ORUCUN MAKBUL OLMASINDA ÖLÇÜ

Bedenî ibadetlerden biri olan oruç, Allah'ın rızasını kazanmak ve emrini ifâ etmek için, tan yerinin ağarmasından güneşin battığı zamana kadar yemekten, içmekten ve cinsî mukaarenetten kendimizi tutmaktır. Makbul bir oruç tutabilmek için, tarifteki unsurların hepsini toplamış olmamız şarttır.

Belirtilen zaman içerisinde yemekten, içmekten ve nefsanî arzulardan kendimizi tutmakla üzerimizdeki borç ödenmiş olursa da, Allah katında makbul olacak bir oruç tutulmuş sayılamaz. Çünkü oruç tutmadaki aslî maksat, sadece aç durmak değildir.

Bu tarifin birinci şıkkında yer alan "Allah'ın rızasını kazanmak ve emrini ifâ etmek" ifadesi, orucun ruhunu teşkil etmektedir. Rızai ilâhîye nail olmak için dil yalan, gıybet, iftira ve benzeri suçlan terk etmeli; el can yakmamalı, kumar oynamamalı, kimsenin malına ve ırzına uzanmamalı; göz, harama bakmamalı; ayak, şeytanın teşvik ve nefsin tahrik ettiği yollarda tozlanmamalıdır. Mide oruçta, sayılan uzuvlar suçta olursa, makbul bir oruç tutulmuş olmaz. Bu hikmeti tesbit eden bir hadisi şerifte, "Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi terk etmezse, onun yemeyi ve içmeyi terk etmesine Allah için bir ihtiyaç yoktur" (1) buyurulmaktadır.

Daha açık bir ifade ile, vücudumuzun her uzvu; içi ve dışı, ayağı ve başı, gözü ve özü oruç tutmalıdır. Bunları günaha sokacak bir man-zara ile karşılaşırsak oradan uzaklaşmalı; bir kimse bizimle dalaşmak isterse günaha bulaşmamalıdır. Bu hususta bizi uyaran Resulullah (s.a.v.), "Biriniz oruçlu olarak sabahladığı vakit boş (ve fuhşa dair) söz konuşmasın, cahilce bir harekette bulunmasın. Eğer bir kim-se onunla sövüşmeye veya dövüşmeye kalkarsa "Ben oruçlu bir kimseyim" desin" (2) emrini vermiştir. Zira günahtan kaçmayan "Ne kadar oruçlu vardır ki, orucundan eline geçecek ancak açlık (ve susuzluktur" (3).

Bir şahsın bize yakışıksız bir davranışta bulunması, aynı hareketle karşı koymamızı gerektirmez. Ayağımızı ısıran bir köpeğin ayağını ısırmaya kalkmak, bizi haklı çıkarmaz. Biz, bize saldıran kimsenin hak ettiği davranışı değil, olgun bir kimseye yaraşan işi benimsemeliyiz.

İslâm'ın getirdiği bu ölçülere uygun bir oruç tutabildiğimiz takdirde, vücud iklimimizdeki şeytanî kuvvetler zincirlenmiş, nefsin tutuşturduğu şehvanî ateşler sönmüş, cennet kapıları ardına kadar açılmış ve cennet bekçilerinin"Selâm (ve selâmet) size! Tertemiz geldiniz. Ebedî kalmak üzere girin buraya" (4) demelerini duyar gibi oluruz.
Orucun makbul olmasında diğer bir ölçü de onu bir perhiz gibi görmemektir. Zira bu ibadet, diğer mükellefiyetler gibi, ilâhî bir emir ve dinî bir vazifedir. Orucu bu idrak içinde ifâ etmelidir. "Kim farziyyetine inanarak ve sevabını Cenâb-ı Hak'tan umarak oruç tutarsa, geçmiş günahları yarlığanır" (5).

(1) Buhârî, c. 2,sh. 228.
(3)İbni Mâce, c. 1,sh. 539.
(4) Sûre-i Zümer, 73.
(5) eî-Tergîb ve't-Terhib, c. 2, sh. 90.