MESKEN MASÛNİYETİ VE BAŞKASININ EVİNE GİRMEDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Edep ve nezaket dini bulunan İslâm, her hususu bir esasa bağlamış bir insana yaraşır tarzda yaşamanın ölçülerini tesbit etmiş bulunmaktadır. Bu cümleden olarak içinde oturanlardan izin almadan evlere ve mesken hükmünde bulunan otel odalarına girilemiyeceğini haber vermiştir. İman ve irfan sahibi bulunan her insanın bu hükümlere saygı ve dikkat göstermesi dinî bir terbiye gereğidir.

Mesken, iptidaîlikten uzak insan topluluklarının gece ve gündüz, fert veya aile olarak barındıkları ve her türlü medenî ihtiyaçlarını gördükleri ev, oda ve obadır.

Buralarda oturan kimseler, her türlü tecavüzden uzak olarak yaşama hürriyetine ve mesken masuniyetine sahip bulunmaktadırlar. Bu hürriyet, Allah Teâlâ'nın her insana eşit olarak bahşettiği bir hak olduğundan, hiçbir şahıs tarafından kısıtlamaya tâbi tutulamaz.

Cahiliyet devri insanları arasında evlere girerken izin alma âdet ve nezaketi yoktu . İnsanoğlunun kalbi gibi dimağı da kararmış bulunuyordu. Ne edebi bilen vardı ne terbiye veren vardı. Günün her saatinde, selâmsız ve izinsiz olarak, birbirlerinin evlerine giriyorlardı. Çok kere ev halkını ve gelen kimseyi utandıracak bir manzara ile karşılaştıkları olur ve fakat bu çirkin uygulama bir türlü terk edilmezdi.

Utanç verici bu hareketler, İslâm dininin gelmesi ile azalmış ise de tamamen ortadan kalkmış da değildi. Ensar'dan bir kadın, Resûlullah (s.a.v.)'e gelerek, "Ey Allah'ın Resulü! Ben evin içinde öyle bir halde bulunuyorum ki, beni o vaziyette ne babamın ve oğlumun, ne de herhangi bir kimsenin görmesinden hoşlanmam. Ne çare ki ben bu halde iken babamın gelip yanıma girdiği oluyor, ehli beytimden bir erkeğin odama girdiği eksik olmuyor" diye şikayette bulunması üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: "Ey iman edenler! Kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleri ile alışkanlık peyda etmeden ve selâm da vermeden girmeyin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünür (hikmetini idrak eder) siniz. Eğer orada bir kimse bul-mazsanız, size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Şâyet size geri dö-nün, denilirse dönüp gidin. Bu, sizin için daha temizdir. Allah, ne ya-parsanız hakkıyla bilendir" (18).

Âyet-i kerimenin ifade ettiği mânâdan açıkça anlaşılmaktadır ki, başkasının meskenine gireceğimizde, dinî esaslara uygun bir biçimde izin istemek gerekmektedir. Bu edebe aldırış etmemek, dindarlıkla telifi kabil olmayan bir iptidailik örneğidir. Zira başkasının mülküne izinsiz olarak girmek gasp kabilinden bir tecavüzdür ve kesinlikle haramdır. İçtimaî muaşeret kaideleri, beşerî hayata tatbik edilemeyecek olursa değeri bilinmez hâle gelir.

Bir evi gözetleyip hâne halkının davranışlarını seyretmek veya konuşmalarını dinlemek, "göz zinası" ve "kulak hırsızlığı"dır. Bu çirkin hareketin dünya ve âhirette sorumluluğu vardır. Bu mevzuyu asrı saadette cereyan etmiş bir vak'a ile açıklayarak ıttılaınıza arzetmek isterim: Peygamber Efendimizin huzuruna gelen bir arabi, kapıdaki delikten içeriye bakmıştı. Resulullah (s.a.v.) içeriden onun hareketini görmüş ve eline bir demir parçası veya sopayı, onun gözüne dürtmek kastı ile, alıp yürüyünce o kimse korkup bir kenara çekilmişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Dikkat et! Bu suç senin üzerine (kesinlikle) sâbit olsaydı bunu gözüne dürtecektim" (19) buyurdu.

İman sahibi bulunan kimseler, önce kendi şahsını sonra diğer insanları ıslah etme mecburiyetindedir. Allah tarafından konulmuş ve Resulullah (s.a.v.) tarafından en güzel bir şekilde açıklanmış bulunan dinî edepleri bozmaya çalışmak ve bu cümleden olarak başkalarının konuşmalarını kulak hırsızlığı yolu ile dinlemek, bayağılıkların en çirkinidir. "Kim hoşlanmadıkları halde, bir topluluğun konuşmalarını dinleyecek olursa kıyamet günü kulağının içine erimiş kurşun dökülecektir" (20).

Evlere girerken izin istemek, gözün ev içindeki mahremiyetlere ilişmemesi içindir. Resulullah (s.a.v.)'e, izin istemenin sebep ve hikmetinden sual sorulduğunda "kimin gözü izin almadan ve selâm vermeden önce eve girecek olursa muhakkak Allah'a isyan etmiştir" (21) buyurdu.

Görmek istemediğimiz halde ev içi mahremiyetlerinin gözümüze ilişmemesi için, kâinatın yegane efendisi bulunan Hz. Muhammed'in tavsiyelerine uyarak, şöyle haraket etmeliyiz: Bir evin kapısına vardığımızda yönümüz kapıya dönük olmamalıdır. Çünkü kapı birden açılınca gözümüz bakılması haram olan bir yere ilişebilir. İnsanlık âleminin en yüce edep örneği bulunan "Peygamber (s.a.v.), bir kimsenin kapısına geldiği zaman, yüzünü(eve doğru) dönmez, sağ veya solundan birini çevirirdi ve "Esselâmü Aleyküm" derdi" (22).
Kapı ziline ev sahibinin telâşlanmasına sebep olacak şekilde basmamalıdir. Bu tarzda bir acelecilik yapmak ve ev sahibini yüksek sesle dışarı çağırmak, dinimizin yasakladığı kabalıklardandır.

"Kapıyı tıklatarak izin istemenin son haddi üç defadır. Birinci vuruşta ev halkı (sese) kulak verir. İkincide (evi toplayıp) düzeltirler. Üçüncüde ya izin verir veya (geleni) geri çevirirler" (23). Kapının önün-de ısrarla beklemek, ev sahibini taciz etmek olur. Şâyet içerden "Kim o?" denilirse, ev halkının tanıyacakları isim ve lakabını söylemeli, 'Kim o?" sorusuna "Ben" diye cevap vermemelidir. Zira ben demek, kendimizi tanıtmak için yeterli bir ifade değildir. Kapı açılıp ev sahibi çıkacak olursa selâm verip "Girebilir miyim?" diye müsaade istemelidir.

Aynı evde oturan aile fertlerinin de ihmal etmemesi gereken bir takım muâşeret usulleri vardır. Şöyle ki: Bu kimseler, uyku veya istirahat gibi bir sebeple, ayrı ayrı odalarda bulunursa öksürerek veya seslenerek onları geldiğinden haberdar etmelidir.

Bu cihetin edebini açık ve seçik olarak beyan eden bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmaktadır: "Ey iman edenler! Sağ ellerinizin mâlik olduğu (köle ve câriyeler), bir de sizden olup da henüz büluğ çağına erişmemiş (küçük)ler (şu) üç vakitte; sabah namazından önce, öğle sıcağından elbiselerinizi çıkardığınız zaman, bir de yatsı namazından sonra (odanıza gelecek olurlarsa) sizden izin istesin(ler). (Bu) üç (va-kit), sizin için avret (ve halvet vakitleri)dir. Bunlardan sonra ise birbirinizi dolaşmanızda ne sizin üzerinize ne de onların üzerine bir vebâl yoktur. Allah, âyetleri size böyle açıklar. Allah, (her şeyi) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir" (24).

Bu ilâhî emirler karşısında ashabtan bir adam, kâinatın en mücessim edep örneği bulunan Resûl-i Ekrem'in huzuruna gelerek şöyle konuştu:
— "Annemin odasına gireceğimde izin isteyecek miyim?" Fahr-i kâinat:
— "Evet buyurdu. O:
— "Onun benden başka hizmet edecek kimsesi yoktur. Her giri-şimde izin isteyecek miyim?" dedi. Peygamberimiz:
— "Onu çıplak bir hâlde görmeyi sever misiniz?" diye sordu. O:
— "Aslâ" dedi. Allah Resûlü:
— "O halde izin iste" buyurdu (25).

Bu mevzuda ev sahibine düşen vazifeler de vardır. Penceresinin perdelerini güzelce kapamak, sesini sokağa ulaştıracak kadar yükseltmemek ve bu istikamette gerekli tedbirleri almak! Zirâ bu gibi içtimaî vazifeler, tek yönlü bir mükellefiyet değildir. Ev halkı, üzerine düşen vazifeleri ihmâl etmez; hâriçteki kimseler de göz ve kulağına sahip olursa edep ve ahlâk sarayı sarsılmamış olur.


(18) Sûre-i Nûr, 27-28.
(19) et-Terğib ve't-Terhib, c. 3, s. 436-437.
(20) et-Terğib ve't-Terhib, c. 3, s. 438.
(21) et-Terğib ve't-Terhib, c. 3, s. 436.
(22) Ebû Dâvûd, c. 4, s. 348.
(23) Feyzü'l-Kadr, a 3, s. 176.
(24) Sûre-i Nûr, 58.