HARİKALARI TESBİT VE TEFRİKTE ÖLÇÜ

Harika, âdet kabilinden olan işlere uymayan ve onların zuhura gel-mesindeki kanunların dışında cereyan eden hadiselere denilmektedir. Bu fevkalâdeliği sebebiyle, harikalar ayrı bir tasnife tabi tutulmuş ve değişik isimler verilmiştir.
Harikalar, kendilerinde zuhura gelen şahıslar yönünden bir tasnife tabi tutulacak olursa şöyle sıralandırılabilir:
a) Peygamberlerde zuhura gelen harikalar.
b) Müminlerde görülen harikalar,
c) Kâfirlerde zuhur eden harikalar.
Peygamberlerde müşahede edilen harikulâde işler, nübüvvet vazi-fesi gelmezden önce zuhur etmiş ise irhas; peygamberlik ile mükellef olduktan sonra zuhura gelmiş ise mucize adını alır.
Mucize, "Peygamberlik iddiasında bulunan bir kimseyi, dava-sında doğru çıkarmak için Allah'ın o kimsede (yaratıp) açığa koy-duğu bir iştir" şeklinde tarif edilmektedir. Bu tarifin içinde yer alan "Peygamberlik iddiasında bulunan" ifadesi ile keramet ve meûnet tari-fin dışında kalmış olmaktadır. "Davasında onu doğru çıkarmak için" ta-biriyle de ihanet bu tarifin dışında kalmıştır.
Bu tarif, üzerinde ince düşünüldüğü zaman, mucizenin Allah'ın ya-ratması ile meydana geldiği ve peygamberin kendi işi olmadığı anlaşıl-maktadır.
Müminde zuhur eden harikalar da iki kısma ayrılır. Şöyle ki:


İbadetlere devam edip haramlardan sakınan, içini masivadan tat-hir edip zikrullah ve marifetullah ile tenvir eden; yeme, içme ve uyuma gibi fıtrî ihtiyaçları asgarî hadde indiren ve şüpheli lokmadan uzak du-ran; mekteb-i nür-i nübüvvetten mezun ve ehl-i sünnet yolunda irşada memur bir mürşidin sohbet ve terbiyesi ile tefeyyüz eden keşif ehlinde görülen harikalar keramet adını almaktadır.
Müminde zuhur etmekle beraber, izah edilen şartlara dayanmaksı-zın, darda kalan herhangi bir müminde zuhur eden harikaya maunet adı verilmektedir.
Veliyyullahta görülen keramet haktır ve sabittir. Keramet, dinimizin ulvî mahiyetinin ve Peygamber Efendimiz'e ümmet olmanın bir seme-residir. Velinin iradesi ve Cenâb-ı Hakk'ın yaratması ile tahakkuk saf-hasına çıkmaktadır. Maunette kulun iradesinin dahl-ü tesiri olmaksızın, Allah'ın inayet ve sıyâneti tecelli ederek o harika meydana gelmekte-dir.
Kâfirde zuhur eden harikalar da iki kısma ayrılmaktadır. İman sa-hibi olmayan bir kimsenin iddiasına uygun biçimde zuhura gelmiş ise istidrac; iddiasına ters olarak zuhur etmiş ise ihanet adını alır.
İslâm dini ile ilgisi ve imandan nasibi olmayan kimselerde görüle-cek harikalar, o kimsenin kemâline delil olarak kabul edilemez. Böyle bir şahıs havada uçsa, denizde yürüyüp de suya batmasa, ateşe girip-de yanmasa, onun velâyetine ve kerametine delil olarak gösterilemez. Bu gibi halleri, kuşlarda ve balıklarda müşahede etmek mümkün ol-makta; şeytan da ateşe girip yanmamaktadır. Bu hususta şaşmayan ve şaşırtmayan ölçü, "Kalbte iman ve marifetullah nurlarının yeşerme-sidir".
Bir hind fakirinde görülecek istidrac ile bir veliyyullahın kerameti-ni kanştırmamalıdır, Harikanın fevkalâdeliğine bakmakla yetinmemeli ve kimde müşahade olunduğuna dikkat etmelidir.
İmandan nasibi olmayan bir kimsede davasına aykırı olarak zuhur




eden ihaneti birkaç misalle netleştirmek ve perçinlemek isteriz. Mü-seylimetü'l-Kezzab, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktığı zaman, halkı başına toplamış ve kendilerine mucize göstereceğini söyleyerek elin-deki bir oku etrafındakilere gösterip "Bu oku şu kuyunun içine ataca-ğım. Kuyunun içindeki su, ağzından taşmaya başlayacak" demiş ve elindeki oku atmıştı. Fakat, dediğinin tam aksi bir harika vuku bulmuş ve kuyunun içindeki su da kaybolmuştu.
Bu sahtekâr, düştüğü güç ve gülünç durumdan kurtulmak için, hal-kın arasında bulunan bir gözü kör şahsi yanına çağırarak, "Bu kimse-nin görmeyen gözüne tükrüğümden süreceğim. Gözü derhal açılıp görmeye başlayacak" demiş ve dediğini yapmış. Lâkin dediğinin aksi bir harika zuhura gelmiş, adamın kör gözü açılmak şöyle dursun, sağ-lam gözü de kör olmuş.
Hind fakirlerinde ve bazı sahne gösterileri yapan şahıslarda görü-len ve harikamsı işleri andıran şeyler ya sihirdir veya "şâbeze" adını alan el çabukluğudur. Manyetizma, hipnotizma, fakirizma diye isimlen-dirilen şeyler hep bu kabilden olan ve sahibine manevî bir değer ka-zandırmayan işlerdir.