27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli

Allah'ın kitabından, Hz. Peygamberin sünnetinden ve ibret yollarından öğrenilen şeyler, genel olarak ölülerin durumlarının saîd ve şakî olarak ikiye ayrıldıklarını bildirmektedir. Fakat Zeyd'in veya Amr'm imanına îtimâd edersek neyin üzerine olduğunu ve hangi sonuca vardığını bilemeyiz. Onun görünür takvasına güvenirsek, takvanın yeri kalptir. Kalp ise, kapalıdır. Takvâ sahibine bile gizlidir. Takvâ sahibi olmayan bir kimse için takvanın bilinmesi nasıl mümkün olur? Bu bakımdan bâtınî takvâ olmaksızın sadece zahirî salah ile hüküm verilemez.
Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. (Mâide/27)

Bu bakımdan Zeyd ile Amr'm 'durumunun bilgisi, ancak on-ların üzerine cereyan edenin müşahedesiyle mümkündür. Şahıs öldüğünde, mülk ve şehadet âleminden gayb ve melekût âlemine naklolunmuş demektir. Bu bakımdan gözler onu görmez. Onlar başka bir gözle ancak görünür. O göz ise, her insanın kalbinde yaratılmıştır. Fakat insan onun üzerine, şehvet ve dünya meşgalelerinden kalın bir perde germiştir. Bu bakımdan insan o gözle artık göremez. O perde kalbin gözünden yırtılmadıkçıa, melekût âleminden herhangi bir şeyi görmesi düşünülemez.

Peygamberlerin (a.s) gözlerinden o perde kalktığı zaman onlar melekûta baktılar, Melekûtun acaipliklerini müşahede ettiler. Ölüler de melekût âlemindedirler. Bu bakımdan ölüleri gördüler ve onlardan haber verdiler.

Hz. Peygamber (sa) Sa'd b. Muaz ve kızı Zeyneb için kabrin sıkıştığını gördü. Câbir'in babası şehid düştüğünde hali boyle oldu; zira Hz. Peygamber Câbir'e şöyle haber vermiştir: 'Allah Teâlâ senin babanı perdesiz olarak huzurunda oturttu'.

Böyle bir müşahede, peygamberlerden ve dereceleri peygamberlerin derecesine yakın olan Allah'ın velî kularından başkası için umulmaz. Bizim gibilerden mümkün olanı ancak zayıf bir müşahededir. Bu müşahededen gayem; rüya âleminde olan müşahedededir. Rüya âleminde olan müşahede peygamberlik nûr-larmdandır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Salih rüya, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır.164

Bu da bir keşiftir ki ancak perdenin kalpten kalkmasıyla meydana gelir. Ancak sâlih ve sâdık bir kimsenin rüyasına güvenilir. Yalanı çok olan bir kimsenin rüyası doğru olmaz. Fesâd ve günahı çok olan bir kimsenin kalbi kararır. Bu bakımdan onun gördüğü edgâsu ahlam (karışık rüyalar)dır. Hz. Peygamber (s.a) insanın temiz olarak uyuması için uyumadan önce abdest almasını tavsiye etmiştir. Bu, bâtının taharetine de işarettir.

Bu bakımdan o asıldır. Zahirin tahareti ise, onun tamamlayıcısıdır. Bâtın bozulmadıkça kalp gelecekte olanları keşfeder. Nitekim Mekke'ye girileceği, Hz. Peygamber'e rüyada keşfolundu ve şu ayet nâzil oldu:
Andolsun Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı.(Feth/27)

İnsanoğlu, çok az olacak şeylere delâlet eden rüyalardan uzak olabilir. O rüyaları doğru olarak bulur. Rüya ve uyku âleminde gaybı bilmek, Allah Teâlâ'nın sanatının acaipliklerinden, Ademoğlunun fıtratının garipliklerindendir. Bu, melekût âleminin varlığına delâlet eden delillerin en açığıdır. Oysa halk tabakası, kalp ve âlemin diğer acaipliklerinden gafil oldukları gibi bundan da gafildirler! Rüyanın hakikatinde söz söylemek mükâşefe ilminin inceliklerindendir. Bunu muamele ilmine ekleyerek zikretmek mümkün değildir.

Fakat burada zikredilmesi mümkün olan miktar, sana maksadı anlatan bir misaldir. O misal de kalbin misalinin, kendisinde birçok suretin ve şeylerin hakikat-leri görünen ayna gibi olduğunu bilmektir. Allah Teâlâ'nın âlemin yaratılışının başlangıcından sonuna kadar takdir ettiği her şey yazılmıştır ve Allah Teâlâ tarafından yaratılmış bir defterde tesbit edilmiştir ve o deftere Kur'an'da vârid olduğu gibi bazen levh-i mahfuz, bazen açıklayıcı kitâb (Kitab'ul-Mübîn), bazen de açıklayıcı imam (İmam'ul-Mübîn) denilmektedir.

Bu bakımdan âlemde cereyan etmiş ve edecek herşey, o levh'de yazılmıştır. Şu gözle görülmeyen bir bakış o levhin üzerine nakşedilmiştir. Sakın o levh'in ağaçtan veya demirden veya kemikten olduğunu zannetme! O kitabın kağıttan veya deriden olduğunu da sanma! Şunu kesin-likle bil ki Allah Teâlâ'nın levhi, halkın levhine, Allah Teâlâ'nın kitabı da halkın kitabına benzemez. Nitekim Allah Teâlâ'nm zat ve sıfatlarının halkın zat ve sıfatlarına benzemediği gibi! Eğer onu, aklına yaklaştırcı bir misal istersen bil ki takdirlerin levhe tesbiti, Kur'an'ın kelime ve harflerinin, hafızın dimağında ve kalbindeki tesbitine benzer.

Çünkü Kur'ân orada yazılıdır. Öyle ki hafız, Kur'an'ı okuduğu zaman sanki Kur'an'a bakıp da okur. Oysa hafızın dimağını parça parça kontrol etsen, orada Kur'ân harflerinden bir harf dahi göremezsin. Orada ne görünen bir hat, ne de müşahede edilen bir harf vardır. İşte bu misalle, Allah Teâlâ'nın takdir ettiği herşeyi Levh'de nakşetmesinin mânâsını anlayabilirsin. Misalde levh, içinde suretler beliren bir ayna gibidir. Eğer ay-nanın karşısına başka bir ayna konsa, aralarına perde gerilmezse o aynanın sureti diğer aynada da görünür. Bu bakımdan kalp, ilmin resimlerini kabul eden bir aynadır. Levh, ilim resimlerinin aynasıdır. O resimlerin hepsi onda mevcuttur. Kalbin şehvetleri ve hassaların istekleriyle meşgul olması, kalp ile melekût âleminden olan levhin mütalaa edilmesi arasına gerilen bir perdedir. Eğer o perdeyi sallayıp kaldıran bir rüzgâr eserse, kalbin aynasında, çakan şimşek gibi melekût âleminden birşey parlar. Bu parlayan bazen kalıp devam eder. Bazen de devam etmez. Devam etmemesi, daha fazla olur.

Çünkü kişi uyanık oldukça duyular vasıtasıyla milik ve şehadet aleminden kendisine görünen şeylerle meşguldür. Bu meşguliyet ise, melekût âleminin önüne gerilen perdedir. Uykunun mânâsı; hassaların sükûnete kavuşması ve mülk âleminden herhangi bir şeyi kalbe getirmemesi demektir, Bu bakımdan kalp bundan ve hayalden kurtulduğunda, cevheri de saf olduğunda, onunla Levh 'il Mahfuz arasindaki perde kalkar. Böylece kalbe; Levh'il Mahfuz'da olan şeylerden bazıları girer. Tıpkı aralarındaki perde kalktığında bir aynadan diğer aynaya suretin geçtiği gibi!

Uyku hayalin dışında diğer hassaları çalışmaktan meneder. Fakat hayali engellemez.. Bu bakımdan kalbe geleni hayal derhal kapar. Onu ona yakın bir misal ile aksettirir. Hayal edenler hıfzda başkasından daha kuvvetli olurlar. Böylece hayal hıfzda kalır. İnsan uyandığında hayalden başkasını hatırlamaz. Bu bakımdan rüya tabircisii hayale bakmaya, mânâlardan hangisini hikâye ettiğini dikkate almaya mecburdur. Bu bakımdan hayal edilen şey ile mânâlar arasındaki uygunluk vasıtasıyla mânâlara bakmalıdır. Bunun misalleri, tabir ilmini bilen bir kimse için açıktır. Sana vereceğimiz şu misal kâfi gelir. Meşhur bir rüya tabircisi, İbn Sirîn'e (r.a) 'Rüyamda elimde bir mühür olduğunu, o mühürle erkeklerin ağızlarını, kadınların da tenasül uzuvlarını mühürlediğini gördüm, sen buna ne dersin?' diye sordu.

İbn Sina 'Sen müezzinsin. Ramazan-ı şerifte sabahtan önce ezan okuyorsun' deyince adam 'Doğru söyledin!' dedi.

Mührün ruhunun menetmek olduğuna dikkat et! Zaten bunun için de mühür kastolunur. Kalpte ancak kişinin hali Levh'il Mahfuz'da olduğu gibi keşfolunur. O da okuduğu ezanla insanları yemek ve içmekten menetmesidir. Fakat hayal, mânâ ruhunu terennüm eden hayalî suretle mühürlenme anında meydana gelen mene ülfiyet vermiştir.

Hafızada ancak hayalî suret kalır. İşte bu, acaiplikleri sayılamayacak kadar çok olan rüya ilminin denizinden az bir nebzedir. Uyku ölümün kardeşidir.* Ölüm de acaiplerden bir aca-iptir. Uykunun böyle olmasının sebebi şudur: Uyku, gayb âleminin yüzünden perdeyi kaldırmak açısından zayıf bir yönden ölüme benzer. Hatta uyuyan bir kimse gelecek zamanda olacak bazı şeyleri bilir. Bir de perdeyi yırtan ve perdeyi tamamen kaldıran ölümü düşün. Öyle ki insan nefesi kesildiği anda gecikmeksizin, nefsini ya azaplarla, rezaletlerle ve felâketlerle sarılı görür -bun-dan Allah'a sığınıyoruz- veya daimî bir nimet, sonsuz ve büyük bir mülkle çevrili olarak görür. Perde kalktığı anda şakilere şöyle denir:

Sen bundan gaflette idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık. Artık bugün gözün keskindir.
(Kaf/22)

(Nasıl) şimdi bu, büyü mü imiş, yoksa siz mi görmüyormuşsunuz? Girin ona ister dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Artık yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız.
(Tûr/15-16)

Bunlara şu ayetle işaret vardır:
(Çünkü) hiç hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan karşılarına çıkmıştır. (Zümer/47)

Bu bakımdan âlimlerin en âlimi, hakimlerin en hakimi olan kişi ölür ölmez ona öyle acaip şeyler keşfolunur ki daha önce kalbine asla böyle şeyler gelmemiştir. Eğer akıllı bir kimsenin o zamanki tehlike hakkında 'Acaba perde nasıl kalkacaktır? Acaba perdenin arkasında bulunan ayrılmaz bir şehvet mi yoksa daimî bir saadet midir?' diye düşünmekten başka bir gam ve üzüntüsü yoksa, bu düşünce bütün hayatını doldurmaya yeter de artar bile! Bu büyük tehlikeler önümüzde olduğu halde gafletimize hayret etmek gerekir! Bundan daha fazla hayret edilecek şey mal, kadın, çocuk ve azalarımızla sevinmemizdir. Buna rağmen bütün bunlardan ayrılacağımızm kesin olduğunu da biliyoruz. Fakat Ruh'ul Kudüs'ün (Cebrail'in) kalbine üfürüp peygamberlerin efendisine dediği gibi kendisine 'Sev sevdiğini! Muhakkak ondan ayrılacaksın! İstediğin kadar yaşa, muhakkak öleceksin! İstediğini yap! Muhakkak onunla cezalandırılacaksın!' diyeceği zat nerede?


Bu durum, yakîn gözüyle Hz. Peygamber için keşfolun-duğundan o dünyada ölü gibi oldu. Kerpiç üzerine kerpiç, kamış üzerine kamış koymadı. Geride ne bir dinar, ne de bir dirhem bıraktı. Ne bir dost, ne bir halîl edindi. Evet!

Eğer ben bir dost edinseydim Ebubekir'i dost edinirdim. Fakat arkadaşınız, Rahman olan Allah'ın dostudur!166

Böylece peygamberlerin efendisi Rahman'm dostluğunun kal-binin derinliğine işlediğini, Rahman'm sevgisinin kalbinin içine yerleştiğini, kalbinde ne bir dosta, ne bir habib'e yer bırakmadığını beyan etmiştir. Allah Teâlâ onun ümmetine şöyle buyurmuştur:
De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin!'(Al-i İmran/31)

Onun ümmeti, ancak ona tâbi olandır. Ona ancak dünyadan yüz çeviren, ahirete yönelen tâbi olmuştur. Çünkü o insanları sadece Allah'a ve son güne davet etmiştir. O dünya ve geçici lezzetlerden insanları uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bu bakımdan ne kadar dünyadan yüz çevirip ahirete yönelirsen, o nisbette onun yürüdüğü yolda yürümüş olursun. Onun yolunda ne kadar yürürsen, o nisbette ona uymuş olursun. Ona uyduğun oranda, onun ümmetinden olursun. Dünyaya yönelmen nisbetinde onun yolundan kayar, onun yolundan yüz çevirmiş olursun ve Allah Teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselere iltihak etmiş olursun:
Artık kim azmışsa ve şu yakın hayatı (dünyayı) ahiret hayatına tercih etmişse, onun barınağı cehennemdir. (Nâziat/37-39)

Ey kişi! Eğer gururun siperinden çıkıp nefsin hakkında insaf edersen ki hepimiz de aynı kişiyiz ve bu hitaba dahiliz- sabahtan akşama kadar geçici nasipler peşinde koştuğunu anlarsın. Ancak geçici dünya için durur, onun için hareket edersin. Sonra yarın
onun ümmetinden ve tâbilerinden olmayı ümit edersin. Senin zannın ne kadar zayıftır, senin ümidin ne kadar da yersizdir!
Biz müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç, neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?
(Kalem/35-36)

Biz esas konumuza dönelim: Zira konuşmanın dizgini maksadın dışına çıktı. Biz şimdi ölülerin hallerini keşfeden rüyaların fayda verenlerini zikredelim; zira peygamberlik devri sona ermiş, müjdeleyiciler kalmıştır. Onlar da rüyalardır.




164) Buhârî, İmam Ahmed, Tayalisî ve İbn Mâce
165) 'Uyku ölümün kardeşidir. Cennet ehli olanlar ölmezler', Beyhâkî
166) Müslim