KELİMELERİ YERİNDE KULLANMAK
Kalp, sözlerin terâküm ettiği bir hazine; dimağ, kalpte toplanan mânâları lâfız kalıplarına uygun biçimde sıralayan bir makina; dil, bunlan cümleler hâlinde dizip telaffuz eden bir tercüman mesabesindedir. İnsan, okuduğunu anlamak ve bilgisini derinleştirmek için, tedkik ettiği mevzu ile alâkalı lügat ve terimleri iyi bilmek ve yerli yerinde kullanmak zorundadır.
Arapça'dan Farsça'dan veya diğer dillerden alınıp yazıda veya konuşmada kullanılacak lügatların iştikak mahallerini, hangi mânâları ifade ettiğini ve -bilhassa- istimal edildiği cümle içinde bu mânâlardan hangisinin tercih olunduğunu bilmek, mevzuyu etraflıca kavramayı ve muhatapları ikna etmeyi kolaylaştırır.
Açıklamaya veya anlamaya çalıştığımız bir bahis, sarf veya nahiv gibi müstakil bir ilimle alâkalı ise, izah veya tedkik ettiğimiz mevzuda geçen kelimelerin hangi anlamda istimâl olunduğunu ve diğer bilgi dallarında kullanılan mânâlara nazaran, hakikat yoluyla mı, mecaz veya kinaye tankıyla mı istimal edildiğini bilmemiz, hataya düşmemizi önler. Meselâ; "dâbbe" kelimesi, lügat itibariyle, arz küresi üzerinde kıpırdayan canlıların -hatta motorlu vasıtaların- hepsinde kullanılmaya müsait ve mânâ yönünden geniş tabanlı bir lafızdır. Bu kelime, namazla ilgili bir bahiste geçecek olursa "üzerinde seyahat edilmeye müsait bir binek" anlamında kullanılmakta ve delâlet ettiği mânâda bir hususîleşme olmaktadır. Bu itibarla, kelimelerin lügavî ve ıstılâhi vazılarını dikkate alarak konuşmak, yanlış beyanda bulunmaktan ve tedkik ettiğimiz mevzuda hataya saplanmaktan korur.
Lafızların hangi mânâya vaz olunduğunu bilmemiz; mânâsız söz sarf etmemizi, lüğatları yanlış kullanmamızı ve ahenksiz konuşmamızı önler. Önü sonu düşünülmeden sarf edilen sözlerde birçok lafız yersiz ve hatta yanlış mânâlarda istimâl olunmakta, "bilhassa" denilecek yerde, "bilakis" kelimesi kullanılmaktadır. Bazı yörelerde, yanlış telaffuzun yerleşmesi sebebiyle, "muvâfık" kelimesinin kullanılacağı mahalde "munâfık" lafzı istimal olunmaktadır. Lügatların arasındaki bu ince farkı sezemeyen kimse, "oldu" ile "öldü"yü terik edemiyecek derecede galat kelimeler imâl etmektedir.
Kalem veya dil sürçmeleri ile, Türkçemize yerleşmiş bu gibi kelimeler, zamanın ilerlemesi ile öylesine çoğalmıştır ki, doğru lâfızları galatlardan ayırt etme zorluğu ortaya çıkmıştır. Bu hususu dikkate alan ilim sahipleri, kitap hacmine ulaşan galat lafızları bir araya toplamışlardır. Bu sahadaki çalışmalardan birkaç örnek vermek suretiyle, ileri sürdüğümüz iddiâyı mücerretlikten kurtarmak iteriz. Yaşadığı asırda "Hüsrevzâde" lâkâbı ile anılan Mustafa bin Muhammed (Ö. H. 998), "Galatâtül-Avâm" adını verdiği bir eserde lisanımızda galat olarak kul-lanılan kelimeleri toplayarak, kalemi ile veya kelâmı ile halka hizmet edenleri hatadan korumaya çalışmıştır.
Diyarbekir vâlisi iken emekli olmuş, başarılı bir devlet adamı olduğu kadar muktedir bir kaleme sahip bulunan ve çok yönlü ilim erbâbından Sırrı Giridî Paşa, (Ö. 1313), "Galatât-ı Avâm" ismi ile bir kitap telif ederek, zamanın ilerlemesi ile türeyen ve telaffuzunda hata edilen kelimeleri toplamış, konuştuğunu bilerek ifade etmek isteyenlere ışık tutmuştur. Bu eserlerden başka, Anadolu kazaskeri Mustafa Âşir efendinin oğlu Muhammed Hafid'in kaleme ahp 1221 yılında bas-tırdığı 534 sayfalık "ed-Dürer'ül-müntehabât'ül-mensûre fî ıstılâh-ı galatât-ı meşhûre" adlı kitap, uyarıcı bir eser olarak değerini halâ mu-hafaza etmektedir.
Zamanımızda veya daha önceki asırlarda kısmî değişikliğe uğramış, ilmî ölçülerden uzaklaşarak yozlaşmış galat kelimelerden birkaç örnek vererek mevzumuzu vuzûha kavuşturmak istiyoruz. Şöyle ki:
a) Günlük gazetelerde köşe yazarı olarak faydalı makaleler yazan bazı muharirlerin "cebelleşmek" şeklinde kullandığı kelimenin doğuş tarihi pek eski değildir. Yanlış olarak istimal olunan bu lafız, Arapça'da "dağ" mânâsına gelen "cebel"den alınmış olmakta ve "dağlaşmak. dağ haline gelmek" mânâsını taşımaktadır. Kelimenin ifade ettiği mânâ ile kullanıldığı yer arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Doğrusu, "cedelleşmek" olacaktır. Bu kelime, garplıların "Diyalektik" dedikleri terimin karşılığı olup mantık ilminde "cedel" kelimesi ile ifade edilmekte ve "ilmî ölçülere uygun biçimde mücadeleye girişmek" mânâsını taşımak-tadır.
b) Ticaretle uğraşanlar tarafından türetilmiş galat kelimelerden biri bulunan "peşinatsız" lafzı, yanlşlıklar yumağı halindedir. Farsça bir ke-lime olan "pişin", kelimesine Arapça'nın lisan kaidelerinde, müennes isimleri cemi (çoğul) haline getirmekte kullanılan "elif" harfi ve onu taki-ben gelen "te"den oluşan "ât" takısı ve Türkçe'de olumsuzluk edatı olarak istimâl olunan "sız" lafzının yamanması ile meydana gelmiş bir galattır. Çünkü Farsça bir kelime, Arap lisanındaki kaidelere göre cemi sigası hâline getirilemez. Diğer bir husus da Farsça kelimelerin sonu-na Türkçe'de kullanılan bir takının eklenmesi yanlıştır.
c) İçanadolu'da kullanılan yaygın olan "aksatâ", halk diline galat olarak yerleşmiş bir kelimedir. Terkibin doğrusu, Arapça'dan alınmış olup"Ahz-ü ata"dır.
d) Güney illerimizde "lahmacun" adı ile meşhur pide, Arapça'da "et" ve "hamur" mânâsına gelen iki kelimeden; "Lahm-ü acîn" terkibinden galatlaşmış ve dilimize yerleşmiştir.
e) Yurdumuzun bazı yörelerinde, şom ağızlı ve konuşmasında hayır bulunmayan kimseye "bedbozan" sıfatı kullanılmaktadı. Bu lafız, Farsça iki kelimeden; "bed" ile "zeban"dan terekküp etmiş bulunan "bedzebân" terkibinden galatlaşmıştır. "Bed", fenâ; "zeban" da dil ve lisan mânâsına gelmektedir. "Fenâ dilli, kem sözlü, uğursuz ağızlı" mânâlarında istimâl olunmaktadır.
f) Ege havâlisinde Temmuz ayının 19-26'sına kadar olan şiddetli sıcak günlere "eyyambohor" tabiri kullanılmaktadır. Eyyam, "günler" mânâsına gelmekte ve telaffuzunda hata bulunmamaktadır. "Bohor" kelimesine gelince, Farsça'da "Bahûrâ" lafzından galatlaşmış olmaktadır.
g) Memleketimizin bazı yörelerinde, besmele ile kesilmiş hayvana "mısmıl18 veya "musmul" denilmektedir. Bu kelime, Farsça'da "bismil" olarak kullanılan lafızdan galatlaşmış olup, şer'î usule göre boğazlanmış hayvan ve hayvan boğazlamak mânâlarına gelmektedir. Hayvan keserken çekilen besmelenin ilk iki hecesinden "Bismil" lafzı alınarak murdar olmayan hayvanda kullanılmış ve dilimize "mısmıl" olarak geçmiştir.
h) Pertavsız kelimesi, lisanımıza Farsça'dan geçen ve galat olarak kullanılan bir terkip olmaktadır. Aslı, ışık mânâsına gelen "pertev" ile yakmak anlamındaki "sûhten" masdarından gelen "sûz" lafzından te-rekküp etmiştir. Doğrusu, "pertevsûz" olacaktır. Güneşe tutulunca ışınları bir noktaya toplayarak altına gelen şeyi yakan cama isim olmaktadır. Bu vasıftaki cam, küçük yazıları okumakta da istimâl edildiği için "büyüteç" adı da verilmektedir.
ı) Panzehir, Farsça'daki "pâd" ile "zehr" kelimelerinden meydana gelmiş bulunmaktadır. Zehre karşı içilen ilâç mânâsına gelmekte ve "pâdzehir" şeklinde yazılması icap etmektedir. Arapça'sı "Dâfi'us-semm"dir.
j) Bahsimizi tâbiîn'in efdali ve muhadramûn'un en şereflisi bulunan ve ismi dilimize galatlaşmış olarak geçen "Üveys bin Âmir" hazretlerinin adının aslını izah ve rûhâniyetinden şefaat dileyerek noktalamak isterim. Bahsi geçen zatın adı, ismi tasgir sığası ile "üveys" olacaktır. Mensubu bulunduğu yer de "KAREN"dir. Doğrusu "Üveys'ül-kareni"dir. İsmin evvelindeki hemze kaldırılıp karen kelimesinin önüne harfi med getirilerek galatlaştırılmış bulunmaktadır.
Bu gibi kelimeleri saymak, sayfalara sığmaz. Mazide kitap hacmine ulaşan bu galatlar, bu gün ansiklopedi teşkil edecek kadar çoğalmıştır. Mühim olan yetişen neslin kültürünü genişletmek ve bilginin sağlamı ile teçhiz etmektir.
Arapça'dan Farsça'dan veya diğer dillerden alınıp yazıda veya konuşmada kullanılacak lügatların iştikak mahallerini, hangi mânâları ifade ettiğini ve -bilhassa- istimal edildiği cümle içinde bu mânâlardan hangisinin tercih olunduğunu bilmek, mevzuyu etraflıca kavramayı ve muhatapları ikna etmeyi kolaylaştırır.
Açıklamaya veya anlamaya çalıştığımız bir bahis, sarf veya nahiv gibi müstakil bir ilimle alâkalı ise, izah veya tedkik ettiğimiz mevzuda geçen kelimelerin hangi anlamda istimâl olunduğunu ve diğer bilgi dallarında kullanılan mânâlara nazaran, hakikat yoluyla mı, mecaz veya kinaye tankıyla mı istimal edildiğini bilmemiz, hataya düşmemizi önler. Meselâ; "dâbbe" kelimesi, lügat itibariyle, arz küresi üzerinde kıpırdayan canlıların -hatta motorlu vasıtaların- hepsinde kullanılmaya müsait ve mânâ yönünden geniş tabanlı bir lafızdır. Bu kelime, namazla ilgili bir bahiste geçecek olursa "üzerinde seyahat edilmeye müsait bir binek" anlamında kullanılmakta ve delâlet ettiği mânâda bir hususîleşme olmaktadır. Bu itibarla, kelimelerin lügavî ve ıstılâhi vazılarını dikkate alarak konuşmak, yanlış beyanda bulunmaktan ve tedkik ettiğimiz mevzuda hataya saplanmaktan korur.
Lafızların hangi mânâya vaz olunduğunu bilmemiz; mânâsız söz sarf etmemizi, lüğatları yanlış kullanmamızı ve ahenksiz konuşmamızı önler. Önü sonu düşünülmeden sarf edilen sözlerde birçok lafız yersiz ve hatta yanlış mânâlarda istimâl olunmakta, "bilhassa" denilecek yerde, "bilakis" kelimesi kullanılmaktadır. Bazı yörelerde, yanlış telaffuzun yerleşmesi sebebiyle, "muvâfık" kelimesinin kullanılacağı mahalde "munâfık" lafzı istimal olunmaktadır. Lügatların arasındaki bu ince farkı sezemeyen kimse, "oldu" ile "öldü"yü terik edemiyecek derecede galat kelimeler imâl etmektedir.
Kalem veya dil sürçmeleri ile, Türkçemize yerleşmiş bu gibi kelimeler, zamanın ilerlemesi ile öylesine çoğalmıştır ki, doğru lâfızları galatlardan ayırt etme zorluğu ortaya çıkmıştır. Bu hususu dikkate alan ilim sahipleri, kitap hacmine ulaşan galat lafızları bir araya toplamışlardır. Bu sahadaki çalışmalardan birkaç örnek vermek suretiyle, ileri sürdüğümüz iddiâyı mücerretlikten kurtarmak iteriz. Yaşadığı asırda "Hüsrevzâde" lâkâbı ile anılan Mustafa bin Muhammed (Ö. H. 998), "Galatâtül-Avâm" adını verdiği bir eserde lisanımızda galat olarak kul-lanılan kelimeleri toplayarak, kalemi ile veya kelâmı ile halka hizmet edenleri hatadan korumaya çalışmıştır.
Diyarbekir vâlisi iken emekli olmuş, başarılı bir devlet adamı olduğu kadar muktedir bir kaleme sahip bulunan ve çok yönlü ilim erbâbından Sırrı Giridî Paşa, (Ö. 1313), "Galatât-ı Avâm" ismi ile bir kitap telif ederek, zamanın ilerlemesi ile türeyen ve telaffuzunda hata edilen kelimeleri toplamış, konuştuğunu bilerek ifade etmek isteyenlere ışık tutmuştur. Bu eserlerden başka, Anadolu kazaskeri Mustafa Âşir efendinin oğlu Muhammed Hafid'in kaleme ahp 1221 yılında bas-tırdığı 534 sayfalık "ed-Dürer'ül-müntehabât'ül-mensûre fî ıstılâh-ı galatât-ı meşhûre" adlı kitap, uyarıcı bir eser olarak değerini halâ mu-hafaza etmektedir.
Zamanımızda veya daha önceki asırlarda kısmî değişikliğe uğramış, ilmî ölçülerden uzaklaşarak yozlaşmış galat kelimelerden birkaç örnek vererek mevzumuzu vuzûha kavuşturmak istiyoruz. Şöyle ki:
a) Günlük gazetelerde köşe yazarı olarak faydalı makaleler yazan bazı muharirlerin "cebelleşmek" şeklinde kullandığı kelimenin doğuş tarihi pek eski değildir. Yanlış olarak istimal olunan bu lafız, Arapça'da "dağ" mânâsına gelen "cebel"den alınmış olmakta ve "dağlaşmak. dağ haline gelmek" mânâsını taşımaktadır. Kelimenin ifade ettiği mânâ ile kullanıldığı yer arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Doğrusu, "cedelleşmek" olacaktır. Bu kelime, garplıların "Diyalektik" dedikleri terimin karşılığı olup mantık ilminde "cedel" kelimesi ile ifade edilmekte ve "ilmî ölçülere uygun biçimde mücadeleye girişmek" mânâsını taşımak-tadır.
b) Ticaretle uğraşanlar tarafından türetilmiş galat kelimelerden biri bulunan "peşinatsız" lafzı, yanlşlıklar yumağı halindedir. Farsça bir ke-lime olan "pişin", kelimesine Arapça'nın lisan kaidelerinde, müennes isimleri cemi (çoğul) haline getirmekte kullanılan "elif" harfi ve onu taki-ben gelen "te"den oluşan "ât" takısı ve Türkçe'de olumsuzluk edatı olarak istimâl olunan "sız" lafzının yamanması ile meydana gelmiş bir galattır. Çünkü Farsça bir kelime, Arap lisanındaki kaidelere göre cemi sigası hâline getirilemez. Diğer bir husus da Farsça kelimelerin sonu-na Türkçe'de kullanılan bir takının eklenmesi yanlıştır.
c) İçanadolu'da kullanılan yaygın olan "aksatâ", halk diline galat olarak yerleşmiş bir kelimedir. Terkibin doğrusu, Arapça'dan alınmış olup"Ahz-ü ata"dır.
d) Güney illerimizde "lahmacun" adı ile meşhur pide, Arapça'da "et" ve "hamur" mânâsına gelen iki kelimeden; "Lahm-ü acîn" terkibinden galatlaşmış ve dilimize yerleşmiştir.
e) Yurdumuzun bazı yörelerinde, şom ağızlı ve konuşmasında hayır bulunmayan kimseye "bedbozan" sıfatı kullanılmaktadı. Bu lafız, Farsça iki kelimeden; "bed" ile "zeban"dan terekküp etmiş bulunan "bedzebân" terkibinden galatlaşmıştır. "Bed", fenâ; "zeban" da dil ve lisan mânâsına gelmektedir. "Fenâ dilli, kem sözlü, uğursuz ağızlı" mânâlarında istimâl olunmaktadır.
f) Ege havâlisinde Temmuz ayının 19-26'sına kadar olan şiddetli sıcak günlere "eyyambohor" tabiri kullanılmaktadır. Eyyam, "günler" mânâsına gelmekte ve telaffuzunda hata bulunmamaktadır. "Bohor" kelimesine gelince, Farsça'da "Bahûrâ" lafzından galatlaşmış olmaktadır.
g) Memleketimizin bazı yörelerinde, besmele ile kesilmiş hayvana "mısmıl18 veya "musmul" denilmektedir. Bu kelime, Farsça'da "bismil" olarak kullanılan lafızdan galatlaşmış olup, şer'î usule göre boğazlanmış hayvan ve hayvan boğazlamak mânâlarına gelmektedir. Hayvan keserken çekilen besmelenin ilk iki hecesinden "Bismil" lafzı alınarak murdar olmayan hayvanda kullanılmış ve dilimize "mısmıl" olarak geçmiştir.
h) Pertavsız kelimesi, lisanımıza Farsça'dan geçen ve galat olarak kullanılan bir terkip olmaktadır. Aslı, ışık mânâsına gelen "pertev" ile yakmak anlamındaki "sûhten" masdarından gelen "sûz" lafzından te-rekküp etmiştir. Doğrusu, "pertevsûz" olacaktır. Güneşe tutulunca ışınları bir noktaya toplayarak altına gelen şeyi yakan cama isim olmaktadır. Bu vasıftaki cam, küçük yazıları okumakta da istimâl edildiği için "büyüteç" adı da verilmektedir.
ı) Panzehir, Farsça'daki "pâd" ile "zehr" kelimelerinden meydana gelmiş bulunmaktadır. Zehre karşı içilen ilâç mânâsına gelmekte ve "pâdzehir" şeklinde yazılması icap etmektedir. Arapça'sı "Dâfi'us-semm"dir.
j) Bahsimizi tâbiîn'in efdali ve muhadramûn'un en şereflisi bulunan ve ismi dilimize galatlaşmış olarak geçen "Üveys bin Âmir" hazretlerinin adının aslını izah ve rûhâniyetinden şefaat dileyerek noktalamak isterim. Bahsi geçen zatın adı, ismi tasgir sığası ile "üveys" olacaktır. Mensubu bulunduğu yer de "KAREN"dir. Doğrusu "Üveys'ül-kareni"dir. İsmin evvelindeki hemze kaldırılıp karen kelimesinin önüne harfi med getirilerek galatlaştırılmış bulunmaktadır.
Bu gibi kelimeleri saymak, sayfalara sığmaz. Mazide kitap hacmine ulaşan bu galatlar, bu gün ansiklopedi teşkil edecek kadar çoğalmıştır. Mühim olan yetişen neslin kültürünü genişletmek ve bilginin sağlamı ile teçhiz etmektir.
İLİMLE İLGİLİ MEVZULAR
- AKIL NEDİR VE AKILLI KİMDİR?
- CEDELLEŞME
- CEDELLEŞME
- EŞYAYI İBRETLE TEMAŞA
- GÜNDÜZ VE GECEDEKİ ZAMAN İSİMLERİ
- HİCRİ YILBAŞI NASIL VE NE ZAMAN TESBİT EDİLDİ?
- İLİM ADAMINA SAYGI
- İSLAM'DA AKLIN YERİ VE DEĞERİ
- KELİMELERİ YERİNDE KULLANMAK
- MEVLİDİN OKUNUŞUNDA YAPILAN YANLIŞLIKLAR
- RUH HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
- RUH YAPISI VE İNSANLIK
- RUHÇULUK VE MEDYUMCULUK
- SOFTALARI SEVERİM BEN
- SÜLEYMAN ÇELEBİ VE MEVLİD
- YAZICIZADE VE MUHAMMEDİYE