7.Taat ve İbâdeti Açıklamaya Verilen Ruhsat

Amelleri gizlemekte riyadan kurtuluş ve ihlâs vardır. Açıkça yapılmasında kendisine uyulmak ve insanları hayra teşvik etmek faydası mevcuttur. Fakat bu takdirde riya âfeti sözkonusudur.

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Müslümanlar bilirler ki ibâdeti gizlemek, iki amelin en sağlamıdır. Fakat açığa vurulmasında da fayda vardır'. Bu sırra binaen Allah Teâlâ hem gizli, hem de açık yapılan ibâdeti överek şöyle buyurmuştur:

Sadakaları âşikâre verirseniz ne güzel! Eğer sadakaları gizler de onları öylece fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah, her ne yaparsanız, ondan hakkıyla haberdardır.(Bakara/271)

İbadeti izhar etmek iki kısımdır:
1.İbâdetin kendisini izhar etmek.

2.Yapmış olduğu ibâdeti söylemek.

Birinci Kısım

İbâdetin kendisini izhar etmekten ibaret olan birinci kısım, halkı sadaka vermeye teşvik için cemaat içinde sadaka vermek gibidir. Nitekim para kesesini getiren Ensar'dan bir zattan rivayet edildiği gibi61 halk bu kişinin para kesesini görünce onun gibi sadaka vermeye başlamış, bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim güzel bir yol açarsa ve onunla amel ederse, o yolun ecri de ve ona (bu hususta) tâbi olanın ecri kadar da ona ecir yazılır.62

Namaz, oruç, hac, gazâya gitmek ve benzeri ameller de böyle cereyan ederler. Fakat sadaka hususunda başkasını taklid etmek daha fazla olur. Evet! Gazi olan bir kimse gazâya çıkmayı kasteder, hazırlanır ve gazâya gidenlerden önce yükünü bağlarsa başkalarını teşvik etmiş olur. Böyle davranmak onun için daha faziletlidir. Çünkü gazâ gizlenmesi mümkün olmayan açık amellerdendir. Bu bakımdan onu hemen yapmak, onu ilân etmek olmaz. Aksine mücerred bir teşvik olur. Böylece kişi bazen komşularını ve aile efradını uyandırmak için geceleyin namazda sesini yükseltir ki onlar bu hususta kendisine uysunlar. Bu bakımdan cum'a, cihad ve hac gibi gizlenmesi mümkün olmayan her amel için en faziletlisi onu herkesten önce yapmak ve başkasını teşvik etmek için bunu yaptığını göstermektir. Fakat bir şartla ki böyle yapmasında riya bulunmamalıdır.

Sadaka ve namaz gibi gizlenmesi mümkün olan ibâdetlere gelince, eğer sadakayı belirtmek, sadaka alana eziyet veriyorsa, aynı zamanda halkı da sadakaya teşvik etmek bahis konusu ise, gizlemek daha faziletlidir. Çünkü başkasına eziyet vermek haramdır. Açıklanmasında herhangi bir kimsenin eziyet görmesinin sözkonusu olmaması halinde halk en faziletli durumun hangisi olacağı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bir grup 'Gizlemek, açıklamaktan daha üstündür' demiştir. Her ne kadar açıklamada, örnek olmak sözkonusu ise de...
Başka bir grup da 'Eğer açıkça yapmak, başkasına örnek olmayacaksa gizlemek daha üstündür. Başkasına örnek olsun diye, açıktan yapıyorsa gizlemekten daha üstün olur' demiştir. Allah Teâlâ'nın numûne-i imtisal olsunlar diye peygamberlerine açıkça amel etmelerini emretmesi ve onları peygamberlikle şereflendirmesi buna delâlet eder. 'Onlar iki amelin en faziletlisinden mahrum olmuşlardır' şeklinde bir zanda bulunmak caiz değildir ve aynı zamanda Hz. Peygamber'in 'O yolun ecri de, o yolda yürüyenlerin ecri kadarı da ona ecir yazılır' demesi de buna delâlet eder. Hadîste rivayet edilmiştir ki, gizlice yapılan amel, açıkça yapılan amelin yetmiş derece fevkindedir. Açıkça yapılan amelin sahibi, iyilik hususunda çığır açtığı takdirde onun ameli gizlice yapılan amelden yetmiş derece daha üstündür. Bu durumda ihtilâf etmenin bir mânâsı yoktur. Çünkü kalp, riyanın şâibelerinden ayrılır, iki halde de bir yön üzerinde ihlâs tamam olursa başkasına nümûne-i imtisal olmakla şüphesiz daha üstün olur. Ancak riyanın belirmesinden korkulur. Ne zaman riya kokusu varsa başkasının kendisine uyması menfaat vermez. Yani bu kâr, o zararı karşılamaz ve böyle yapmakla helâk olur! Bu bakımdan gizlinin daha üstün olduğunda şüphe yoktur. Fakat amelini açıkça yapana iki vazife düşer:

Birinci Vazife: Kendisine başkasının uyacağını biliyor veya zannediyorsa, amelini açıkça yapmaktır; zira çok kişi vardır ki komşuları değil, sadece aile efradı kendine uyar. Bazı kişiler de vardır ki şehir halkı değil de komşuları kendisine uyarlar. Bazı zaman da mahallesinin halkı kendisine uyar. Âlim ancak o bilinen kimselerdir ki bütün halk onlara uymaktadır. O halde âlim olmayan bir kimse ibâdetlerin bir kısmını izhar ettiği zaman bazen riyakârlık ve münafıklığa nisbet edilir. Halk onu zemmeder ve ona uymazlar. Bu bakımdan fayda olmaksızın ibâdetini belirtemez. Ancak başkalarının da kendisine uyacağı niyetiyle ibâdet belirtilir. Kendisine uyulan, eğer uyana önder olacak durumda ise ibâdetini izhar etmesi caiz olur.

İkinci Vazife: Kalbini murakabe etmektir; zira kişinin içinde bazen gizli riyanın sevgisi olur. Bu sevgi onu 'başkası sana uyacaktır!' mâzeretiyle ibâdetini belirtmeye dâvet eder! Oysa şehvet; amelle süslenmek, başkasına nümûne-i imtisal olduğu için böbürlenmek, amellerini izhar ettirmek ister. Zaten amellerini izhar edenlerin çoğunun durumu da budur. Yalnız ihlaslı kimseler bundan müstesnadır. Bu kahramanlar ise pek azdır. Bu bakımdan zayıf bir kimse, nefsini, bu kahramanlığı taslamakla aldatmamalıdır. Çünkü bilmeden helâk olmuş olur; zira zayıf kimsenin misâli, biraz yüzme bilen ve boğulmakta olan bir kimsenin misâline benzer. Bu biraz yüzme bilen kimse, boğulmak üzere olan bir cemaate bakar, onlara şefkat eder. Kendisine yapışsınlar diye onlara yaklaşır! Böylece hem kendisi, hem de onlar helâk olurlar. Dünyada su ile boğulmanın elemi bir anlıktır. Keşke riya ile helâk olmak da böyle olsaydı. Hayır! Aksine onun azabı daimîdir.

İşte burası, âbid ve âlimlerin sapma yeridir. Onlar ibadetlerini izhar etmek hususunda kahramanlara benzemek isterler. Oysa kalpleri ihlâs üzerine kuvvetli olmadığından riya ile ecirleri yanmış olur. Bunu sezmek çok zordur. Bunun mihenk taşı, nefsine şunu arzetmektir:
Eğer kendisine 'Amelini gizle ki halk başka bir âlime uysun. Senin için ibâdetin gizlice yapılmasından elde edilen ecir, açıkça yapılmasından elde edilen ecir kadardır' denilse, eğer kalbi numûne-i imtisal olmaya ve amelini izhar etmeye meylederse, bu hususta kendisini teşvik eden ecrin talebi değil de riyakârlık olur. Halk için numûne-i imtisal olmak ve halkı hayra teşvik etmek değil de gösteriş olur. Çünkü halk, ondan başkasına bakarak hayra teşvik olunmuşlardır ve onun da ibâdeti gizlemekle ecri çoğalır. O halde, eğer halkın görmesini isteme ve onlara riyakârlık yapma düşüncesi yoksa neden kalbi ibâdeti açıkça yapmaya meyleder? Bu bakımdan kul, nefsin aldatmasından korksun! Çünkü nefis aldatıcıdır. Şeytan ise fırsat beklemektedir. Mevkî sevgisi kalpte daha galiptir. Açıkça yapılan ibâdetler, az zaman âfetlerden selâmet kalırlar. Bu bakımdan selâmete hiçbir şeyi denk tutması uygun değildir. Oysa selâmet, ibâdeti gizlemektedir. İbâdeti belirtmede ise, bizim gibilerin taşıyamayacağı kadar ağır tehlikeler vardır. Bu bakımdan gerek bizim için, gerekse diğer zayıflar için, ibâdeti açıkça yapmaktan sakınmak daha evlâdır.

İkinci Kısım

Yaptıktan sonra, yaptığını konuşmaktır. Bunun hükmü ise, yapılan ibâdeti açıkça yapmanın hükmüdür. Burada tehlike daha şiddetlidir. Çünkü konuşmanın zahmeti, dil için pek hafif gelir. Bazen de hikâyede fazlalık ve mübalâğa olur. Davaları belirtmekte nefsin büyük lezzeti vardır. Ancak ibâdeti belirtmeye riya karışırsa, yapıldıktan sonra geçmiş ibâdetin ifsadına tesir etmez. Bu bakımdan bu yönden yapılan ibâdeti konuşmak, bizzat ibâdeti belirtmekten daha kolay olur. Burada hüküm şu: Kalbi kuvvetli, ihlâsı tamam ve gözüne halk küçük görünen, yanında halkın medhetmesi ile zemmetmesi bir olan bir kimse, eğer kendisine uy-masını umduğu başka bir kimsenin yanında ve o kimse kendisinden dolayı hayra rağbet etsin diye yaptığını söylerse, söylemesi caizdir. Hatta niyeti sâfi ve bütün felâketlerden selim ise, söylemesi güzel ve müstehabdır. Çünkü hayra teşvik etmektir. Hayra teşvik etmek ise hayrın ta kendisidir.

Bunun benzeri, selefin kuvvetli bir cemaatinden nakledilmiştir: Said b. Muaz63 der ki: 'Müslüman olduğumdan bu yana kılmış olduğum namazın gayrisini nefsim istemiş değildir. Hangi cenazeyi takip etmişsem, nefsim onun (hâl lisâniyle) dediğinden başkasını söylememiştir. Hz. Peygamber'den dinlediğim hiçbir hadîs yoktur ki onu hak bilmemiş olayım'.

Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Hangisinin benim için daha hayırlı olduğunu bilmediğimden dolayı, yokluk veya varlık içinde sabahlamamdan perva etmem!'

İbn Mes'ud 'Herhangi bir durumda sabahladığım zaman, o durumdan başka bir durumda olmamı temenni etmiş değilimdir' demiştir,
Hz. Osman da 'Teganni ve temenni etmedim. Hz. Peygamber'e biat ettiğimden bu yana, tenasül uzvuma sağ elimle dokunmadım' demiştir.

Şeddad b. Evs de şöyle demiştir: 'Müslüman olduğumdan bu yana herhangi bir kelimeyi gemlemeden ve yularlamadan söylemiş değilim'. Ancak bir söz hariç!' Zira o, hizmetçisine 'Bize sof-rayı getir! Gıdaya varıncaya kadar onunla eğlenelim' demiştir.
Ebu Süfyan64 ölmek üzere iken aile efradına şöyle demiştir: 'Benim için ağlamayın! Çünkü müslüman olduğumdan bu yana bir günah bile işlemedim!'

Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: 'Allah'ın benim hakkımda vermiş olduğu hiçbir hüküm yoktur ki ondan başkasıyla hakkımda hükmetmesi beni sevindirmiş olsun! Benim isteklerim ancak Allah Teâlâ'nın kader merkezlerinde olur!'

İşte bütün bunlar, şerefli durumları belirtmektedir. Şerefli durumlarla riyakârlık yapan bir kimseden bunlar çıktığı zaman, gösteriş ve riyanın en katmerlisi olur. Bunlar nümûne-i imtisal olacak bir kimseden çıktıkları zaman teşvik ve terğibin de en âlâsı olur. Bu bakımdan örnek olmak amacıyla böyle yapmak, belirttiğimiz şartlar dahilinde kuvvetli olanlar için caizdir. O halde, tabiatlar başkasına benzemek ve uymak üzere yaratılmış olduklarından amelleri belirtme kapısını kapatmak uygun değildir. Aksine insanlar riya olduğunu bilmedikleri zaman riyakârın ibâdetini izhar etmekte (bile) halk için birçok fayda vardır. Fakat riyakâr için zararlıdır. Nice ihlâslı kimse vardır ki onun ihlâsmın se-bebi, Allah katında riyakâr olan bir kimseye uymasından kaynaklanmaktadır.

Rivayet ediliyor ki, insanlar sabah namazı zamanında Basra'nın çarşılarından geçerken, evlerden Kur'an ile namaz kılanların seslerini işitiyordu. Ulemadan biri tasavvuf hakkında bir kitap yazıp riyanın inceliklerini o kitapta bir araya topladı. Böylece onlar (Basralılar) da bu şekilde okuyuşlarını terkettiler, halk da bu hususta onlara rağbet etmeyi terketti. Onlar 'Keşke o kitap yazılmamış olsaydı!' derlerdi. Bu bakımdan riyası bilinmediği takdirde riyakârın ibâdeti belirtmesinde, başkası için çok hayır vardır. Çünkü Allah Teâlâ bu dini fâcir kişi ile, nasipleri olmayan kavimler ile takviye ve teyid eder. Nitekim bu husus haberlerde de vârid olmuştur.65
Riyakârların bazısı, numûne-i imtisal olacak kimselerden idi. Allah en doğrusunu bilir!

________________-

61)Hz. Peygamber, halkı sadakaya teşvik ettiği bir mecliste Ensar'dan bir
zat para dolu kesesini tamamen sadaka vermiştir.
62)Müslim
63)Said b. Muaz b. Numan, Ensar'm el-Eşhed soyundandır. Evs'in lideri idi. Bedir'e iştirâk etti. Hendek'te kendisine isabet eden bir okla şehid oldu.
64)Ebu Süfyan b. Hars b. Abdülmuttalib el-Hâşimî'dir. Hz. Peygamber'in amcazadesi ve süt kardeşidir.
65)Buhârî, Müslim, (Ebu Hüreyre'den); Nesâî, (Enes'ten)