RUHÇULUK VE MEDYUMCULUK

Asrımızda, bazı kimseler arasında, ruh çağırma ve ruhlarla temas kurma özentisi mevcuttur. Derinliğine İslâmî bilgisi bulunmayan, hamhayâl sahiplerinin saplanıp kaldığı bir özentidir bu.

Kimi bir masanın etrafında toplanıyor, alfabe harfleri yazılmış bir kâğıdı masa camının altına yerleştirip camın üzerine bir fincan koyuyor, fincanın üzerine de parmaklarını temas ettirerek -kendilerine mâlûm usuller ile- ruhları çağırıyormuş.

Bir kısmı da medyum (uyur konuşur) vasıtasıyla temas kurup kâh babasının veya çocuğunun ruhunu çağırıp, geçmişten ve hâlden sorular açarak heyecanlı dakikalar geçirmektelermiş... Bazan bir şairin ruhunu çağırıp şiirler okutmakta veya bir filozofun ruhunu davet edip hikmetli laflar (!) ettirmektelermiş... Bazı kimseler de ebediyet âlemine göç etmiş bir velinin ruhunu çağırıp tasavvufî neşve ve feyz iktibas etmeye çalışıyorlarmış.

Garabetler asrı olan zamanımızda çok çeşitli sapkınlıklar vardır. Ruhçuluk ve medyumculuk da bunlardan bir tanesidir. Zira bunlar, yaptıkları çağrıya icabet edenin, çağrılan ruh olduğunu zannetmekte, şeytan olduğunun farkına varmamaktadır. Bir kimsenin rüyada ihtilâmına sebep olan hayâl, hakikatta şeytanın ta kendisidir. Nârı nûr zanneden, onun üzerine varırsa yanmağa mahkûm olur; cânn'ı (ateş-ten yaratılmış cinnîyi) cân, yani ölmüş kimsenin ruhu zanneden ve on-larla meşgul olan kimseyi de şeytan aldatır ve kendine oyuncak yapar.

Meselenin esası şudur: İnsanoğlu dünyaya geldiği zaman, onu itikat bakımından saptırmak, küfre ve günaha sokmak için şeytanların pîri ve reisi olan İblis, o kimseye emrindeki şeytanlardan birini tâyin eder. Bu habis ruh, hayatının sonuna kadar ondan ayrılmaz, her hâlü kârda onu zarara uğratmak ister. Cenâb-ı Hak da o kulunu, şeytanların zararından korumak için muhafız melekler tahsis eder. Ferdin ömrü sona erince melek, âlemi melekûta; ruh Berzah âlemine döner. Şeytan ise burada kalır.

Berzah âlemine göçen ruh, bir kâfirin ruhu ise müebbed hapse mahkumdur ve berzah cehennemindedir, Müminlerin avâmının ruhları ise, muayyen gün ve zamanlarda, izne bağlı olarak berzahtan çıkabilmektedir.

Peygamberlerin ve velilerin ruhları ise, serbesttirler, fakat onları getirmeye medyumun hiçbir kuvveti ve salâhiyeti yoktur.

Medyumun, bir gayri müslimin ruhunu getirebilmesi aklen ve naklen çok uzak bir ihtimaldir. Berzah âleminden dışarı çıkması izne bağlı bulunan mü'minlerin ruhunu getirmesi ise zayıf bir ihtimâl, bir velînin ruhunu getirebilmesi ise hayâtî ötesi hayâldir.

Bir velî, zamanın kutbu riyasetinde yapılan toplantılara istişari olarak ve samiin sıfatı ile rûhen iştirak edebilir. Ve bir velînin mânevî tasarrufu vefatından sonra da devam edebilir.

Mânen hiç ama hiç bir değeri bulunmayan medyumlu toplantıya, uyur konuşur kimsenin davetine icabet ederek bir velinin geleceğine şeytanın ağına düşmüş kimselerden başkası inanamaz. O, % 10 primli lokanta garsonu değildir ki çağrıldığı zaman medyumun ayağına teşrif etsin...

Medyum tarafından yapılan davet, hava dalgalarına aksettiği zaman şeytanın antenlerine intikal eder. Çağırılan kimseye hayatında iken musallat olmuş şeytan, hemen oraya gelir. Şeytan, ölen kimsenin yaptığı iş ve konuşmalara ve hayattaki kimse ile olan münâsebetlerine vâkıf olduğu için, sorulanlara çok kere isabetli cevap vermeye ve bu şekilde oradakileri kendine bend etmeye çalışır. Böylece onları ilk önce ağına düşürür, sonra ağısını sunar.

Hatta şüphe uyandırmamak için o seansa iştirak eden yakınma namaz kılmasını ve içki gibi haramlardan el çekmesini bile tenbih eder. Kazın geleceği yerden tavuğun sakınılmayacağı gibi imanını çalacağı insanlara bu gibi tavizler vermekten çekinmez. Onun hilesi çoktur. Elde şeriat feneri olmazsa kişiyi yoldan saptırabilir.

Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarın dibinde uyumakta olan bîr velîyi uyandırarak:
— Kalk, duvar yıkılacak, demiş. Velî:
— Sen, ademoğluna zarar vermeyi gaye edindin. O halde beni uyandırmana sebep ne? demiş. Şeytan:
— Senin velî olmanı çekemezken bir de şehîd olmana nasıl dayanayım, cevabını vermiş.

Abdülkadir Geylânî hazretlerine gelerek havada bir nur şeklinde görünmüş ve şöyle seslenmiş:
"Ya Abdelkâdir, ey kulum, ben senden razı oldum ve senden her türlü ibadeti kaldırdım" demiş. O büyük kutbun verdiği cevap:

"Benim Rabbim Münevvirdir, nur değil... Benim Rabbim mekândan münezzehtir. Sen bana muayyen bir cihette görülmektesin. Benim. Rabbim kelâm-ı nefsî ile hitap ve ilham eder, sen bana lafzan konuşuyorsun. Benim Rabbim ibadet arttıkça razı olur, sen benden ibadeti kaldırdığını söylüyorsun. Sen benim Rabbim olamazsın, sen şeytansın" demiş ve şeytan perişan vaziyette yerlere serilmiş...

Şeytanın bu tuzakları karşısında medyum davetçileri ne kadar dayanabilir?
Mevlânâ Celalüddin Rûmî hazretlerinin mesnevisini okumak varken bilmem neden bu yol ihmâl edilmekte ve ruhunu çağırma arzusu duyulmaktadır? Eğer ona aşık olanlar iddialarında sadık iseler:

"Ben, hayatta olduğum müddetçe Kur'an'ın kölesiyim" sözüne riayetle neden Kur'an'ın hikmetlerine dalmazlar?
Bir filozofun söylediği veya onun söylediğini iddia ettiği şeytan konuşması, Kur'an-ı Kerimle kıyas kabul edecek derecede midir ki, bununla zaman öldürmektedirler?

Ruhçuların bu hareketi, maddenin esiri bir materyalist ve naturisti, belki, ruhun varlığından haberdar edebilir. Bunun ötesinde bir kimseyi hidayete getirme ihtimali varid değildir. Eğer böyle bir husus varsa soruyoruz: Şimdiye kadar ruhçulukla kaç kişiyi imana getirebildiniz ve kaç kişiyi İslâm'ın naslarına sâdık kılabildiniz?

İnsanı ilme ve hidayete götüren üç sebep vardır: Beş duyu, akıl ve doğru haber. Bunların kanunlarına göre, ruhların çağırılıp kendileriyle temas kurulabileceği bahis mevzusu olamaz.
Ey medyumcular ve ruh davetçileri! Sizi İslâm ölçülerine ve hakkı teslime çağırıyoruz. Şeytanın, aldattığı kimselere merhameti yoktur.