8.Mütevazi Kimselerin Ahlâkı, Tevazu ile Tekebbür'ün Ortaya Çıktığı Yerler

Kibir kişide, yüzündeki ekşime, bakışındaki sertlik, başını eğmek, yaslanarak veya bağdaş kurarak oturmak gibi hareketlerinden belli olur. Bir de sözlerinde ortaya çıkar. Hatta sesinde ve nağmesinde, îrad ettiği ibarelerde, kullandığı kelimelerde yürüyüşünde, kalkışında, oturuşunda, hareketlerinde görülür. Fiillerinde, hallerinde, sözlerinde ve amellerinde görülür. Mütekebbirlerden bazıları vardır ki kibrin bütün bu türleri onda vardır. Bazıları bir kısmında tekebbür eder, bir kısmında tevazu gösterir. Tekebbür, yani önünde halkın ayağa kalkmasını veya huzurunda el pençe divan durmalarını isteyerek kibirlenmek de bunlardan biridir. Oysa Hz. Ali şöyle demiştir: 'Kim cehennem ehlin-den birine bakmak istiyorsa, kendisi otururken huzurunda elpençe divan duran bir topluluk bulunan bir kimseye baksın!'

Enes (r.a) dedi ki: 'Ashab-ı kirâmın nezdinde Hz. Peygamber'den daha sevimli bir şahıs yoktu. Onlar Hz. Peygamber'i gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı. O huylardan biri de yanında değil, arkasında biri olduğu halde yürümektir.

Ebu Derdâ şöyle demiştir: 'Kul, arkasından biri yürüyüp kendisini takip ettiği müddetçe durmadan Allah'tan uzaklaşır!'

Abdurrahman b. Avf kölelerinden ayırt edilmiyordu. Çünkü görünüşte onlardan farklı değildi.
Bir topluluk Hasan Basrî'nin arkasında yürüdü. Hasan onları böyle yapmaktan menederek şöyle dedi: 'Bu durum, kulun kalbini sağlam bırakmaz!'

Hz. Peygamber (a.s) ashabıyla yürürken onlara önde yürümelerini emreder, kendisi geriden yürürdü. Bunu onlara öğretmek için veya nefsinde şeytanın kibir ve ucub ile yapmış olduğu vesveseleri uzaklaştırmak için yapardı. Nitekim namazın içinde yeni elbiseyi çıkarıp eski elbise ile değiştirdiği gibi... Bunu bu iki mânâdan biri için yapmıştır.

O ahlâklardan biri de kişinin başkasını ziyaret etmemesidir. Her ne kadar ziyaret etmesinden, din hususunda başkasına bir hayır hâsıl olsa da yine yapmaz. Bu durum, tevâzunun zıddıdır.

Süfyan es-Sevrî Remle'ye (Filistin'de bir yer) geldi. İbrahim b. Edhem kendisine haber gönderip: 'Gel de bize hadîs rivayet et' dedi. Bunun üzerine Süfyan es-Sevrî geldi. İbrahim'e 'Ya Ebu İshak! Süfyan es-Sevrî'ye nasıl böyle haber gönderirsin?' denildi. İbrahim, cevaben şöyle dedi: 'Onun tevâzusunu denemek istedim!'

O huylardan biri de, kişinin başkasının yakınına oturmasından kaçınmasıdır. Ancak önünde oturursa buna izin verir. Tevâzu bunun tam zıddıdır.

İbn Vehb60 şöyle anlatıyor: 'Ben Abdülâziz b. Ebî Revvad'ın61 yanına oturdum. Baldırım onun baldırına bitişikti. Kendimi biraz ondan uzaklaştırdım. O benim elbisemden tuttu. Beni kendisine doğru çekti ve şöyle dedi: 'Neden zorbalara yapmadıklarınızı bana yapıyorsunuz? Oysa ben sizin içinizde benden daha şerir bir kimse görmüyorum'.

Enes der ki: 'Medine'nin cariyelerinden herhangi biri Hz. Peygamber'in elinden tutar. O cariye Hz. Peygamber'in elini bırakıp gitmedikçe Hz. Peygamber elini onun elinden çekmezdi'.

O kötü huylardan biri de hasta ve malûllerin meclislerinden uzaklaşmaktır. Bu kibirdendir; zira rivayet edildi ki bir kişi bedininde kabuk tutmuş çiçekler olduğu halde Hz.
Peygamber'in huzuruna girdi. O anda Hz. Peygamber'in yanında yemek yiyen bir grup ashab vardı. Hasta hangisinin yanına oturdu ise, o hastanın yanından kalktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu tam yanına oturttu (ve yedirdi).

Abdullah b. Ömer yemeğinden, cüzzamlı, alacalı veya herhangi bir hastayı uzaklaştırmazdı. Onları mutlaka sofrasında oturturdu.
O huylardan biri de kişinin kendi eliyle evinde birşey yapmamasıdır. Oysa tevazu bunun tam zıddıdır. Rivayet ediliyor ki, Ömer b. Abdulaziz'e birgün misafir geldi. Ömer de yazı yazıyordu. Çıra sönmeye yüz tutmuştu. Misafir dedi ki:

-Ben kalkıp çırayı düzelteyim mi?

-Misafiri çalıştırmak kişinin şerefine yakışmaz!

-O halde hizmetçiyi uyandırayım mı?

-Bu uykusu ilk uykudur. (Kalkmak ona zor gelir).
Kendisi kalkıp yağ kabını eline aldı, çıraya yağ doldurdu. Bunun üzerine misafir dedi ki:

-Ey mü'minlerin emîri! Sen bizzat mı kalkıp bunu yaptın?

-Gittiğimde ben Ömer'dim. Döndüğümde de yine Ömer'im. Bu hizmet benden hiçbir şey eksiltmedi. Allah nezdinde insanların en hayırlısı mütevâzi olandır.

O huylardan biri de kişinin malını bizzat evine taşımamasıdır. Bu da mütevazi kimselerin âdetinin hilâfınadır. Çünkü Hz. Peygamber aksini yapardı.62

Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Kâmil kişinin kemâlinden çoluk çocuğuna yüklenip götürdüğü şey zerre kadar birşey eksiltmez'. (Nehc'ul-Belâğa)

Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a) Hz. Ömer'in Şam valisi olduğu halde, odundan yapılmış kazanını bizzat hamama taşır (ve yıkanır )dı.

Tâbiînden Sadık b. Ebu Mâlik (r.a) der ki: 'Ebu Hüreyre'yi pazardan gelirken gördüm. Medine valisi Mervan b. Hakem'in nâibi olduğu halde sırtına bir odun bağı almıştı ve 'Ey Ebu Mâlik'in oğlu! Emîre yol ver!' diyordu.

Esbağ b. Nübâte'den63 şöyle rivayet ediliyor: 'Hz. Ömer'i görür gibiyim. Sol eline bir parça et almış, sağ elinde de kamçısı pazarlarda gezip kontrol yapa yapa gidip evine giriyor'.

Biri şöyle anlatıyor: Hz. Ali'yi gördüm. Bir dirhemle et satın almıştı. Cübbesinin eteğine koyarak taşıyordu. Ben kendisine: 'Ey mü'minlerin emîri! Müsaade et de ben taşıyayım!' teklifinde bulundum. Dedi ki: 'Hayır! Vermem. Çünkü çocukların babası, nafakalarını taşımaya daha müstehaktır'.

O huylardan biri de elbiseyle ilgilidir; zira elbise ile tekebbür ve tevâzu belirir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Ziyneti terketmek; normal elbise ile iktifa etmek imandandır'.64

Harun65 der ki: 'Ben hadîsin metninde geçen 'el-Bezâe'nin mânâsını Muan'dan66 sordum. Cevap olarak 'Elbisenin düşüğüdür!' dedi.

Zeyd b. Vehb67 der ki: 'Hz. Ömer'i (r.a) pazara çıkarken gördüm. Elinde kamçısı, sırtında bir izar (abâ) vardı. O abâda ondört yama bulunuyordu. O yamaların bazıları deriden idi'.
Hz. Ali, yamalı bir elbisesinden dolayı kınandı. Buna karşılık olarak şöyle dedi: 'Benim bu giyimime, mü'min bir kimse uyar. Kalbi de bundan korkar!'

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Elbiselerin şatafatlısı kalpte gurur meydana getirir.
Tavus şöyle demiştir: 'Ben bu iki elbisemi yıkıyorum. Onlar kirlenmedikçe kalbimi değişik ve hoşuma gitmeyen bir şekilde görü-yorum'. (Kalbine giren ucbu kasdetmektedir).

Rivayet ediliyor ki: Ömer b. Abdülaziz, halife olmadan önce, kendisine bin dinara kürk satın aldığı halde yine de şöyle diyordu: 'Eğer sertliği olmasaydı ne güzeldi!' Halife seçildiği zaman kendisine beş dirheme bir elbise alıyordu ve şöyle diyordu: 'Yumuşaklığı olmasaydı ne güzeldi!' Kendisine 'Ey mü'minlerin emîri! Senin elbisen, bineğin ve kokun nerede?' denilince, cevap olarak dedi ki: 'Benim pek fazla zevke düşkün bir nefsim vardır. O nefsim dün-yanın herhangi bir şeyini tattığı zaman, bu sefer onun daha üstündeki birşeye iştiyak gösterir. Öyle ki mevkilerin en yücesi olan hilâfet makamını tattığı halde bu sefer de Allah nezdindeki nimetlere iştiyak gösterdi'.

Said b. Süveyd şöyle anlatıyor: Ömer b. Abdülaziz, bize cuma namazını kıldırdı. Sonra oturdu. Sırtında önünden ve arkasından yamalı bir gömlek vardı. Biri kendisine 'Ey mü'minlerin emîri! Allah Teâlâ sana varlık vermiştir. Acaba bir elbise giysen ne olur?' dedi. Bunun üzerine o başını eğerek düşündü. Sonra başını kaldırarak şöyle dedi: 'En büyük fazilet, zengin olduğun halde tutumlu davranmaktır. Affetmenin en faziletlisi, gücün yettiği halde affetmektir'.

Kim herhangi bir süsü Allah için bırakırsa, güzel bir elbiseyi Allah için çıkarır, Allah'a tevazu göstermek ve rızasını talep etmek maksadıyla sırtından atarsa cennetin en güzel elbiselerini bu kimseye hazırlamak Allah'a gerekli olur.68

Soru: Hz. İsa (a.s) 'Elbiselerin süslüsü kalpte gurur meydana getirir' dedi. Oysa bizim peygamberimizden (s.a) güzel elbisenin gurur olup olmadığı sorulduğu zaman, cevap olarak 'Hayır! Gurur olmaz! Fakat gurur, hakkı reddeden ve halkı hakir gören bir kimsenin hareketidir' buyurdu. Bu bakımdan Hz. İsa'nın bu sözü ile Hz. Peygamber'in bu hadîsini nasıl telif edebiliriz?

Cevap: Yeni elbisenin her durumda ve herkes için tekebbürü gerektirmesi zarurî değildir. İşte Hz. Peygamber buna işaret etmiştir ve Hz. Peygamber'in Sâbit b. Kays'ın halinden bildiği bu idi; zira Sâbit şöyle sordu: 'Ben öyle bir kişiyim ki gördüğün gibi, güzel elbiseler bana sevdirilmiştir. Bu tekebbür olur mu?' Hz. Peygamber de Sâbit'in meylinin nezâfete ve elbisenin temizliğine olduğunu, o elbise ile başkasına karşı gururlanmak niyeti taşımadığını bildiği için böyle demiştir, zira temiz elbise giymek, ille de gurur olacaktır diye bir mecburiyet yoktur. Fakat bazen de gururdan olur. Nitekim düşük kıymetli elbiseye razı olmak, bazen tevazudan olduğu gibi...

Mütekebbir bir kimsenin alâmeti; halk onu gördüğü zaman süslenmek istemesi, tek başına kaldığı zaman nasıl olacağına aldırmamasıdır. Güzelliğe tâlip olanın alâmeti tek başına kalsa, hatta evinde bile bulunsa, herşeyde güzelliği sevmesidir. Böyle bir sevgi kibirden olmaz. Bu bakımdan haller birçok bölüme ayrıldığı zaman Hz. İsa'nın 'O kalbin gururudur' sözü, 'bazen kalpte gu-ruru gerektirir' mânâsındadır. Hz. Peygamber'in 'O kibirden değildir' sözü ise ille de kibri gerektirmez demektir. Kibri gerektirmemesi mümkün olduğu gibi, kibri doğurması da mümkündür.

Kısacası böyle bir durumda haller değişiktir. En güzeli, elbiselerin normal olmasıdır. Öyle bir elbise olmalı ki ne şıklığı ile, ne de pek yıpranmışlığıyla şöhreti getirmemelidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Yiyiniz! İçiniz! Giyiniz ve isrâf ile gururun gayrisinden tasadduk ediniz! Muhakkak ki Allah, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever ve ister.69

Bekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle demiştir: 'Sultanların elbisesini giyin, fakat kalbinizi Allah korkusuyla öldürün!' O, bu sözüyle, takva ehlinin elbisesiyle gururlanan bir topluluğa hitap etmiştir.

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Size ne oluyor ki sırtınızda ruhbanların elbisesi bulunduğu ve kalbiniz yırtıcı kurtların kalbi gibi olduğu halde bana geliyorsunuz? Sultanların elbisesini giyin, fakat kalbinizi Allah korkusuyla öldürün'.

Mütevazilerin ahlâkından biri de kendisine küfredildiği veya eziyet edildiği veya hakkı alındığı zaman, bunlara göğüs germek suretiyle tevazu göstermesidir. Bu tevazu esastır. Biz, gazab ve hased bahsinde eziyete tahammül göstermek hakkında seleften vârid olan misalleri zikretmiştik.

Kısacası güzel ahlâk ve tevazunun kaynakları Hz. Peygamber'in ahlâkıdır. Bu bakımdan Hz. Peygamber'e uymak ve ondan öğrenmek daha uygundur.

Ebu Seleme der ki: 'Ebu Said el-Hudrî'ye şöyle sordum: 'Halkın îcad ettiği elbise, içecek, binecek ve yiyecek hakkında ne düşünüyorsun?' Bana cevap olarak şöyle dedi: 'Ey yeğenim! Allah için ye! Allah için iç ve Allah için giy! Bu şeylerin birine gurur veya böbürlenme veya riya veya şöhret girerse o günah ve israftır. Evindeki işi, Hz. Peygamber'in evinde hizmet ettiği gibi yap! Hz. Peygamber evine su taşır, devesinin yemini verir, devesini bağlar, evini temizler, koyunlarını sağar, ayakkabısını diker, elbisesini yamar, hizmetçisiyle yemek yer, hizmetçisi yorulduğu zaman onun elinden el değirmenini alarak un öğütürdü. Pazardan nevalesini satın alıp getirirdi. Pazardan aldığı nevalesini eline alarak getirmekten veya elbisenin eteğine koyarak taşımaktan sıkılmazdı. Ehline döner, zengin ve fakirle, büyük ve küçükle el sıkışırdı. Kendisiyle karşılaşan küçük veya büyük, siyah veya kırmızı, hür veya köle olan her müslümana önce selâm verirdi. Evde kullanmak için ayrı, dışarda kullanmak için ayrı bir elbisesi yoktu. Çağırıldığı zaman, icabet etmekten -velev ki çağıran saçı sakalı karışmış tozlu topraklı bir kimse olsa da- çekinmezdi. Hurmanın en çirkini olsa bile getirilen yemeği hakir saymazdı. Sabah yemeğini akşama, akşam yemeğini de sabaha bırakmazdı. Nafakası kolaydı. Ahlâkı yumuşak, tabiatı kerîm, muaşereti güzel, yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Yüzünü ekşitmeksizin mahzundu. Şiddet göstermeksizin sert idi. Zillete düşmeksizin mütevazi idi. İsraf olmaksızın cömertti. Her akraba ve müslümana merhametliydi. Kalbi inceydi. Daima düşünür yere bakardı. Hiçbir zaman yemekten sonra geğirmezdi. Elini hiçbir yemeğe uzatmazdı'.

Ebu Seleme b. Abdurrahman der ki: Hz. Âişe'nin hanesine gittim. Ebu Said'in Hz. Peygamber'in zühdü hakkında bana söyledik-lerini ona naklettim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Söylenenin bir harfi dahi yanlış değildir. Hatta eksik bile söylemiştir. Zira sana Hz. Peygamberin hiçbir zaman doyasıya yemediğini, hiç kimseye şikayet etmediğini, fakirliğin onun nezdinde genişlik ve zenginlikten daha sevimli olduğunu, bütün gün aç olduğu, bütün gece de açlık içerisinde kıvranıp sabahladığı halde, onun bu halinin onu o günün orucunu tutmaktan menetmediğini söylememiş. Oysa Hz. Peygamber eğer rabbinden yeryüzünün hazinelerini, meyvelerini, doğusundan batısına kadar olan geniş maişetini isteseydi, muhakkak kendisine verirdi. Hz. Peygamber'e olan şefkatimden ve çektiği açlığa üzüldüğümden ötürü çok zaman ağlamışımdır. Onun karnını elimle sıvazlar şöyle derdim: 'Nefsim sana fedâ olsun! Seni açlıktan menedecek kadar gıdayı dünyadan edinmiş olsaydın (daha iyi olmaz mıydı?)' Bunun üzerine derdi ki: 'Ey Aişe! Ulû'1-Azim peygamberlerden olan arkadaşlarım bundan daha zahmetlisine katlandılar. Onlar, o halleri ile gidip rablerinin hu-zuruna vardılar. Onların varışlarını rableri güzel yaptı. Sevaplarını kat kat eyledi. Ben maişette genişliğe kaçarsam, benim bu hareketimin beni onlardan geri bırakmasından korkarım. Bu bakımdan birkaç gün sabretmem, yarın ahirette nasibimin eksiltilmesinden bana daha sevimli gelir! Arkadaş ve dostlarım olan ulû'1-azim peygamberlere yetişmekten bana daha sevimli gelecek birşey yoktur'.

Hz. Aişe (ra.) der ki: 'Allah'a yemin olsun! Bu sözlerden sonra, Hz. Peygamber, bir haftayı tamamlamadan Allah Teâlâ ruhunu kabzedip onu götürdü'.

Bu bakımdan Hz. Peygamber'in hallerinden nakledilenler, mütevâzi kimselerin ahlâklarının özetini toplamaktadır. O halde tevazu göstermek isteyen bir kimse Hz. Peygamber'e uysun! Nefsini Hz. Peygamber'in derecesinden üstün görenin ve Hz. Peygamber'in razı olduğuna razı olmayanın cehaleti, ne korkunç cehalettir. Hz. Peygamber dünya ve din hususunda, mertebe bakımından, mahlûkların en yükseğiydi. Her beşerî izzet ve yücelik, ancak ona uymaktadır.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Biz öyle bir milletiz ki Allah bizi İslâm'la aziz etti. Bu bakımdan biz, İslâm'ın gayrisinde izzet aramayız!'

Hz. Ömer, bu sözünü Şam arâzîsine pejmürde bir kıyafetle girdiği ve kınandığı zaman söylemişti.70

Ebu Derdâ şöyle demiştir: 'Allah'ın bir kısım kulları vardır ki bunlara Abdal denir. Onlar peygamberlerin halefleri ve yeryüzünün istikrarı için kazıklarıdır. Peygamberlik sona erdiği zaman, Allah Teâlâ, peygamberlerin yerine, Ümmet-i Muhammed'den bir kavmi vazifelendirdi. Onlar fazla oruç tutmak, fazla namaz kılmak ve güzel yüz sahibi olmakla halktan üstün olmadılar. Fakat onlar, doğru takva, güzel niyet, bütün müslümanlara karşı sağlam göğüs, Allah rızası için müslümanlara nasihat etmek, korkmaksızın sabır göstermek ve zelîl olmaksızın tevazu göstermek suretiyle bu dereceye yükseldiler. Onlar bir kavimdir ki Allah onları seçmiş, kulları arasında ulûhiyyetine ibâdet etmek hususunda onları tahsis kılmıştır. Onlar kırk sıddîktırlar. Onlardan otuz kişinin kalbi, Rahmân'ın dostu İbrahim'in yakînine benzer bir yakîn üze-rindedir. Onlardan birinin yerine, Allah tarafından biri yaratılmadıkça o ölmez.

Ey kardeşim! Bil ki onlar hiçbir şeye lânet okumazlar, hiçbir şeye eziyet vermezler. Hiçbir şeyi tahkir etmezler. Hiçbir şeye karşı böbürlenmezler. Hiçbir kimseye hased etmez ve dünyaya haris olmazlar. Onlar, haber verme bakımından insanların en doğrusudur. Tabiatça en yumuşaklarıdırlar. Nefisce en cömertleridirler. Onların alâmet-i fârikaları cömertlik, tabiatları güler yüzlülük, sıfatları selâmettir. Onlar bugün korkuda, yarın gaflette değildirler. Onlar zâhirî hallerine devam ederler. Onlara, kendileriyle rablerinin arasındaki muamelelerde şiddetli esen rüzgârlar, şiddetli koşan atlar yetişemezler. Kalpleri sevinerek Allah'ın yüce huzuruna şevk göstererek yükselir. Hayır yarışmasında herkesten önde olmak bakımından terakki ederler. Onlar Allah'ın hizbidirler. İyi bilin ki Allah'ın hizbi, zafere kavuşanların ta kendileridirler.

Râvî der ki: Ben Ebu Derdâ'ya 'Bana bu saydığın sıfattan daha zor gelecek bir sıfat işitmedim. Ben nasıl bu zor sıfatı elde ederim?' dedim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Seninle bu sıfat arasında, ancak dünyadan nefret ettiğin zaman bir münasebet vardır; zira sen dünyadan nefret ettiğin zaman, ahiret sevgisine yönelirsin. Ahiret sevgisi nisbetinde dünyadan yüzçevirip zühd ve takva gösterirsin. Zühd'ün ve takvân nisbetinde sana fayda verenleri basiretinle seversin. Allah Teâlâ isteğinin güzel olduğunu bildiği zaman, ona istikamet yolunu açar, onu korur. Ey yeğenim! Bu durum, Allah'ın kitabında vardır:

Gerçekten Allah, takva sahipleriyle ve ihsanda bulunan kimselerle beraberdir.(Nahl/12)

Yahya b. Ebî Kesir71 şöyle demiştir: 'Biz bu hususta düşündük. Lezzet alanların hiçbiri Allah sevgisinden ve rızasını talep etmekten almış oldukları zevki hiçbir şeyden alamazlar. Yarab! Bizi, seni sevenlerin sevenlerinden eyle! Ey âlemlerin rabbi! Çünkü senin vergin ancak senin razı olduğun bir kimseye lâyık olur'.
Allah rahmet deryalarını efendimiz Hz. Muhammed'in, âlinin ve ashabının üzerine akıtsın ve onlara selâm etsin!

______________


60)Abdullah b. Vehb b. Müslim Kureyş kabilesindendir. Güvenilir olan bu
zat, âbid idi. H. 97 senesinde 72 yaşında vefat etmiştir.
61)Künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Sâdık bir âbiddir. H. 59 senesinde vefat
etmiştir.
62)Ebu Yâ'lâ, (Ebu Hüreyre'den)
63)Temim kabilesinden olan bu zat Kûfelidir. Künyesi Ebu Kasım'dır.
Râfızîlikle itham edilmiştir. {İthaf"us-Saade, VIII/380)
64)Ebu Dâvud, İbn Mâce, (Ebu Umâme b. Sa'lebe'den)
65)Tam adı Harun b. Said el-İllî es-Sa'dî'dir. Fazilet sahibi bu kişi H. 53 senesinde 83 yaşında vefat etmiştir.
66)Bu zat, Muan b. İsa el-Fezzarî -İmam Mâlik'in talebelerindendir- veya
Muhammed el-Gifârî'dir.
67)Ebu Süleyman Kûfelidir. Muhadramûn'dandır. Güvenilir bir zattır. H. 80
senesinden sonra vefat etmiştir.
68)Ebu Nuaym
69)Nesâî, İbn Mâce, Tirmizî
70)Zehebî, (Kays b. Müslim tarikiyle)
71)Kûfelidir.