HÂRUT İLE MÂRUT VE MELEKLERİN İSMETİ
Meleklerle ilgili İslâm itikadı gözden geçirilirken "Meleklerin Allah'a isyan etmiyecekleri" açıkça görülmektedir. Bu husus, Kur'an-ı Kerim âyetleri ile de sabittir (67).
Hâl böyle iken, Hârut ve Mârut adındaki meleklerle ilgili olarak halkın dilinde dolaşan ve bazı kitaplarda yer alan yersiz söylentilerin İslâmî inançlarla bağdaşması kâbil değildir. O söylenti şudur Yeryüzüne indirilen bu iki melek, -hâşâ- Zühre adındaki güzel bir kadına tutulmuşlarmış da, kendisiyle güya zina etmek istemişlermiş de, o fahişe de bu meleklerden Allah'a şirk koşmalarını istemiş fakat melekler, bu teklifi kabul etmemişler.
Bir defasında bu melekler, o kadına, aynı arzuyu tekrarlayınca Zühre, kucağında taşıdığı çocuğu gösterip "bunu öldürmedikçe dediğinize razı olmam" demiş, melekler bu teklifi de kabul etmemişler.
Başka bir gün, bu çirkin teklifi gene tekrarlamışlar. O kadın da elinde taşıdığı kadehin içindeki şarabı içmedikleri takdirde arzularına râm olmıyacağını söylemiş imiş de onlar da -hâşâ- şarabı içmişlermiş. İçkinin tesiriyle sarhoş olunca o çocuğu öldürmüşler ve kadınla da güya zina etmişler. Zühre adlı bu fahişe, Hârut ve Mâruttan göğe çıkarken okudukları İsm-i âzamı sorup öğrenmiş imiş ve öğrendiğini okuyarak semaya çıkmış ve orada yıldız olup kalmış. "Zühre" adlı yıldız işte bu kadın imiş!!!
Meleklerin yüce mahiyetine ve pırıl pırıl şerefine uymayan bu gibi beyanların hepsi zayıftır (68).
"Bunlar, İsrail oğullarının verdikleri haberlere râcidir. Çünkü bu hususta isnadı, günahtan masum ve her hususta doğru bulunan yüce Peygamberimize ulaşan sahih ve merfû bir hadis yoktur" (69).
"Ne Allah Teâlâ'nın kitabında, ne de Resulullah (s.a.v.)'ın hadislerinde bu haberin doğruluğuna delâlet eden bir beyân da yoktur" (70).
"Bu bâbta uydurulan hurâfelere îtimad olunmamalıdır. İşte sahih olan haber kitabullahtadır" (71).
Bu haberin doğru ve mûteber olmadığına delâlet eden hususlardan biri de şudur: Hârut ve Mârut isimli bu meleklerin yeryüzüne inmesi, Süleyman Aleyhisselâmın Peygamberliği zamanına tesadüf etmektedir. Halbuki "Zühre" yıldızının yaratılması, göklerin halk olunduğu zamanda olmuştur (72).
Hârut ve Mârut isimli bu melelerle ilgili meselenin ehl-i sünnet mezhebi hükümlerini zedelemiyecek yönü şudur:
Süleyman Aleyhisselâm zamanında, şeytanlaşmış insanlar, cin şeytanlarını sihir yoluyla kendilerine bağlamışlardı. Cin şeytanları semâlara doğru yükselerek, yeryüzündeki hâdiselerle ilgili konuşma-lardan kulak hırsızlığı yaparlar ve meleklerden duydukları bir söze yüz de yalan katarak o devrin kâhinlerine ve sihirbazlarına haber verirlerdi.
Şeytanların nâşir-i melaneti olan bu kimseler, yalanyanlış bu haberleri, halkın arasında yaymaya çalışırlar ve yazarak halka okurlardı.
Bu kâhinler; cin toplamayı, onlar vasıtasıyla sihir yapmayı ve efsunculuk şekillerini halk arasında yaydılar. Beşerî topluluklarda baş gösteren fesat ve kargaşalıklar yüzünden halk arasında yanlış inançlar yayılmaya başladı. Bir takım kimseler, cinlerin gayb-ı bildiğini iddia eder ve inanır oldular.
İşte bu sırada Cenâb-ı Hak, hikmet-i ilâhîsi iktizasından olarak Hârut ve Mârut isimli bu iki meleği yeryüzüne indirdi ve Bâbil şehri halkına gönderdi.
Bu melekler, halka sihrin zararını ve mahiyetini haber veriyor, mucizeyi sihirden ayırd edecek bilgi ile insanları techize çalışıyorlardı. Sihrin doğruluğuna inanıp veya sihre dâir olan şeyleri kullanıp da küfre gitmemeleri için halkı ikaz ediyorlardı. Bu hususla ilgili âyet-i kerimeyi, muhterem okuyucularımla birlikte tetkîk ve tahlil etmek isterim:
"Şeytanların; Süleyman'ın mülk(-ü saltanat ve nübüvvet)i aleyhinde uydurup takip ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfirdiler ki, insanlara sihri (büyücülüğü) ve Bâbil'deki iki meleğe, Hârut ve Mârut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki onlar (o iki melek): "Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir), sakın (sihir, büyü yapıp da) kâfir olma" demedikçe, hiç bir kimseye (sihir) öğretmezlerdi. İşte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı..." (73).
Yukarıdaki âyetin meâli tedkik süzgecinden geçirildiğinde bazı hakikatlerin ortaya çıktığı gözden kaçmamaktadır. Şöyle ki:
a) Âyet-i kerimedeki "ve mâ ünzile" ilh.. cümlesi, yukarıdaki "es-sihra" kelimesine mâtuftur. Mâtuf le mâtufun aleyhin birbirine mubâyin olacağı nahvî bir zarurettir. Bu itibârla Hârut ve Mârut'a indirilen bilgiler sihir değildi. Fakat sihir halinde kullanmaya müsaid bulunuyordu, Bu sebeple o bilgileri kötüye kullanmanın küfr olacağı, bizzat bu melekler tarafından, "telâ tekfur" ihtâriyle haber veriliyordu.
b) "Es-sihra" kelimesi, "yüallimûne" fiilinin ikinci mef'ûlü; "ve mâ ünzile" cümlesi, onun matufu olduğuna göre, sihri de meleklere indirilen bilgileri, sihir olarak kötüye kullanmayı da halka öğreten şeytanlardı.
c) Melekler; sihrin mahiyetine ışık tutuyorlar, onun itikadî zararlarını ve amelî safhasının küfre götüreceğini haber veriyorlardı. Sihrin haram olan yönü, onun nasıl yapıldığını bilmek olmayıp, ameli haysiyetidir (74). Yani, sihrin nasıl yapılacağını bilmek değil, bizzat sihri yapmaktır. Bir bıçağı kurban kesmekte kullanmanın suç olmayıp, bir cinayete âlet yapmanın haram olduğu gibi...
d) Hârut ve Mârut, sihrin ilmî cihetine ışık tutarken "Biz ancak bir fitneyiz (imtihan için gönderilmişiz), sakın (sihir yapıp da) kâfir olma" diyerek sihrin amelî tarafından halkı nehyetmekte ve gerekli ikazda bu-lunmaktaydılar.
e) Koca ile karısının arasını ayıracak şeyi öğrenme arzusunun halktan gelmiş bulunduğunu, Hârut ile Mârut'un "Gelin, size zevc ile zevcenin arasını ayıracak şeyi öğretelim" diye bir çağrı vâki olmadığını âyetin metnindeki "yeteallemûne=öğreniyorlardı" ifadesinden açık ve seçik olarak anlamaktayız.
İşaret edilen bu noktalardan başka Hârut ve Mârut, diğer melekler gibi, günahtan uzaktırlar Kur'ân-ı Kerim'de meleklerle ilgili olarak bu-yurulmaktadır ki:
"Onlar, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler" (75).
"Hayır, onlar, ikrama mazhar edilmiş kullardır. Bunlar söz(leriy)le asla onun önüne geçmezler. (Bilakis) bunlar ancak onun emriyle hareket ederler" (76).
"(Evet) kendilerine her suretle kâhir ve hâkim olan Rablerinden korkarak (daima ona inkıyad ederler. Melekler de) ne ile emr olunurlarsa onu yaparlar" (77).
Kitab-ı ilâhînin bu açık beyanı karşısında meleklerden günahın vukuu nasıl kabul edilebilir? Muhâlfarz, onların günah işlediği kabul edilecek olsa, yaptıkları o günahın da Allah'ın emri olması gerekir. Kur'an-ı Sâdıku'l-beyânın şu âyet-i böyle bir ihtimali, kat'iyetle reddetmektedir:
"Allah, hiç bir zaman kötülüğü emretmez" (78).
"Biz o melekleri hak(km hikmeti ve kaderin bir iktizası) olmadan indirmeyiz" (79).
Bunun dışında kalan ve meleklerin ismetiyle münasip düşmeye cek beyanlar, fehmin yerini vehme bırakmış insanlara has bir davranış olur.
(67) Sûre-i Tahrim, 6; Nâhil, 50.
(68) Tefsiri Kurtubî, c, 2, s. 52.
(69) Tefsir-i İbni Kesir, c. 1, s. 141.
(70) Celâl: Akâid-i Adudiye Şerhi, 56.
(71) H. B. Çantay, Kur'an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerim, c. 1, s. 33., 56 nolu hâşiye.
(72) Tefsir-i Kurtubî, c. 1, s. 52.
(73) Sûre-i Bakara, 102.
(74) Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 447.
(75) Sûre-i Tahrim, 6.
(76) Sûre-ı Enbiyâ, 26-27.
(77) Sûre-i Nahl, 50.
(78) Sûre-i Ârâf, 28.
(79) Sûre-i Hicr, 8.
Hâl böyle iken, Hârut ve Mârut adındaki meleklerle ilgili olarak halkın dilinde dolaşan ve bazı kitaplarda yer alan yersiz söylentilerin İslâmî inançlarla bağdaşması kâbil değildir. O söylenti şudur Yeryüzüne indirilen bu iki melek, -hâşâ- Zühre adındaki güzel bir kadına tutulmuşlarmış da, kendisiyle güya zina etmek istemişlermiş de, o fahişe de bu meleklerden Allah'a şirk koşmalarını istemiş fakat melekler, bu teklifi kabul etmemişler.
Bir defasında bu melekler, o kadına, aynı arzuyu tekrarlayınca Zühre, kucağında taşıdığı çocuğu gösterip "bunu öldürmedikçe dediğinize razı olmam" demiş, melekler bu teklifi de kabul etmemişler.
Başka bir gün, bu çirkin teklifi gene tekrarlamışlar. O kadın da elinde taşıdığı kadehin içindeki şarabı içmedikleri takdirde arzularına râm olmıyacağını söylemiş imiş de onlar da -hâşâ- şarabı içmişlermiş. İçkinin tesiriyle sarhoş olunca o çocuğu öldürmüşler ve kadınla da güya zina etmişler. Zühre adlı bu fahişe, Hârut ve Mâruttan göğe çıkarken okudukları İsm-i âzamı sorup öğrenmiş imiş ve öğrendiğini okuyarak semaya çıkmış ve orada yıldız olup kalmış. "Zühre" adlı yıldız işte bu kadın imiş!!!
Meleklerin yüce mahiyetine ve pırıl pırıl şerefine uymayan bu gibi beyanların hepsi zayıftır (68).
"Bunlar, İsrail oğullarının verdikleri haberlere râcidir. Çünkü bu hususta isnadı, günahtan masum ve her hususta doğru bulunan yüce Peygamberimize ulaşan sahih ve merfû bir hadis yoktur" (69).
"Ne Allah Teâlâ'nın kitabında, ne de Resulullah (s.a.v.)'ın hadislerinde bu haberin doğruluğuna delâlet eden bir beyân da yoktur" (70).
"Bu bâbta uydurulan hurâfelere îtimad olunmamalıdır. İşte sahih olan haber kitabullahtadır" (71).
Bu haberin doğru ve mûteber olmadığına delâlet eden hususlardan biri de şudur: Hârut ve Mârut isimli bu meleklerin yeryüzüne inmesi, Süleyman Aleyhisselâmın Peygamberliği zamanına tesadüf etmektedir. Halbuki "Zühre" yıldızının yaratılması, göklerin halk olunduğu zamanda olmuştur (72).
Hârut ve Mârut isimli bu melelerle ilgili meselenin ehl-i sünnet mezhebi hükümlerini zedelemiyecek yönü şudur:
Süleyman Aleyhisselâm zamanında, şeytanlaşmış insanlar, cin şeytanlarını sihir yoluyla kendilerine bağlamışlardı. Cin şeytanları semâlara doğru yükselerek, yeryüzündeki hâdiselerle ilgili konuşma-lardan kulak hırsızlığı yaparlar ve meleklerden duydukları bir söze yüz de yalan katarak o devrin kâhinlerine ve sihirbazlarına haber verirlerdi.
Şeytanların nâşir-i melaneti olan bu kimseler, yalanyanlış bu haberleri, halkın arasında yaymaya çalışırlar ve yazarak halka okurlardı.
Bu kâhinler; cin toplamayı, onlar vasıtasıyla sihir yapmayı ve efsunculuk şekillerini halk arasında yaydılar. Beşerî topluluklarda baş gösteren fesat ve kargaşalıklar yüzünden halk arasında yanlış inançlar yayılmaya başladı. Bir takım kimseler, cinlerin gayb-ı bildiğini iddia eder ve inanır oldular.
İşte bu sırada Cenâb-ı Hak, hikmet-i ilâhîsi iktizasından olarak Hârut ve Mârut isimli bu iki meleği yeryüzüne indirdi ve Bâbil şehri halkına gönderdi.
Bu melekler, halka sihrin zararını ve mahiyetini haber veriyor, mucizeyi sihirden ayırd edecek bilgi ile insanları techize çalışıyorlardı. Sihrin doğruluğuna inanıp veya sihre dâir olan şeyleri kullanıp da küfre gitmemeleri için halkı ikaz ediyorlardı. Bu hususla ilgili âyet-i kerimeyi, muhterem okuyucularımla birlikte tetkîk ve tahlil etmek isterim:
"Şeytanların; Süleyman'ın mülk(-ü saltanat ve nübüvvet)i aleyhinde uydurup takip ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfirdiler ki, insanlara sihri (büyücülüğü) ve Bâbil'deki iki meleğe, Hârut ve Mârut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki onlar (o iki melek): "Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir), sakın (sihir, büyü yapıp da) kâfir olma" demedikçe, hiç bir kimseye (sihir) öğretmezlerdi. İşte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı..." (73).
Yukarıdaki âyetin meâli tedkik süzgecinden geçirildiğinde bazı hakikatlerin ortaya çıktığı gözden kaçmamaktadır. Şöyle ki:
a) Âyet-i kerimedeki "ve mâ ünzile" ilh.. cümlesi, yukarıdaki "es-sihra" kelimesine mâtuftur. Mâtuf le mâtufun aleyhin birbirine mubâyin olacağı nahvî bir zarurettir. Bu itibârla Hârut ve Mârut'a indirilen bilgiler sihir değildi. Fakat sihir halinde kullanmaya müsaid bulunuyordu, Bu sebeple o bilgileri kötüye kullanmanın küfr olacağı, bizzat bu melekler tarafından, "telâ tekfur" ihtâriyle haber veriliyordu.
b) "Es-sihra" kelimesi, "yüallimûne" fiilinin ikinci mef'ûlü; "ve mâ ünzile" cümlesi, onun matufu olduğuna göre, sihri de meleklere indirilen bilgileri, sihir olarak kötüye kullanmayı da halka öğreten şeytanlardı.
c) Melekler; sihrin mahiyetine ışık tutuyorlar, onun itikadî zararlarını ve amelî safhasının küfre götüreceğini haber veriyorlardı. Sihrin haram olan yönü, onun nasıl yapıldığını bilmek olmayıp, ameli haysiyetidir (74). Yani, sihrin nasıl yapılacağını bilmek değil, bizzat sihri yapmaktır. Bir bıçağı kurban kesmekte kullanmanın suç olmayıp, bir cinayete âlet yapmanın haram olduğu gibi...
d) Hârut ve Mârut, sihrin ilmî cihetine ışık tutarken "Biz ancak bir fitneyiz (imtihan için gönderilmişiz), sakın (sihir yapıp da) kâfir olma" diyerek sihrin amelî tarafından halkı nehyetmekte ve gerekli ikazda bu-lunmaktaydılar.
e) Koca ile karısının arasını ayıracak şeyi öğrenme arzusunun halktan gelmiş bulunduğunu, Hârut ile Mârut'un "Gelin, size zevc ile zevcenin arasını ayıracak şeyi öğretelim" diye bir çağrı vâki olmadığını âyetin metnindeki "yeteallemûne=öğreniyorlardı" ifadesinden açık ve seçik olarak anlamaktayız.
İşaret edilen bu noktalardan başka Hârut ve Mârut, diğer melekler gibi, günahtan uzaktırlar Kur'ân-ı Kerim'de meleklerle ilgili olarak bu-yurulmaktadır ki:
"Onlar, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler" (75).
"Hayır, onlar, ikrama mazhar edilmiş kullardır. Bunlar söz(leriy)le asla onun önüne geçmezler. (Bilakis) bunlar ancak onun emriyle hareket ederler" (76).
"(Evet) kendilerine her suretle kâhir ve hâkim olan Rablerinden korkarak (daima ona inkıyad ederler. Melekler de) ne ile emr olunurlarsa onu yaparlar" (77).
Kitab-ı ilâhînin bu açık beyanı karşısında meleklerden günahın vukuu nasıl kabul edilebilir? Muhâlfarz, onların günah işlediği kabul edilecek olsa, yaptıkları o günahın da Allah'ın emri olması gerekir. Kur'an-ı Sâdıku'l-beyânın şu âyet-i böyle bir ihtimali, kat'iyetle reddetmektedir:
"Allah, hiç bir zaman kötülüğü emretmez" (78).
"Biz o melekleri hak(km hikmeti ve kaderin bir iktizası) olmadan indirmeyiz" (79).
Bunun dışında kalan ve meleklerin ismetiyle münasip düşmeye cek beyanlar, fehmin yerini vehme bırakmış insanlara has bir davranış olur.
(67) Sûre-i Tahrim, 6; Nâhil, 50.
(68) Tefsiri Kurtubî, c, 2, s. 52.
(69) Tefsir-i İbni Kesir, c. 1, s. 141.
(70) Celâl: Akâid-i Adudiye Şerhi, 56.
(71) H. B. Çantay, Kur'an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerim, c. 1, s. 33., 56 nolu hâşiye.
(72) Tefsir-i Kurtubî, c. 1, s. 52.
(73) Sûre-i Bakara, 102.
(74) Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 447.
(75) Sûre-i Tahrim, 6.
(76) Sûre-ı Enbiyâ, 26-27.
(77) Sûre-i Nahl, 50.
(78) Sûre-i Ârâf, 28.
(79) Sûre-i Hicr, 8.
HÂRUT İLE MÂRUT VE MELEKLERİN İSMETİ yorumları
berkehan
12.04.2007islamın islam dışı kaynaklardan öğrenilmeye başlanması her türlü hurafenin de yerleşmsine izin vermiştir..yıllar içinde gelenekselleşen bilgi haline gelen bu bekış açıları zamanla kasıtlı mihraklar tarafından "kutsallık ve mübarek"lik adı altında DİNİ HAYATA MALEDİLMİŞTİR..
ARAŞTIRMANIN VE OKUMANIN hemen hemen olmadığı ülkemiz insanlarının bildiklerinin hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu karışmıştır..bir de cemaat taassubu eklenince "bilglenme"kirliliği sabitlenmiştir.anltırken ve dinlerken tesiri belli olmayan bu çeşit öğretinin zararlarını en güzel"bir türlü hayatta tutunamayanlar"bilir sanırım..
İTİKAD ve İNANÇLA İLGİLİ MEVZULAR
- CİNLER HAKKINDA BİR TEDKİK
- EHL-İ KİTAP KİMDİR VE KESTİĞİ YENİR Mİ?
- HÂRUT İLE MÂRUT VE MELEKLERİN İSMETİ
- İSLÂM DİNİNİN MÜMEYYİZ VASIFLARI
- MELEKLERDE İBADET ŞEKİLLERİ
- MELEKLERİN BÜYÜKLERİ VE VAZİFELERİ
- MELEKLERİN DEĞİŞİK ŞEKİLLERE GİRMESİ
- PEYGAMBERLER'İN GÜNAHTAN MASUNİYETİ
- SANATLARIN DOĞUŞUNDA VE GELİŞMESİNDE VAHYİN TESİRİ
- SÜNNETULLAH'TA ISTIFA
- TAKDİR VE TEDBİR