RUH HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

Lügat mânâsı itibariyle "Ruh"; nefs, soluk, can mânâlarında kullanılmakta (44) ve "Maddî hayat olan vedîa-i ilâhî"ye isim olmaktadır (45).

Felsefeciler; "Ruh'un cisim olmadığını, binefsihî kaaim bir cevheri mücerred olduğunu, bir mekânla ilgisinin bulunmadığını ve tahrik gibi bir tasarrufla bedene taallûk ettiğini söylemişlerdir.

İslâm kelâmcılarının büyük bir ekseriyeti, ruhun şeffaf bir cisim olduğunu söylemişler ve "Yeşil bir filize, suyun sirâyeti gibi vücuda yayılmış bulunan lâtif bir cisimdir" diye tarif etmişlerdir (46).

Muhyiddin b. Arabî, Levâkıhu'l-Envâr'da şöyle ifade etmektedir: Ruhun, Allah'ın emirlerinden oluşu, vasıtasız hitâbı ilâhîden vücud bulması itibariyledir. Cenâb-ı Hakk, ona "Ol" dedi de oluverdi (47).

İnsan, hissedilen (gözle görülüp elle tutulan) heykel-i mahsusadan başkadır. O; bi zâtihî anlayan, bilen bir cevherdir. Vücudun harap olması ile yok olup gitmez. Anlayışı, acı ve zevk alması bedene dayalı değildr.

Vücud, bir çok değişikliklere maruz kalmaktadır. Gelişip büyür, hastalanır ve ihtiyarlıkla köhneleşir. Ruhun anlayış, dileme ve hassasiyet gibi eserlerinin meydana çıkma vasıtası ise bedendir.

Kur'an-ı Kerim'in içinde 21 yerde zikredilen "Ruh" kelimesi, değişik mânâlarda kullanılmış bulunmaktadır. Şöyle ki:

1- Cebrail Aleyhisselâm:
Ruh kelimesinin Cibril-i Emîn'de kullanılması iki şekilde vâkî olmuş bulunmaktadır: Sarih veya kapalı ve umumî bir lafızla. Sarih olan bir lafız da iki ayrı kelime olarak göze çarpmaktadır:

a) Rûhu'l-Kudüs:
Cibril'i Emin, bu lafızla, Kur'an-ı Kerim'de dört yerde anılmaktadır. Sûre-i Bakara: 87, 253; Sûre-i Mâide: 110; Sûre-i Nahl: 102, âyet-i kerimelerinde.

b) Rûhu'l-Emin:
Sûre-i Şuarâ'nın 193. âyet-i kerimesinde geçmektedir.
Kapalı ifade ile geçip de ma'tufün aleyhe veya lafzî ve aklî karine-lere bakarak Cibril-i Emin'de "Ruh" kelimesinin kullanıldığı yerler:
Sûre-i Meryem 17; Sûre-i Mearic 4; Sûre-i Nebe1: 38; Sûre-i Kadr 4, âyet-i kerîmelerinde.

2- Hz. İsa:
Rûhullah adını alan İsa aleyhisselâm, Kur'an-ı Kerim'de "Ruh" ke-limesi ile de zikredilmektedir (48).

3- Kur'an:
Kitab-ı ilâhîde "Ruh" lafzının Kur'an mânâsında kullanıldığı da gö-rülmektedir (49).

4- Vahy:
Ruh kelimesi, Sûre-i Nahıl'ın 2; Sûre-i Mü'min'in 15. âyet-i kerimelerinde vahiy karşılığında zikredilmektedir.

5- Can:

İsra Sûresinin 85. âyetinin iki yerinde; Enbiyâ Sûresinin 91; Secde Sûresinin 9; Sâd Sûresinin 72. âyet-i kerimelerinde can mânâsını ifade etmektedir.
Buharî ve Müslim'de Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den şöyle rivayet olunmaktadır: "Ben, Nebi (s.a.v.) ile birlikte Medine'de bir tarla içinde yürüyordum. O, hurmadan değneğine dayanıyordu. Bu sırada Yahudilerden bir kaç kimseye rastladı. Onlar, birbirine, (efendimizi kasdederek) "Şuna ruhtan sual açsanız" dediler. Bir kısmı da "Yok, sormayın. (Belki) hoşlanmıyacağınız bir cevap verir" dediler. Derken bir kısmı:

"Ya Ebe'l-Kasım, ruh nedir?" diye sordular. Resul-i Ekrem ona bir cevap vermedi ve sükuta daldı. Bu halden kendisine vahiy geldiğini anladım, yerimde dikildim. Vahiy nazil olunca:
"Sana "Ruh"u sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emri (cümlesi)ndendir. (Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir." (50) meâlindeki âyet-i kerimeyi okudu.
Sual edilen ruhun hangi ruh olduğu hususunda da değişik görüşler bulunmaktadır. Şöyle ki:

Katâde, "Cebrail aleyhisselamdır" demiştir. Bir kısım ilim adamları da İsa aleyhisselâm olduğunu söylemişlerdir. Bazı kimseler de "Kur'an"dır dedi.
Âlimlerin ekserisi ise bu âyet-i kerimedeki ruhdan ferdânî bir mahiyet ve Rabbanî bir nefha olan "Ruh-u insanî" olduğunu söylemişlerdir.
Ruhun mahiyetini tamamiyle idrak, biz insanlar için, kâbil değildir. Biz, ruhun varlığına inanmak zorundayız. Ruhun mahiyeti, maddî olup olmadığı, varlığına nisbetle, tâlî meselelerden olmakla zarurât-ı diniyyeden sayılmamıştır. Esasen bu mevzuda âdemoğluna az bir ilimden başka bir şey de verilmemiştir. Ruhun hakikati Rabbimizin bileceği işler cümlesindendir. Evet, bu mevzuda insana hiç bir şey verilmemiş değildir, fakat az bir şey verilmiştir. Az bir ilimle de ruhun aslî mahiyetini idrak mümkün değildir.

(44) Hüseyin Kâzım Kadrî, Büyük Türk Lügati, c. 2, s. 924.
(45) Mecdüddin Firûzâbâdi, Kâmus-i Okyanus.
(46) el-Yevâkît, c. 2, s. 122.
(47) el-Yevâkît, c. 2, s. 123.
(48) Süre-i Nisâ, 171.
(49) Sûre-i Şuarâ, 52; Sûre-i Mücâdile, 22.
(50) Sûre-i İsrâ, 85.