Casuslar Is Basinda

Adnan yorgun bir uykudan gözünü açtığı zaman saat dördü geçiyordu. Suzy uyku mahmurluğunun bütün güzeliği ve beyaz geceliğinin lâhuti letafetiyle başı ucunda yüzünü ve saçlarını okşamakta idi.

"— Sabah oluyor Adnan, çadırlara gitmelisin."

Delikanlı çevik bir hareketle karyoladan fırladı. Sevgilisi­nin yüzünü gözünü aksadı ve giyinmeye başladı. Çabucak hazırlandı acele vedalaştı.

"— Suzy allaha ısmarladık. Yine görüşelim."

"— Güle güle Adnan. Yarın yine beklerim."

"—Yarın akşam gelemem. Fakat akşam talimi bittikten sonra, seni kırda vadi içindeki top ağacın altında beklerim."

"— Güle güle sevgilim..."

Alay yaveri çadırına döndüğü zaman alay karargâhında faaliyet yeni başlamıştı. Sabahın alaca aydınlığı çadırlara ak­setmiş, nöbetçiler değişmekte, uykudan kalkmış olan asker sabah temizliğini yapmakta idi. Genç zabit geceyi vazife ba­şında geçirmiş gibi soyundu ve yeni baştan karyolasına uzandı. Biraz daha dinlendi. Yüzünü yıkayıp kendisine çekidüzen verdiği zaman para çantasiyle evrak cüzdanının yerle­rini değiştirmiş olduğunu fark etti.

Ceketinin sağ cebindeki küçük portföyde bulunan annesi­nin ve kardeşlerinin resimleri yerlerini değiştirmiş her za­man muntazam ve sıra ile yerleştirdiği bazı evrakın intizamı­nı kaybetmiş olduğunu gördü, hayret etti. Para çantasındaki paralarını saydı tamamdı ve yerli yerinde idi. O halde, bu karışıklığı neye yükletmeli idi. Genç zabit bu şayanı dikkat nokta üzerinde fazla durmadı, kimbilir sarhoşluk, dedi ve dudak büküp geçti.

Halbuki casus kız, dalgın bir uykuya varan alay yaverinin bütün üstündeki kâğıtları karıştırmış, gözden geçirmişti.

Ertesi akşam, asker tâlimden dönmüş çadırlarda karavana faaliyeti başlamıştı. Adnan günlük vazifesini bitirmiş atına binmiş kırlarda koşuyordu. Top ağacı uzaktan görünce fet­tan hayaleti de seçti. Bu uzaktan görünüşte çok derin bir gü­zellik vardı. Atı dört nala sürdü. Kuvvetli bir cazibenin man­yetizmasına kapılmış gibi idi. Gittikçe bu beyaz gölgeye yak­laştı. Ve nihayet cennetten kaçmış bir peri kızı gözünün önünde canlandı. Onunla karşı karşıya geldi. Birden atından atladı. Beyaz ellere sarıldı ve dudaklardan Öptü, öptü, öptü. Artık hiç bir mümanaat görmüyordu. Birbirlerinin olmuş gi­bi idiler.

"— Nasılsın Suzy?.."

"— İyiyim. Teşekkür ederim. Sen nasılsın Adnan!.."

"— Seni gördüğüm vakitler çok iyiyim Suzy..."

"—Bende öyle."

Konuşmalarını kısa kestiler. Sevişmelerini uzattılar. Ağız­larından ziyade kalbleri ve heyecanlariyle konuşuyorlardı.

İki gencin bu şirin füsun diyarında bu lekesiz berrak sema al­tında bu güzel bahar kokulu tenhalıklarda âşıkdaşlık etmele­rinde görünüşte büyük bir kudsiyet vardı.

Hiç kimse hassaten bütün duyguları kamçılanmış coşkun bir genç, güzel ve körpe bir kızdan ve bu aşk perdesinin ar­kasından bir cinayet ve bir tuzak gizlenmiş olduğunu aklına getiremez, havsalasına sığdıramazdı.

Adnan'ın yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri ateş saçan bir cevvaliyyet içinde yan süzülmüştü. Suzy bu ani fırsatı gani­met bildi: "— Sevgini artık benden esirgemiyeceksin değil mi Ad­nan? Seni her gün görmek istiyorum."

Bu akşam eve gelir misin?

"— Bugün gelemem Suzy. Karargâhta vazifem var. Fakat yarın kolordu karargâhına gidip bazı emirler alacağım, ak­şam dönüşte sana uğrar bir kahveni içerim."

"— O kadar kısa mı Adnan..."

"— Vazifem var Suzy, onu ihmal edemem."

- Tabî... Demek vazifen mühim?.."

"—Elbet..."

"— Cephede bazı hazırlıklardan bahsediliyor, alayınızın bir tarafa gitmesinden ve seni kaybetmekten korkuyorum Adnan."

"— Muharebe hali belli olmaz, hazırlıklar tabiidir."

"— Hangi taraftan bir taarruz ümit edersin?"

"— Onu büyük kumandanlar bilir, alay yaverleri işin bu kadarım bilemez."

"— Orası doğru askerin işi bizi alâkadar etmez, anlamayız da, biz yalnız ordumuzun kazanmasına dua ederiz. Beni ise yalnız sen alâkadar edersin."

Bu sözleri söyliyen casus kızının takındığı masum ve sa­mimî tavrın arkasında gizlenen riya ve hıyanet asla sezilmi­yordu. Oynadığı rolde birinci sınıf sinema aktristleri kadar mahir ve muvaffaktı. Tekrarladı:

"— Demek yarım akşam dönüşte bir kahvemizi içecek ka­dar olsun bizi sevindireceksin..."

"— Geleceğim Suzy..."

Öpüştüler, seviştiler, vedalaştılar ve ayrıldılar...

Bulutlu ve kasvetli bir havada alay yaveri, bütün birlikle­rin emir zabitleri gibi kolordu karargâhından emir almıya gi­diyordu, ingilizlerin büyük cephe üzerinde geniş bir taarruza hazırlandıkları görülmüş, Türk kıtalarına lâzım gelen ter­tibat aldırılmış, takviye kıtaatı celbedilmiş, siperler tahkim edilmişti. Ortalıkta fevkalâdelik görülüyordu. Her İki taraf­tan birinin yapacağı bir taarruz hareketi kat'î neticeler için olacaktı.

İngiliz Ordusu'nun Gazze Cephesi'nde bir mağlûbiyeti Kanala kadar ric'atini icap ettirdiği gibi Türk Ordusu'nun muvaffak olmaması da Gazze-Şeria hattını terk etmesini icap edecekti. Ordular hazırlanmakta, süngüler bilenmekte idî...

Adnan alayına âid mahrem zarfı almış dört nala karargâha dönüyordu. Bu zarf içinde tâlim alayının hangi kı­taata ne kadar yetişmiş asker vereceği ve büyük taarruzda elinde kalacak usta efratla ne gibi vazifeler göreceği tafsüâtiyle yazılmıştı. Her ordu emrinde olduğu gibi dost ve düş­man kıtaata dâir de bir nebze malûmat vardı.

İste bu mühim emirler ve talimatlar alay yaverinin koy­nunda bulunuyordu ve genç zabit atını dörtnala karargâha sürüyordu.

Köyden geçerken sadece 39 numaralı evin önünde durdu. İçeri girmek istemedi. Sözünü yerine getirmek için at üstün­de selâmı kâfi gördü. Fakat bu mümkün mü idi?

Sinirleri gevşeten ve insan azmini zaafa uğratan kadın şeytanlığı ve yahudi fettanlığı bir genci vazifesinden alıkoya­cak kadar müessir oldu. İnsan bir defa kendisini bu akıntıya kaptırmamak idi. O girdaba kapıldıktan sonra kurtulmak mucize kadar zordu.

"— Bir fincan!.. Tek fincan kahvemizi içecek kadar içeri gi­remez misin Adnan!"

"— Giremem Suzy! Bak sözümde durdum, geldim, şimdi isim var. Karargâha yetişmeliyim. Vakit bulursam yine geli­rim."

"— Yalvarırım sana, atını biraz daha terletirsin kaybetti­ğin vakti telâfi edersin, gel, bir kahvemizi iç!... Sade o kadar."

"— Fakat ancak beş dakika Suzy..."

"— Peki öyle olsun..."

Suzy'nin küçük odasına girdiler. İkisi de geçen defa oldu­ğu gibi karyolanın üstüne yan yana oturdular.

"— Haydi Suzy, kahve pişireceksen çabuk getir de geç kalmayayım. Gitmeliyim."

Sahte âşık bu suale cevap vermedi. Adnan'ın omuzundan yakaladı, dudaklarına yapıştı, derin derin, içli içli, doya doya öptü.

"—Biraz daha Adnan; bir parça daha!., sevgime hürmet et!.. Ve yine uzun uzun öpmeler!.. Genç az sonra iki kadeh şarapla odaya döndü.

"— Kahve içecektik ya..."

"— Kahve de içeriz sevgilim, peşin bir kadeh şarap, yor­gunluğunu alır..."

"—Peki Suzy."

Adnan Rişon le Ziyon şarabının lezzetini tatmış ve çok be­ğenmişti. Bir kadeh içerse belki de dinlenir, ferahlanırdı.

"— Şerefine Suzy!.."
"— Şerefinize sevgilim!.."
"— Fakat benim başım çok dönüyor Suzy!.."
"— Biraz oda sıcak, biraz da sen yorgunsun Adnan..."
"— Hayır bildiğin gibi değil... Gayrı tabiî bir şey. Şarap fe­na halde dokundu."
"— Her zaman içtiğimiz şarap!.. Ben de beraber içtim. Bak bende hiçbir şey yok..."
"— Hiç anlamıyorum, hiç!.. Başım çok dönüyor, midem bulamyor, bir ağırlık duyuyorum..."
"— Azıcık karyolaya uzan!.. Başını soğuk su ile yıkayayım birşeyin kalmaz."


Çocuk istemiye istemiye boylu boyunca karyolaya uzan­dı. Casus kız ıslak tülbentlerle gencin başım uğuyor onu uyutmıya çalışıyordu. Adnan sızmıştı. Ona birkaç defa ses­lendi.

"— Adnan!.. Adnan yavrum!.. Adnan!.."

Ses yok. Ceketinin düğmelerini çözdü. Ses yok. Çıkardı, yine ses yok. Adnan efsunlu bir uykuda idi.

İki beyaz ve yumuk el, Türk zabitinin ceketine uzandı ve sarı zarftaki evrakı tomariyle aldı...

Suzy odadan ayrıldı. Birkaç dakika sonra aynı zarfı getirip yerine koydu ve Adnan'ın başı ucuna gelerek elindeki şi­şeyi birkaç defa burnuna götürdü.

"— Adnan, Adnan!.. Kalk yavrum geç kalma işine gitme­lisin..."

Başının sersemliği ve hissedilir derecede ağırlıkla Adnan gözlerini açtı.

"— Çok mu uyudum ben."
"— Hayır yarım saat kadar."

Hemen gitmeliyim, hemen!.. Giyindi. İtiyat şevkiyle göğ­sünü yokladı. Herşey yerli yerinde idi. Başı çok ağrıyordu, fakat münakaşa edecek sıra ve zaman değildi. Bir Allaha ısmarladıkla kendini bahçeye attı. Kızın babası Liberman O'nun atını tutmakta idi. Adnan hayvanına atladı. Karargâha doğru dört nala sürdü...

* * *