23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli
Ölümün hakikati hakkında, halkın yanlış olan zanları vardır. Halk o zanlarında yanılmışlardır. Bazıları ölümün yokluk olduğunu zannetmişlerdir: 'Ne haşir vardır, ne neşir, ne hayır, ne de şerrin neticesi vardır. İnsanların ölümü, hayvanların ölümü ve bitkilerin kuruması gibidir'. Bu zan, Allah'ı inkâr edenlerin görüşüdür. Allah'a ve son güne iman etmeyen herkesin zannî böyledir.
Bir kavim de zannetmiştir ki insan, ölümle yok olur. Kabirde kaldıkça ne bir elem duyar, ne de bir sevap ile nimetlenir. Bu durum, tekrar dirîlinceye kadar devam eder zannetmişler.
Başkaları da ruh'un baki olduğunu, ölümle yok olmayacağını, ceza ve mükâfat görenin sadece ruh olduğunu, cesedlerin hiçbir şekilde diriltilmeyeceklerini iddia etmişlerdir.
Bütün bu zanlar (asık ve haktan uzak zanlardır. Doğru olan, ayet ve hadislerin haber verdiği şeydir: Ölümün mânası, sadece bir halin değişmesidir. Cesedden ayrıldıktan sonra ruh bâkidir, ya azap görür veya nimet! Ruhun bedenden ayrılmasının mânâsı, bedende tasarruf etmemesi ve bedenin onun itaatinden çıkması demektir.
Çünkü insanın azaları ruhun aletleridir. Ruh onları kullanır. Hatta ruh, el ile iş yapar, kulakla işitir, gözle görür, kalp ile eşyanın hakikatini bilir. Buradaki kalp ruhtan ibarettir. Ruh, eşyayı aletsiz olarak, kendi nefsiyle bilir. İnsanoğlu bazen kendi nefsiyle çeşitli üzüntüler, gamlar ve kaygılarla elem çeker. Çeşitli sevinçlerle nimetlenir. Bütün bunların azalarla ilgisi yoktur Bu bakımdan ruhun bizatihi vasfı olan herşey, ruh cesedden ayrıldıktan sonra da ruhla beraber kalır. Azalar vasıtasıyla ruhta bulunan şeyler', bedenin ölümüyle ruh ikinci bir defa bedene iade olununcaya kadar: ruhtan uzaklaşır ve ruh muattal olur. Kabirde ruhun bedene döndürülmesi uzak bir ihtimal değildir ve kıyamet gününe kadar bedene döndürülmeliğinin tehir edilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Allah Teâlâ (ce) kullarına ne hükmettiğini daha iyi bilir.
Ölümden dolayı bedenin muattal kalması topal bir kimsenin mizacında bulunan bir bozukluktan ölürü veya asabında meydan gelen ve ruhun geçişine mâni olan bir şiddetten ötürü muattal kalan azalarına benzer. Bu bakımdan âlim akıl, idrakçi ruh bazı şeyleri çalıştırmak için haki olarak kalır. Bazıları da onun için zorlaşır. Ölüm de bütün azaların kullanılmasının ruh için zorlaşmasından ibarettir'. Bütün azalar aletleridir. Onları kullanan ruhtur. Benim ruhtan gayem; insanlarda üzüntüleri, elemleri ve sevgileri idrâk eden şeydir. Ruhun âzalardaki tasarrufu iptal olunsa bile sevinç ve üzüntüler iptal olmaz. Elem ve üzüntüleri kabul etmesi iptal olmaz. İnsan hakikatte ilimleri, elemleri ve lezzetleri idrâk eden mânânın ta kendisidir. Bu mânâ ise yok olmaz. Ölümün mânâsı ruhun bedendeki tasarrufunun kesilmesi, bedenin ruha alet olmaktan çıkması demektir. Tıpkı topallığın mânâsının, ayağın ruh için kulanılan bir alet olmaktan çıkması anlamına geldiği gibi! Bu bakımdan ölüm, bütün azalarda mutlak mânâda bir kötürümlüktür. İnsanın hakikati, nefis ile ruhtur. Ruh ise hâkidir. Evet! İnsan halinin bozulması iki cephedendir:
Birincisi: İnsandan insanın gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve bütün azaları alınmıştır. İnsandan aile efradı, çocuğu, akrabaları ve diğer tanıdıkları alınmıştır. İnsanın atları, hayvanları, hizmetkârları, evleri, akarları ve diğer mülkleri alınmıştır.
Bu şeylerin insandan alınması ile insanın bunlardan alınması arasında bir fark yoktur. Çünkü elem veren şey ayrılıktır. Ayrılık ise, bir defa kişinin malının yağma edilmesiyle, diğer bir defa da kişinin mülkünden ve malından alınıp esir edilmesiyle hâsıl olur. İki durumda da duyulan elem aynıdır. Ölümün mânâsı; insanın mallarından bu âleme uygun olmayan başka bir âleme sürüklenmek suretiyle selbedilmesi demektir. Bu bakımdan eğer insan için dünyada sevdiği, kendisiyle rahatladığı ve varlığına önem verdiği birşey varsa, ölümden sonra bu şey hakkında insanın üzüntüsü oldukça büyür ve ondan ayrılmanın elemi oldukça çetinleşir. İnsanın kalbi malının, mertebesinin, akarının en küçük parçalarına bile iltifat eder. Hatta giydiği ve kendisiyle sevindiği gömleğine bile!
Eğer insan sadece Allah'ın zikriyle seviniyorsa, sadece Allah'a yakın olmak istiyorsa, onun nimeti büyür, saadeti tamam olur; zira onunla sevdiğinin arasındaki perdeler kalkar. Onu sevdiğinden,uzaklaştıran engel ve meşguliyetler kesilir. Çünkü dünyanın bütün sabepleri; insanı Allah'ın zikrinden meşgul ederler. İşte bu, ölüm hali ile hayat hali arasındaki muhalefetin iki yönünden biridir.
İkincisi: Ölümle kişiye hayatta keşfolunmamış şeyler keşfolunur.Nitekim uyku âleminde iken keşfolunmamış şeylerin bazen uyanık bir kimseye keşfolunduğu gibi! İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar. İnsanoğluna ilk keşfolunan, ona zarar veya fayda veren iyilikler ve kötülüklerdir! Bunlar, insanın kalbinin gizli bir köşesinde saklı bulunan ve durulmuş olan bir kitabda yazılıdır. Dünya meşgaleleri o kitaba muttali olmaktan insanı alıkoyar. Dünya meşgaleleri kesildiğinde insana bütün amelleri keşfolunur. Herhangi bir günaha baktığında onun için öyle bir hasret çeker ki o hasretten kurtulmak için ateşin derinlik-lerine dalmayı bile tercih eder. O anda ona şöyle denilir:
Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (İsra/14)
Bütün bunlar nefes kesildiğinde ve kişi defnedilmeden önce keşfolunur. Kişinin içinde ayrılık ateşi alev alev yanar. Bundan gayem; kalbini kaptırmış olduğu fani dünyanın şeylerinden ayrılma acısıdır. Ahiret azığı ve yolculuğu için dünyadan terkettiklerini kasdetmiyorum; zira dünya yolculuğu için azık talep eden. hedefine vardığında diğer şeylerden ayrıldığı için sevinir; zira onları azık için istemez. İşte dünyadan sadece zarûrî olanı alanın hali budur. Bu kimse zarurî ihtiyacının da kesilip dünyadan müstağni olmayı ister. Böylece onun isteği hâsıl olur ve dünyadan müstağni kılınır.
Bunlar, azap ve elemlerin büyükleridir. Defnedilmeden önce insana hücum ederler. Sonra defnedileceği zaman ruhu başka bir çeşit azabı tatmak için cesede geri çevrilir. Bazen de affolunur. Dünya ile nimetlenenin ve dünyaya gönlünü kaptıranın hali, padişahın evinde, memleket ve hariminde bulunmadığı bir sırada yerinde nimetlenen bir kimsenin hali gibidir.
Bu kimse sultanın, yaptıklarına müsamaha göstereceğini veya onun çirkin fiillerini bilmediği zannına kapılarak böyle yapar. Fakat sultan ansızın onu yaka paça tutar, ona bir defter çıkarır ki o defterde onun bütün fâhiş hareketleri ve suçları zerresi zerresine yazılmış, adım adım kaydedilmiştir! Sultan da kahir, galip, haram kıldığı şeylerin yapılmaması hususunda gayretli, memleketinde cinayet işleyenlerden intikam alıcı, asiler hakkında kendisine yalvaranların sözüne iltifat etmeyen bir padişahtır.
Bu bakımdan sultanın azabına uğrayan kimsenin durumuna dikkatle bak. Acaba sultanın azabı ona tatbik edilmeden önce, çektiği korku, utangaçlık, hasret çekmek ve pişman olmaktan meydana gelen hali nasıl olur? İşte dünya ile mağrur, dünyaya kalbini kaptırmış, fâcir bir ölünün kabir azabı gelmeden önce hali böyledir. Hatta öleceği anda bu duruma düşer. Böyle bir duruma düşmekten Allah Teâlâ'ya sığınıyoruz. Çünkü mahrum ve rezil olup yüz perdesinin yırtılması, bedene yapılan işkenceden daha korkunçtur. İşte bunlar ölüm anında ölünün haline işarettir. Basiret sahipleri, gözle görmeden daha kuvvetli olan basiret ile bunu müşahede etmişlerdir. Kur'ân ve Sünnet bunun doğruluğuna şahidlik etmek-tedir. Evet! Ölümün hakikatinden perdeyi kaldırmak mümkün değildir; zira hayatı bilmeyen bir kimse ölümü bilmez. Hayatın bilgisi, ruhun esasındaki hakikatini bilmeye bağlıdır. Ruhun zatı, mahiyetinin idrâkine bağlıdır.
Oysa Hz. Peygambere (s.a) bu hususta konuşma izni verilmemiştir ve 'Ruh rabbimin emrindedir' demekten fazlasını söylemeye yetkili kılınmamışıtr. Bu bakımdan din âlimlerinin herhangi biri ruhun sırrına vâkıf olsa bile bunu söylemeye yetkisi yoktur. Ancak bu hususta izin verilen, ölümden sonraki ruhun halini zikretmektir.
Ölümün ruhun yok olmasından ve ruhun idrâkinin yok olmasından ibaret olmadığına birçok ayet ve hadîsler delâlet etmektedir:
Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Hayır, (onlar) diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadır.(Al-i İmran/169)
Kureyş'in azgın büyükleri Bedir gününde öldürüldüklerinde Hz. Peygamber onlara şöyle seslenmiştir: 'Ey falan! Ey falan! Ey falan! Ben rabbimin bana va'd ettiğini hak olarak buldum. Acaba siz de rabbinizin size va'd ettiğini hak olarak buldunuz mu?'
Bunun üzerine Hz. Peygamber'e 'Onlar ölüdürler. Onlarla nasıl konuşuyorsunuz?' denilince şöyle buyurdu:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! Onlar sizden daha iyi duyarlar. Ancak cevap vermeye güçleri yetmez.134
İşte bu hadîs, şakî bir kimsenin ruhunun baki kaldığı hususunda kesin bir hükümdür. O ruhun idrâkinin, marifetinin baki kıldığının kesin bir delilidir. Ayet ise, şehidlerin ruhları hakkında kesin hükümdür. Ölü bir kimse; ya said veya şakidir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kabir ya ateş çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.135
Bu hadîs-i şerîf, ölümün mânâsının, sadece bir halin değiştirilmesi, ölümün şekavet veya saadetinden olacak şeyin gecikmeksizin ölüm anında verilmesi hususunda açık ve kat'î bir hükümdür. Azabın veya sevabın bazı çeşitleri gecikebilir. Asılları ise gecikmez!
Enes Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölüm, kıyamet demektir. Bu bakımdan ölen bir kimsenin kıyameti kopmuş demektir.136
Sizden biri öldüğünde ona sabah akşam kıyamet gününe kadar yeri gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise, cenneteki yeri gösterilir!137
Azap ve nimetten oluşan iki yerin müşahedesindeki mânânın haldeki tesiri gizli değildir!
Ebû Kays'den şöyle rivayet ediliyor: Biz Alkame ile beraber bir cenaze teçhizinde bulunuyorduk. Alkame şöyle dedi: 'Şu ölen kişinin kıyameti kopmuştur!'
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Herhangi bir nefse, cennet veya cehennem ehlinden olup olmadığını bilmeden dünyadan çıkması yasaktır'.
Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim hasta (veya garip) olarak ölürse, şehid olarak ölmüştür ve kabrin fitnelerinden korunmuştur. Rızkı sabah-akşam cennetten kendisine getirilir.138
Mesrûk dedi ki: 'Bir mü'minin lâhiddeki durumuna gıbta ettiğim gibi, hiç kimsenin durumuna gıpta etmiş değilim. O mü'min, dünya yorgunluğundan istirahata kavuşmuş, Allah'ın azabından emin olmuştur'.
Ya'la b. Velid şöyle diyor: Birgün Ebû Derdâ ile yürüyordum. Ebû Derdâ'ya dedim ki: 'Sevdiğin bir kimse için ne istersin? 'Ölümü!' dedi. 'Eğer ölmezse?!' dedim. 'Malının ve çocuklarının azalmasını isterim' dedi.
Ebû Derda, ölümü ancak şu hikmete binaen istemiştir: Çünkü ölümü ancak mü'min bir kimse sever. Ölüm mü'minin hapisten çıkmasıdır. Malın ve çocuğun az olmasını istemesi de malın ve çocuğun fitne olmasından ve dünyaya ünsiyet vermenin sebebi olmasındandır.
Kesinlikle ayrılacağı bir kimseye bağlanmak şekavetin son derecesidir. Çünkü Allah ve Allah'ın zikrinden başka her şeyden şüphesiz ki ölüm çağında ayrılmak zaruridir. Bu sırra binaen Abdullah b. Amr (r.a) şöyle demiştir: Mü'min bir kimsenin ruhunun çıktığı andaki misali hapse atılmış, sonra hapisten çıkarılmış bir kimsenin misali gibidir. Allah'ın zikrinden başkasına ünsiyet vermeyen, dünya meşgalelerinin kendisi hakiki sevdiğinden meneden bir kimseye şehvetlerin mukavemeti eziyet verir. Bu bakımdan ölümde, onun için bütün eziyetlerden kurtuluş vardır. Engel olmaksızın sevdiğiyle başbaşa kalmak vardır. Bu nimet ve lezzetlerin son noktasıdır. Allah yolunda öldürülen şehidler için lezzetlerin en kâmilidir; zira onlar dünya meşgalelerinden ilgilerini keserek savaşa dalmışlardır.
Allah'ın mükâfatına iştiyakları duyarak ve Allah'ın rızası uğruna öldürülmeye razı olarak savaşa dalmışlardır. Eğer kişi dünyaya iltifat ederse, onu kendi ihtiyarıyla ahiret ile değiştirmiştir. Satan sattığı mala bağlanmaz. Eğer ahi-rete iltifat ederse, onu satın almış ve ona müştak olmuş demektir. Satın aldığı şeyi gördüğünde onunla sevinci artar. Satmış olduğu şeyden ayrıldığında ona fazla iltifat etmez. Kalbi Allah sevgisi için boşaltmak, bazı hallerde mümkündür. Savaş ölümün sebebidir. Bu bakımdan bu hal üzerinde ölmenin idrâkine sebep olur. Bunun nimeti büyük olur; zira nimetin mânâsı, insanın isteğine varması demektir.
Kendilerine hoşlandıkları (erkek çocukları)nı (alyorlar).(Nahl/57)
İşte bu cennet lezzetlerinin mânâlarını kapsayıcı bir ibaredir. Azabın en büyüğü; insanın maksadından menedilmesidir.
Artık kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir.(Sebe/54)
Bu ibare, cehennem ehlinin cezalarını çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
Şehidler bu nimeti nefesi kesilir kesilmez, gecikmeden idrâk eder. Bu, yakîn nuruyla basiret sahiplerine keşfolunmuş bir şeydir.
Eğer delil için şahid istiyorsan, şehidler hakkında vârid olan bütün hadîsler buna delâlet ederler.
Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (s.a) babası Uhud günü şehid olan Câbire hitaben şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Allah sana hayır müjde versin! Bana müjde ver!
- Muhakkak ki Allah Teâlâ senin babanı diriltti. Huzurunda oturttu ve buyurdu: 'Ey kulum! Dile benden ne dilersen'. Baban 'Ey rabbim! Kulluğunun gereği gibi sana kulluk
yaptım. Senden istediğini beni dünyaya geri göndermendir ki peygamberinle birlikte savaşayım. Senin uğrunda ikinci bir defa şehid edileyim!' dedi. Allah şöyle buyurdu. 'Benden daha önce senin dünyaya tekrar döndürülmeyeceğin hakkında hüküm çıkmıştır'.139
Ka'b şöyle diyor: Cennette ağlayan bir kişiye 'Cennette olduğun halde neden ağlıyorsun' denir. Cevap olarak der ki: 'Allah yolunda bir defadan fazla öldürülmediğimden dolayı ağlıyorum. Oysa dünyaya döndürülüp üç defa öldürülmeyi isterdim'.
Bil ki mü'min bir kimseye ölümün akabinde Allah Teâlâ'nın celâl ve azametinin genişliğinden öyle birşey keşfolunur ki dünya ona nisbeten, hapis ve dar bir geçit gibidir. İnsanın misali, kapkaranlık bir eve hapsedilmiş, (sonra) o evden geniş bir bahçeye kapı açılmış gibidir ki gözü o bahçenin sonunu göremez. O bahçede çeşitli ağaçlar, çiçekler, meyveler ve kuşlar vardır. Bahçeye çıkan kişi ikinci bir defa karanlık hapishaneye dönmek istemez.
Hz. Peygamber darb-ı mesel olarak ölen bir kişi hakkında şöyle buyurmuştur:
Şu ölen, dünyadan göç ettiği ve dünyayı dünya ehline UMkettiği halde sabahladı. Eğer razı olmuş ise1, herhangi birimizin annesinin karnına geri dönmeyi istemediği gibi dünyaya geri dönmek onu sevindirmez,140
Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfıyle ahiret genişliğinin dünyaya nisbeten rahmin karanlığının dünyanın genişliğine nisbeti gibi olduğunu anlatmıştır.
Mü'min bir kimsenin dünyadaki durumu, ceninin anne karnındaki durumu gibidir, (cenin annesinin karnından çıktığında ışığı görüp yere konuncaya kadar ağlar! Bundan sonra yerine dönmeyi istemez.141
Mü'min de böyledir, ölümden ürker. Rabbi'nin huzuruna vardığında dünyaya dönmeyi artık istemez. Tıpkı ceninin annesi-nin karnına dönmek istemediği gibi!
Hz. Peygamber'e şöyle (s.a) denildi: Falan adam öldü! Ya istirahata çekildi veya halk ondan kurtuldu!142
Hz. Peygamber İstirahata çekildi' sözüyle mü'mine, 'Halk on-dan kurtuldu' sözüyle de fâcir kimseye işaret etti; zira dünya ehli fâcir kimseden kurtulup rahata kavuşur.
Ebû Amr şöyle diyor: Biz çocuk iken İbn Ömer, yanımızdan geçerken bir kabre baktı ve orada meydana çıkmış bir cimcime gördü. Bir kişiye cimcimeyi örtmeyi emretti, kişi cimcimeyi örttü.
Sonra İbn Ömer şöyle dedi: 'Toprak bedenlere zarar vermez. Ceza çeken veya mükâfat gören ruhlardır..
Amrl43 b. Dinar'dan şöyle rivayet ediliyor;. 'Ölen herkes aile efradının içinde olan şeyleri bilir. Muhakkak ki aile efradı onu yıkar, kefenler. Oysa o onlara bakar'.
Mâlik b. Enes şöyle demiştir: 'Bana gelen bir habere göre mü'minlerin ruhları serbest bırakılmışlardır. Diledikleri yere giderler'.
Nu'man b. Beşîr, 144. Peygamberin minberde iken şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İyi bilin ki dünyadan ancak yer ile gök arasında dolaşıp duran sinek gibi birşey kalmıştır. Bu bakımdan kabir ehlinden olan arkadaşlarınız hakkında Allah'tan korkun! Muhakkak ki sizin amelleriniz onlara arzolunur.
Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölülerinizi kötü amellerinizle rezil etmeyin. Muhakkak ki kötü amelleriniz kabir ehlinden olan yakınlarınıza arzulanır.
Ebû Derdâ şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Abdullah b. Revaha'nm yanında benim mahcup olmama sebep olan bir ameli işlemekten sana sığınıyorum'. (Abdullah b. Revaha, Ebû Derdâ'nm ölen dayı siydi!)
Abdullah b. Anır b. el-As'a 'Mü'nıinler öldükleri zaman ruhları nerede olur?' diye sorulunca, cevap olarak 'Beyaz kuşların kursaklarında arş'ın gölgesindedirler. Kâfirlerin ruhları ise yerin yedi kat dibindedir' diye cevap verdi.
Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki ölü kendisini yıkayan, kendisini götüren ve kendisini kabrine indiren kimseyi tanır.145
Salih el-Murrî146 şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre ruhlar, ölüm anında bir araya gelirler. Ölülerin ruhları kendilerine katılan ruha şöyle derler: 'Senin yerin nasıldı? Sen iki bedenden hangisinde bulunuyordun? İyisinde mi, yoksa kötüsünde mi?"
Ubeyd b. Umeyr147 şöyle diyor: Kabir ehli haber beklerler! Onlara bir ölü geldiğinde Talan adam ne yaptı?' derler. O da 'O adam size gelmedi mi veya sizin yanınıza varmadı mı?' der. Bunun üzerine onlar derler ki: cİnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. O başka bir yere götürülmüştür'.
Cafer b. Said'den şöyle rivayet ediliyor: 'Kişi öldüğünde yakınları tarafından karşılanan bir kimse gibi, kendisinden önce ölen çocuğu tarafından karşılanır'.
Mücâhid şöyle demiştir: 'Kişiye çocuğunun salahı kabrinde müjde olarak iletilir'.
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Mü'minin canı kabzolunduğu zaman Allah katında rahmet ehli onu karşılarlar. Tıpkı dünyada müjde getirenin karşılandığı gibi! Onlar derler ki: 'Kardeşinize, yorgunluğu gidinceye kadar mühlet verin! Çünkü kardeşiniz şiddetli bir üzüntüde idi!' Onlar o yeni gelene sorarlar: 'Filan adam ne yaptı! Falan kadın ne yaptı? Falan kız evlendi mi?' Daha önce ölen bir kişinin durumunu kendisine sorduklarında 'O benden önce öldü' dediğinde, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn Öyleyse o, annesi olan cehenneme götürülmüştür!" derler.
134) Müslim, (Hz. Ömer"den)
135) Tirmizî, Taberânî
136) İbn Ebî Dünya
137) Buhârî, Müslim
138) İbn Mâce, (zayıf bir senedle)
139) İbn Ebî Dünya
140) İbn Ebî Dünya
141) İbn Ebî Dünya
142) Müslim, Buhârî
143) İbn Ebi Dünya
144) İbn Ebi Dünya
145) İmam Ahmed
146) Basrah ve zâhid bir kadı idi. H. 172'de vefat etmiştir.
147) Mekkelidir ve Leys kabüesiııdendir. Tabiînin büyüklerinden
Bir kavim de zannetmiştir ki insan, ölümle yok olur. Kabirde kaldıkça ne bir elem duyar, ne de bir sevap ile nimetlenir. Bu durum, tekrar dirîlinceye kadar devam eder zannetmişler.
Başkaları da ruh'un baki olduğunu, ölümle yok olmayacağını, ceza ve mükâfat görenin sadece ruh olduğunu, cesedlerin hiçbir şekilde diriltilmeyeceklerini iddia etmişlerdir.
Bütün bu zanlar (asık ve haktan uzak zanlardır. Doğru olan, ayet ve hadislerin haber verdiği şeydir: Ölümün mânası, sadece bir halin değişmesidir. Cesedden ayrıldıktan sonra ruh bâkidir, ya azap görür veya nimet! Ruhun bedenden ayrılmasının mânâsı, bedende tasarruf etmemesi ve bedenin onun itaatinden çıkması demektir.
Çünkü insanın azaları ruhun aletleridir. Ruh onları kullanır. Hatta ruh, el ile iş yapar, kulakla işitir, gözle görür, kalp ile eşyanın hakikatini bilir. Buradaki kalp ruhtan ibarettir. Ruh, eşyayı aletsiz olarak, kendi nefsiyle bilir. İnsanoğlu bazen kendi nefsiyle çeşitli üzüntüler, gamlar ve kaygılarla elem çeker. Çeşitli sevinçlerle nimetlenir. Bütün bunların azalarla ilgisi yoktur Bu bakımdan ruhun bizatihi vasfı olan herşey, ruh cesedden ayrıldıktan sonra da ruhla beraber kalır. Azalar vasıtasıyla ruhta bulunan şeyler', bedenin ölümüyle ruh ikinci bir defa bedene iade olununcaya kadar: ruhtan uzaklaşır ve ruh muattal olur. Kabirde ruhun bedene döndürülmesi uzak bir ihtimal değildir ve kıyamet gününe kadar bedene döndürülmeliğinin tehir edilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Allah Teâlâ (ce) kullarına ne hükmettiğini daha iyi bilir.
Ölümden dolayı bedenin muattal kalması topal bir kimsenin mizacında bulunan bir bozukluktan ölürü veya asabında meydan gelen ve ruhun geçişine mâni olan bir şiddetten ötürü muattal kalan azalarına benzer. Bu bakımdan âlim akıl, idrakçi ruh bazı şeyleri çalıştırmak için haki olarak kalır. Bazıları da onun için zorlaşır. Ölüm de bütün azaların kullanılmasının ruh için zorlaşmasından ibarettir'. Bütün azalar aletleridir. Onları kullanan ruhtur. Benim ruhtan gayem; insanlarda üzüntüleri, elemleri ve sevgileri idrâk eden şeydir. Ruhun âzalardaki tasarrufu iptal olunsa bile sevinç ve üzüntüler iptal olmaz. Elem ve üzüntüleri kabul etmesi iptal olmaz. İnsan hakikatte ilimleri, elemleri ve lezzetleri idrâk eden mânânın ta kendisidir. Bu mânâ ise yok olmaz. Ölümün mânâsı ruhun bedendeki tasarrufunun kesilmesi, bedenin ruha alet olmaktan çıkması demektir. Tıpkı topallığın mânâsının, ayağın ruh için kulanılan bir alet olmaktan çıkması anlamına geldiği gibi! Bu bakımdan ölüm, bütün azalarda mutlak mânâda bir kötürümlüktür. İnsanın hakikati, nefis ile ruhtur. Ruh ise hâkidir. Evet! İnsan halinin bozulması iki cephedendir:
Birincisi: İnsandan insanın gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve bütün azaları alınmıştır. İnsandan aile efradı, çocuğu, akrabaları ve diğer tanıdıkları alınmıştır. İnsanın atları, hayvanları, hizmetkârları, evleri, akarları ve diğer mülkleri alınmıştır.
Bu şeylerin insandan alınması ile insanın bunlardan alınması arasında bir fark yoktur. Çünkü elem veren şey ayrılıktır. Ayrılık ise, bir defa kişinin malının yağma edilmesiyle, diğer bir defa da kişinin mülkünden ve malından alınıp esir edilmesiyle hâsıl olur. İki durumda da duyulan elem aynıdır. Ölümün mânâsı; insanın mallarından bu âleme uygun olmayan başka bir âleme sürüklenmek suretiyle selbedilmesi demektir. Bu bakımdan eğer insan için dünyada sevdiği, kendisiyle rahatladığı ve varlığına önem verdiği birşey varsa, ölümden sonra bu şey hakkında insanın üzüntüsü oldukça büyür ve ondan ayrılmanın elemi oldukça çetinleşir. İnsanın kalbi malının, mertebesinin, akarının en küçük parçalarına bile iltifat eder. Hatta giydiği ve kendisiyle sevindiği gömleğine bile!
Eğer insan sadece Allah'ın zikriyle seviniyorsa, sadece Allah'a yakın olmak istiyorsa, onun nimeti büyür, saadeti tamam olur; zira onunla sevdiğinin arasındaki perdeler kalkar. Onu sevdiğinden,uzaklaştıran engel ve meşguliyetler kesilir. Çünkü dünyanın bütün sabepleri; insanı Allah'ın zikrinden meşgul ederler. İşte bu, ölüm hali ile hayat hali arasındaki muhalefetin iki yönünden biridir.
İkincisi: Ölümle kişiye hayatta keşfolunmamış şeyler keşfolunur.Nitekim uyku âleminde iken keşfolunmamış şeylerin bazen uyanık bir kimseye keşfolunduğu gibi! İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar. İnsanoğluna ilk keşfolunan, ona zarar veya fayda veren iyilikler ve kötülüklerdir! Bunlar, insanın kalbinin gizli bir köşesinde saklı bulunan ve durulmuş olan bir kitabda yazılıdır. Dünya meşgaleleri o kitaba muttali olmaktan insanı alıkoyar. Dünya meşgaleleri kesildiğinde insana bütün amelleri keşfolunur. Herhangi bir günaha baktığında onun için öyle bir hasret çeker ki o hasretten kurtulmak için ateşin derinlik-lerine dalmayı bile tercih eder. O anda ona şöyle denilir:
Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (İsra/14)
Bütün bunlar nefes kesildiğinde ve kişi defnedilmeden önce keşfolunur. Kişinin içinde ayrılık ateşi alev alev yanar. Bundan gayem; kalbini kaptırmış olduğu fani dünyanın şeylerinden ayrılma acısıdır. Ahiret azığı ve yolculuğu için dünyadan terkettiklerini kasdetmiyorum; zira dünya yolculuğu için azık talep eden. hedefine vardığında diğer şeylerden ayrıldığı için sevinir; zira onları azık için istemez. İşte dünyadan sadece zarûrî olanı alanın hali budur. Bu kimse zarurî ihtiyacının da kesilip dünyadan müstağni olmayı ister. Böylece onun isteği hâsıl olur ve dünyadan müstağni kılınır.
Bunlar, azap ve elemlerin büyükleridir. Defnedilmeden önce insana hücum ederler. Sonra defnedileceği zaman ruhu başka bir çeşit azabı tatmak için cesede geri çevrilir. Bazen de affolunur. Dünya ile nimetlenenin ve dünyaya gönlünü kaptıranın hali, padişahın evinde, memleket ve hariminde bulunmadığı bir sırada yerinde nimetlenen bir kimsenin hali gibidir.
Bu kimse sultanın, yaptıklarına müsamaha göstereceğini veya onun çirkin fiillerini bilmediği zannına kapılarak böyle yapar. Fakat sultan ansızın onu yaka paça tutar, ona bir defter çıkarır ki o defterde onun bütün fâhiş hareketleri ve suçları zerresi zerresine yazılmış, adım adım kaydedilmiştir! Sultan da kahir, galip, haram kıldığı şeylerin yapılmaması hususunda gayretli, memleketinde cinayet işleyenlerden intikam alıcı, asiler hakkında kendisine yalvaranların sözüne iltifat etmeyen bir padişahtır.
Bu bakımdan sultanın azabına uğrayan kimsenin durumuna dikkatle bak. Acaba sultanın azabı ona tatbik edilmeden önce, çektiği korku, utangaçlık, hasret çekmek ve pişman olmaktan meydana gelen hali nasıl olur? İşte dünya ile mağrur, dünyaya kalbini kaptırmış, fâcir bir ölünün kabir azabı gelmeden önce hali böyledir. Hatta öleceği anda bu duruma düşer. Böyle bir duruma düşmekten Allah Teâlâ'ya sığınıyoruz. Çünkü mahrum ve rezil olup yüz perdesinin yırtılması, bedene yapılan işkenceden daha korkunçtur. İşte bunlar ölüm anında ölünün haline işarettir. Basiret sahipleri, gözle görmeden daha kuvvetli olan basiret ile bunu müşahede etmişlerdir. Kur'ân ve Sünnet bunun doğruluğuna şahidlik etmek-tedir. Evet! Ölümün hakikatinden perdeyi kaldırmak mümkün değildir; zira hayatı bilmeyen bir kimse ölümü bilmez. Hayatın bilgisi, ruhun esasındaki hakikatini bilmeye bağlıdır. Ruhun zatı, mahiyetinin idrâkine bağlıdır.
Oysa Hz. Peygambere (s.a) bu hususta konuşma izni verilmemiştir ve 'Ruh rabbimin emrindedir' demekten fazlasını söylemeye yetkili kılınmamışıtr. Bu bakımdan din âlimlerinin herhangi biri ruhun sırrına vâkıf olsa bile bunu söylemeye yetkisi yoktur. Ancak bu hususta izin verilen, ölümden sonraki ruhun halini zikretmektir.
Ölümün ruhun yok olmasından ve ruhun idrâkinin yok olmasından ibaret olmadığına birçok ayet ve hadîsler delâlet etmektedir:
Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Hayır, (onlar) diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadır.(Al-i İmran/169)
Kureyş'in azgın büyükleri Bedir gününde öldürüldüklerinde Hz. Peygamber onlara şöyle seslenmiştir: 'Ey falan! Ey falan! Ey falan! Ben rabbimin bana va'd ettiğini hak olarak buldum. Acaba siz de rabbinizin size va'd ettiğini hak olarak buldunuz mu?'
Bunun üzerine Hz. Peygamber'e 'Onlar ölüdürler. Onlarla nasıl konuşuyorsunuz?' denilince şöyle buyurdu:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! Onlar sizden daha iyi duyarlar. Ancak cevap vermeye güçleri yetmez.134
İşte bu hadîs, şakî bir kimsenin ruhunun baki kaldığı hususunda kesin bir hükümdür. O ruhun idrâkinin, marifetinin baki kıldığının kesin bir delilidir. Ayet ise, şehidlerin ruhları hakkında kesin hükümdür. Ölü bir kimse; ya said veya şakidir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kabir ya ateş çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.135
Bu hadîs-i şerîf, ölümün mânâsının, sadece bir halin değiştirilmesi, ölümün şekavet veya saadetinden olacak şeyin gecikmeksizin ölüm anında verilmesi hususunda açık ve kat'î bir hükümdür. Azabın veya sevabın bazı çeşitleri gecikebilir. Asılları ise gecikmez!
Enes Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölüm, kıyamet demektir. Bu bakımdan ölen bir kimsenin kıyameti kopmuş demektir.136
Sizden biri öldüğünde ona sabah akşam kıyamet gününe kadar yeri gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise, cenneteki yeri gösterilir!137
Azap ve nimetten oluşan iki yerin müşahedesindeki mânânın haldeki tesiri gizli değildir!
Ebû Kays'den şöyle rivayet ediliyor: Biz Alkame ile beraber bir cenaze teçhizinde bulunuyorduk. Alkame şöyle dedi: 'Şu ölen kişinin kıyameti kopmuştur!'
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Herhangi bir nefse, cennet veya cehennem ehlinden olup olmadığını bilmeden dünyadan çıkması yasaktır'.
Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim hasta (veya garip) olarak ölürse, şehid olarak ölmüştür ve kabrin fitnelerinden korunmuştur. Rızkı sabah-akşam cennetten kendisine getirilir.138
Mesrûk dedi ki: 'Bir mü'minin lâhiddeki durumuna gıbta ettiğim gibi, hiç kimsenin durumuna gıpta etmiş değilim. O mü'min, dünya yorgunluğundan istirahata kavuşmuş, Allah'ın azabından emin olmuştur'.
Ya'la b. Velid şöyle diyor: Birgün Ebû Derdâ ile yürüyordum. Ebû Derdâ'ya dedim ki: 'Sevdiğin bir kimse için ne istersin? 'Ölümü!' dedi. 'Eğer ölmezse?!' dedim. 'Malının ve çocuklarının azalmasını isterim' dedi.
Ebû Derda, ölümü ancak şu hikmete binaen istemiştir: Çünkü ölümü ancak mü'min bir kimse sever. Ölüm mü'minin hapisten çıkmasıdır. Malın ve çocuğun az olmasını istemesi de malın ve çocuğun fitne olmasından ve dünyaya ünsiyet vermenin sebebi olmasındandır.
Kesinlikle ayrılacağı bir kimseye bağlanmak şekavetin son derecesidir. Çünkü Allah ve Allah'ın zikrinden başka her şeyden şüphesiz ki ölüm çağında ayrılmak zaruridir. Bu sırra binaen Abdullah b. Amr (r.a) şöyle demiştir: Mü'min bir kimsenin ruhunun çıktığı andaki misali hapse atılmış, sonra hapisten çıkarılmış bir kimsenin misali gibidir. Allah'ın zikrinden başkasına ünsiyet vermeyen, dünya meşgalelerinin kendisi hakiki sevdiğinden meneden bir kimseye şehvetlerin mukavemeti eziyet verir. Bu bakımdan ölümde, onun için bütün eziyetlerden kurtuluş vardır. Engel olmaksızın sevdiğiyle başbaşa kalmak vardır. Bu nimet ve lezzetlerin son noktasıdır. Allah yolunda öldürülen şehidler için lezzetlerin en kâmilidir; zira onlar dünya meşgalelerinden ilgilerini keserek savaşa dalmışlardır.
Allah'ın mükâfatına iştiyakları duyarak ve Allah'ın rızası uğruna öldürülmeye razı olarak savaşa dalmışlardır. Eğer kişi dünyaya iltifat ederse, onu kendi ihtiyarıyla ahiret ile değiştirmiştir. Satan sattığı mala bağlanmaz. Eğer ahi-rete iltifat ederse, onu satın almış ve ona müştak olmuş demektir. Satın aldığı şeyi gördüğünde onunla sevinci artar. Satmış olduğu şeyden ayrıldığında ona fazla iltifat etmez. Kalbi Allah sevgisi için boşaltmak, bazı hallerde mümkündür. Savaş ölümün sebebidir. Bu bakımdan bu hal üzerinde ölmenin idrâkine sebep olur. Bunun nimeti büyük olur; zira nimetin mânâsı, insanın isteğine varması demektir.
Kendilerine hoşlandıkları (erkek çocukları)nı (alyorlar).(Nahl/57)
İşte bu cennet lezzetlerinin mânâlarını kapsayıcı bir ibaredir. Azabın en büyüğü; insanın maksadından menedilmesidir.
Artık kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir.(Sebe/54)
Bu ibare, cehennem ehlinin cezalarını çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
Şehidler bu nimeti nefesi kesilir kesilmez, gecikmeden idrâk eder. Bu, yakîn nuruyla basiret sahiplerine keşfolunmuş bir şeydir.
Eğer delil için şahid istiyorsan, şehidler hakkında vârid olan bütün hadîsler buna delâlet ederler.
Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (s.a) babası Uhud günü şehid olan Câbire hitaben şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Allah sana hayır müjde versin! Bana müjde ver!
- Muhakkak ki Allah Teâlâ senin babanı diriltti. Huzurunda oturttu ve buyurdu: 'Ey kulum! Dile benden ne dilersen'. Baban 'Ey rabbim! Kulluğunun gereği gibi sana kulluk
yaptım. Senden istediğini beni dünyaya geri göndermendir ki peygamberinle birlikte savaşayım. Senin uğrunda ikinci bir defa şehid edileyim!' dedi. Allah şöyle buyurdu. 'Benden daha önce senin dünyaya tekrar döndürülmeyeceğin hakkında hüküm çıkmıştır'.139
Ka'b şöyle diyor: Cennette ağlayan bir kişiye 'Cennette olduğun halde neden ağlıyorsun' denir. Cevap olarak der ki: 'Allah yolunda bir defadan fazla öldürülmediğimden dolayı ağlıyorum. Oysa dünyaya döndürülüp üç defa öldürülmeyi isterdim'.
Bil ki mü'min bir kimseye ölümün akabinde Allah Teâlâ'nın celâl ve azametinin genişliğinden öyle birşey keşfolunur ki dünya ona nisbeten, hapis ve dar bir geçit gibidir. İnsanın misali, kapkaranlık bir eve hapsedilmiş, (sonra) o evden geniş bir bahçeye kapı açılmış gibidir ki gözü o bahçenin sonunu göremez. O bahçede çeşitli ağaçlar, çiçekler, meyveler ve kuşlar vardır. Bahçeye çıkan kişi ikinci bir defa karanlık hapishaneye dönmek istemez.
Hz. Peygamber darb-ı mesel olarak ölen bir kişi hakkında şöyle buyurmuştur:
Şu ölen, dünyadan göç ettiği ve dünyayı dünya ehline UMkettiği halde sabahladı. Eğer razı olmuş ise1, herhangi birimizin annesinin karnına geri dönmeyi istemediği gibi dünyaya geri dönmek onu sevindirmez,140
Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfıyle ahiret genişliğinin dünyaya nisbeten rahmin karanlığının dünyanın genişliğine nisbeti gibi olduğunu anlatmıştır.
Mü'min bir kimsenin dünyadaki durumu, ceninin anne karnındaki durumu gibidir, (cenin annesinin karnından çıktığında ışığı görüp yere konuncaya kadar ağlar! Bundan sonra yerine dönmeyi istemez.141
Mü'min de böyledir, ölümden ürker. Rabbi'nin huzuruna vardığında dünyaya dönmeyi artık istemez. Tıpkı ceninin annesi-nin karnına dönmek istemediği gibi!
Hz. Peygamber'e şöyle (s.a) denildi: Falan adam öldü! Ya istirahata çekildi veya halk ondan kurtuldu!142
Hz. Peygamber İstirahata çekildi' sözüyle mü'mine, 'Halk on-dan kurtuldu' sözüyle de fâcir kimseye işaret etti; zira dünya ehli fâcir kimseden kurtulup rahata kavuşur.
Ebû Amr şöyle diyor: Biz çocuk iken İbn Ömer, yanımızdan geçerken bir kabre baktı ve orada meydana çıkmış bir cimcime gördü. Bir kişiye cimcimeyi örtmeyi emretti, kişi cimcimeyi örttü.
Sonra İbn Ömer şöyle dedi: 'Toprak bedenlere zarar vermez. Ceza çeken veya mükâfat gören ruhlardır..
Amrl43 b. Dinar'dan şöyle rivayet ediliyor;. 'Ölen herkes aile efradının içinde olan şeyleri bilir. Muhakkak ki aile efradı onu yıkar, kefenler. Oysa o onlara bakar'.
Mâlik b. Enes şöyle demiştir: 'Bana gelen bir habere göre mü'minlerin ruhları serbest bırakılmışlardır. Diledikleri yere giderler'.
Nu'man b. Beşîr, 144. Peygamberin minberde iken şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İyi bilin ki dünyadan ancak yer ile gök arasında dolaşıp duran sinek gibi birşey kalmıştır. Bu bakımdan kabir ehlinden olan arkadaşlarınız hakkında Allah'tan korkun! Muhakkak ki sizin amelleriniz onlara arzolunur.
Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölülerinizi kötü amellerinizle rezil etmeyin. Muhakkak ki kötü amelleriniz kabir ehlinden olan yakınlarınıza arzulanır.
Ebû Derdâ şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Abdullah b. Revaha'nm yanında benim mahcup olmama sebep olan bir ameli işlemekten sana sığınıyorum'. (Abdullah b. Revaha, Ebû Derdâ'nm ölen dayı siydi!)
Abdullah b. Anır b. el-As'a 'Mü'nıinler öldükleri zaman ruhları nerede olur?' diye sorulunca, cevap olarak 'Beyaz kuşların kursaklarında arş'ın gölgesindedirler. Kâfirlerin ruhları ise yerin yedi kat dibindedir' diye cevap verdi.
Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki ölü kendisini yıkayan, kendisini götüren ve kendisini kabrine indiren kimseyi tanır.145
Salih el-Murrî146 şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre ruhlar, ölüm anında bir araya gelirler. Ölülerin ruhları kendilerine katılan ruha şöyle derler: 'Senin yerin nasıldı? Sen iki bedenden hangisinde bulunuyordun? İyisinde mi, yoksa kötüsünde mi?"
Ubeyd b. Umeyr147 şöyle diyor: Kabir ehli haber beklerler! Onlara bir ölü geldiğinde Talan adam ne yaptı?' derler. O da 'O adam size gelmedi mi veya sizin yanınıza varmadı mı?' der. Bunun üzerine onlar derler ki: cİnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. O başka bir yere götürülmüştür'.
Cafer b. Said'den şöyle rivayet ediliyor: 'Kişi öldüğünde yakınları tarafından karşılanan bir kimse gibi, kendisinden önce ölen çocuğu tarafından karşılanır'.
Mücâhid şöyle demiştir: 'Kişiye çocuğunun salahı kabrinde müjde olarak iletilir'.
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Mü'minin canı kabzolunduğu zaman Allah katında rahmet ehli onu karşılarlar. Tıpkı dünyada müjde getirenin karşılandığı gibi! Onlar derler ki: 'Kardeşinize, yorgunluğu gidinceye kadar mühlet verin! Çünkü kardeşiniz şiddetli bir üzüntüde idi!' Onlar o yeni gelene sorarlar: 'Filan adam ne yaptı! Falan kadın ne yaptı? Falan kız evlendi mi?' Daha önce ölen bir kişinin durumunu kendisine sorduklarında 'O benden önce öldü' dediğinde, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn Öyleyse o, annesi olan cehenneme götürülmüştür!" derler.
134) Müslim, (Hz. Ömer"den)
135) Tirmizî, Taberânî
136) İbn Ebî Dünya
137) Buhârî, Müslim
138) İbn Mâce, (zayıf bir senedle)
139) İbn Ebî Dünya
140) İbn Ebî Dünya
141) İbn Ebî Dünya
142) Müslim, Buhârî
143) İbn Ebi Dünya
144) İbn Ebi Dünya
145) İmam Ahmed
146) Basrah ve zâhid bir kadı idi. H. 172'de vefat etmiştir.
147) Mekkelidir ve Leys kabüesiııdendir. Tabiînin büyüklerinden
Ölüm ve Sonrasi
- 1.Giriş
- 10.Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar
- 11.Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülakatı Anında Çekilen Hasret
- 12.Hz. Peygamberin (s.a) ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları
- 13.Hz. Ebubekir'in (r.a) Vefatı
- 14.Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı
- 15.Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı
- 16.Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı
- 17.Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri
- 18.Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvuf dan Bazı Kimselerin Sözleri
- 19.Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri
- 2.Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler
- 20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri
- 21.Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri
- 22.Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler
- 23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli
- 24.Kabrin Ölüye Hitap Etmesi
- 26.Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar
- 27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli
- 28.Ölülerin Ahvâlini ve Ahiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı
- 29.Şeyhlerin Rüyaları
- 3.Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti
- 30.Sûrfun Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün Halleri, Önündeki Dehşetin ve
- 31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti
- 32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu
- 33.Terlemenin Keyfiyeti
- 34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu
- 35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri
- 36.Sorgu Suâl
- 37.Mizan