ŞEHİD OLABİLMEDE İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

Şehid, Allah yolunda ve ulvî bir gaye uğrunda canını feda eden bir müslümana denilmektedir. Bu fedakârlığı göstererek dinini ve vatanını koruyan bu insana şehid denilmesi, cennete gireceğine şahitlik edilmesinden dolayıdır.

İslâmî ölçüler dikkate alındığı zaman, bu yüce rütbeye erişmenin kolay olmadığını ve bazı hususlara dikkat gösterilmesi gerektiğini anlıyoruz. Bu iddiamızın belgesini teşkil eden bir hadis-i şerifte şöyle açıklanmaktadır:

Bir şahıs Peygamber (s.a.v.)' e gelip, "Ey Allah'ın Resûlü! Bir adam, ganimet (malı elde etmek) için; bir başkası, (adı) anılsın diye; diğer bir şahıs da (kahramanlık derecesi) görülsün düşüncesiyle harp ediyor. (Bunlardan) kim Allah yolunda (savaşmış) dır?" dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): "Kim Allah'ın (tevhid) kelimesi en üstün olsun diye dövüştü ise, işte o, Allah yolunda (savaşmış) tır" (1) buyurdu. Bu anlayışı hayatı boyunca gaye edinen ve akılların muallimi bulunan Peygamberimiz, savaşa başlıyacağında, "Yâ Allah! Yardımcım ancak sensin. Lütfunla hareket edeceğim, senin (yardımın) ile saldıracağım, senin (te'yidinle) dövüşeceğim" (2) derdi.

Kişi, bir ulvî mefkûrenin sahibi olur ve fakat şer'î bir özür onun Allah yolunda cihad etmesine engel olursa, savaşa katılanların ecrine nail olur. Bu ciheti bir hadis-i nebevî ile belgelendirmek isteriz: "Medinede arkamızda bıraktığımız bazı kimseler vardır ki, bir dağ yolu-na veya bir dereye girmedik ki onlar da bizim ile birlikte olmasın. Onları özür (leri) engelledi" (3) buyrulmaktadır.

Şehid olabilmekte hâlis niyyetin, gösterişten sakınmanın ve yağmacılıktan uzak durmanın zaruri olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Meseleyi fıkhî yönden ele alacak olursak şehid bazı kısımlara ayrılmaktadır. Onları açıklamakta fayda mülahaza ediyoruz:

a) Yaş ve baş itibarıyla mükellef durumunda bulunan ve temiz bir halde iken haksız bir saldırıya uğrayıp zulüm yoluyla öldürülmüş olan ve bundan dolayı varislerine diyet olarak bir mal verilmesi lâzım gelmeyen müslüman "şehid" sayılmaktadır.

b) Harbin cereyan ettiği sahada, gözünden kan gelmek gibi, öldürülme alâmeti bulunan bir müslümana da "şehid" denilmektedir.

c) Malını, canını, ırzını ve diğer müslümanları veya müslümanlarm himayesi altında bulunan gayri müslimleri korurken kama, kılıç ve süngü gibi yaralayıp parçalayıcı bir silahla -haksız yere- derhal öldürülmüş olan, mükellefiyet çağında ve temiz bir halde bulunan müslüman da "şehid" dir.
Bu üç sınıfta belirtilen şehidler, hem dünya hem de âhiret yönünden şehid sayılmaktadırlar. Bunların her birine "hükmî şehîd" denilmektedir.
Hükmî şehid, hem dünya hem âhiret bakımından şehid sayılanlar ve sadece dünya bakımından şehid sayılanlar olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu gibi şehidlere uygulanacak hüküm, yıkanmadan na-mazlarının kılınması ve elbiseleri ile gömülmeleridir.

Âhiret şehidi; suda boğulan, ateşte yanarak ölen, yıkılan bir bina-nın enkazı altında kalarak hayatını kaybeden; tâun, ishâl, zâtülcenp ve sıtma gibi bir hastalıkla ölen, gurbette vefat eden, ilim tahsil ederken ölen, cuma gecesinde vefat eden, lohusa iken vefat eden hata yoluyla öldürülüp de varislerine "diyet" ödenmesi gereken müslüman da âhiret şehididir (4). Bu kişiler, dinine bağlı iyi niyet sahibi kimseler ise, âhiret hayatı bakımından şehid sevabına nail olurlar. Fakat dünya hükümleri bakımından kendilerine şehid muamelesi uygulanmaz. Yani, yıkanıp kefenlenirler ve namazlarının kılınmasından sonra definleri yapılır.

(1) Buhârî, c. 3, sh. 206.
(2) Ebû Dâvûd, c. 3, sh. 42.
(3) Buhârî, c. 3, sh. 213.
(4) Âhiret şehidi, bu saydıklarımızdan ibaret değildir. Bunlardan başka daha birçok âhiret şehidi olarak isimlendirilen kimseler vardır. Biz, onlardan ancak bir kısmını anmakla yetinmiş bulunuyoruz.