SANATLARIN DOĞUŞUNDA VE GELİŞMESİNDE VAHYİN TESİRİ

Yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insana, arzın iman ve hayatının devamı için zaruri veya faydalı olan, sanat ve bilgiler, peygamberler aracılığı ile öğretilmiştir.

Peygamber çocuğu olarak dünyaya göz açan âdemoğlu, yaratılışında kendine ihsan edilen kemâl nüvesini geliştirmeye hevesli bulunuyordu. İçinde gizlenen heveslerin meyvesini derebilmek ve yeryüzünü yaşamaya müsait hale getirebilmek için bir çok hüner ve sanata sahip olması gerekiyordu.

Hz. Adem ve hanedanı için ilk hissedilen zaruret, hayatlarını devam ettirme fikri oldu. Cenab- Hak, Âdem aleyhisselâma eşya ve eşhasın isimlerini öğretmiş ve bir çok sırlardan haberdar etmişti, İnsan hayatı için gerekli olan madde isimlerinin bunlar arasında bulunacağı, bu hususla ilgili âyet-i kerimenin içinde yer alan "Küllehâ" te'kidinden anlaşılmaktadır.

Beşerin ilk babası Hz. Âdem, neslinden gelmiş ve gelecek evladı için, yeryüzünü eşip ekmeye başladı. Onun mübarek eliyle atılan to-humlar, başak başak buğdaylar ve bereketli sonuçlar verdi. Cennette gördüğü şeylerin bir kısmı, arzda da gelişmeye başladı.

Cennetin toprağı, suyu ve iklimi küre-i arzdakinden tamamen başka bulunduğu için nimetleri de yerde yetişen şeylerden üstün bulunuyordu. Lâkin arzın yetiştirdiği meyve ve mahsuller, insan hayatına elverişliydi.
İşte Hz. Âdem, bu sa'y-ü gayretiyle yeryüzünün Mir'i ve çiftçiliğin pîr'i oldu. O günün dar imkânları karşısında Âdem aleyhisselâmın ulaştığı bu netice bir hüner olduğu kadar bir zaferdi.

Bu yüce peygamberin evlâdı ve torunları çoğalmış, aileler ve topluluklar meydana gelmişti. Onlar, örtülmesi gereken vücd noktalarını yaprak ve benzeri şeylerle kapatmaktaydılar. Ancak, bu tesettür insanın fıtratındaki bediî zevke uygun düşmemekteydi. Medenî doğan insan, bu vasfına uygun bir hayat sürme arzusundaydı. Bu istek de onun en tabiî hakkıydı.

Peygamberzâde peygamber Hz. İdris, hayvan derisinden elbise dikmeyi başarıp terziliğin pîri oldu.

İnsanlar çoğalmakta, beşeriyete ilmin ve sanatın ufukları peygam-berler eliyle gösterilmekteydi. Genişleyen insan topluluklarında inanmayan kimselerin azgınlıkları, haddi aşmış ve ilâhî cezayı hak etmiş bulunuyordu. Cenâb-ı Hak, Hz. Nuh'a gemi yapmasını vahyetti. Nuh aleyhisselâm, aldığı emir gereğince, gemiyi inşa etti. Böylece ilk tersane kurma şerefi bir peygambere nasip oldu.

Seferde savaş, sulh zamanlarında taşıma ve nakil vasıtası olan geminin imali de onun kaptanlığını yapmak da Hz. Nuh'a nasip olan bir başarıydı. Dağlar gibi gelen dalgaları göğüsleyecek ve aylarca su üstünde yüzecek, mü'minleri ve her cins hayvandan birer çifti ile gıda maddelerini içinde barındıracak bir geminin büyüklüğünü tasavvur güç olmasa gerektir.

Şehirleşen insanların ihtiyaçları yanında, memleket müdafaası ve insan hayatını korumak için tedbir almak ve çaresini bulmak gerekiyordu.

Peygamberlikle hükümdarlığı şahsında toplayan Davud aleyhisselâm; demiri işleyip zırh imâline başladı. Bu suretle harp tekniğinde müdafaa imkanını genişletmiş oldu. Düşmanları sindirecek bir işi başarmak da bir peygambere nasip oldu.
Hz. Süleyman, pederi Hz. Davud'tan sonra peygamber ve hü-kümdar olarak iş başına geçti. Cenab-ı Hak kendisine rüzgârı müsahhar kıldı, erimiş bakır mâdenini sel gibi akıttı. Hz. Süleyman'ın emrinde iş gören cinlerden bir topluluk da vardı. Bu haşmetli peygamber, onlara tâlimat vererek kaleler kurdurur, büyük havuzları andıran çanaklar imâl ettirir ve sabit kazanlar yaptırırdı.

Emrine tahsis edilen rüzgârlarla bir günde iki aylık mesafeleri kat ederken havacılığın öncüsü olan Hz. Süleyman, bakır madeninden bir çok sanat eserlerini imal ettirecek bilgiye, vahiy yoluyla, sahip bulunuyordu.

Sûre-i Sebe'in 12-13. âyet-i kerimelerinden mülhem olarak ifade ettiğimiz bu sanat eserleri sadece süs için yapılmış olamazdı. Zira, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar, sanayi tesislerinde kullanmaya yarayan şeylerdi.
Hz. Zekeriyya, marangozluk ve doğramacılık sanatıyla meşgul olurdu.

Ümmetlerine ağacı işleyip mamul hale getirmeyi ve insanların muhtaç bulundukları malzemeyi yapmayı öğreterek insanlığın hayrına
olacak bir sanatın müessisi oldu.

İşte sanatın yayılması ve gelişmesi peygamberler tarafından öğretilmiş bulunmaktadır. Daha sonra gelişen yeni yeni bilgilerle meydana getirilen sınaî tesisler hep bu temeller üzerinde yükselmiş ve gelişen yan sanayide tecrübeye zemin hazırlamış ve hazırlamaktadır da!

Peygamberlik, Efendimizle son bulunca Müslümanlar peygamber-lerden intikal eden bilgileri devam ettirdiler. Yeni yeni buluşlarla bilgile-rini ve görgülerini geliştirdiler.

Avrupa, sanattan nasibini, kâh İslâm âlemine gönderdiği talebeler ile, kâh haçlı sürülerinin Avrupa'ya aktardığı tezgâhlar ile İslâm âleminden almıştır.
Bir cins çoraba, örmesini müslümanlardan öğrendiği için, "Müslim çorap" adını vermiş; garplının Damasko adını verdiği "Şan'da öğrendiği bir cins kumaşa da Damasko adını vermiştir ki "Dımışkî=Şam malı" demektir.
İnsanoğlu, dinine bağlılığı ile yükselmiş, sanat ve teknikte ilerlemiş ve bunları hayra vasıta kılmıştır. Bu yolu bıraktığı zaman gerileme göstermiş ve bilgisini şerre âlet etmeye başlamıştır.