Ahlak

"TEBÜK'TE BİR DOĞRULUK DESTANI"

Rabbimiz! Bizleri muhafaza buyur, buyur ki Sen biricik koruyucumuzsun.. dünyanın bütün kötülüklerinden, bizim için ar vesilesi olabilecek durumlardan ve ahiret azabından koru.. koru ki, Sen bizim korkup endişe ettiğimiz şeylerin üstesinden gelebilecek kadar büyük ve ulusun!. Ey Rabbimiz! Ancak Senin inayetinle bozguncuların şerlerini defedebiliriz. Kötü kimselerin fenalıklarından sığınabileceğimiz Senin kapından başka kapı da yoktur

İki Er Kişi İle Bir Hatun Kişi.

Hacı Bayram Veli, Sultan II. Murad'ın saygı duyduğu manevi önderlerdendi. Hükümdarın Hacı Bayram'a saygısı o derece büyüktü ki ona mürid olanlardan vergi almıyordu. Ama gelin görün ki bütün Ankara halkı Hacı Bayram'ın müridi olduğunu iddia ediyordu. Ankara'da kimden vergi istense "Ben Hacı Bayram'ın müridiyim" deyip işin içinden sıyrılıyordu. Bu durum hükümdara yansıtıldı. Hükümdar Hacı Bayram'a bir mektup gönderip, "Gerçek müritlerinizin sayısını bana bildiriniz, sizin bildirdiğiniz herkes vergiden mual tutulmak üzere kabulümdür"dedi.

Beyaz yalanlar ne kadar beyaz?

“ANNECİĞİM NEREYE gidiyorsun?”

“Doktora gidiyorum yavrum. Sen burada kalacaksın. Yoksa sana ‘cıss’ yaparlar.”

...

Küçük çocuk, doktora gitmektense evde kalmayı ‘tercih etmiş’ ve annesi alışverişi yalnız yapabileceği bir fırsat bulmuştu.

Çıkarken anne, kızkardeşine ne kadar süre dışarıda kalacağını, nereye gideceğini fısıldıyordu, telaşlıydı.

Çocuğunun kendisini duyduğunun farkına varmadı, çocuk da hissettirmedi ve hiç sesini çıkarmadı.

BEYAZ

Beyaz
bir beyaz gül gibi saf
yada okyonuslar dibinde bir inci
ben beyaz olmayı istiyorum
gün ,güneş görmemiş
üzerine göz değmemiş
bakışları harama hiç yönelmemiş
cennette bekleyen huriler misali

temizle beni Allahım
beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi
soğuk suyla temizle

ben beyaza,ben ışığa,ben nura
ben saf güzelliklere sevdalı
sinelerinde samimiyet taşıyan
masum yüzlü çocuklara hayran...

bir papatyanın yaprağındadır neşem
dağların doruğunda erimeyen karlarda düşüncem
ve tüm zerafetiyle direnen kardelende

Güzel Ahlâk'a Ulaştıran Sebepler

Anlaşıldı ki güzel ahlâk, akıl kuvvetinin îtidal ve normal derecesine, hikmet'in kemâline, öfke ve şehvet kuvvetinin normal olup akla ve şeriate itaat etmesine bağlıdır. Bu normallik, iki yönden meydana gelir.

1.İlâhî bir cömertlikle, fıtrî bir kemâlle hâsıl olur. Öyle ki insan, kâmil bir akıl ile doğar. Güzel ahlâklı olarak dünyaya gelir.Hatta şehvet ve gazabı da korunmuştur! Onun şehvet ve öfkesi,akla ve ilâhî nizama itaat edecek ve normal bir şekilde yaratılmıştır. Bu bakımdan bu kimse öğrenmeksizin âlim olur.
Öğrenmeden terbiyeli olur. Örneğin Hz. İsa (a.s), Hz. Yahya (a.s) ve bütün peygamberler böyledir. Tabiat ve yaratılışta gayret sûretiyle elde edilen bir şeyin bulunması uzak bir
ihtimal değildir. Nice çocuklar vardır ki doğru lehçeli, cömert, cesaretli olduğu halde yaratılmıştır ve bazen de bunun aksi olur. Arıcak bu vasıflar
alıştırma yoluyla ve güzel ahlâkla ahlâklanmış kimselerle oturup-kalkmak sûretiyle elde edilir...

Müslüman Ancak Dogrulari Destekler

Mehmet Şevket Eygi / MİLLİ GAZETE


CENAB Şehabeddin “Altından kendini koru, zehiri teneke kupa içinde sunmazlar” diyor. (Tiryaki Sözleri). Yakın tarihte ve zamanımızda Müslümanlara nice zehir altın kupalarda içirilmiştir.


Teneke kupaya değil, içindekine bak. İçindeki helâl, meşru, faydalı, şifalı ise kabul et.


Altın kupaya değil, içindekine bak. Zehirli, zararlı, haram, gayr-i meşru ise sakın aldanma, içme.

Tebbet Suresi ve iki yaşanmış olay üzerine...

Kıymetli Maslahat;

Katkıların için çok teşekkür ediyorum.Olayı gayet müdellel bir şekilde yazmışsınız.Allah razı olsun.Kelamınıza ve kaleminize sağlık.

Ölenlerine ağlayanlarla ilgili bir şerh düşelim ki yanlış anlaşılmasın. Efendimiz SAV, bağıra çağıra, saçını başını yolarak ağlamayı yasaklamıştır.

Kul hakkından da ağır olan gıybet!..

Bir komşu veya bir dostla konuşup ayrıldıktan sonra arkamızdan konuşmadığından emin olamıyorsak durum kötü demektir. Böyle dostlukta ne muhabbet gelişmesi olur, ne de itimat duyma hissi kalır. Çünkü arkasından konuşulduğunu düşünen insan, dostlarını hep tereddütle karşılar:

-Kim bilir neler söylüyorlar arkamdan?!. şüphesi içini kemirip durur.

Bu da komşuluk ve dostluk hissini parçalayan bir şüphecilik halini alır.

Bundan olacak ki Hazret-i Kur'an, kardeşinin arkasından konuşup gıybetini yapmayı, o kardeşinin etini yemeye benzeterek ayıplamış, söylediği doğru bile olsa gıybetçiliği kesinkes yasaklamıştır. Ancak, ihtiyaç halinde, doğru bilgiye gerek duyulması durumunda, bilinen gerçek ne ise o bilgiyi doğru vermekte mahzur söz konusu olmamıştır. Böyle bir tanıtıma gerek yokken aleyhtarlık yapıp birinin zaafını, kusurunu nazara vermek, ona olan ilgiyi, hüsnü zannı yok etmek ne kardeşliğe yakışır, ne de samimi bir dostluk ve komşuluğa.

Misafire ikram nedir bilmeyenler mi medenî?

Şu Batılıların, Avrupalıların bize örnek gösterilmesine, onların “medenî” olarak takdim edilmesine resmen gıcık oluyorum. Lütfen başınızı ellerinizin arasına alıp düşününüz:

* Misafirlik, misafir ağırlamak, ikram etmek, karşılıksız yardım etmek, aç insanı doyurmak nedir bilmeyen insanlar mı medenî? 18 yaşına ulaşmış kendi çocuğunu bile “asalak” olarak gören ve ona “Madem bu evde kalıyorsun ve yemek yiyorsun, o halde mutlaka katkıda bulunman lazım!” diyen kimseler mi medenî?

* Temizlik nedir, gusül nedir, taharet nedir bilmeyen; çok afedersiniz hayatı boyunca vücuduna su değdirmemiş insanları bile bulunan topluluk mu medenî?

Sen Daha Çok Hakediyorsun!_Fedakarlık

SEN DAHA ÇOK HAK EDİYORSUN !
(Konu: Fedakarlık)

İki erkek kardeş, babalarından kalma çiftlikte birlikte çalışıyorlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve dört çocuğu vardı. Diğeri ise bekardı. Kardeşler, her günün sonunda ürünlerini ve karlarını eşit olarak bölüşüyorlardı. Bir gün,bekâr kardeş kendi kendine:



“Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiş hiç de hakça değil” diye düşündü. “Ben tek başıma yaşıyorum ve o kadar çok fazla paraya ihtiyacım yok. Ama kardeşim altı kişilik bir aileye bakmak zorunda.” Böylece, her gece evinden çıkıp, bir çuval buğdayı gizlice kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı.

Yalanın küçüğü olur mu ?

İmam-ı Gazali, "Sürekli işlenen küçük bir günah, istiğfarı yapılan ve bir daha işlenmeyen büyük bir günahtan daha büyüktür" diyor bir eserinde. Çünkü, 'istiğfar' ile insan o günahın atmosferinden çıkıyor, tekrar İlahi ölçüleri eksen alıyor ve ubudiyet tavrını takınıyor iken, 'küçük' de olsa istiğfarı yapılmayan bir günah zamanla ölçüleri aşındırıyor ve insanı 'yaşadığı gibi inanma' çizgisine sürüklüyor.

Durum bu olduğu halde, 'küçük'lük bir meşrulaştırma aracı olarak çıkıyor karşımıza. Gündelik hayatın içinde söylenen nice yalan ve yapılan nice yanlış, 'ufak-tefek'liğini ileri sürerek masumiyet zırhına büründürülüyor. Söz gelişi, çocuklarla olan diyaloğumuz, çoğu kez, 'yalan'lar üzerine kuruluyor. Ağlayan ya da mızmızlanan bir çocuk, sustuğunda unutacağı vaatlerle kandırılıyor. "Susarsan sana şunu alırım." Çocuk susuyor; ama kendisine bi rşey alınmıyor. Yahut "Aaa, elimde bir kuş var, gel bak" diyor 'büyük'lerimiz. Çocuk geldiğinde, olmayan kuş birden uçup gidiveriyor! Mazeretimiz de hazır: "Çocuktur, anlamaz."

Eşarpların Efendisi

Sevgili patron.

Dün bütün televizyon kanallarında senin “tesettür defileni” ve şu manken kızları gösterdiler; bütün haberlerde o kızlardan bahsedildi, bütün kameralar o kızların baygın bakışlarına mevzilendi. İnce kızlardı doğrusu, güzel yürüyorlardı. Tam bedenlerine göreydi diktirdiğin giysiler, o giysilerle salınınca daha bir göz alıcı oldular. Kuşkusuz habercilerin arasında “münafıkça” davrananlar da vardı. Senin özenle giydirdiğin kızların, başka zamanlarda başka yerlerde çekilmiş görüntülerini de esirgemediler bizden. Böylece onların ve senin sayende, bir bedenin bütün ihtimallerini aynı bağlamda görme imkanı bulduk. Yani sen, ekranın bir yarısında kızları bin bir meşakkatle giyindirirken, ekranın öbür yarısında başka patronlar inatla senin giydirdiklerini çıkarıp, kendi giydirdikleri çamaşırları sergiliyorlardı onların üzerinde. Elbette bu bir “kültür” savaşıydı patron. Sen bizim için savaşıyordun, öbür patronlarsa başkaları için. Zaten iki patron vardır, değil mi patron? Bizim ve onların patronu. Tabi ki bizim görevimiz bizim patronu tutmaktır. Dün biz de seni tuttuk patron, “eşarpların efendisi” sensin...