İLİM ADAMINA SAYGI

İlmin değerini ve insana kazandıracağı faydalan bilen kimseler, ilim sahiplerine saygı göstermeyi medenî bir insan olmanın ayrılmaz bir lâzımı olarak kabul ederler. Zira bu sevgi ve hürmet, dış görünüşte o âlime ise de, hakikatta ona bu bilgiyi ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a gösterilmiş olmaktadır. Bu itibarla, ileriyi gören ve ilmin inkişâfını düşünen Müslümanlar, bilgi sahasında temayüz etmiş kimselere saygılı olmayı ulvî bir vazife bilirler.

Âlimlere saygı, onlarda birikmiş "ilim hazinesinin ferdin ve cemiyetin salâhına ve kurtuluşuna âmil olacağı ümidinden kaynaklanmakta, iman ve ahlâk itibariyle yücelmiş insanların tavrı olmaktadır.

Âlimlere saygı, Hz. Ali (r.a.)'in "Bana bir harf öğreten, beni kendisine köle yapar" vecizesinde yüce bir manâ zarafetine ulaşmaktadır. Bu saygı, ilim adamlarının insanlara hayrı öğretmeleri ve faydalı yolları göstermeleri, hiçbir karşılık beklemeden bize dinî vazifeleri talim etmeleri sebebiyle gösterilmiş olmaktadır.

Faydalı bilgilerin hazinesi, yeni buluşların kâşifi ve fikirleri fiillerle süsleyen ilim sahiplerine saygı, onların ilâhî bir ikrama mazhar olması ve çoraklaşma beyinlere, "sebil bir çeşme" misâli, bilgi sunmaları sebebiyledir.
İlim adamlarına saygı, kâinatın yegane efendisi bulunan Peygamberimiz Hz. Muhammed'in "Âlimin kaleminin mürekkebi, şehidin kanı ile tartıldı da ondan üstün geldi"(1) hadisi ile tesbit edilen bir şeref olması itibariyle bezl edilmektedir.

Âlimlere saygı, onların enbiyanın verasetine mazhar olmaları; aş ve maaş gailesine kapılmadan, şan ve şöhret peşine takılmadan, kazandıkları bilgiyi talebelerinin zihnine nakşetmeleri ve ömürlerini kitaplarının arasında geçirmeyi şiar edinmeleri sebebiyle gösterilmektedir.

Vücutlarını insanlığın hayrına vakfetmiş ilim adamlarının değerini tesbit ve tescil eden bir âyet-i kerimede "De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Bu hikmeti) ancak olgun akıl sahipleri hakkıyla düşünür"(2) buyurulmaktadır.

Bir hükümdar, milletinin ve memleketinin kalkınmasında başarılı oluyorsa ve mazi ile hâl arasında bağlantı kurarak istikbâlin refahını hazırlıyorsa, bunda, kendisini yetiştiren hocalarının büyük bir payı vardır.

Bir kumandan; harp meydanında yararlık gösteriyor, cesaret ve şecaatla zaferler kazanıyorsa, bu muzafferiyette, ona vatan sevgisini aşılayan, Allah yolunda can vermenin şeref ve rütbesini telkin eden ilim adamlarının tesiri bulunmaktadır.

Bir tüccar; alış-verişinde dürüst hareket ediyor ve sattığı mala hile karıştırmıyorsa, yalan söyleyerek ve yemin ederek ticaretine sürüm sağlama fikri gütmüyorsa, onu böylesine bir ahlâk salabeti ile yoğuran ve öğrettiği faydalı bilgiler ile dinî kalıplarda şekillendiren ulemânın himmeti vardır.
Bir çoban; gütmekte olduğu sürüyü halkın bağ ve bahçelerine sokarak zarar vermiyorsa, kendisine teslim edilen hayvanlardan birini satmak suretiyle mal sahiplerini zarara sokmuyorsa onu okutan ve kalbine Allah korkusunu yerleştiren âlimin dah-l tesiri vardır.

Akıllarımızı faydalı bilgilerle bezeyen, bizlere okuma zevkini aşılayıp kitaplarla dost hâle getiren, vatan sevgisi ile ruhumuzu alevlendiren, doğru ve güzel olan şeyleri öğreten, rızâ-i ilâhîye açılan yolu tarit eden ilim adamlarına çok şeyler borçluyuz. Onların feragatli çalışmaları olmasaydı hakkı bilmez, hakikatı bulamaz ve cehalet bataklığından çıkamazdık.

İlim öğrenme iştiyakı içinde kıvrandığı hâlde, "Hocamın kalbine kendisini imtihan ediyormuş gibi bir his gelir" endişesi ile, onbeş senelik tahsil hayatı boyunca, üstâdına bir tek sual sormayan ve hocasının öğrettiği bilgi ile yetinen vefakâr bir talebeden tutunuz da, "Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim şerefimizdir" diyen Yavuz Sultan Selim'e kadar her devirde ilim adamına saygının en asil örneklerini vermiş bir milletin ahfâdı olarak şanlı tarihîmize yeni yeni şerefler kazandırmak mecburiyetindeyiz.

Binlerce ashabın arasında ilim ve dirayeti ile temâyüz etmiş iki fazilet kutbunun birbirine gösterdikleri saygıyı dile getirmek suretiyle mevzumuzu zengin ve rengin hale getirmek isteriz. Zeyd bin Sâbiî (r.a.), bir cenaze namazını kılmak için, binekli olarak gelmişti. Namazın kılınmasından sonra
Abdullah bin Abbas (r.anhümâ) yaklaşıp onun bineğinin özengisinden tutarak binmesine yardım etmek istedi. Bunun üzerine:

— "Ey Resulullah'ın amcasının oğlu! Ne yapıyorsun?" diye engellemeye çalıştı. Abdullah bin Abbas:

— "Âlimlerimize karşı böyle davranmayı bize Resulullah (s.a.v.) emretti" dedi. Zeyd bin Sâbit de onun elini yakalayıp öptü ve:
— "Ehl-i beyte karşı böyle davranmamızı da bize Resulullah emretmiştir" (3) dedi.

Peygamber (s.a.v .)'ın bir hadis-i şerifi ile mevzumuzu noktalamak istiyoruz: "Yâ âlim ol, ya öğrenci ol, veya dinleyici yahut (bunları) seven (ve saygı gösteren) bir kimse ol! Beşinci(leri) olma, helâk olursun"(4).

(1) Feyzü'l-Kadir, c. 6, s. 362.
(2) Sûre-i Zümer, 9.
(3) Tabakat-i İbni Sa'd, c. 2, s. 360.