olmayan sebeplerle– epey geç kalmış sayılabilecek, ama mühendislik zenaatına gönül vermiş olanlarca kıyamete dek süreceğine dair garanti verilmiş bir sürecin gündemde tuttuğu bir vakıa ile yakından ilişkisi dolayısıyla, önümüzdeki upuzun zamanın herhangi bir kertesinde güncelliğini kaybetmeyeceği kendiliğinden garanti edilmiş bir yazı bu.

Hemen söyleyeyim, bu bir tenkit yazısı ve siz, asık suratlı ve kuru bir tenkit okumak üzere hazırlandıysanız, fena halde yanıldınız. Çünkü bu yazıya, limon kolonyasının verdiğinden fazla olmayan bir ferahlık sağlamak dışında pek fayda hasıl etmediğini bildiğim ve esasen çok da hazzetmediğim bir üslubun hakim olmasına bilerek, isteyerek izin verdim.

Modern tesettür (!)

Askeriyede savaş anında her asker bir "sütre" gerisinde yatar, oradan ateş eder.
Kore'den gelen bir subay, bir taş göstermiş, "Beni kurtaran bu taştır." demiş. Savaşırken o taşın arkasında yatmış. Bir iki kurşun o taşa değip sekmiş, böylece o arkadaş vurulmamış.










Sütre ve tesettür aynı kökten gelir. Setr... Yani örtmek...







Nasıl ki askerler savaşta sütre gerisinde yatarak korunur, Müslüman hanımlar da tesettürle kendilerini düşmanlardan korurlar. İstisnalar kaideyi bozmaz.

TEBERRUC SEBEPLERİ VE SONUÇLARI

Teberruc: Kadının, doğuştan gelen (tabii) ve edinilen (sun'i) güzelliklerini uygun olmayan yerlerde kasıtlı olarak göstermesi; bunun için çaba sarfetmesi anlamında bir Kur'ân terimidir.

Terim bu kökten olarak Kur'ân'da iki âyette geçer:

1. "Nikâh umudu olmayan, oturan kadınların, "teberruc" yapmaksızın elbiseleri bırakmalarında kendilerine bir vebal yoktur. Iffetli olmaları (ve dış elbiselerini dahi bırakmamaları) ise kendileri için daha hayırlıdır. Allah her şeyi işitendir, bilendir. (Nûr: 24/60)

2. "Evlerinizde vakarla oturun. Önceki cahiliyye kadınlarının teberruc'u gibi teberruc yapmayın (süslerinizi teşhir ederek dolaşmayın). Namazı kılın, zekâtı verin. Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. (Ahzâb 33/33)

Başörtüsü Yanlışları:

1- İçini gösteren ince türde baş örtüsü:



Yine arkadan ışık vurunca ve hatta bazen vurmadan bile içini gösteren başörtüler takılıyor. Bu durum da aşağıda 5. maddede Hz. Aişe`nin söylediği gibi dinin bu emrine açık bir muhalefet oluyor. Lütfen sokakta takacağınız başörtünüzü seçerken ve takarken içini göstermeyecek kalınlık ve kalitede olmasına dikkat edin.




2- Boynu örtmeyen baş örtüsü:




Bu yanlış uygulamaya da oldukça çok rastlanıyor. Yalnızca çene altında veya ensede bir düğüm atılınca boyun açık kalıyor ve yukarıdaki 1. ayette geçen "Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar" emri gerçekleşmiyor. Lütfen başörtünüzün ucunu boynunuzu da kapatacak şekilde yakanızın üzerine sarkıtın.

Çeyrek Tesettür Gerçek Tesettüre Karşı ya da Başörtülü Çıplaklar (2)

Gazinoda, pavyon veya plajda, yani en azından gözlerin haramlarla meşgul olduğu bir mekânda başında "imam sarığı" ile dolaşmanın durumuna benziyor; çarşı pazardaki dikkat çekici tavırlarıyla başörtülü kızın tavrı. İmamın sarığı beyaz olduğundan, en küçük bir leke kaldırmadığı ve hemen göze battığı gibi, taç gibi başlara yerleşen ve sarık kadar simgesel ve ulvî değeri olan başörtüsü de, takılan başı baştan aşağı güzelleştirmeli. Yoksa, sarığı ve başörtüsünü kirletenler, farkında olmadan da olsa "din"e düşman kazandırmanın vebâlini taşımış olurlar başlarında örtü yerine.

Çeyrek Tesettür Gerçek Tesettüre Karşı ya da Başörtülü Çıplaklar (I)

Biraz da etkitepki meselesi olsa gerek. Egemen güçlerin bunca saldırısı ve zulmüne rağmen çarşılara, pazarlara baktığımızda başörtülü kızlardan geçilmiyor. Bardağın neresine bakalım? Hiç yoktan başı örtülü bayanların sayısı hâlâ çok sayıda diye sevinelim mi; yoksa, başörtüsü, rûhundan giderek soyutlandı, çarşılar başörtülü mankenlerin boy gösterdiği podyuma döndü, örtü sokağa (ayağa) düştü diye üzülelim mi?



Sürpriz olan hangisi? Azçok kültürlü kızların başörtülü olabilmesi mi, yoksa her yönden gayrı İslâmî yaşama biçiminin kuşattığı ve modern Batı standartlarını içselleştirmiş, özgürlük putunun kurbanı ve sosyal hayatın, sokak ve çarşının tutsağı olmuş başörtülü kızların her aklı başında müslümana "bu kadar da yozlaşma olmaz!" dedirtecek anormallikleri mi? Okullarda karma eğitimin tezgâhından geçmiş, televizyon dizileriyle büyümüş, kadın-erkek eşitliğini ve kadın özgürlüğünü bayraklaştırmış, dünyevileşmiş, İslâm'ı yeterince bilmeyen, bildiklerini tümüyle yaşamanın getirdiği bedellere hazır olmayan kızların çeyrek tesettürü mü?

Başı açık başörtülüler !

Başı açık başörtülüler...


Saçlarını örten armini eşarplar altına bütün vücuda oturmus bir kot pantolon...


Yürüyünce ayakları hareket etmeliyken dikkat çekmek adına bir bütün olarak yürümeyi bırakıp kıvırtanlar...


Her şeyi bir kenara bırak kendilerini türbanlı ve başı örtülü gercek bir tesettüre bürünmüs bacılarımızın sesi olarak gören acizler...


Ben çalışan bir bayanım bahanesi ile günde bilmem kaç erkegin elini tokalayan, selamlasan, tebessumleri zehir gibi sacan, moda illetini bir kültür abidesi niteliginde basortusunun altındaki bedene uyduranlar...

tesettür Kaç Gramdır?

Sibel Eraslan


Var oluşumuzun anlamı üzerine konuşuyoruz aslında...

Hemen her gün kâh sıkıcılığından kâh zorluğundan bahsettiğimiz hayatımızın anlamı bu... Modern tıp; yaşayan insan ile ölü insan arasındaki en kaba farkın, 21 gram olduğunu söylüyor. Yaklaşık olarak bu 21 grama acaba neler sığdırıyoruz ki, her birimizin de hikâyesi asla birbirini tutmuyor...

'21 gramlık küçücük bir aşırılığa milyarlarca insan sığıyor, kimi zorba bir Firavun, kimiyse öldüğü üç günden sonra duyulan bir garip oluyor... Ama hepimizin de ruhu var işte...

yozlaşmanın başörtü versiyonu; peruk

Tâbi oldukları dinin mücadelesini vermek bir yana, var oldukları kültürün dahi mücadelesini veremeyen bir coğrafyanın insanları, din ve kültür yozlaşması arasında ezilip kaybolduklarının farkında bile değiller. Dinî bilgilerini, kulaktan dolma bidat ve hurafelerle elde edip, etnik kimliklerini de ırkçı bir felsefe ile sürdüren, bu coğrafyanın halkı, doğu ve batı kültürü arasında bocalamaya devam etmektedir. İyi ile kötü; Hak ile batıl; farkını algılama yeteneğini kaybedecek kadar vahiyden ve akıl yürütmeden uzak kalmıştır.
Yozlaşmanın süreci, asırlardır İslam yurdu olan bu beldede, artık müminlerin bir kısmı din adamlarının (!) fetvalarını sorgulamaksızın pratize ede gelmiş; bilgin (!) ya da aydın (!) denilen akademisyen prof.ları her alanda kılavuz edinmiştir. Sonucunda peygamber varisi ulema takip edilmez olmuştur. Oysa Allahu Teâlâ, Kitab-ı Kerim'de "bilginleri ve din adamlarını rabbler edinmeyiniz " ( Tevbe 9 / 31 ) buyruğu ile müminleri uyarmaktadır. Malumdur ki bu ayetin nüzulü ile "Biz cahiliyede hiç onlara rukü ve secde etmedik" diyen sahabiye Hz. Muhammed (a.s.v.): "Siz onların haramlarını haram, helallerini helâl bilmiyor muydunuz?" diye sorar. "Evet" cevabını alan Allah rasulü (a.s.v.): "İşte bu Rabb edinmektir." buyurur. Bu ayet-i kerime’nin tefsiri bizzat Allah Rasulü (a.s.v.), tarafından yapılır ve dikkatle irdelenmesi, anlaşılması gereken, ilk hikmetlerden biri, birilerinin din adamı olması Allah (c.c)'ın haramını helâl, helâlini haram kılma yetkisini kendisine vermez. Allah (c.c) 'ın helali ve haramı ile alimin ve bilginin fetvası örtüşmüyorsa, buna rağmen alime ya da bilgine itibar ediliyor ise, bu Allah'tan başkalarını rabb edinmektir. Hal böyle iken, dinde tahribat bizzat din adamı sıfatlı ya da bilgin sıfatlı insanlar eli ile yapılagelmiştir. Bunda bazen kasıt olduğu gibi kasıtsız da olduğu söylenebilir. Bu çeşit tahribatlar "niçin böyle oluyor?" sorusunu sorduğumuzda, karşımıza birçok neden çıkmaktadır. Birincisi, Dinin aslı olan Kur'an'ın Rabbi Teâla tarafından korunmuş olması ve bu korumayı aşamayan taife, Kur'an'ın maksadına yönelik tahribat çalışması yapmıştır; zira Kur'an'ın metni koruma altındadır. Ancak maksattan uzaklaştırabilmek için manayı kullanarak Kur'an ahkamı tahrip edilmektedir. Her dil gibi arapçada da bir kelime birkaç manaya gelebilmektedir. O halde biz Vahyin maksadını ancak ayetin inzalinde, Allah rasulü (a.s.v.) ve ashabının aldığı tavrı irdeleyerek anlayabiliriz. Bizim bu maksadı algılamamıza mani olmak için, hadislere olmadık iftira ve şüphe yamanarak Allah rasulü (a.s.v.) ile ümmet arasındaki bağ koparılmak istenmiştir. Hadis usulünde, zayıf olarak nitelendirilen hadis, fıkıhta bir şeyi meşru veya gayri meşru kılabilir. "Zayıf " kelimesi günümüzde kullanılan anlama gelmez. Ahâd hadis, rivayeti tek yoldan gelen, ravisi tek olan hadistir. Bir misal verelim: Hz. Aişe (r.anha), Allah rasulü(a.s.v.) ile yalnızken bir hadis duymuş ve bunu da sonradan aktarmıştır. Haber ilmi tekniğine göre, zayıf nitelendirilen bu hadis, Hz. Aişe (r.anha)'nin kimliği ve temiz bir mümine ve ümmetin annesi olması hasebi ile teknik olarak hadisi zayıf olarak nitelendirilse de hakikatte sağlam bir kulptur. Ahad hadis, bir meseleyi, haram, helâl, farz, vacip, sünnet, kerih gibi kavramlara taşıyabilir. Ahâd habere, sıfır itibar aklen mümkün değildir. Şöyle ki, tüm insanlar babalarını ahâd haberle baba olarak bilirler. İkincisi, Dinin rantını yiyebilmek için, dinden çıkar sağlamak isteyenler, dini olduğunca farklı, kolay ya da zor göstererek dini tahrip etmek istemişlerdir. Sayısal çoğunluk adına helâller gevşetilmeye, haramlar kaldırılmaya çalışılmıştır. Daha çok kitleye ulaşma adına bazı haramların tebliği tehir edilmiş, bazı olmadık helâller keşfedilmiştir. Misâl, Kişinin kalbi ısınacak diye namazsızlığına göz yumulmuş, yapıdan uzaklaşmasın diyerek kişinin futbol fanatizmi meşru görülmüştür. Üçüncüsü, saltanat yüklü ideolojik rejimlerin baskısına dayanamayıp saltanat ya da rejim ulemasının sahte fetvaları ile halk Kur'an'ın maksadından uzaklaştırılmış ve din tahrip edilmeye çalışılmıştır. Dördüncüsü, iyi niyetle yola çıkarak dinin aslından olmayan ahkâmları dinin ahkâmı imiş gibi sunarak dinde ruhbanlaşmak; selefi salihin tasavvufunu terk edip hıristiyan ve hinduizm mistisizmden etkilenmiş pasifize edici bir sufi tarza bürünmekte dinde tahribata, yozlaşmaya sebebiyet vermektedir. "Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır." (...Hadid 57/ 27 )

“Süslenmenin”Günümüzdeki Değişen Yüzü

Firdevs Gürbüz

Teknolojinin hayata uyarlanmasıyla birlikte, insanların hayat telakkileri her geçen gün değişime uğruyor. Sosyal hayat, geçmiş bağlarından süratli bir şekilde koparken bu değişimi derin bir şekilde yaşayan insanların değer sistemleri erozyona uğruyor. Kitle iletişim alanın da yaşanan gelişmeler ise kültürler arasındaki farkları yok ederken, baskın, sulandırılmış ve de içi boşaltılmış mekanik kültürün kuşatması altında varlık bulmaya çalışan toplumlar ise temelden sarsılmaya devam ediyor. Geleneklerinden kopan toplumlar ve müntesipleri müthiş bir savruluşla kimlik bunalımını en derin bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar. Hakim egemen kültür ise, İnsanların yaratılışında varolan beşeri zafiyetlerini, kapitalist iç güdülerden hareketle kullanarak kendisini daha da güçlü kılıyor. İnsanların beşeri zaaflarını kaşıdıkça insanlar, insanlık değerlerinden süratli bir şekilde kopuyor, inandığı değerlere olan bağlılığını yitiriyor. Dini kopuşu süratli bir şekilde yaşayan insanlar ise, dinin sosyal hayata dair söylemleriyle, mekanik kültürün söylemlerini yer değiştirerek, insanın, insan olmasının en temel öznesi olan toplumsal hayatı ve paylaşımı ortadan kaldırarak yaşam alanlarını daralttıklarının farkına bile varamıyor.

Türbanla da denize girmeyiver

TAMAM, türbanınla Tophane’deki kahvelere takılıyorsun...

Okey oynuyorsun...

Nargile içiyorsun...

Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde erkek arkadaşlarınla oturup şiir tartışıyorsun...

Kış olunca kayağa, yaz olunca denize gidiyorsun...

Nalan’ın şarkısına ‘Of, of’ diye eşlik ediyorsun...

Blue-jean’e bir itirazın yok...

Ayakkabıda Convers’i tercih ediyorsun...

Bazen televizyonların gündüz programlarının vazgeçilmez konuk profilini oluşturuyorsun, bazen de İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarındaki marjinal mekanların entel-dantel müdavimlerinin başını çekiyorsun...

Çarşaf/peçe yerine Manto/eşarp

Tesettür

Zaman tünelinde, fazla değil sadece yüz sene öncesine gitme imkânımız olsaydı da o günün Osmanlı pâyitahtı olan İstanbul'un en kalabalık caddelerinde dolaşsaydık, acaba bugün Anadolu'nun ne ücra bir kasabasında gördüğümüz kadın manzaralarını görmek mümkün olur muydu? Biz ne hâle geldik böyle?

2. Meşrutiyet'ten sonra İttihad ve Terakki iktidarının başladığı günlerde, devlet dairelerine ilk alınan bir kadın memurun söylediği şu hikâye, bize bir şey anlatır mı acaba?

Bayan Feride şöyle diyor:

"İstanbul'un eski bir ailesine mensubum. O devrin bütün ilim ve siyaset adamları ile görüşür, tanışırdım. Gençtim, okumuştum. Herkesin bana bir saygı, bir sevgisi vardı. (Şu anlatılanlara elbette bir mim koymuşsunuzdur! M.K.) İttihad ve Terakki'nin ilk devri idi. Bir gün yakından tanıdığım Cemal Paşa, hayata atılması lâzım olan kadınlarımıza örnek olmamı, bunun için de teklif edeceği vazifeyi kabul etmemi rica etti. O zamanlar oğlum İrfan henüz küçüktü. Fakat ben bunu mazeret saymayarak, maaşa ihtiyacım bulunmadığı halde teklifi kabul ettim. (İhtiyacı olmadığı halde teklife balıklama atlayan bu bayanın kadınlarımıza nasıl bir örnek olduğunu anlamak için, bugün sokaklara bakmak yetmez mi? M.K.)

Seksi türbanlılar

Pembe Köşk`te zaman zaman yapılan sergilerden biriydi, yıllar önceydi. İsmet ve Mevhibe İnönü`nün at binerken giydikleri kıyafetler, el ele tutuşturulmuştu. O kadar küçüktüler ki giysiler, içlerinde bir zamanlar tarihi yazan gövdelerin yaşadığına, hareket ettiğine inanası gelmiyordu insanın. Özden Toker anlatıyordu, odalar arasında gezerken. Mevhibe İnönü`nün nasıl mahcup bir hanım olduğunu, devrimlerle birlikte gelen yeni yaşam tarzına ayak uydururken, her kadın gibi zorlandığını... Ama elbette Bayan İnönü olarak tüm ülkeye `rol modeli` olmak mecburiyeti altında bulunduğunu ve en `modern` şekilde giyinmeye gayret ettiğini. Bu gayretlerle ne giydiğine, nasıl giydiğine hep dikkat etmesi gereken Mevhibe hanım her halde o yıllarda, gardrobunun önünde durup düşünürken buna `rol model` değil, `emsal teşkil etmek` diyordu... Acaba şimdi, bugünlerde, AKP`li bakanların ve milletvekillerinin eşleri ne diyor? `Örnek olmak` mı koyuyorlar adını? Ne giydikleri durmadan tartışılırken onlar da kendilerini Mevhibe hanım gibi gardırobun önünde dertlenirken mi buluyorlar? Çünkü onlar şimdi, isteseler de istemeseler de, buna hazırlanmış veya hazırlıksız olsalar da örtülü kadınların takip ettikleri yeni `rol modeller`. Bu yüzden değil miydi, geçtiğimiz aylarda Kemal Unakıtan`ın eşinin türbanını `modern` bağlayışının manşetlerden inmemesi? Abdullah Gül`ün eşinin giydiği `çağdaş` tesettürün mercek altına alınması? Bayan Erdoğan`ın giydiklerinin `ulusal temsil` mertebesinde lüzumsuz `sinir krizlerine` yol açması? İktidarın hanımları olarak şimdi onlar diğer `hanımlara` öyle ya da böyle yol göstermiyorlar mı? Bahar, örtüleri kaldırınca