Suzy ve Adnan
Günler geçti. Adnan'ın gözleri her gün kırlarda Suzy'yi aradı. Fakat heyhat. Belki on gün ne yolu üzerinde ne de kızın evinin önünden geçerken ona raslamak mümkün olmadı. Bu sükût genç zabitin kalbine saçılan kıvılcımları tutuşturmakta idî. Meşhur bir psikoloji nazariyesine göre "ayrılık, tıpkı rüzgâr gibi hafif ateşleri söndürür ve fakat büyük ateşleri alevler" dedikleri gibi bu "bir kaç günlük ayrılık Adnan'ın kalbindei ateşi cidden tutuşturmuştu. Demek ki; bu çocuk bu casus kızı çok sevmişti. Bu sevgisinde de haklı idi. Gençti, yakışıklı idi, aşka ve sevgiye muhtaçtı. Gördüğü kız da cidden güzeldi.
Didişmeler, silâh sesleri ve türlü zahmetler sinirlerini gevşetmişti. Bütün bunlara beraber genç bir kızın onu aldatacağını, cephe aleyhine istifâde etmek istediğini tahmin edememişti.
Hem de bu insanlardan böyle bir hareket nasıl beklenebilirdi? Mensup olduğu devlet onlara bol toprak vermiş, zengin ve müreffeh olmalarına yardım etmişti.
Asil bir Türk çocuğu bu kadar âlicenap bir himaye ve nimete kahpece küfran edileceğini elbette havsalasına sığdıramazdı. Bilhassa kendilerine bunlar hakkında bîr ihtarda bulunan da olmamıştı.
Suzy'ye gelince, O'nun tavırlarındaki masumiyetle tabiatın kendisine bahşettiği müstesna güzelliği görenler bu mahlûkun âdi ve hâin bir casus olduğunu asla akıllarına getiremezlerdi.
Fakat bu evvelden yetiştirilmiş müthiş bir yahudi casusu idi...
* * *
Tâlim alayı yetiştirdiği askeri cepheye göndermekte ve yerine yeni acemiler almakta idi. Adnan böyle bir kafileyi ordu karargâhına götürmüştü, gece geç vakit alay kararghahına götürmüştü. Gece geç vakit alay karargâhına döndüğü zaman köyde ışıklar sönmüş, kırlar ve evler hazin bir loşluk içine gömülmüşlerdi. Adnan köyden geçerken ortalığın derin sessizliğini kendi hayvanının nal seslerile ihlâl ediyordu.
Otuz dokuz numaralı evin önünden geçerken atını, gayrî ihiyari yavaşlattı ve kalbinin heyecanla çarptığını hissetti.
Evin sokak üstündeki balkonlu odasında bir petrol lâmbasının hafif ışığı fark ediliyordu. Bir hiss-i kablelvuku (ön sezi) genç zabitin içini sardığı şu dakikada odada kısık bir halde yanan lâmbanın ışığı büyüdü ve yahudi dilberi peri kızları gibi beyaz bir gecelikle pencerenin önünde belirdi. Bu manzara genci büsbütün baştan çıkardı.
Gördüğü şey bir kadından ziyade müthiş, güzelliklere bürünmüş, uhrevi bir hayalete benziyordu. Atını durdurdu ve yüzünü kıza doğru çevirdi.
“— Adnan bey, Adnan Bey", diye bir fısıltının kulaklarına ulaştığını hissetti. Kalb çarpıntısını artırdı.
Suzy balkonun parmaklığından yere atlamış ve bahçenin parmaklığına yaklaşmıştı.
Yavaş yavaş konuşmaya başladılar.
“— Günlerden beri hiç gözükmedin Suzy.”
“— Babamdan müsaîd bir vakit bulamadım.”
“— Peki benim bu saatte buradan geçeceğimi nasıl tahmin ettin, henüz uyumadın mı?"
"— Yalnız bu gece değil, bütün gecelerim hep böyle uykusuz, hep böyle bekleme içinde geçiyor."
"— Kırlara niçin çıkmadın?"
"— Annemle babam peşimi bırakmadılar..."
Bu görüşme çocuğu bütün bütün kavurdu. Ve casus kızın cazibesine biraz daha esir etti.
"— Ya şimdi baban ve annen seni burada görürlerse?"
"— Onlar derin uykuda şimdi..."
Hakikat hiç de öyle değildi. Casus dilberlerinin ebeveyni ve şeriki cürümleri (suç ortakları) değil, biz uykuda idik. Fettan kızın böyle zabitin geçmesini beklemesi ve böyle konuşması hep evvelden tertip edilen bir plânın icabı idi. Bunu temiz ve saf zabit birden farkedemezdi. Hattâ yahudi kızı işi sezdirmemek ve Adnan'a daha ziyade emniyet telkin etmek için.
"— Ben odama gideyim, belki görürler” diye titizlenmeye, telaşlanmaya başladı.
"— Peki bir daha nerede görüşeceğiz?"
"— Yarın ben kırlara çıkacağım. Tâlim meydanına giden yolun vadiye saptığı noktada ve tâlim paydosundan bir saat sonra buluşuruz olmaz mı?"
"— Olur güzelim."
Adnan kızın güzel ellerini bir çok defa öptükten sonra çadırına doğru yollandı. Gece sessizliğini ve karanlık koyuluğunu arttırmıştı. Yalnız nöbetçilerin sesleri duyuluyordu.
"— Kimdir o! Kimdir o!"
* * *
Gece ne kadar da uzamıştı? Kış gecelerinin tabiî uzunluğu bu gün sanki iki misli olmuştu. Sabah olmıyacak zannolunurdu.
Alay yaveri çadırındaki portatif karyolada sabahı edemiyeceğini anlayınca çadırlara dolaşmıya ve serin havada avunmıya başladı.
Bir kaç yerde nöbetçiler kendisine seslendiler:
"— Dur! Kimdir o!"
"— Yabancı yok, alay yaveri."
Bu sözler genç Türke cephe gerisinde bulunduğunu hatırlatan birer ihtar odu.
Çadırına döndü, karyolasına girdi ve sabahı etti.
* * *
Didişmeler, silâh sesleri ve türlü zahmetler sinirlerini gevşetmişti. Bütün bunlara beraber genç bir kızın onu aldatacağını, cephe aleyhine istifâde etmek istediğini tahmin edememişti.
Hem de bu insanlardan böyle bir hareket nasıl beklenebilirdi? Mensup olduğu devlet onlara bol toprak vermiş, zengin ve müreffeh olmalarına yardım etmişti.
Asil bir Türk çocuğu bu kadar âlicenap bir himaye ve nimete kahpece küfran edileceğini elbette havsalasına sığdıramazdı. Bilhassa kendilerine bunlar hakkında bîr ihtarda bulunan da olmamıştı.
Suzy'ye gelince, O'nun tavırlarındaki masumiyetle tabiatın kendisine bahşettiği müstesna güzelliği görenler bu mahlûkun âdi ve hâin bir casus olduğunu asla akıllarına getiremezlerdi.
Fakat bu evvelden yetiştirilmiş müthiş bir yahudi casusu idi...
* * *
Tâlim alayı yetiştirdiği askeri cepheye göndermekte ve yerine yeni acemiler almakta idi. Adnan böyle bir kafileyi ordu karargâhına götürmüştü, gece geç vakit alay kararghahına götürmüştü. Gece geç vakit alay karargâhına döndüğü zaman köyde ışıklar sönmüş, kırlar ve evler hazin bir loşluk içine gömülmüşlerdi. Adnan köyden geçerken ortalığın derin sessizliğini kendi hayvanının nal seslerile ihlâl ediyordu.
Otuz dokuz numaralı evin önünden geçerken atını, gayrî ihiyari yavaşlattı ve kalbinin heyecanla çarptığını hissetti.
Evin sokak üstündeki balkonlu odasında bir petrol lâmbasının hafif ışığı fark ediliyordu. Bir hiss-i kablelvuku (ön sezi) genç zabitin içini sardığı şu dakikada odada kısık bir halde yanan lâmbanın ışığı büyüdü ve yahudi dilberi peri kızları gibi beyaz bir gecelikle pencerenin önünde belirdi. Bu manzara genci büsbütün baştan çıkardı.
Gördüğü şey bir kadından ziyade müthiş, güzelliklere bürünmüş, uhrevi bir hayalete benziyordu. Atını durdurdu ve yüzünü kıza doğru çevirdi.
“— Adnan bey, Adnan Bey", diye bir fısıltının kulaklarına ulaştığını hissetti. Kalb çarpıntısını artırdı.
Suzy balkonun parmaklığından yere atlamış ve bahçenin parmaklığına yaklaşmıştı.
Yavaş yavaş konuşmaya başladılar.
“— Günlerden beri hiç gözükmedin Suzy.”
“— Babamdan müsaîd bir vakit bulamadım.”
“— Peki benim bu saatte buradan geçeceğimi nasıl tahmin ettin, henüz uyumadın mı?"
"— Yalnız bu gece değil, bütün gecelerim hep böyle uykusuz, hep böyle bekleme içinde geçiyor."
"— Kırlara niçin çıkmadın?"
"— Annemle babam peşimi bırakmadılar..."
Bu görüşme çocuğu bütün bütün kavurdu. Ve casus kızın cazibesine biraz daha esir etti.
"— Ya şimdi baban ve annen seni burada görürlerse?"
"— Onlar derin uykuda şimdi..."
Hakikat hiç de öyle değildi. Casus dilberlerinin ebeveyni ve şeriki cürümleri (suç ortakları) değil, biz uykuda idik. Fettan kızın böyle zabitin geçmesini beklemesi ve böyle konuşması hep evvelden tertip edilen bir plânın icabı idi. Bunu temiz ve saf zabit birden farkedemezdi. Hattâ yahudi kızı işi sezdirmemek ve Adnan'a daha ziyade emniyet telkin etmek için.
"— Ben odama gideyim, belki görürler” diye titizlenmeye, telaşlanmaya başladı.
"— Peki bir daha nerede görüşeceğiz?"
"— Yarın ben kırlara çıkacağım. Tâlim meydanına giden yolun vadiye saptığı noktada ve tâlim paydosundan bir saat sonra buluşuruz olmaz mı?"
"— Olur güzelim."
Adnan kızın güzel ellerini bir çok defa öptükten sonra çadırına doğru yollandı. Gece sessizliğini ve karanlık koyuluğunu arttırmıştı. Yalnız nöbetçilerin sesleri duyuluyordu.
"— Kimdir o! Kimdir o!"
* * *
Gece ne kadar da uzamıştı? Kış gecelerinin tabiî uzunluğu bu gün sanki iki misli olmuştu. Sabah olmıyacak zannolunurdu.
Alay yaveri çadırındaki portatif karyolada sabahı edemiyeceğini anlayınca çadırlara dolaşmıya ve serin havada avunmıya başladı.
Bir kaç yerde nöbetçiler kendisine seslendiler:
"— Dur! Kimdir o!"
"— Yabancı yok, alay yaveri."
Bu sözler genç Türke cephe gerisinde bulunduğunu hatırlatan birer ihtar odu.
Çadırına döndü, karyolasına girdi ve sabahı etti.
* * *
Casus Suzy Liberman
- ÖNSÖZ
- SÖZ BASI
- I - Casus Şebekesi
- Çöller ve Filistin topraklari
- Alay yaveri Adnan Bey
- Suzy ve Adnan
- Agac Altinda Bulusma
- Köyün Kahvehanesi
- Rüya âleminin tatli hülyalari
- Gaflet ve Misafirperverlik(!)
- Casuslar Is Basinda
- Pusu ve Gercekler
- Casuslarin Son Dakikari
- II - Hatıra Defteri
- Polonya'da Liseli Yahudi Kizi
- Hareketlilik Izleri
- Göç Planlari
- Israil'e Dogru Yolculuk
- Israil'in fedakâr kizlari!
- Casusluk Teskilatina Giris
- Dünya Savasi Kivilcimlari
- Türk Askeri Filistinde
- Muhterem Okuyucu..
- David'in Saltanati!
- Savas Kizisiyor
- Türk'ün Basarilari ve Hainler
- Dipnotlarlar