HÜRRİYET NEDİR VE NE DEĞİLDİR?
Yeryüzünün halifesi olarak yaratılmış bulunan insanoğluna bazı haklar ve hususiyetler eşit olarak verilmiştir. Yaşama hakkı, ilim öğrenme ve hürriyet gibi. Hiçbir kimse diğer bir şahsın bu gibi haklarını kısıtlayamaz, ne kendisinin ne de bir zümrenin inhisarında tutamaz. Çünkü bu haklar, fıtrîdir, yaratılışı ile birlikte Allah tarafından ihsan olunmaktadır.
İnsan ruhu hürriyete âşıktır. Vatanında esarete katlanamaz, ölümü tutsaklığa tercih eder. Hâl ve hareketlerinde serbest olmayı, düşüncelerinde kayıtsız hareket etmeyi arzu eder. İlmî araştırmalar için bu yol açık bulunmaktadır. Mefkuresi hataya saplanırsa dönüş yapması da vazifesidir. Aksi hâlde kendi düşüncelerinin girdabında esarete düşmüş olur.
Her insan bu efsünkâr kelimenin, yâni hürriyetin, ne olduğunu ve nasıl
kullanılması gerektiğini bilmek zorundadır. Bu idrâke erişmemiş kimse, ya nimetin kadrini bilmemiş veya onu yerinde kullanmamış olur. Her iki hâlde insanın zararı ile sonuçlanır.
Önce şu noktayı belirtmek yerinde olur: Hürriyet, "mutlak" ve "kayıtlı" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hiçbir engel tanımadan, yapılan uyarmalara kulak vermeden ve dilediği gibi hareket etme serbestliği mânâsında anlaşılan "mutlak hürriyet", kişiyi dininden ve ahlak esaslarından uzaklaştıran bir hürriyettir ki, insanı âsî ve beşerî toplulukları "sürü" derekesine düşürür. Önünde durulamayan, karşısına çıkanı çiğneyen, ulvî bir mefkuresi bulunmayan; acıması yok, acıtması çok bir sürü! Bu mânâdaki hürriyet, "insanın hayvanlaşması" diye tavsif olunmaktadır.
Bu anlamdaki serbestlik, akl-ı selim sahibi her insanın nefret ettiği bir hürriyet olmakta ve dünya insanlarınca "anarşi" diye isimlendirilmiş bulunmaktadır. Başıboş bir mayın halinde dolaşan, "hürriye"in mânâsını, mâhiyet ve tarifini bile doğru dürüst bilemeyen kimselerin türeyip üremesi, mutlak bir hürriyet hevesi ile yaşamaya heveslenen kimseleri hayvanı bir seviyeye düşürür.
Kayıtlı hürriyet; dinî hükümlere riayetkâr, ulvî mefhumlara saygılı, başkasının hürriyet hudutlarını çiğnemeyen, fert ve cemiyete zarar vermeyen kişinin anladığı ve yaşayıp yaşattığı hürriyettir ki, insânı kâmil olmanın yolu da budur.
İnsana lâyık ve lâzım olan hürriyet, din ve ahlâk kaideleriyle sınırlı bulunmaktadır. Bu bağlan koparan veya süflî arzuları uğrunda ihmâl eden kimseler, dini ve terbiye esaslarını hiçe saymış, sonunda da din-siz ve ahlâksız kalmış olurlar.
Hürriyet, kendi isteğimizi değil, Rabbimizin emirlerini yerine getir-mek ve dinimizin bizlere yüklediği vazifeleri yapmakta "nefis" engelini aşabilmektir. Dünyanın saadetlerini ve ahiretin cennetlerini içinde gizleyen "hürriyet" de budur.
Nefis adına hürriyet-i küllî fikri, sahibini tam mânâsı ile nefsi emmâreye esir eder. Bu mânâdaki serbestliğin takipçisi ve tatbikçisi olan insanlar, dünyada perişan ve âhirette mahzun olurlar. Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetlerinde, ayak kayacak noktalara semâvî işaretler dikmiştir. Böylece usulsüz hareketlerimize set çekmiştir.
Bu hususu birkaç âyet meali ile renklendirmek istiyoruz: "Bu, Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın" (31). "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir" (32). Allah'ın çizdiği h-duda saygı gösterenlerin cennet ile taltif olunacakları (33), bu hududu aşanların da nefislerine yazık edecekleri (34) Kur'an-ı kerim'de bildirilmekte; bu uyarmaları dikkate almayanların akıbetleri şöyle açıklanmaktadır: "Kim de Allah'a ve Peygamber'e isyan eder, (Allah'ın) sınırlarını (çiğneyip) geçerse onu da -içinde devamlı kalıcı olarak- ateşe koyar. Onun için hor ve hakir edici bir azap vardır"(35).
Bir imtihan âlemi bulunan şu dünyada, bu gibi sınırların çekilmesi, beşerin kurtuluşu için zaruridir. Hürriyet, içi dolu silah gibidir. Bahsi ge-çen âlet, kullanmasını bilmeyen bir çocuğa teslim edilirse büyük za-rarlara yol açabilir Hürriyetin ne olduğunu ve nasıl kullanılması gerek-tiğini bilmeyen ve fikrî rüşde erişmemiş milletlerin elinde oyuncak hâline gelen hürriyet, birçok değerlerle birlikte, hürriyetlerinin tamamen elden çıkmasına, sefalet ve esaret çenberi içine düşmesine sebep olur.
Böyle bir tehlikeye düşmek istemeyen topluluklar, önce hürriyetin ne olduğunu ve nasıl kullanılacağını öğrenmeli, öğretmeli ve daha sonra kullanmaya teşebbüs etmelidir. Bunun aksine bir yol takip edenler, daima zarar görmüşler ve etrafına zarar vermişlerdir.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâm ile Havva validemizi cennete koyacağı zaman, "Ey Âdem! Sen, eşinle beraber cennete yerleş. Ondan (cennetin yiyeceklerinden), neresinden isterseniz, bol bol yiyin. (Fakat) şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de (nefsine) zulmedenlerden olursunuz" (36) buyurarak, cennet nimetlerinden faydalanmalarına izin vermiş ve gelişi güzel hareket etmelerine "şu ağaca yaklaşmayınız" fermanı ile sınır çekmiştir.
Demek oluyor ki, sınırsız bir hürriyet isteği insana cennette bile verilmiş değildir. Akl-ı selim ve iman sahibi bir kimsenin şerefi ile denk bir sorumluluğu vardır. Bu sebeple, hareketlerini nefsine göre değil, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine uygun olarak tanzim edecektir. Medenî insana yaraşan da bu mânâdaki hürriyettir.
Tasavvuf ıstılahında hürriyet "Allah'tan başkası ile alâka kurmaktan sakınmaktır" şeklinde açıklanmaktadır.
Vicdan hürriyeti, her şahsın hak ve doğru olarak kabul ettiği inançlara, her türlü taarruzdan masun olarak sahip olabilmesi ve dinimizin emirlerini hiçbir takip ve tazyike mâruz kalmadan yapabilmesidir.
(31) Sûre-i Bakara, 187.
(32) Sûre-i Bakara, 229.
(33) Sûre-i Nisa, 13.
(34) Sûre-i Talâk, 1.
(35) Sûre-i Nisâ, 14.
İnsan ruhu hürriyete âşıktır. Vatanında esarete katlanamaz, ölümü tutsaklığa tercih eder. Hâl ve hareketlerinde serbest olmayı, düşüncelerinde kayıtsız hareket etmeyi arzu eder. İlmî araştırmalar için bu yol açık bulunmaktadır. Mefkuresi hataya saplanırsa dönüş yapması da vazifesidir. Aksi hâlde kendi düşüncelerinin girdabında esarete düşmüş olur.
Her insan bu efsünkâr kelimenin, yâni hürriyetin, ne olduğunu ve nasıl
kullanılması gerektiğini bilmek zorundadır. Bu idrâke erişmemiş kimse, ya nimetin kadrini bilmemiş veya onu yerinde kullanmamış olur. Her iki hâlde insanın zararı ile sonuçlanır.
Önce şu noktayı belirtmek yerinde olur: Hürriyet, "mutlak" ve "kayıtlı" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hiçbir engel tanımadan, yapılan uyarmalara kulak vermeden ve dilediği gibi hareket etme serbestliği mânâsında anlaşılan "mutlak hürriyet", kişiyi dininden ve ahlak esaslarından uzaklaştıran bir hürriyettir ki, insanı âsî ve beşerî toplulukları "sürü" derekesine düşürür. Önünde durulamayan, karşısına çıkanı çiğneyen, ulvî bir mefkuresi bulunmayan; acıması yok, acıtması çok bir sürü! Bu mânâdaki hürriyet, "insanın hayvanlaşması" diye tavsif olunmaktadır.
Bu anlamdaki serbestlik, akl-ı selim sahibi her insanın nefret ettiği bir hürriyet olmakta ve dünya insanlarınca "anarşi" diye isimlendirilmiş bulunmaktadır. Başıboş bir mayın halinde dolaşan, "hürriye"in mânâsını, mâhiyet ve tarifini bile doğru dürüst bilemeyen kimselerin türeyip üremesi, mutlak bir hürriyet hevesi ile yaşamaya heveslenen kimseleri hayvanı bir seviyeye düşürür.
Kayıtlı hürriyet; dinî hükümlere riayetkâr, ulvî mefhumlara saygılı, başkasının hürriyet hudutlarını çiğnemeyen, fert ve cemiyete zarar vermeyen kişinin anladığı ve yaşayıp yaşattığı hürriyettir ki, insânı kâmil olmanın yolu da budur.
İnsana lâyık ve lâzım olan hürriyet, din ve ahlâk kaideleriyle sınırlı bulunmaktadır. Bu bağlan koparan veya süflî arzuları uğrunda ihmâl eden kimseler, dini ve terbiye esaslarını hiçe saymış, sonunda da din-siz ve ahlâksız kalmış olurlar.
Hürriyet, kendi isteğimizi değil, Rabbimizin emirlerini yerine getir-mek ve dinimizin bizlere yüklediği vazifeleri yapmakta "nefis" engelini aşabilmektir. Dünyanın saadetlerini ve ahiretin cennetlerini içinde gizleyen "hürriyet" de budur.
Nefis adına hürriyet-i küllî fikri, sahibini tam mânâsı ile nefsi emmâreye esir eder. Bu mânâdaki serbestliğin takipçisi ve tatbikçisi olan insanlar, dünyada perişan ve âhirette mahzun olurlar. Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetlerinde, ayak kayacak noktalara semâvî işaretler dikmiştir. Böylece usulsüz hareketlerimize set çekmiştir.
Bu hususu birkaç âyet meali ile renklendirmek istiyoruz: "Bu, Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın" (31). "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir" (32). Allah'ın çizdiği h-duda saygı gösterenlerin cennet ile taltif olunacakları (33), bu hududu aşanların da nefislerine yazık edecekleri (34) Kur'an-ı kerim'de bildirilmekte; bu uyarmaları dikkate almayanların akıbetleri şöyle açıklanmaktadır: "Kim de Allah'a ve Peygamber'e isyan eder, (Allah'ın) sınırlarını (çiğneyip) geçerse onu da -içinde devamlı kalıcı olarak- ateşe koyar. Onun için hor ve hakir edici bir azap vardır"(35).
Bir imtihan âlemi bulunan şu dünyada, bu gibi sınırların çekilmesi, beşerin kurtuluşu için zaruridir. Hürriyet, içi dolu silah gibidir. Bahsi ge-çen âlet, kullanmasını bilmeyen bir çocuğa teslim edilirse büyük za-rarlara yol açabilir Hürriyetin ne olduğunu ve nasıl kullanılması gerek-tiğini bilmeyen ve fikrî rüşde erişmemiş milletlerin elinde oyuncak hâline gelen hürriyet, birçok değerlerle birlikte, hürriyetlerinin tamamen elden çıkmasına, sefalet ve esaret çenberi içine düşmesine sebep olur.
Böyle bir tehlikeye düşmek istemeyen topluluklar, önce hürriyetin ne olduğunu ve nasıl kullanılacağını öğrenmeli, öğretmeli ve daha sonra kullanmaya teşebbüs etmelidir. Bunun aksine bir yol takip edenler, daima zarar görmüşler ve etrafına zarar vermişlerdir.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâm ile Havva validemizi cennete koyacağı zaman, "Ey Âdem! Sen, eşinle beraber cennete yerleş. Ondan (cennetin yiyeceklerinden), neresinden isterseniz, bol bol yiyin. (Fakat) şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de (nefsine) zulmedenlerden olursunuz" (36) buyurarak, cennet nimetlerinden faydalanmalarına izin vermiş ve gelişi güzel hareket etmelerine "şu ağaca yaklaşmayınız" fermanı ile sınır çekmiştir.
Demek oluyor ki, sınırsız bir hürriyet isteği insana cennette bile verilmiş değildir. Akl-ı selim ve iman sahibi bir kimsenin şerefi ile denk bir sorumluluğu vardır. Bu sebeple, hareketlerini nefsine göre değil, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine uygun olarak tanzim edecektir. Medenî insana yaraşan da bu mânâdaki hürriyettir.
Tasavvuf ıstılahında hürriyet "Allah'tan başkası ile alâka kurmaktan sakınmaktır" şeklinde açıklanmaktadır.
Vicdan hürriyeti, her şahsın hak ve doğru olarak kabul ettiği inançlara, her türlü taarruzdan masun olarak sahip olabilmesi ve dinimizin emirlerini hiçbir takip ve tazyike mâruz kalmadan yapabilmesidir.
(31) Sûre-i Bakara, 187.
(32) Sûre-i Bakara, 229.
(33) Sûre-i Nisa, 13.
(34) Sûre-i Talâk, 1.
(35) Sûre-i Nisâ, 14.
AHLAKÎ VAZİFELER
- BAYRAM VE TEBRİKLEŞME
- DİN ADAMI VE ÖĞRETMENİN MEMLEKET HİZMETİNDEKİ YERİ
- DİN KARDEŞLİĞİNİN DAYANDIĞI İLKELER
- GAZETENİN İÇTİMAÎ HAYATIMIZDAKİ YERİ
- HÜRRİYET NEDİR VE NE DEĞİLDİR?
- İNSAN HAKLARINA SAYGI
- İNSANLIĞA HİZMETİN ÖNEMI
- LİDER BUHRANI
- MESKEN MASÛNİYETİ VE BAŞKASININ EVİNE GİRMEDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
- MESKEN MASÛNİYETİ VE BAŞKASININ EVİNE GİRMEDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR