Dünya Savasi Kivilcimlari
Haziran... Ekinler biçildi, bağlar olgunlaştı. Bademler toplanmağa hazırlanıyor. Fakat ne kadar sıcak var, ne kadar!.. Köyün bütün delikanlıları ve kızları tarlada. Beni bundan bağışladılar. Beni yarın için saklıyorlar. Bu yarında ne var acaba? Bu yarınlar ne doğuracak ki?.. Her halde benim bilmediğim berşeyler var, bu muhakkak. Gün doğmadan bakalım neler doğacak...
Bu cumartesi, tek atlı bir fayton beni aldı Câuna'ya götürdü, ne büyük ne güzel köy, ne kadar da zengin... Roçild'in vekili ve idare adamlarımız hep burada!.. Burası sanki müstakil bir teşkilât merkezi!.. Köyün genç kızları beni karşıladılar, köylerini gezdirdiler. Varşova'da bile emsali az güzel bakkal dükkânlarını ve mükemmel bir de eczâhânesi var bu köyün. Doktoru da var. Mükellef bir villânın mükemmel bir odasında köy hahamı, Roçild'in vekili, Hayfâdan, Yafa'dan gelmiş seçkin insanlar birer koltuğa kurulmuşlar. Bana da yer gösterdiler, saygı da gösterdiler ve bir yere oturdum. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı ve köy hahamı doktor Levi şu duayı okudu:
Rab Sinada geldi
Ve onlara Seirden doğdu,
Paran dağından parladı,
Ve mukaddeslerin on binleri
İçinden geldi;
Onlar için sağında ateşli ferman vardı.
Gerçek, sıbtları sever,
Bütün mukaddesleri senin elindedir;
Ve onlar senin ayağının yanında oturdular;
Herbiri senin gözlerinden alacaktır.
Yakup cemaati için miras olarak,
Musa bize bir şeriat amretti.
Ve İsrailin bütün sıptları birlikte olarak,
Kavmin başları toplandığı zaman,
Yeşurunda o kiralat.
Bu duayı bitirir bitirmez yüzü sapsarı kesilmiş doktor Levi, gür sesiyle şunları ilâve etti:
Bugün burada kavmimizin başları siz sayılırsınız. Siz; doğacak güneşin ilk lamblarısınız. İsrail'in kurtuluş güneşi Sahyun Dağı'nın tepelerinde altın sırmalı tellerini Yeryüzü'ne yaymak üzere!.. Dünya, din ve ırk ayırmaksızın bütün goyîmleri mahvedecek bir kıyametin arefesindedir.[8] Bu kıyamet Kürre-i Arz'da yaşayan bütün insanları içine alacak, evleri yıkayacak, ocakları söndürecek, mağrur kafaları ezecek, ortalığı kül edecek, yeryüzü bir enkaz yığını haline gelecek ve bu enkazın ortasından yeni, taze ve canlı İsrail Devleti doğacak!.. Tevrat'ın müjdelediği Talmud'un haber verdiği Şulhan Aruh'un tefsir ettiği büyük, kudretli, şevketli ve azametli İsrail devleti...
Bu gayeye çabuk ulaşmamız, bu adanmış topraklarda Allah tarafından bize mev'ud istiklâl ve saadete bir an evvel ulaşabilmemiz için her birinize büyük vazifeler düşüyor. Bunu sizlere daha evvel tebliğ etmiş bulunuyorlar. Biz bugün burada: Günün yaklaşmakta olduğunu sizlere bildirmek için toplandık. Yehova cümlemizin yardımcısı olsun!
Bundan sonra Roçild'in vekili hepimizle teker teker alâkadar oldu, isimlerimizi sordu ve biz ona kısaca haltercümemizi anlattık. Yüzümü okşadı ve beni sofraya yanma oturtarak iltifatlarda bulundu.
“— Sarah ile görüştün değil mi? O büyük kadındır. Israilin ümidi ve yıldızıdır. Ona hizmet etmeğe ve faydalı olmağa çalış güzel kızım."
* * *
Muhakkak ki; büyük bir vazife yüklenmiş bulunuyorum. Bu, o kadar büyük ve kudsî bir vazifeki; bana cümle cümle, teker teker söylüyorlar. Elbette ki birşeyler anlıyorum, ama hepsi o kadar mı bilmiyorum. Yarınlar, hâdiseler herşeyi açıklayacak bize... Bizi Gettolardan, Pogromlardan, hakaretlerden, kırbaçlardan kurtarıp bu hür ve mes'ud hayata kavuşturanların elbette bir bildikleri var. Onlara inanmak, onların sözünden dışarı çıkmamak yapacağım tek şey.
Köyümüze döndük. Herkesi ümit ve neşe içinde buldum. Normal bir hayat sürüyoruz. Anbarlarımız erzakla, kuru üzümle ve bademle dolu. Yafa'daki bankada paramız var. Sıkıntı ve yokluk nedir unuttuk. Gerçi tarlalarda ve Güneş'in altında çalışmak zor fakat kazançlı!.. Düşmanlarımız: “Saban tutmayan ellerde asalet yoktur" derler. İşte şimdi sapan da, orak da, çapa da tutuyoruz, sanki bunlar mı bize asalet veriyor? Bu da çok sürmeyecek!.. Biz fizikî kuvvetlerle kol ve bacak güciyle değil, eşsiz zekâlarımızla Dünya'nın efendisi olacağız. Fellahlar Güneş altında köle gibi, esir gibi, ecir gibi çalışacak ve biz onların sırtından geçineceğiz. Ama bugün topraktan aldığımız mahsullerin bir kışımın anbarlarımıza, bir kısmını pazarlara sevkedip para kazanmak da doğrusu tatlı şey. Varşova'da ve Karakoy'da, loş dükkânımızda, bir pis gayri yahudinin elinden eşyasını ucuz almak ve yahud değerlerini bir türlü takdir edemedikleri eşyayı, antika diye budalalara yutturmak... Ne yalan söyleyeyim öteden beri benim hoşuma gitmiyordu. Bir de şunu düşünüyorum: Aç sinekler gibi banka kapılarına üşüşüp para ve kredi dilenen kaba insanlara yaptığımız tahakküm ve büyük fabrikalarda çalıştırdığımız onbinlerce işçiden ehramlarda harcadığımız emek ve çektiğimiz işkencelerin acısını çıkarmak duygusu insana ne büyük gurur ve teselli veriyor.
Babam diyor ki; Amerika'daki bütün silâh fabrikalarının sahipleri yahudilermiş. Dünya'nın servetini bu yoldan hazinelerimize çekmek ve yaptığımız silâhlarla goyimleri birbirine kırdırmak!.. Neye gözyaşı döküyoruz? İntikamımız bol bol alınmış bizim. Şimdi geriye David'in bayrağının dalgalandığını görmek kaldı. O da olacak!.. Biz bu davanın öncüleri değil miyiz?
Haftanın her çarşamba günü Cauna'dan gelen doktor haham bizleri köyün gazinosunda topluyor ve bize Talmut'dan parçalar okuyor. Ne derin manalar var bu Talmut'da.. Doktor tefsirini de yapıyor, mest oluyoruz. Ezberlediğimiz parçalar var, meselâ şunlar:
"Yalnız İsrail oğulları insandır, diğerleri değildir."
"Yahudi olmayanlar murdardır. Bunların pis ellerinin dokunduğu her şey mekruhtur."
"Eğer bir gayri yahudinin Öküzü, bir yahudinin öküzünü boymızlayıp yaralarsa, yahudi olmayan ceza görmelidir. Şayet bir yahudinin öküzü, yahudi olmayan bir ken'âninin öküzünü yaralarsa, ceza mevzuubahis değildir."
Bunun gibi nice hikmetleri tekrar tekrar okuyup hafızalarımıza nakşediyorlar.
İçimden bir ses yükseliyor, vicdanın sesidir belki bu! Diyor ki: Acaba bu kadar sert hükümler ve haksız kararlarını biz yahudileri insanların gözünden düşürmüş, herkesi bizden uzaklaştırmış, Cihan'ın nefret ve istikrahını üzerimize toplamış. Evet; zulüm, işkence, katliam, hakaret bunların hepsi bize bir hak verir, verir ama acaba ilk başlayan kim? Biz mi, onlar mı? Aman yarabbi ne içinden çıkılmaz muamma bu?"
Ey Adonay sana tövbe etmeliyim. Ruhumda fırtınalar kopuyor, istifhamlar düğümleniyor. Hangi tahsil, hangi bilgi, hangi görgü ile bunları çözeyim. Acizim, acz içindeyim. Bir hakikat nuruna, bir hakikat ışığına o kadar muhtacım ki!..
Kudüs'e gidip gelmek, Cauna'da toplanmak Ezra'nın vaizleri, ırkdaşlarımın göz yaşlan, feryat ve figanlar, asırlardır bitmeyen şikâyet ve ıztırab!.. Bütün bunların son tesellisi istiklâl ve yeni bir devletin doğuşu Öyle mi? Belki!
Babam bugünlerde kendisini adeta Musa'nın azizi, müridi gibi telâkki ediyor, ondaki vecit ve heyecan ne? Fakat Polonya'da iken, derin uykumda karyolamın başında gördüğüm hayalet ne idi? Hayvani şehvetini kendi öz kızının üzerinde teskine yeltenen kudurmuş bir insana baba demek kadar bir insan için talihsizlik tasavvur edilebilir mi?
Evet gencim ve güzelim. Ayna gibi bir dostum var, kendimi görüyorum ben!.. Aşka, sevgiye o kadar muhtacım ki!.. Ama bunları ben, kendi tabii haklarım için değil de aklımın ermediği büyük idealler için kullanacakmışım. Belki onlar haklı, belki ben?.. Kafamı kurcalayan bir nokta var: Bu oyun elbetteki bugün, burada ve benimle başlamıyor. Bin yıl, iki bin yıl ve belki daha bir çok bin yıllar!..
Günahım varsa sen bağışla, büyük Yehova! İradem sarsılmış, mantıkim kaybolmuş benim...
15 Temmuz 1914
Köyün bir çok erkekleri ve babam sabah erkenden çiftliğe gittiler. Köy kadınlarında göze çarpan bir telâş var. Seviniyorlar mı, korkuyorlar mı belli değil. Belli olan saklanması güç bir heyecan dalgasının köyümüzü sarmış olmasıdır. Açıkgöz komşumuz madam Röbekâ telâşlı, telâşlı birşeyler anlatıyor, kapı kapı geziyor ve yorulmadan, heyecanlı heyecanlı adeta kendinden geçmiş gibi şunları tekrarlıyordu:
“- Yangın başlıyor. Alevleri Dünya'yı saracak ve Dünya'yı kül edecek! Şimdi goyimler yahudi fabrikalarının imal ettikleri silâhlarla birbirlerinin öldürerek, milyonlarca yuva yıkılacak, milyonlarca insan cesedi ve enkaz haline gelmiş bir Dünya'nm harebeleri ortasından İsrailin Devleti, David'in saltanatı, Salomon'un haşmeti doğacak! O zaman biz, Dünyanın tek efendisi, tek hakimi olacağız. Titüs'ün de Babil'in de acısını çıkaracak, intikamımızı alacağız.
Yehova bize ne diyor?
Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Allah'ın Yehova ben'im.
Şimdi bizi bu barbar Türkler'in, müfrit Araplar'ın, hâin Avrupalı'nın da elinden kurtaracak. Büyük haham Rabinoviç ne demişti:
Gün geliyor, Israel yakında kurtulacak ve Dünyanın efendisi olacaktı!.. Evet; Yeryüzünde bir kıyametin kopacağını ve goyimlerin birbirlerinin boğazına sarılıp, kendi kendilerini yok edecekleri günün yaklaştığını ihtiyarlarımız tekrar edip duruyorlardı. Bakınız ne kadar doğru imiş...
Röbeka ev ev dolaşıyor ve bu hitabeyi tekrarlıyordu. Bende müdhiş heyecanlandım. Muhakkak ki; birşeyler oluyor. Obur, haris, alçak Avrupa yerinden oynuyor. Yamyamlar gibi, kudurmuş köpekler gibi birbirlerini yiyecekler. Demek ki İsrail'in ahi tuttu. Oh olsun alçaklara!..
Babam ve arkadaşları çiflikten döndüler. Hepsi heyecanlı idi. Yüzlerindeki manayı doğrusu iyi okuyamadım. Meyus mu idiler, yoksa memnun mu?
Akşam yemekten sonra babam bize şunları söyledi:
"— Avrupa'da yangın başladı. Kıvılcımlar buralara kadar sirayet edebilir. Şimdilik bir şey gözükmüyor. Fakat, bu Dünyayı saracak ateşi, biz İsrail oğulları yaktık ve alevledik. Bu yangının bütün Dünyayı insanlarıyla beraber kül etmesini istiyoruz. Ancak o zaman bizim için tam kurtuluş olacak..."
Bütün bu söylentiler bütün olaylar, bütün bu iç yüzünü bir türlü kavrayamadığım muammalar ve yarınlar... Hele yarınlar, hele yarınlar!
Gece yatakta yarı uyku, yarı rüya, yarı uyanık, hep birbirine girift hisler, tahminler, ihtimaller ve birazda kâbuslar içinde geçti. Sabahı bekliyorum, güneşi bekliyorum. Hem ortalık aydınlansın, hem de ruhlarımız...
Bu cumartesi, tek atlı bir fayton beni aldı Câuna'ya götürdü, ne büyük ne güzel köy, ne kadar da zengin... Roçild'in vekili ve idare adamlarımız hep burada!.. Burası sanki müstakil bir teşkilât merkezi!.. Köyün genç kızları beni karşıladılar, köylerini gezdirdiler. Varşova'da bile emsali az güzel bakkal dükkânlarını ve mükemmel bir de eczâhânesi var bu köyün. Doktoru da var. Mükellef bir villânın mükemmel bir odasında köy hahamı, Roçild'in vekili, Hayfâdan, Yafa'dan gelmiş seçkin insanlar birer koltuğa kurulmuşlar. Bana da yer gösterdiler, saygı da gösterdiler ve bir yere oturdum. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı ve köy hahamı doktor Levi şu duayı okudu:
Rab Sinada geldi
Ve onlara Seirden doğdu,
Paran dağından parladı,
Ve mukaddeslerin on binleri
İçinden geldi;
Onlar için sağında ateşli ferman vardı.
Gerçek, sıbtları sever,
Bütün mukaddesleri senin elindedir;
Ve onlar senin ayağının yanında oturdular;
Herbiri senin gözlerinden alacaktır.
Yakup cemaati için miras olarak,
Musa bize bir şeriat amretti.
Ve İsrailin bütün sıptları birlikte olarak,
Kavmin başları toplandığı zaman,
Yeşurunda o kiralat.
Bu duayı bitirir bitirmez yüzü sapsarı kesilmiş doktor Levi, gür sesiyle şunları ilâve etti:
Bugün burada kavmimizin başları siz sayılırsınız. Siz; doğacak güneşin ilk lamblarısınız. İsrail'in kurtuluş güneşi Sahyun Dağı'nın tepelerinde altın sırmalı tellerini Yeryüzü'ne yaymak üzere!.. Dünya, din ve ırk ayırmaksızın bütün goyîmleri mahvedecek bir kıyametin arefesindedir.[8] Bu kıyamet Kürre-i Arz'da yaşayan bütün insanları içine alacak, evleri yıkayacak, ocakları söndürecek, mağrur kafaları ezecek, ortalığı kül edecek, yeryüzü bir enkaz yığını haline gelecek ve bu enkazın ortasından yeni, taze ve canlı İsrail Devleti doğacak!.. Tevrat'ın müjdelediği Talmud'un haber verdiği Şulhan Aruh'un tefsir ettiği büyük, kudretli, şevketli ve azametli İsrail devleti...
Bu gayeye çabuk ulaşmamız, bu adanmış topraklarda Allah tarafından bize mev'ud istiklâl ve saadete bir an evvel ulaşabilmemiz için her birinize büyük vazifeler düşüyor. Bunu sizlere daha evvel tebliğ etmiş bulunuyorlar. Biz bugün burada: Günün yaklaşmakta olduğunu sizlere bildirmek için toplandık. Yehova cümlemizin yardımcısı olsun!
Bundan sonra Roçild'in vekili hepimizle teker teker alâkadar oldu, isimlerimizi sordu ve biz ona kısaca haltercümemizi anlattık. Yüzümü okşadı ve beni sofraya yanma oturtarak iltifatlarda bulundu.
“— Sarah ile görüştün değil mi? O büyük kadındır. Israilin ümidi ve yıldızıdır. Ona hizmet etmeğe ve faydalı olmağa çalış güzel kızım."
* * *
Muhakkak ki; büyük bir vazife yüklenmiş bulunuyorum. Bu, o kadar büyük ve kudsî bir vazifeki; bana cümle cümle, teker teker söylüyorlar. Elbette ki birşeyler anlıyorum, ama hepsi o kadar mı bilmiyorum. Yarınlar, hâdiseler herşeyi açıklayacak bize... Bizi Gettolardan, Pogromlardan, hakaretlerden, kırbaçlardan kurtarıp bu hür ve mes'ud hayata kavuşturanların elbette bir bildikleri var. Onlara inanmak, onların sözünden dışarı çıkmamak yapacağım tek şey.
Köyümüze döndük. Herkesi ümit ve neşe içinde buldum. Normal bir hayat sürüyoruz. Anbarlarımız erzakla, kuru üzümle ve bademle dolu. Yafa'daki bankada paramız var. Sıkıntı ve yokluk nedir unuttuk. Gerçi tarlalarda ve Güneş'in altında çalışmak zor fakat kazançlı!.. Düşmanlarımız: “Saban tutmayan ellerde asalet yoktur" derler. İşte şimdi sapan da, orak da, çapa da tutuyoruz, sanki bunlar mı bize asalet veriyor? Bu da çok sürmeyecek!.. Biz fizikî kuvvetlerle kol ve bacak güciyle değil, eşsiz zekâlarımızla Dünya'nın efendisi olacağız. Fellahlar Güneş altında köle gibi, esir gibi, ecir gibi çalışacak ve biz onların sırtından geçineceğiz. Ama bugün topraktan aldığımız mahsullerin bir kışımın anbarlarımıza, bir kısmını pazarlara sevkedip para kazanmak da doğrusu tatlı şey. Varşova'da ve Karakoy'da, loş dükkânımızda, bir pis gayri yahudinin elinden eşyasını ucuz almak ve yahud değerlerini bir türlü takdir edemedikleri eşyayı, antika diye budalalara yutturmak... Ne yalan söyleyeyim öteden beri benim hoşuma gitmiyordu. Bir de şunu düşünüyorum: Aç sinekler gibi banka kapılarına üşüşüp para ve kredi dilenen kaba insanlara yaptığımız tahakküm ve büyük fabrikalarda çalıştırdığımız onbinlerce işçiden ehramlarda harcadığımız emek ve çektiğimiz işkencelerin acısını çıkarmak duygusu insana ne büyük gurur ve teselli veriyor.
Babam diyor ki; Amerika'daki bütün silâh fabrikalarının sahipleri yahudilermiş. Dünya'nın servetini bu yoldan hazinelerimize çekmek ve yaptığımız silâhlarla goyimleri birbirine kırdırmak!.. Neye gözyaşı döküyoruz? İntikamımız bol bol alınmış bizim. Şimdi geriye David'in bayrağının dalgalandığını görmek kaldı. O da olacak!.. Biz bu davanın öncüleri değil miyiz?
Haftanın her çarşamba günü Cauna'dan gelen doktor haham bizleri köyün gazinosunda topluyor ve bize Talmut'dan parçalar okuyor. Ne derin manalar var bu Talmut'da.. Doktor tefsirini de yapıyor, mest oluyoruz. Ezberlediğimiz parçalar var, meselâ şunlar:
"Yalnız İsrail oğulları insandır, diğerleri değildir."
"Yahudi olmayanlar murdardır. Bunların pis ellerinin dokunduğu her şey mekruhtur."
"Eğer bir gayri yahudinin Öküzü, bir yahudinin öküzünü boymızlayıp yaralarsa, yahudi olmayan ceza görmelidir. Şayet bir yahudinin öküzü, yahudi olmayan bir ken'âninin öküzünü yaralarsa, ceza mevzuubahis değildir."
Bunun gibi nice hikmetleri tekrar tekrar okuyup hafızalarımıza nakşediyorlar.
İçimden bir ses yükseliyor, vicdanın sesidir belki bu! Diyor ki: Acaba bu kadar sert hükümler ve haksız kararlarını biz yahudileri insanların gözünden düşürmüş, herkesi bizden uzaklaştırmış, Cihan'ın nefret ve istikrahını üzerimize toplamış. Evet; zulüm, işkence, katliam, hakaret bunların hepsi bize bir hak verir, verir ama acaba ilk başlayan kim? Biz mi, onlar mı? Aman yarabbi ne içinden çıkılmaz muamma bu?"
Ey Adonay sana tövbe etmeliyim. Ruhumda fırtınalar kopuyor, istifhamlar düğümleniyor. Hangi tahsil, hangi bilgi, hangi görgü ile bunları çözeyim. Acizim, acz içindeyim. Bir hakikat nuruna, bir hakikat ışığına o kadar muhtacım ki!..
Kudüs'e gidip gelmek, Cauna'da toplanmak Ezra'nın vaizleri, ırkdaşlarımın göz yaşlan, feryat ve figanlar, asırlardır bitmeyen şikâyet ve ıztırab!.. Bütün bunların son tesellisi istiklâl ve yeni bir devletin doğuşu Öyle mi? Belki!
Babam bugünlerde kendisini adeta Musa'nın azizi, müridi gibi telâkki ediyor, ondaki vecit ve heyecan ne? Fakat Polonya'da iken, derin uykumda karyolamın başında gördüğüm hayalet ne idi? Hayvani şehvetini kendi öz kızının üzerinde teskine yeltenen kudurmuş bir insana baba demek kadar bir insan için talihsizlik tasavvur edilebilir mi?
Evet gencim ve güzelim. Ayna gibi bir dostum var, kendimi görüyorum ben!.. Aşka, sevgiye o kadar muhtacım ki!.. Ama bunları ben, kendi tabii haklarım için değil de aklımın ermediği büyük idealler için kullanacakmışım. Belki onlar haklı, belki ben?.. Kafamı kurcalayan bir nokta var: Bu oyun elbetteki bugün, burada ve benimle başlamıyor. Bin yıl, iki bin yıl ve belki daha bir çok bin yıllar!..
Günahım varsa sen bağışla, büyük Yehova! İradem sarsılmış, mantıkim kaybolmuş benim...
15 Temmuz 1914
Köyün bir çok erkekleri ve babam sabah erkenden çiftliğe gittiler. Köy kadınlarında göze çarpan bir telâş var. Seviniyorlar mı, korkuyorlar mı belli değil. Belli olan saklanması güç bir heyecan dalgasının köyümüzü sarmış olmasıdır. Açıkgöz komşumuz madam Röbekâ telâşlı, telâşlı birşeyler anlatıyor, kapı kapı geziyor ve yorulmadan, heyecanlı heyecanlı adeta kendinden geçmiş gibi şunları tekrarlıyordu:
“- Yangın başlıyor. Alevleri Dünya'yı saracak ve Dünya'yı kül edecek! Şimdi goyimler yahudi fabrikalarının imal ettikleri silâhlarla birbirlerinin öldürerek, milyonlarca yuva yıkılacak, milyonlarca insan cesedi ve enkaz haline gelmiş bir Dünya'nm harebeleri ortasından İsrailin Devleti, David'in saltanatı, Salomon'un haşmeti doğacak! O zaman biz, Dünyanın tek efendisi, tek hakimi olacağız. Titüs'ün de Babil'in de acısını çıkaracak, intikamımızı alacağız.
Yehova bize ne diyor?
Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Allah'ın Yehova ben'im.
Şimdi bizi bu barbar Türkler'in, müfrit Araplar'ın, hâin Avrupalı'nın da elinden kurtaracak. Büyük haham Rabinoviç ne demişti:
Gün geliyor, Israel yakında kurtulacak ve Dünyanın efendisi olacaktı!.. Evet; Yeryüzünde bir kıyametin kopacağını ve goyimlerin birbirlerinin boğazına sarılıp, kendi kendilerini yok edecekleri günün yaklaştığını ihtiyarlarımız tekrar edip duruyorlardı. Bakınız ne kadar doğru imiş...
Röbeka ev ev dolaşıyor ve bu hitabeyi tekrarlıyordu. Bende müdhiş heyecanlandım. Muhakkak ki; birşeyler oluyor. Obur, haris, alçak Avrupa yerinden oynuyor. Yamyamlar gibi, kudurmuş köpekler gibi birbirlerini yiyecekler. Demek ki İsrail'in ahi tuttu. Oh olsun alçaklara!..
Babam ve arkadaşları çiflikten döndüler. Hepsi heyecanlı idi. Yüzlerindeki manayı doğrusu iyi okuyamadım. Meyus mu idiler, yoksa memnun mu?
Akşam yemekten sonra babam bize şunları söyledi:
"— Avrupa'da yangın başladı. Kıvılcımlar buralara kadar sirayet edebilir. Şimdilik bir şey gözükmüyor. Fakat, bu Dünyayı saracak ateşi, biz İsrail oğulları yaktık ve alevledik. Bu yangının bütün Dünyayı insanlarıyla beraber kül etmesini istiyoruz. Ancak o zaman bizim için tam kurtuluş olacak..."
Bütün bu söylentiler bütün olaylar, bütün bu iç yüzünü bir türlü kavrayamadığım muammalar ve yarınlar... Hele yarınlar, hele yarınlar!
Gece yatakta yarı uyku, yarı rüya, yarı uyanık, hep birbirine girift hisler, tahminler, ihtimaller ve birazda kâbuslar içinde geçti. Sabahı bekliyorum, güneşi bekliyorum. Hem ortalık aydınlansın, hem de ruhlarımız...
Casus Suzy Liberman
- ÖNSÖZ
- SÖZ BASI
- I - Casus Şebekesi
- Çöller ve Filistin topraklari
- Alay yaveri Adnan Bey
- Suzy ve Adnan
- Agac Altinda Bulusma
- Köyün Kahvehanesi
- Rüya âleminin tatli hülyalari
- Gaflet ve Misafirperverlik(!)
- Casuslar Is Basinda
- Pusu ve Gercekler
- Casuslarin Son Dakikari
- II - Hatıra Defteri
- Polonya'da Liseli Yahudi Kizi
- Hareketlilik Izleri
- Göç Planlari
- Israil'e Dogru Yolculuk
- Israil'in fedakâr kizlari!
- Casusluk Teskilatina Giris
- Dünya Savasi Kivilcimlari
- Türk Askeri Filistinde
- Muhterem Okuyucu..
- David'in Saltanati!
- Savas Kizisiyor
- Türk'ün Basarilari ve Hainler
- Dipnotlarlar