Boş Konuşmalar Yapmak
Senin en güzel hâlin, daha önce zikrettiğimiz gıybet, kovuculuk, yalan, cedel, ağız kavgası ve benzeri âfetlerden korunman, ancak mübâh olup ne sana, ne de bir müslümana zararı olmayan şeyler hakkında konuşmandır. Gereksiz konuştuğun takdirde zamanını zayi ettiğin gibi, o konuşmada çalıştırdığın dilinden de sorumlu olursun. Az ve çabuk geçen bir şey e, senin için daha hayırlı olanı fedâ edip değiştirmiş olursun! Çünkü sen konuşmaya sarfedeceğin zamanını düşünceye sarfettiğin takdirde, düşünce ânında faydası pek büyük olan ilâhi rahmetin esintilerinden biri çoğu zaman senin için açılabilir. Eğer kelime-i tevhidi söylersen, Allah'ı anar ve tesbih edersen senin için daha hayırlıdır.
Nice kelime vardır ki ondan dolayı cennette insanoğluna köşkler bina edilir. Oysa hazinelerden birini almaya muktedir olduğu halde, onun yerine fayda vermeyen bir ateş alan, apaçık zarar eden bir kimsedir. İşte bu, Allah'ın zikrini terkedip kendisini ilgilendirmeyen mâlâyanî (fuzulî) şeylerle meşgul olan bir kimsenin misâlidir; zira bu kimse, her ne kadar günahkâr olmasa da muhakkak zarar eder. Çünkü Allah'ın zikriyle elde edilecek büyük kârı elden kaçırmış olur;*zira müslüman bir kimsenin susması düşünce, bakışı ibret, konuşması da zikirdir. Çünkü Hz. Peygamber böyle buyurmuştur.28
Kulun sermayesi vakitleridir. Vaktini fuzûlî şeylere sarfettiği zaman, o vakitlerde âhirette azık olacak bir sevabı edinmediği takdirde sermayesini zayi etmiş olur ve bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Boş konuşmalar yapmayı terketmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.29
Bundan daha şiddetli hadîsler de vârid olmuştur. Enes der ki: 'Bizden bir genç Uhud gününde şehid oldu. Baktık ki onun karnının üzerine, açlıktan dolayı bir taş bağlıdır. Annesi, yüzünden toprağı silerek şöyle dedi: 'Cennet sana âfiyet olsun, ey oğlum!' Bu sözü dinleyen Hz. Peygamber şu karşılığı verdi:
Sen cennetin ona âfiyet olacağını nereden biliyorsun? Oysa o mâlâyanî konuşmalar yapardı. Kendisine zarar vermeyeni menederdi!30
Hz. Peygamber (s.a) Ka'b'ı (Acre'nin oğlu) bir ara kaybetti. Ka'b'ım ne olduğunu sorunca hasta olduğunu söylediler. Bunun üzerine Ka'b'm evine geldi, içeri girince şöyle dedi: 'Ey Ka'b! Müjde sana!' Ka'b'ın annesi, Hz. Peygamber'in bu sözü üzerine 'Ey Ka'b! Senin için cennet vardır' dedi.31 Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Allah namına cennet satan kimdir?' dedi. Ka'b 'Annemdir ya Rasûlullah?' dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Ey Ka'b'ın annesi! Sen ne biliyorsun Ka'b fuzulî konuşmuş veya lüzumsuz şeylerden menetmiş olabilir!'32
Hadîsten çıkan mânâ şudur: Cennet ancak hesaba çekilmeyen bir kimse için hazırlanmış olur. Fuzulî konuşan bir kimse ise, her ne kadar konuşması mubah bir konu hakkında ise de bu konuşmasından dolayı hesaba çekilir. Bu bakımdan hesapları tartışmalı geçeceğinden ve tartışmalı hesaplarında bir tür azap olması nedeniyle bu gibilere cennet hazırlanmaz.
Muhammed b. Ka'b'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Bu kapıdan ilk içeriye giren cennet ehlinden bir kişidir.
Bunun üzerine Selman'm oğlu Abdullah, kapıdan girdi. Ashab-ı kiramdan bir grup Abdullah'ın yanma gittiler. Ona hâdiseyi anlattılar ve dediler ki: 'En fazla güvendiğin ve bu sevaba nail olmana vesile olabileceğini umduğun amelini bize haber ver!' Bunu üzerine Abdullah dedi ki: 'Ben muhakkak zayıf bir kimseyim. Allah'tan umduğum en kuvvetli amelim, göğsümün selâmeti ve fuzulî konuşmayı terketmemdir'.
Ebû Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: Hz. Peygamber bana şöyle dedi:
-Sana, bedenine hafif, mizanda ağır bir ameli öğreteyim mi?
-Evet, ya Resûlullah! Öğret!
-O amel susmak, güzel ahlâk ve seni ilgilendirmeyeni terke tmektir.33
Mücâhid, İbn Abbas'm şöyle dediğini naklediyor: Beş haslet vardır. Onlar muhakkak ki Allah yolunda vakfedilen yağız atlardan bana daha sevimli gelirler:
1.Seni ilgilendirmeyen bir konuda konuşma! Çünkü böyle bir konuşma fuzulîdir ve bu konuşmadan sana günah gelmeyeceğinden emin değilim.
2.Seni ilgilendiren bir konuda yeri gelmedikçe konuşma!Çünkü kendisini ilgilendiren bir konuda konuşan çok kimse vardır ki konuşmasını uygun olan yerde değil de başka yerde yapar
ve böylece sıkıntıya girer.
3.Ne halîm bir kimseyle, ne de ahmakla tartışma! Çünkü tartışmandan dolayı halîm kimse sana buğzeder, ahmak da seni üzer.
4,Senin yanında bulunmadığı zaman arkadaşını öyle bir sıfatla zikret ki seni aynı sıfatla zikretmesi hoşuna gitsin.Kardeşine öyle bir muamele yap ki aynı muameleyi sana yapması seni sevindirsin.
5.İyiliğinden dolayı mükâfatlandırılacağım, kötülüğünden dolayı cezalandırılacağını bilen bir kimsenin ameli gibi amelde bulun!
Lokman Hakîm'e şöyle denildi: "Senin hikmetin nedir?' Cevap olarak şöyle dedi: 'Başkası tarafından yapıldığında yapmaktan kurtulduğum şeyi sormamam ve beni ilgilendirmeyen birşey için zorluklara girmemem".
Muvarrak el-Acelî34 der ki: 'Bir iş vardır ki, ben yirmi seneden beri onun peşindeyim. Hâlâ onu beceremedim ve onun peşini bırakmak da istemiyorum?' Kendisine 'O nedir?' diye sordular. Cevap olarak şöyle dedi: 'Beni ilgilendirmeyen şeylerde susmaktır'.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Seni ilgilendirmeyen şeyleri kurcalama! Düşmanından uzaklaş! Emin olan hariç, kavminden olan dostundan bile uzak dur! Emin de ancak Allah'tan korkan bir kimse dernektir. Fâcir bir kimse ile arkadaşlık yapma ki ondan fısk ve fücûr öğrenmeyesin! Onu sırrına muttali etme, işlerinde Allah'tan korkanlarla istişare et!'
Seni ilgilendirmeyen şey hakkında konuşmanın sınırı şudur: Öyle bir konuşma olmalı ki eğer onu yapmadığında günahkar olmadığın gibi, hiçbir durumda da ondan zarar görmeyesin. Bunun misali şudur: Bir kavimle oturup onlara yolculuklarını, yolculukta gördüğün dağlar, nehirler, cereyan eden hâdiseler, hoşuna giden yemek ve elbiseler, o memleketlerde hoşuna giden âlim ve yaşlı insanların hallerini, başlarından geçenleri nakletmendir. İşte bunlar birtakım şeylerdir ki eğer bunlarda susarsan günahkar olmadığın gibi herhangi bir zarar da sana dokunmaz. Anlattığın hikayeye, fazlalık, eksiklik, gördüklerinle böbürlenip nefsini büyük görme, bir şahsın gıybeti, Allah'ın yarattıklarından bir şeyi kötüleme karışmasın diye dikkat ettiğin zaman bile zamanını zayi etmiş olursun! O halde saydığımız âfetlerden nasıl korunabilirsin?
Başkasına seni ilgilendirmeyen bir şeyi sorman da fuzulî konuşma sayılır.
Sen sormakla hem kendi vaktini, arkadaşını da cevap vermeye mecbur ettiğinden ötürü hem de onun vaktini zayi etmiş olursun. Bu durum, ancak sorduğun eyin sorulmasından dolayı bir âfet sözkonusu olmadığı takdirde oöyledir. Oysa suallerin çoğunda âfetler vardır. Sen başkasından ibadetini sorarsın, mesela şöyle dersin: 'Sen oruçlu musun?' Eğer evet derse, ibadetini belirtmiş olur, bu ibadete riya karışmış olur. Eğer riya girmezse bile ibadet gizlilik defterinden silinir! Oysa gizli ibadetin, açıkça yapılan ibadetten birçok üstünlüğü vardır. Eğer hayır derse yalancı olur. Eğer ne evet, ne hayır demeyip de sükût ederse, sana cevap vermemek suretiyle seni aşağılamış sayılır. Dolayısıyla sen rahatsız olursun. Eğer cevabın müdafaası için hileli yollar ararsa zorluk çeker ve yorulur. Bu bakımdan sen ondan sormakla onu ya riya veya yalana veya istiğfara veya müdafaa hilesindeki yorgunluğa mâruz bırakmış olursun! Diğer ibadetler hakkında sorman da böyledir. Günahlardan gizlediği ve çekindiği herşeyden sorman da böyledir. Başkasının konuşmuş olduğu şeyden sual sorman, 'Ne dersin? Senin bu husustaki görüşün nedir?' demen de böyledir. Çünkü çoğu zaman geldiği yeri sana söylemekten onu engelleyen bir mâni vardır. Eğer geldiği yeri söylerse utanır. Eğer doğru söylemezse, yalan söylemiş olur ve sebebi de sen olursun ve böylece seni ilgilendirmeyen bir mesele hakkında sormuş olursun. Sorulan adam çoğu zaman 'bilmiyorum' demeye utanır ve bilmediği halde cevap verir!
Seni ilgilendirmeyen hususta konuşmaktan, bu tür konuşmaları kasdetmiyorum. Çünkü bu tür konuşmalar, bazen günah ve zarar vericidir. Ancak seni ilgilendirmeyen konuşmanın misâli,
Lokman Hakîm'den rivayet edilen şu husustur: Lokman, Hz. Davud'un huzuruna girdi. Hz. Dâvûd o anda bir zırh örüyordu. Lokman daha önce bu sanatı görmüş değildi. Ondan gördüğü bu sanat onu şaşırttı ve Davud'a yaptığını sormak istediyse de hikmet onu bu sualden menetti. Dolayısıyla nefsini zaptedip sormadı. Hz. Dâvûd (a.s) işini bitirince ayağa kalktı. Sonra zırhı giydi ve şöyle dedi: 'Evet, zırh savaş içindir!' Bunun üzerine Lokman şöyle dedi: 'Susmak hikmetin ta kendisidir. Fakat susan pek azdır'.
Deniliyor ki, Lokman bir sene sormadan zırhın ne olduğunu öğrenmek için Hz. Davud'a gidip geldi. İşte bu ve benzeri sorular, içlerinde zarar olmadığı, başka birisinin perdesini yırtmak bulunmadığı, riya ve yalana sokmadığı takdirde, seni ilgilendirmeyen konuşma türündendir. Onu terketmek İslâm'ın güzelliğinden gelir. İşte mâlâyanî konuşmanın tarifi budur.
İnsanı mâlâyânîye teşvik eden sebebe gelince, o sebep, insanoğlunun muhtaç olmadığı birşeyin bilinmesine karşı gösterdiği harislik veya sevgi kabilinden uzun konuşmalar yapmaktır veyahut içinde fayda olmayan hikâyelerle vakit geçirmektir. Bunun tedavisi, kişinin ölümün önünde olduğunu ve her kelimesinden sorumlu bulunduğunu, nefeslerinin en önemli sermayesi olduğunu ve dilinin bir tuzak olduğunu, onun vasıtasıyla cennetin elâ gözlü hurilerini kazanabileceğini, onu boşa harcamanın da apaçık zarar olduğunu bilmesidir. İşte ilmî tedavisi budur. Pratik tedavisi ise, uzlete çekilmek veya konuşmamak için ağzına küçücük taşlar koymak veya kendisini ilgilendiren bir kısım şeylerde dahi nefsini susmaya zorlamaktır ki dili bu şekilde mâlâyânîyi terketmeyi âdet edinsin! Dili burada zaptetmek, insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilen kişi hariç başkası için gayet güç ve çetindir.
Nice kelime vardır ki ondan dolayı cennette insanoğluna köşkler bina edilir. Oysa hazinelerden birini almaya muktedir olduğu halde, onun yerine fayda vermeyen bir ateş alan, apaçık zarar eden bir kimsedir. İşte bu, Allah'ın zikrini terkedip kendisini ilgilendirmeyen mâlâyanî (fuzulî) şeylerle meşgul olan bir kimsenin misâlidir; zira bu kimse, her ne kadar günahkâr olmasa da muhakkak zarar eder. Çünkü Allah'ın zikriyle elde edilecek büyük kârı elden kaçırmış olur;*zira müslüman bir kimsenin susması düşünce, bakışı ibret, konuşması da zikirdir. Çünkü Hz. Peygamber böyle buyurmuştur.28
Kulun sermayesi vakitleridir. Vaktini fuzûlî şeylere sarfettiği zaman, o vakitlerde âhirette azık olacak bir sevabı edinmediği takdirde sermayesini zayi etmiş olur ve bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Boş konuşmalar yapmayı terketmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.29
Bundan daha şiddetli hadîsler de vârid olmuştur. Enes der ki: 'Bizden bir genç Uhud gününde şehid oldu. Baktık ki onun karnının üzerine, açlıktan dolayı bir taş bağlıdır. Annesi, yüzünden toprağı silerek şöyle dedi: 'Cennet sana âfiyet olsun, ey oğlum!' Bu sözü dinleyen Hz. Peygamber şu karşılığı verdi:
Sen cennetin ona âfiyet olacağını nereden biliyorsun? Oysa o mâlâyanî konuşmalar yapardı. Kendisine zarar vermeyeni menederdi!30
Hz. Peygamber (s.a) Ka'b'ı (Acre'nin oğlu) bir ara kaybetti. Ka'b'ım ne olduğunu sorunca hasta olduğunu söylediler. Bunun üzerine Ka'b'm evine geldi, içeri girince şöyle dedi: 'Ey Ka'b! Müjde sana!' Ka'b'ın annesi, Hz. Peygamber'in bu sözü üzerine 'Ey Ka'b! Senin için cennet vardır' dedi.31 Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Allah namına cennet satan kimdir?' dedi. Ka'b 'Annemdir ya Rasûlullah?' dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Ey Ka'b'ın annesi! Sen ne biliyorsun Ka'b fuzulî konuşmuş veya lüzumsuz şeylerden menetmiş olabilir!'32
Hadîsten çıkan mânâ şudur: Cennet ancak hesaba çekilmeyen bir kimse için hazırlanmış olur. Fuzulî konuşan bir kimse ise, her ne kadar konuşması mubah bir konu hakkında ise de bu konuşmasından dolayı hesaba çekilir. Bu bakımdan hesapları tartışmalı geçeceğinden ve tartışmalı hesaplarında bir tür azap olması nedeniyle bu gibilere cennet hazırlanmaz.
Muhammed b. Ka'b'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Bu kapıdan ilk içeriye giren cennet ehlinden bir kişidir.
Bunun üzerine Selman'm oğlu Abdullah, kapıdan girdi. Ashab-ı kiramdan bir grup Abdullah'ın yanma gittiler. Ona hâdiseyi anlattılar ve dediler ki: 'En fazla güvendiğin ve bu sevaba nail olmana vesile olabileceğini umduğun amelini bize haber ver!' Bunu üzerine Abdullah dedi ki: 'Ben muhakkak zayıf bir kimseyim. Allah'tan umduğum en kuvvetli amelim, göğsümün selâmeti ve fuzulî konuşmayı terketmemdir'.
Ebû Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: Hz. Peygamber bana şöyle dedi:
-Sana, bedenine hafif, mizanda ağır bir ameli öğreteyim mi?
-Evet, ya Resûlullah! Öğret!
-O amel susmak, güzel ahlâk ve seni ilgilendirmeyeni terke tmektir.33
Mücâhid, İbn Abbas'm şöyle dediğini naklediyor: Beş haslet vardır. Onlar muhakkak ki Allah yolunda vakfedilen yağız atlardan bana daha sevimli gelirler:
1.Seni ilgilendirmeyen bir konuda konuşma! Çünkü böyle bir konuşma fuzulîdir ve bu konuşmadan sana günah gelmeyeceğinden emin değilim.
2.Seni ilgilendiren bir konuda yeri gelmedikçe konuşma!Çünkü kendisini ilgilendiren bir konuda konuşan çok kimse vardır ki konuşmasını uygun olan yerde değil de başka yerde yapar
ve böylece sıkıntıya girer.
3.Ne halîm bir kimseyle, ne de ahmakla tartışma! Çünkü tartışmandan dolayı halîm kimse sana buğzeder, ahmak da seni üzer.
4,Senin yanında bulunmadığı zaman arkadaşını öyle bir sıfatla zikret ki seni aynı sıfatla zikretmesi hoşuna gitsin.Kardeşine öyle bir muamele yap ki aynı muameleyi sana yapması seni sevindirsin.
5.İyiliğinden dolayı mükâfatlandırılacağım, kötülüğünden dolayı cezalandırılacağını bilen bir kimsenin ameli gibi amelde bulun!
Lokman Hakîm'e şöyle denildi: "Senin hikmetin nedir?' Cevap olarak şöyle dedi: 'Başkası tarafından yapıldığında yapmaktan kurtulduğum şeyi sormamam ve beni ilgilendirmeyen birşey için zorluklara girmemem".
Muvarrak el-Acelî34 der ki: 'Bir iş vardır ki, ben yirmi seneden beri onun peşindeyim. Hâlâ onu beceremedim ve onun peşini bırakmak da istemiyorum?' Kendisine 'O nedir?' diye sordular. Cevap olarak şöyle dedi: 'Beni ilgilendirmeyen şeylerde susmaktır'.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Seni ilgilendirmeyen şeyleri kurcalama! Düşmanından uzaklaş! Emin olan hariç, kavminden olan dostundan bile uzak dur! Emin de ancak Allah'tan korkan bir kimse dernektir. Fâcir bir kimse ile arkadaşlık yapma ki ondan fısk ve fücûr öğrenmeyesin! Onu sırrına muttali etme, işlerinde Allah'tan korkanlarla istişare et!'
Seni ilgilendirmeyen şey hakkında konuşmanın sınırı şudur: Öyle bir konuşma olmalı ki eğer onu yapmadığında günahkar olmadığın gibi, hiçbir durumda da ondan zarar görmeyesin. Bunun misali şudur: Bir kavimle oturup onlara yolculuklarını, yolculukta gördüğün dağlar, nehirler, cereyan eden hâdiseler, hoşuna giden yemek ve elbiseler, o memleketlerde hoşuna giden âlim ve yaşlı insanların hallerini, başlarından geçenleri nakletmendir. İşte bunlar birtakım şeylerdir ki eğer bunlarda susarsan günahkar olmadığın gibi herhangi bir zarar da sana dokunmaz. Anlattığın hikayeye, fazlalık, eksiklik, gördüklerinle böbürlenip nefsini büyük görme, bir şahsın gıybeti, Allah'ın yarattıklarından bir şeyi kötüleme karışmasın diye dikkat ettiğin zaman bile zamanını zayi etmiş olursun! O halde saydığımız âfetlerden nasıl korunabilirsin?
Başkasına seni ilgilendirmeyen bir şeyi sorman da fuzulî konuşma sayılır.
Sen sormakla hem kendi vaktini, arkadaşını da cevap vermeye mecbur ettiğinden ötürü hem de onun vaktini zayi etmiş olursun. Bu durum, ancak sorduğun eyin sorulmasından dolayı bir âfet sözkonusu olmadığı takdirde oöyledir. Oysa suallerin çoğunda âfetler vardır. Sen başkasından ibadetini sorarsın, mesela şöyle dersin: 'Sen oruçlu musun?' Eğer evet derse, ibadetini belirtmiş olur, bu ibadete riya karışmış olur. Eğer riya girmezse bile ibadet gizlilik defterinden silinir! Oysa gizli ibadetin, açıkça yapılan ibadetten birçok üstünlüğü vardır. Eğer hayır derse yalancı olur. Eğer ne evet, ne hayır demeyip de sükût ederse, sana cevap vermemek suretiyle seni aşağılamış sayılır. Dolayısıyla sen rahatsız olursun. Eğer cevabın müdafaası için hileli yollar ararsa zorluk çeker ve yorulur. Bu bakımdan sen ondan sormakla onu ya riya veya yalana veya istiğfara veya müdafaa hilesindeki yorgunluğa mâruz bırakmış olursun! Diğer ibadetler hakkında sorman da böyledir. Günahlardan gizlediği ve çekindiği herşeyden sorman da böyledir. Başkasının konuşmuş olduğu şeyden sual sorman, 'Ne dersin? Senin bu husustaki görüşün nedir?' demen de böyledir. Çünkü çoğu zaman geldiği yeri sana söylemekten onu engelleyen bir mâni vardır. Eğer geldiği yeri söylerse utanır. Eğer doğru söylemezse, yalan söylemiş olur ve sebebi de sen olursun ve böylece seni ilgilendirmeyen bir mesele hakkında sormuş olursun. Sorulan adam çoğu zaman 'bilmiyorum' demeye utanır ve bilmediği halde cevap verir!
Seni ilgilendirmeyen hususta konuşmaktan, bu tür konuşmaları kasdetmiyorum. Çünkü bu tür konuşmalar, bazen günah ve zarar vericidir. Ancak seni ilgilendirmeyen konuşmanın misâli,
Lokman Hakîm'den rivayet edilen şu husustur: Lokman, Hz. Davud'un huzuruna girdi. Hz. Dâvûd o anda bir zırh örüyordu. Lokman daha önce bu sanatı görmüş değildi. Ondan gördüğü bu sanat onu şaşırttı ve Davud'a yaptığını sormak istediyse de hikmet onu bu sualden menetti. Dolayısıyla nefsini zaptedip sormadı. Hz. Dâvûd (a.s) işini bitirince ayağa kalktı. Sonra zırhı giydi ve şöyle dedi: 'Evet, zırh savaş içindir!' Bunun üzerine Lokman şöyle dedi: 'Susmak hikmetin ta kendisidir. Fakat susan pek azdır'.
Deniliyor ki, Lokman bir sene sormadan zırhın ne olduğunu öğrenmek için Hz. Davud'a gidip geldi. İşte bu ve benzeri sorular, içlerinde zarar olmadığı, başka birisinin perdesini yırtmak bulunmadığı, riya ve yalana sokmadığı takdirde, seni ilgilendirmeyen konuşma türündendir. Onu terketmek İslâm'ın güzelliğinden gelir. İşte mâlâyanî konuşmanın tarifi budur.
İnsanı mâlâyânîye teşvik eden sebebe gelince, o sebep, insanoğlunun muhtaç olmadığı birşeyin bilinmesine karşı gösterdiği harislik veya sevgi kabilinden uzun konuşmalar yapmaktır veyahut içinde fayda olmayan hikâyelerle vakit geçirmektir. Bunun tedavisi, kişinin ölümün önünde olduğunu ve her kelimesinden sorumlu bulunduğunu, nefeslerinin en önemli sermayesi olduğunu ve dilinin bir tuzak olduğunu, onun vasıtasıyla cennetin elâ gözlü hurilerini kazanabileceğini, onu boşa harcamanın da apaçık zarar olduğunu bilmesidir. İşte ilmî tedavisi budur. Pratik tedavisi ise, uzlete çekilmek veya konuşmamak için ağzına küçücük taşlar koymak veya kendisini ilgilendiren bir kısım şeylerde dahi nefsini susmaya zorlamaktır ki dili bu şekilde mâlâyânîyi terketmeyi âdet edinsin! Dili burada zaptetmek, insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilen kişi hariç başkası için gayet güç ve çetindir.
Afatil lisan
- Giriş
- Dilin Büyük Tehlikesi ve Susmanın Fazileti
- Boş Konuşmalar Yapmak
- Fuzulî Konuşmak/Sözü Uzatmak
- Bâtıla Dalmak
- Mira (Başkasının Sözüne İtiraz) ve Cidal Etmek
- Husûmet
- Konuşmada Tekellüfe Kaçmak
- Fahiş Konuşmak, Çirkin Sözler Sarfetmek
- Lânetleme
- Teganni Etmek ve Şiir Okumak
- Şaka Yapmak
- Alay ve İstihza
- Sırrı İfşa Etmek
- Yalan Va'dde Bulunmak
- Yalan Söylemek ve Yalan Yere Yemin Etmek
- Yalana İzin Verilen Yerler
- Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak
- Gıybet
- Gıybet'in Anlamı ve Tarifi
- Dili Gıybetten Korumanın Çareleri
- Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
- Gıybete Teşvik Eden Sebepler
- Kalben Yapılan Gıybet'in Haram Olması
- Gıybeti Ruhsatlı Kılan Özürler
- Gıybet'in Kefareti
- Nemime (Dedikodu)
- Nemime'nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı
- İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak
- Övmek