İslâmi burjuva nasıl oluştu?
Onların çoğu yiğidin harman olduğu, yitik hüzünler diyarı, Anadolunun kavruk evlatlarıydılar.
Osmanlı'nın payitaht kurduğu yerlerin (Edirne, Bursa, İstanbul) dışında kaldıkları için hanla, hamamla, debdebeyle, ihtişamla, medeniyetin rafine ürünleriyle karşılaşma fırsatları olmamıştı. Onlar, cumbalı köşklerde ud ve tambur ile suzinak bir şarkıyı terennüm etmenin ne demek olduğunu bilemediler, onlar alınlarını koydukları kuru toprak gibi bomboz bozlaklar, yareli ağıtlar, ciğer kokulu türküler söylediler. Babaları; güneşin alnacında kavrula kavrula ekip biçtikleri bir avuç buğdayı, arpayı öşür, aşar diye verdi. Mülazime, katibe, mutasarrıfa, hatta basit bir zabite karşı bür bür büküttüler, onların devlet soğuğu çehrelerinin karşısında, Osmanlı devrinde serpuşlarının ucunu, Cumhuriyet devrinde kasketlerini ellerinin arasında gevelediler.
Dedeleri ve babaları, dövlet, hokümat ve cenderme üçgeninde ezik, şahsiyetleri dümdüz edilmiş, korku içinde yaşadılar. Dinden kopmuş, özü boşalmış gelenek, görenek ve törenin ezici ve tahripkar baskısı yetmezmiş gibi, ağaların ve eşkiyanın zulmü yetmezmiş gibi, kahreden yoksulluğun pençesinde hayat ve mematla pençeleştiler.
Sanıldığı gibi Cumhuriyet yeni bir devlet değildi. Bütün kurumlarıyla, zaaflarıyla, refleksleriyle Osmanlı'nın özellikle son dönemde tebarüz eden bütün hastalıkları da devralındı. 1950'lere kadar onların dedeleri ve babaları bir avuç Cumhuriyetçi elitin güdümünde, gerektiğinde ezanları susturularak, gerektiğinde zorla senfoni orkestrası dinletilerek devlet eliyle efendileştirilmeye tabi tutuldu. Fakat mide gurultularını dinleyen, sırtında ceketiyle ayağındaki poturu tozdan ve güneşten tanınmaz hale gelmiş, bulgur aşına talim etmekten imanı gevremiş bu insanlara efendilik netsindi? Eskiden beri, katibime kolalı da mintan ne güzel yaraşırdı, dövlet her zaman on beş yaşındaydı,ben bilmem Ankara bilirdi. Bu, böyleydi...
Dedeleri ve babaları bu hisler içinde onlara, Aman oğul sırtını dövlete yasla, Oku, oku da adam ol, bizim gibi eşşek olma, Şu köyün başına bir taksiyle gel, yoksam gözüm açıh gider, Bizim oğlan tohtur, muvandiz olacah diye öğütler verdiler. Nineleri, anneleri onları takım elbise ve kravatla görünce hep gözleri yaşardı.
1950lerden sonra vaziyet değişmeye başladı, Yeter, söz milletin gibi sloganlar işitilir oldu. 60'lardan itibaren mektep medrese yüzü görmeye, birer ikişer okumaya başladılar. Çoğu, Anadolu'da ne kadar dindarlık varsa o kadar dindardılar. Fakat köyden şehere inince, şehirli züppelerin, ikinci kuşak ayrıcalıklı kadronun çocuklarının yaşantılarını gördüler. Bütün suyun başını tutanların onlar olduğunu gördüler ki çoğu Robert Kolej, Galatasaray Lisesi ve muhtelif Fransızca eğitim yapan liselerden mezun besili, gürbüz ve frapan çocuklardı.
Bu baskın sistematik yapı karşısında korunma refleksiyle dini ve milli hislerine sarıldılar. Bir yandan da kökü tarihin derinliklerinde saklı dünyevi iktidar ve servet edinme taleplerini değişik biçimlere büründürerek ve ulvi taleplerin gölgesinde saklayarak dillendirmeye koyuldular. Bu gizli iç talepler bugün itibarıyla meyvesini veriyor görünmektedir.
Nereden mi anlıyoruz? Karıları ve kızları siyah camlı güneş gözlükleriyle siyah ciplere biniyorlar. Modayı takip ediyor, rengarenk giyiniyor, pahalı cafelere gidiyor, jakuzili ve yüzme havuzlu evlerini Anadolu menşeli kavruk bacılara temizletiyorlar. Dini kimliklerini üzerinde bir kambur gibi taşıyorlar, kendilerini hep olduğundan farklı göstermeye, bir yerlere ve birilerine ispat etmeye gayret ediyorlar. Bunu gören Cumhuriyetçi elitin köşe başını tutmuş ağaları deliriyorlar, pastalarına ortak çıktığını görüp hafakanlar geçiriyorlar. İslam ve İslamcılar konusunu sürekli ayakta tutarak, habire televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına taşıyarak hem malzeme ve gündem ihtiyaçlarını gideriyorlar, hem de onları pastanın başından kovmaya çalışıyorlar. Bir kısım büyük gazete köşe yazarları da sürekli bu konuları kaşıyarak hem günah çıkarıyor, hem de bireysel iktidarlarını pekiştiriyorlar.
İşte ey her sabah gazete sayfalarını didikleyerek yazı kotaran kodaman köşe yazarları taifesi, sizin İslamcı burjuva filan diye adlandırdığınız, bugünün şeşi beş gören zengini, böyle bir psikolojik ve sosyolojik mirasın toprağında yeşermiştir. Bu konuya perşembe günü kısmetse devam edeceğim...
Yusuf Özkan Özburun
Osmanlı'nın payitaht kurduğu yerlerin (Edirne, Bursa, İstanbul) dışında kaldıkları için hanla, hamamla, debdebeyle, ihtişamla, medeniyetin rafine ürünleriyle karşılaşma fırsatları olmamıştı. Onlar, cumbalı köşklerde ud ve tambur ile suzinak bir şarkıyı terennüm etmenin ne demek olduğunu bilemediler, onlar alınlarını koydukları kuru toprak gibi bomboz bozlaklar, yareli ağıtlar, ciğer kokulu türküler söylediler. Babaları; güneşin alnacında kavrula kavrula ekip biçtikleri bir avuç buğdayı, arpayı öşür, aşar diye verdi. Mülazime, katibe, mutasarrıfa, hatta basit bir zabite karşı bür bür büküttüler, onların devlet soğuğu çehrelerinin karşısında, Osmanlı devrinde serpuşlarının ucunu, Cumhuriyet devrinde kasketlerini ellerinin arasında gevelediler.
Dedeleri ve babaları, dövlet, hokümat ve cenderme üçgeninde ezik, şahsiyetleri dümdüz edilmiş, korku içinde yaşadılar. Dinden kopmuş, özü boşalmış gelenek, görenek ve törenin ezici ve tahripkar baskısı yetmezmiş gibi, ağaların ve eşkiyanın zulmü yetmezmiş gibi, kahreden yoksulluğun pençesinde hayat ve mematla pençeleştiler.
Sanıldığı gibi Cumhuriyet yeni bir devlet değildi. Bütün kurumlarıyla, zaaflarıyla, refleksleriyle Osmanlı'nın özellikle son dönemde tebarüz eden bütün hastalıkları da devralındı. 1950'lere kadar onların dedeleri ve babaları bir avuç Cumhuriyetçi elitin güdümünde, gerektiğinde ezanları susturularak, gerektiğinde zorla senfoni orkestrası dinletilerek devlet eliyle efendileştirilmeye tabi tutuldu. Fakat mide gurultularını dinleyen, sırtında ceketiyle ayağındaki poturu tozdan ve güneşten tanınmaz hale gelmiş, bulgur aşına talim etmekten imanı gevremiş bu insanlara efendilik netsindi? Eskiden beri, katibime kolalı da mintan ne güzel yaraşırdı, dövlet her zaman on beş yaşındaydı,ben bilmem Ankara bilirdi. Bu, böyleydi...
Dedeleri ve babaları bu hisler içinde onlara, Aman oğul sırtını dövlete yasla, Oku, oku da adam ol, bizim gibi eşşek olma, Şu köyün başına bir taksiyle gel, yoksam gözüm açıh gider, Bizim oğlan tohtur, muvandiz olacah diye öğütler verdiler. Nineleri, anneleri onları takım elbise ve kravatla görünce hep gözleri yaşardı.
1950lerden sonra vaziyet değişmeye başladı, Yeter, söz milletin gibi sloganlar işitilir oldu. 60'lardan itibaren mektep medrese yüzü görmeye, birer ikişer okumaya başladılar. Çoğu, Anadolu'da ne kadar dindarlık varsa o kadar dindardılar. Fakat köyden şehere inince, şehirli züppelerin, ikinci kuşak ayrıcalıklı kadronun çocuklarının yaşantılarını gördüler. Bütün suyun başını tutanların onlar olduğunu gördüler ki çoğu Robert Kolej, Galatasaray Lisesi ve muhtelif Fransızca eğitim yapan liselerden mezun besili, gürbüz ve frapan çocuklardı.
Bu baskın sistematik yapı karşısında korunma refleksiyle dini ve milli hislerine sarıldılar. Bir yandan da kökü tarihin derinliklerinde saklı dünyevi iktidar ve servet edinme taleplerini değişik biçimlere büründürerek ve ulvi taleplerin gölgesinde saklayarak dillendirmeye koyuldular. Bu gizli iç talepler bugün itibarıyla meyvesini veriyor görünmektedir.
Nereden mi anlıyoruz? Karıları ve kızları siyah camlı güneş gözlükleriyle siyah ciplere biniyorlar. Modayı takip ediyor, rengarenk giyiniyor, pahalı cafelere gidiyor, jakuzili ve yüzme havuzlu evlerini Anadolu menşeli kavruk bacılara temizletiyorlar. Dini kimliklerini üzerinde bir kambur gibi taşıyorlar, kendilerini hep olduğundan farklı göstermeye, bir yerlere ve birilerine ispat etmeye gayret ediyorlar. Bunu gören Cumhuriyetçi elitin köşe başını tutmuş ağaları deliriyorlar, pastalarına ortak çıktığını görüp hafakanlar geçiriyorlar. İslam ve İslamcılar konusunu sürekli ayakta tutarak, habire televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına taşıyarak hem malzeme ve gündem ihtiyaçlarını gideriyorlar, hem de onları pastanın başından kovmaya çalışıyorlar. Bir kısım büyük gazete köşe yazarları da sürekli bu konuları kaşıyarak hem günah çıkarıyor, hem de bireysel iktidarlarını pekiştiriyorlar.
İşte ey her sabah gazete sayfalarını didikleyerek yazı kotaran kodaman köşe yazarları taifesi, sizin İslamcı burjuva filan diye adlandırdığınız, bugünün şeşi beş gören zengini, böyle bir psikolojik ve sosyolojik mirasın toprağında yeşermiştir. Bu konuya perşembe günü kısmetse devam edeceğim...
Yusuf Özkan Özburun
Konular
- Hâra düştüm,dilime kan değdi yüreğime od..Dâra düştüm Ey Rab bana bir inşirah..
- Allah Yaratmada Dilediğini Artırır
- Gerçek Başarı Müminlerindir
- Kitap Ehline Düşman Olursanız İslam Dünyaya Nasıl Hakim Olacak?
- Namaz Benim Huzurum ve Mutluluğumdur.
- Evlilikte Cazibe ve Güzelliğin Önemi Varmıdır?
- KALBİM TEMİZ NAMAZ KILMAZSAM DA OLUR.
- Şükür derdimi binden bire indirir.
- YÜREĞİMDEKİ TARİFİ İMKANSIZ DOSTTA
- Yüzleşme Zamanı
- Yüce Pîr Hz. Mevlânâ’da aşk.
- ""Ezan duası ve fazileti""
- Hayat Tesadüf Değildir
- ZİLHİCCE AYI VE FAZİLETİ
- KADIN NE ZAMAN vazgecer...
- Teşrik tekbiri
- CAN PEYGAMBERİM Hz. MUHAMMED MUSTAFA'NIN KURBANLARI...
- Helal Lokma = Hayırlı Amel
- // Herşeyi Allah’tan İste!..//
- Müslümanlara Yapılan Zulme Göz Yummak, Zulme Ortak Olmaktır!
- Yardım edin yalvarırım
- Biçereyim ne yapmalıyım :(
- Burun Estetiği Caiz midir..?
- Yaşananlar ve Depresyon
- Nişanlılık Döneminde Dini Nikah geçerli midir?
- Rabia el-Adeviyye
- ** Evlilik Beraberliktir **
- BİR DOST ELİ
- Livata (Arkadan Yaklaşmak)
- Tebliğde Üslup