20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri

Dahhak der ki: Biri Hz. Peygamber'e 'İnsanların en zahidi kimdir?' diye sordu. Hz. Peygamber şöyle dedi:
Kabir ve kabirdeki çürümeyi unutmayan, dünya süsünün fazlalığını terkeden, baki kalanı fâni olana tercih eden, yarını günlerinden saymayan, nefsini kabir ehlinden sayan...102

Hz. Ali'ye 'Neden mezarlığa komşu oldun?' denince, cevap olarak şöyle demiştir: 'Onları komşuların en hayırlısı olarak gördüğümden! Onları doğru komşu olarak görüyorum. Benim hakkımda dillerini tutar ve bana âhireti hatırlatırlar'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Hiçbir manzara görmedim ki kabir ondan daha korkunç olmasın!103

Hz. Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber ile beraber kabris tana gittik. Bir kabrin yanında oturdu. Herkesten ona daha yakın bulunuyordum. Hz. Peygamber ağladı, ben de cemaat de ağladık! Sonra Hz. Peygamber şöyle dedi:
- Siz neden ağlıyorsunuz?
- Sen ağladığın için ağlıyoruz!
- Şu kabir, annem Amine'nin kabridir. Rabbimden onu ziyaret etmek hususunda izin istedim. Rabbim bana izin verdi. Bunun üzerine ona af dilemek için izin istedim. Bu hususta bana izin vermedi. Anneme olan şefkatimden ötürü ağlıyorum.

Osman b. Affan (r.a) bir kabrin yanına geldiğinde sakalı ıslanacak derecede ağlardı. Ona 'Cennet ve cehennemden bahsedilince ağlamıyorsun. Fakat kabrin yanma gelince ağlıyorsun. Bunun sebebi nedir' diye sorulunca cevap olarak dedi ki:

Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini duydum:
Muhakkak ki kabir, ahiret konaklarının ilkidir. Eğer kabir sahibi ondan kurtulursa, ondan sonra gelen konaklar ondan daha kolaydır. Eğer ondan kurtulamazsa ondan sonra gelenler, ondan daha şiddetlidirler.104

Amr b. el-As kabristana baktı. Atından inip iki rek'at namaz kıldı. Bunun üzerine kendisine 'Gördüğümüz hareket, senin yapmadığın bir hareketti. Neden yaptın?' diye sorulduğunda, cevap olarak dedi ki: 'Kabristan ehlini ve onlarla Allah'ın arasıa giren engeli hatırladım. Bunun üzerine istedim ki bu iki rek'at namaz ile Allah'a yaklaşmış olayım!'

Mücâhid şöyle demiştir: "Ademoğluyla ilk konuşan mezarıdır. Mezarı 'Ben böceklerin eviyim! Tenhalık eviyim, gurbet yurduyum, zulmet eviyim, işte senin için hazırladığım bunlardır. Acaba sen bana ne hazırladın?'diye haykırır".

Ebû Zer şöyle demiştir: 'Size fakirliğimin gününü haber vereyim mi? O, kabrime konulduğum gündür!'

Ebû Derda (r.a) kabirlerde otururdu. Bu hususta sorulunca şu cevabı verdi: 'Bana âhireti hatırlatan, kalkıp gittiğimde gıybetimi yapmayan bir kavmin yanında oturuyorum'.

Cafer b. Muhammed, geceleyin kabristana gelip şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Neden sizi çağırdığımda cevap vermiyorsunuz?'
Sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Onlar ile bana verilen cevap arasında perde vardır. Sanki ben onlar gibi olacağımı (müşahede ediyorum)'. Bu sözleri söyledikten sonra fecir doğuncaya kadar namaza devam ederdi.

Ömer b. Abdülazîz, arkadaşlarından birine şöyle dedi: 'Ey falan! Bu gece uykum kaçtı. Kabir ve kabirde yatanları düşündüm. Eğer üç gün sonra ölüyü kabrinde görürsen ondan ürkersin. Oysa uzun zaman beraber olduğun bir kimsedir. Muhakkak ki içinde böceklerin kol gezdiği, irinlerin aktığı, kokusunun bozulmasıyla beraber kurtların deldiği güzel suretten sonra çürük kefenler, temizlik ve güzel kokudan sonra pis kokan bir ev göreceksin!'
Ömer bu sözlerden sonra bir çığlık koparıp baygın olarak yere serildi.

Yezid er-Rakkaşî derdi ki: 'Ey çukurunda defnedilen! Kabrinde tek başına bırakılan! Yerin karnında amellerine ünsiyet veren! Amellerinin hangisiyle ferahladığını, hangi arkadaşınla gıpta ettiğini keşke bilseydim'.
Bunları söyledikten ve sarığı ıslanıncaya kadar ağladıktan sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Salih amelleriyle müjdelendi! Yemin olsun, Allah'ın taatinde yardımcı olan arkadaşlarına gıpta etti!'
O kabirlere baktığında öküzün böğürdüğü gibi böğürürdü.

Hâtem-i Esem dedi ki: 'Kim kabristandan geçip nefsi için düşünmez ve onlar için dua etmezse, hem kendi nefsine, hem de onlara ihanet etmiştir'.

Bekir el-Âbid şöyle derdi: 'Vay anam! Keşke sen beni doğurmasaydın! Muhakkak ki oğlun kabirde uzun bir müddet hapis ve o uzun hapisten sonra oradan göç edecektir'.

Yahya b. Muaz er-Râzî derdi ki: 'Ey Ademoğlu! Rabbin seni selâm yurduna çağırdı. Bu bakımdan selâm yurduna nereden gideceğine dikkat et! Eğer dünyadan ona icabet eder, ona göç etmekle meşgul olursan, ona dahil olursun. Eğer kabrinden ona icabet edersen, ona girmekten menolursun'.

Hasan b. Sâlih, kabristanı gördüğünde şöyle derdi: 'Görünen tarafları ne kadar da güzel! Felâket ancak içlerindedir'.

Atâ es-Sülemî geceleyin kabristana çıkıp şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Öldünüz! Vay onun ölümüne! (Kendi nefsini kastediyor). Amellerinizi gördünüz. Vay onun ameline!'
Bunları söyledikten sonra şöyle derdi: 'Yarın Atâ kabirdedir'. O her zaman böyle yapardı.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim kabri çokça düşünürse, onu cennet bahçelerinden bir bahçe olarak görür. Kabri anmaktan gafil olan ise, onu ateş çukurlarından bir çukur olarak görür'.

Rebî b. Hayseme evinin içinde bir kabir açmıştı. Kalbinde katılık gördüğünde o kabre girer, uzanırdı ve Allah'ın dilediği kadar durur, sonra şu ayeti okurdu:

Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki terkettiğimi yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım.(Mü'minûn/99-100)
Bu ayeti tekrarladıktan sonra kendi kendine şöyle derdi: 'Ey Rebî! Seni geri çevirdim. Amel et!'

Ahmed b. Harb derdi ki: Yatağını yumuşak yapan, uyumak için yatağını düzelten bir kimseye yer hayret ederek şöyle der: 'Ey Adem'in oğlu! Neden çürümenin uzunluğunu hatırlamıyorsun? Oysa seninle aramda o zaman hiçbir perde de kalmayacaktır'.

Meymûn b. Mehran şöyle anlatıyor: Ömer b. Abdülazîz'le beraber kabristana vardım. Kabirlere baktığında ağladı. Sonra bana dönerek şöyle dedi: 'Ey Meymûn! Şunlar Benî Ümeyye soyundan gelen ecdadımın kabirleridir. Sanki bu kabir sahipleri dünya ehline lezzet ve yaşayışlarında ortaklık yapmamışlardır. Onların ölümünden, başlarına gelenlerden ibret almaz mısın? Baksana on-lar çürümeye başlamış, haşeratlar onların bedenlerinde çadır kurmuşlardır'. Sonra ağlayıp şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki Allah'ın azabından emin olduğu halde şu kabirlere varan bir kimseden daha saadetli bir kimse tanımıyorum!'

Sabit el-Bonanî şöyle diyor: Kabristana gittim, dönerken birisi-nin şöyle dediğini duydum: 'Ey Sabit! Kabristan ehlinin sükûtu seni aldatmasın! Burada nice üzüntülü nefisler vardır!'

Rivayet ediliyor ki Hz. Hüseyin'in kızı Fâtıma, kocası Hasanın oğlu Hasan Müsennân'ın cenazesine bakıp yüzünü elleriyle kapatarak şu şiiri okudu:
Onlar ümit idiler, Sonra musibet sebebi oldular. Muhakkak ki o musibetler büyüdüler, büyüdüler. Fâtıma kocasının kabri üzerine" çadır kurup bir sene kabrin başında bekledi. Senesi geçtikten sonra çadırını kaldırdılar ve Medine'ye girdi. Cennet'ul-Baki kabristanından gelen şöyle bir ses duydular: 'Acaba kaybettiklerini buldular mı?' Kabristanın diğer tarafından şu cevap verildi: 'Aksine ümitsiz olup geri gittiler!'

Ebû Musa et-Temimî şöyle diyor: Şair Ferazdak'ın hanımı vefat etti. Cenazesine Basra'nın ileri gelenleri katıldı. Hasan Basrî de aralarında bulunuyordu. Hasan Basrî, Ferazdak'a dedi ki: 'Ey Ebû Feras! Bugün için ne hazırladın? Bunun üzerine Ferazdak şu cevabı verdi; 'Altmış seneden beri Lâ ilâhe illâllah şehadetini hazırlıyorum'.

Ferazdak'm hanımı defnedildiğinde Ferazdak kabrin başında durarak şu şiiri okudu:
Kıyamet gününde bana şiddetli bir öncü ve Ferazdak'ı süren bir sürücü geldiğinde, eğer bana affını ihsan etmezsen kabrin ötesinde, kabirdeki azabın daha şiddetlisinden korkarım! Âdemoğullarmdan ateşe, boynu bukağılarla bağlı ve gözü dönmüş olarak giden bir kimse mahrum olmuştur.
Kabir ehli hakkında da şu şiiri okumuştur:
Kabirlerde dur! Onların sahalarında durup da sor! Sizlerden kimdir kabirlerin karanlıklarına dalan?
Onların derinliklerinde ikram görüp onların korkusundan emniyetin serinliğini tatmış olan!
Göz sahipleri için görünen sükûna gelince, o birdir. Onun derecelerinde fazilet olmaz.
Eğer sana cevap verseydiler. Şimdilik hallerinin hakikatlarını vasıflandıran sözlerle cevap verirlerdi.
İtaat edene gelince, o kabirlerin rahatından dilediğine varacak bir bahçeye inmiştir.
Saldırgan mücrim ise, içinde yılan ve kendisine doğru yürüyen akreplerle dolu bir çukura yuvarlanıp sığınır. Bu bakımdan onun ruhu onların şiddetli ısırmalarından azap içindedir.

Dâvûd et-Tâî, bir kabrin başında ağlayan bir hanımın yanından geçerken hanımın şöyle dediğini işitti:
Seni kabre koyup örttükleri zaman hayatı kaybedip ona bir daha varamadım.
Seni sağ kolun üzerine kabre serdikleri halde ben nasıl uykunun zevkini tadarım.
Sonra kadın şöyle dedi: 'Ey oğul! Keşke bilseydim! Böcekler senin hangi yanağından başladılar!' Bu sözü duyan Davud, bir çığlık kopararak bayılıp yere düştü.

Mâlik b. Dinar der ki: Kabristanın yanından geçerek şu şiiri okudum:
Kabirlere geldim! Onları çağırdım. Büyük ile küçük nerede? Saltanatına aldanan, böbürlendiğinde tezkiye edilen nerede?
Bana kabristanın arasından sesini işittiğim ve şahsını görmediğim biri şu şiirle cevap verdi.
Hepsi yok oldular! Haber verecek yoktur. Hepsi öldüler, haber de öldü!
Toprağın kızları (haşerât) sabah akşam o suretlerin güzelliklerini bozarlar.
Ey geçmiş kimselerin halini benden soran!

Acaba gördüğünde senin için ibret dersi yok mudur? Bunun üzerine ağlayarak geri döndüm!

Mezar Taşları Üzerinde Yazılı Beyitler

Bir kabrin kaşına şu beytin yazılı olduğu görüldü:
Sustuğu ve sakinleri toprak altında sessiz oldukları halde, mezarlıklar seni çağırıyorlar!
Ey hedefinin gayrisi için dünyayı derleyen! Öleceğin halde dünyayı kime topluyorsun?

Başka bir kabir taşında da şu şiirin yazılı, olduğu görüldü:
Ey Ebû Ganim! Mezarına gelince, o geniştir! Kabrin etrafı mamur ve muhkemdir.
Bedeni kabirde çürüdüğü zaman kabrin mamur olması kabirde yatana fayda vermez!

İbn Senmak der ki: Kabristandan geçerken bir kabrin üzerinde şu şiiri gördüm:
Akrabalarım kabrimin yanlarından geçip gidiyorlar! Sanki akrabalarım beni hiç tanımıyorlar.
Mirasçılar malımı paylaştılar. Borçlarımı unutmayı ihmal etmediler. Paylarını alıp yaşadılar. Hayret! Beni ne çabuk da unuttular!

Bir kabrin üzerinde şu şiir yazılıydı:
Dost dostlarından kaçırılır! Ne bir kapıcı, ne de herhangi bir nöbetçi, ölümün önüne geçer.
Ey lâfız ve nefes sermayesinden sayılan kişi! Dünya ve lezzetleriyle nasıl sevinirsin?
Ey gafil! Eksikliğe dalmış olduğun halde sabahladın. Oysa hayat boyunca sen lezzetlere dalgınsın.
Cahile ölüm, cehaletinden ötürü merhamet etmez! Kendisinden ilim iktibas edilen kimseye de merhamet etmez.
Ölüm, yanında durduğun kabirde dilsiz olmayan nice dilleri cevap vermekten âciz kılmıştır.
Senin köşkün mâmurdur, şerefesi vardır. Bugün ise, kabirler arasında kabrin yıkıktır.

Başka bir kabrin üzerinde şu şiir yazılı idi:
Kabirleri yarış atları gibi saf saf dizili olan dostların yanında durdum!
Ağlayıp gözyaşı döktüğümde gözlerim onların aralarında yerimi gördü!

Bir doktorun kabrinde şu şiir yazılı idi:
Bana Lokman mezarına vardı diyene dedim ki:
Onun doktorluğundan, muayenesiyle beraber, ilaç yapmadaki ustalığı hakkında söylenen nerede kaldı? Nefsinden ölümü uzaklaştıramayan, başkasından nasıl uzaklaştırabilir?

Başka bir kabir üzerinde şu şiir yazılıydı: Ey insanlar! Benim bir emelim vardı. Ecel ona varmaktan beni alıkoydu.

Bu bakımdan kendisine hayattayken çalışma imkânı bahşedilmiş kişi rabbinden korksun!
Gördüğün yere yalnız ben nakledilmiş değilim. Herkes onun gibisine naklolunacaktır!
İşte bu şiirler, sakinleri ölümden önce ibret almak hususunda kusurlu olduklarından dolayı kabirleri üzerine yazılmış şiirlerdir. Basiretli o kimsedir ki başkasının kabrine bakar, yerini onların arasında görür. Onlara yetişmek için hazırlanır ve onlara yetişmeden onların yerlerinden kıpırdamayacaklarını bilir. Kesinlikle bilmelidir ki eğer hayatının günlerinden zayi ettiği bir gün, o ölülere verilse bu onlar için dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha sevimli gelir.

Çünkü onlar amellerin kıymetini bildiler. Onlara işlerin hakikati keşfolundu. Onların üzüntüsü hayatın bir günü içindir ki o günde kusurlu olanlar kusurunu telafi edip azaptan kurtulsun, muvaffak olan bir kimse de o günde derecesini daha da artırsın, sevabı katmerli olsun! Onlar ancak ömrün kıymetini, kesildiğinden sonra anladılar. Onların üzüntüsü hayatın bir ânı içindir. Oysa sen o ânı değerlendirmeye muktedirsin. Sonra buna rağmen o ânı zayi edip boşa geçirirsin. Öyle ise şimdiden iş elinden çıktığı sırada o ânı zayi ettiğinden dolayı çekeceğin hasrete nefsini hazırla; zira sen o andan nasibini almadın.

Salihlerden biri şöyle anlatıyor: Allah yolunda kardeşim olan birini rüya âleminde gördüm ve ona: 'Ey falan! Âlemlerin rabbine hamd olsun! Yaşadın' dedim. O dedi ki: 'Eğer âlemlerin rabbine hamdolsun' demeye gücüm yetmiş olsaydı bu benim için dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden daha sevimli olurdu'.

Sonra da şunu ilave etti: 'Görmedin mi, beni defnettikleri yerde falan adam kalkıp iki rek'at namaz kıldı. Eğer o iki rek'at namazı kılmaya gücüm yetseydi o benim için dünya ve dünyadakilerden daha sevimli olurdu'.





102) Beyhâkî, Şuah'ul-İman, (Dahhak'dan)
103) Hz. Osman'dan
104) İbn Ebî Dünya, Kitab'ul~Kubûr. Ehl-i Sünnefe göre, peygamberlerin anne ve babaları her çeşit küfür ve nifaktan uzaktır.