SOFTALARI SEVERİM BEN

Vâzı tarafından mânâları hizasına konulan bir çok kelimeler; bazı kimselerin ağızlarında, aslî mânâların tam tersine, hiç bir alâka ve münasebet bulunmayan yerlerde kullanılmaktadır.

Ağzından çıkan sözü tedkik etmekten bile âciz bu şahısların yaptıkları hatalar, bilgi seviyesizlikleriyle birlikte iyi olmayan niyyetlerini de aksettirmektedir.

Bu iddiamıza delil olarak gösterebileceğimiz bir çok misaller vardır. Biz, onlardan sadece birini ele almak ve "softa" kelimesi üzerinde durmak istiyoruz.

Hislerine mağlup olan bazı şahıslar, öfkelendiği bir müslümana "softa" kelimesiyle hakarete yeltenmektedir. Şu satırları karalarken, herhangi bir kimsenin kusurunu örtme ve sahibini mâzur gösterme gayreti içinde değiliz. Ancak, haysiyeti zedelenen canım kelimeleri, nâdanların ağzında çiğnenmekten kurtarmak azmindeyiz.

"Softa" tabiri, "suhte" kelimesinden yozlaştırılmış ve galat olarak dilimize aktarılmıştır. Aslı, Farsça olup "suhten" masdarından gelme bir İsmi mef'ûl siğasıdır (35).

Mânâ bakımından "yanmış" diye terceme edilen bu lafız, bilahare, kendini ilme vermiş, ilim öğrenmeye talip ve bilgi aşkıyla yanmış kimselere övgü sıfatı olarak kullanılmağa başlamıştır (36).

Fatih devri talebelerine "suhte" denildiğini, o güne ışık tutan eserlerde görmekteyiz (37),

O softalar, dine hizmet gayesi ve gayretiyle yanarken, bağrında parlayan bu ateşle mâziyi aydınlatmış; gönlündeki o ulvî ateşi, ilim selsebilinden söndürmeye çalışmışlardır.

İrfan hazineleri bulunan kütübhanelerimizi süsleyen eserler, hep bu softalardaki ilim aşkının meyveleri bulunmaktadır.

Şems'ül-eimme Muhammed b. Ahmed, Ezcend şehrinde mahbus bulunduğu ve yanında hiç bir eser mevcut olmadığı halde onbeş ciltlik Mebsut'u bu ateşle yanarak ezberden yazmıştır (38).

771 Hicrî tarihinde vefat eden Tâcüddin Abdülvehhab b. Ali, Usûle ait Cem'ul-cevâmi adlı eserini, bir haftada yazdığını "Cem'atü cem'al-cevâmii bi cümüatin" diye ifade ederken ne derece ilim aşkıyla "suhte" olduğunu ortaya koymaktadır.

Aklî ve naklî ilimlerde, devrinin mümtaz dört ilim adamından biri bulunan Muhammed b. Hamza Molla Fenarî (751-834), Mantık'a ait İsağuci adlı kitabı üzerine "Fenârî" diye bilinen şerhi, en kısa günlerden birinin kuşluk vaktinde başlayıp akşam ezanında bitirdiğini, bu kitabın dibacesinde dile getirirken "suhte" liğinin derecesini ortaya koymaktadır.

Hicrî 729 yılında Şîraz'ın Firûzâbâd kasabasında dünyaya gelen Ebû Tâhir Muhammed b. Yakub Mecdüddin Firûzâbâdî, yedi yaşına ulaştığı zaman Kur'anı Kerim'i ezberlemiş bulunuyordu. Kalbindeki ilim volkanından "suhte" bulunan bu zât, o ateşi teskin için, diyar diyar dolaşmıştı. Seyahati sırasında bile ikiyüz satırlık bir şey ezberlemedikçe gönlündeki ilim ateşi sakinleşmez ve gözüne uyku girmezdi.

Bu softalardan birisi de Seyyid Şerif Cürcânî'dir. Metali şerhini,müellifin talebelerinden Mübarek Şah'dan okumak üzere Mısır'a kadar gitti ve bu zâtın derslerine devama başladı.

Evi, medresesinin bitişiğinde bulunan mübarek Şah, bir gece medreseye gitmişti. Gecenin hayli ilerlemiş bulunduğu bu saatte ancak bir odanın ışığı yanmaktaydı. Bu zat, ışığı yanan odaya doğru yaklaştı, ilim âşıkı talebe: "Müellif şöyle demiş, şârih böyle söylüyor, muhaşşi de şu mütâlaayı ileri sürmektedir. Ben de derim ki" diye yüksek sesle ders çalışmakta idi.
Üstadı bu manzara karşısında çok mütehasss olmuş ve duygulanmıştı. Bu, "suhte", Türkistan'dan gelen Seyid Şerif idi.

İlim sahasında temayüz eden bu müstesna kaabiliyet sahiplerine medh için verilen "Suhte" ünvanı, kara cahillerin ağzınca yergi sıfatı olarak kullanılmaktadır. Yaptıkları imlâ hatalarından dolayı devrinin bazı yazarlarına:

"Kalem olsun eli kâtib-i bedtahririn"
diye tarizde bulunan Fuzûlî'nin bu mısrâına, nazire yapmak iktidarım dahilinde bulunsaydı şöyle seslenmek isterdim bu nâdanlara:

"Ebkem olsun dili ol hatîb-i bedhâhın."

(35) Ferheng-i Ziyâ, s. 1232.
(36) Bürhan-ı kaatı, c. 1, s. 369.
(37) Prof. Dr. A. Süheyl Ünver: Fâtih Aşhânesi Tevzi Nâmesi, s. 5.
(38) Keşfü'z-Zünûn, c. 2, s. 1580.