Zühd Hakkında Rağbet Edilecek ve Kaçınılacak Hususlar

Ayetler
(Kârun) zînet ve ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler 'Keşke Kârun'a verilenin bir ben-zeri de bize verilseydi. Gerçekten onun büyük şansı var' dediler. Kendilerine ilim verilenler '(Ey Kârun gibi dünyayı isteyenler!) Yazıklar olsun size! İman edip sâlih amel işleyen için Allah'ın sevabı daha hayırlıdır' dediler. (Kasas/79-80)

Burada görüldüğü gibi, Allah Teâlâ zühdü âlimlere nisbet etmiş ve zâhid kimseleri ilimle vasıflandırmıştır. Bu, medhin en yüksek derecesidir.

İşte onlara sabırlarından dolayı mükâfatları iki kat verilecektir.(Kasas/54)
Bu ayet 'Dünyada, zâhidlik üzerinde sabrettiler' diye tefsir edilmiştir.

Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine bir süs yaptık ki insanların hangisinin daha güzel iş yaptığını deneyelim.(Kehf/7)

Bu ayetin mânâsı hakkında şöyle denilmiştir: 'İnsanların hangisinin dünyada daha zâhid olduğunu imtihan edelim' demektir. Bu bakımdan Allah Teâlâ, bu tefsire göre zâhidliği 'en güzel amellerden' olmakla tavsif etmiştir.

Kim ahiret sevabını isterse onun sevabını artırırız, kim de dünya menfaatini isterse, ona da ondan veririz. Fakat ahirette ona hiçbir nasip yoktur.(Şûra/20)

Onlardan bir kısmına, kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır. (Tâhâ/131)

Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler. Allah yolundan alıkoyarlar ve onun eğrilmesini isterler. İşte onlar uzak bir sapıklık içine düşmüşlerdir. (İbrahim/3)

İşte Allah Teâlâ kâfirleri bunlarla vasıflandırmıştır. Bu ayetlerin mefhumu; bunların zıddıyla sıfatlanıp ahireti dünya hayatına tercih edenlerin mü'min olduklarıdır.

Hadîsler
Dünyanın kötülüğü hakkında vârid olan haberler çoktur. Biz bir kısmını Mühlikât bölümünün 'Dünyanın Zemmi' kısmında zikretmiştik; zira dünya sevgisi mühlikâttandır. Biz şimdilik sa-dece dünyadan nefret etmenin faziletini belirteceğiz. Çünkü dünyadan nefret etmek 'Münciyât'dandır. Zâhidlikten de zaten bu kastedilir.

Kim gayesi dünya olduğu halde sabahlarsa, Allah onun işini dağıtır. Onun derli toplu olan işini paramparça eder ve fakirliğini iki gözünün arasına koyar! Ona dünyadan ancak, Allah tarafından kendisi için yazılan gelir. Kim gayesi; ahiret olduğu halde sabahlarsa, Allah Teâlâ onun himmetini bir araya toplar. Onun derli toplu işini parçalanmaktan korur. Zenginliğini kalbinde kılar. Dünya mecbur olduğu halde, kendisine gelir (ya da gelsin!)70

Kula dünyada, zühd ve susmak verilmişse ona yaklaşın. Çünkü o, hikmeti telkin eder.
Allah dilediğine hikmeti ihsân eder. Kime hikmet verilmişse, ona çok hayır verilmiştir.(Bakara/269)71

Bu sırra binaen denildi ki: 'Kim kırk gün dünyada zâhidlik yaparsa, Allah Teâlâ, hikmet pınarlarını onun kalbine akıtır ve dilini onlarla konuşturur'.
Ashab-ı kirâmın birinden şöyle rivayet edilmiştir: Biz Allah'ın Rasûlü'ne şöyle sorduk:
- Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların hangisi daha hayırlıdır?
- Kalbi mahmum ve dili doğru olan mü'mindir.
- Ya Rasûlullah! 'Kalbi mahmum'un mânâsı nedir?
- O muttakî ve tertemiz olan insandır. O'nun kalbinde ne hile, ne dalavere, ne zulüm ve ne de hased bulunur.
- Ey Allah'ın Rasûlü! Böyle bir kimsenin kim izinde gider?
- Dünyaya buğzedip, ahireti seven kimse!72

Hadîsin mefhumu 'İnsanların en şeriri o kimsedir ki dünyayı sever' demektir.
Allah'ın Rasûlü yine şöyle buyurmuştur:

Eğer Allah'ın seni sevmesini istersen dünya hakkında zâhid ol!73

Görüldüğü gibi; dünya zühdünü, Allah'ın sevgisine sebep kılmıştır. Bu bakımdan Allah kimi severse o, derecelerin en yücesindedir. O halde dünyadaki zühdün, makamların en üstününden olması gerekir. Bu hadîsin mefhumu da 'Dünyayı seven bir kimse Allah'ın buğzuna mâruzdur' demektir.

Ehl-i Beyt yoluyla gelen bir haber şöyledir:
Zahidlik ile takva her gece insanoğlunun kalbini gezip kontrol eder. Eğer içinde iman ve haya bulunan bir kalbe tesadüf ederse, orada ikamet ederler. Aksi takdirde giderler!74

Hârise b. Mâlik el-Ensârî 'Ben hakîkaten mü'minim!' dediğinde Hz. Peygamber ona 'Peki imanın hakîkati nedir?' diye sordu. Hârise 'Ben nefsimi dünyadan kopardım. Öyle ki benim nezdimde dünyanın taşları ile altınları eşittir! Sanki ben cennet ve cehennemi, rabbimin arşını bariz bir şekilde görüyorum' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Sen tanımışsın öyle ise yapış! (O) öyle bir kuldur ki Allah onun kalbini iman ile nûrlandırmıştır.75

İman hakîkatini belirtmeye, nefsin dünyadan ayrılmasıyla başladığına, onu yakînle eşit tuttuğuna ve 'O bir kuldur ki Allah onun kalbini imanla nûrlandırmıştır' demek sûretiyle onu nasıl tezkiye ettiğine dikkat et!
Allah kime hidayet etmeyi dilerse, onun göğsünü İslâm'a açar. (En'âm/125)

'Ayet-i kerîmedeki şerh kelimesinin mânâsı nedir?' diye sorulunca, cevap olarak şöyle buyurmuştur: 'Nûr bir kalbe girdiği zaman, göğüs onun için açılıp genişler!' Dediler ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bunun bir alâmeti var mıdır?'

Evet! Aldatma evinden uzaklaşmak, ebediyyet evine dönüş yapmak, gelmeden önce ölüme hazır olmaktır.76

Hz. Peygamber'in 'aldatma evinden uzaklaşmaktan' ibaret olan zâhidliği 'İslâm'ın hakîkatinin şartı' olarak göstermesine dikkat et!

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Gereği gibi Allah'tan haya ediniz! Haya etmek öyle değildir. Siz, içinde (daima) oturmayacağınız evleri yapıyor, yeme-yeceğiniz yemekleri topluyorsunuz.77

Hz. Peygamber, böyle yapmanın Allah'tan haya etmeye zıd olduğunu beyan etti. Hz. Peygamber'in huzuruna bazı elçiler geldiler. 'Siz necisiniz?' diye sorduğunda dediler ki: 'Biz mü'minleriz!' Hz. Peygamber 'İmanınızın alâmeti nedir?' diye sordu. Onlar 'Bela anında sabretmek, genişlikte şükretmek, kaza oklarına rıza göstermek, düşmanlara musibet geldiğinde sevinmeyi terketmek' dediler.

Hz. Peygamber şöyle dedi:
Eğer öyleyseniz yemeyeceğiniz şeyleri toplamayın. İçinde durmayacağınız binayı inşa etmeyin. Kendisinden göç edip bırakacağınız şey hakkında dalaşmayın.78

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber zühdü, imanın tamamlayıcısı kılmıştır.
Câbir (r.a) Hz. Peygamber'in hutbesinde şöyle dediğini naklediyor: 'Kim içine hiçbir şey katmaksızın 'Lâ ilâhe illâllah' ile Allah'ın huzuruna gelirse, ona cennet vâcib olur'. Bunun üzerine Hz. Ali ayağa kalkıp dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ve babam sana fedâ olsun! Katmaksızın 'Lâ ilâhe illâllah' demenin mânâsı nedir? Bunun bize vasıflandırıp tefsir et!' Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu:

O, dünyayı talep etmek ve peşine düşmek cihetinden dünya sevgisidir. Bir kavim vardır ki peygamberlerin dediğini söyler, fakat zâlimlerin amelini işler. Bu bakımdan kim içinde hiç birşey olmadığı halde, 'Lâ ilâhe illâllah' ile (Allah'ın hu-zuruna) gelirse, ona cennet vâcib olur.79

Cömertlik yakîndendir. Yakîni olan bir kimse ateşe girmez. Cimrilik şektendir. Şekke düşen bir kimse cennete girmez.80

Cömert, Allah'a, insana ve cennete yakındır. Cimri Allah'tan, insandan uzak ve ateşe yakındır.81

Cimrilik, dünyaya rağbet etmenin, cömertlik de zâhidliğin meyvesidir. Meyveyi övmek, meyve veren ağacı övmek demektir.

İbn Müsayyib, Ebû Zer-i Gıfârî'den, Hz. Peygamber'in şu hadî-sini rivayet etmektedir:
Kim dünya hakkında zâhidlik gösterirse, Allah onun kalbine hikmeti sokar. Onun dilini o hikmetle konuşturur. Ona dünyanın hastalığını ve ilacını tanıtır. Onu saf ve selîm ola-rak dünyadan çıkarır. Selîm olarak cennete gönderir.82

Rivayet ediliyor ki Hz. Peygamber (s.a), ashabının arasında bulunduğu halde, yüklü develerin yanından geçti. Bu develer, Arapların nezdinde en sevimli ve en nefis mallardı. Çünkü bu develere hem binilir, hem etleri yenir, hem sütleri içilir, hem de tüylerinden istifade edilirdi. Bu develer, onların kalbinde, çok büyük mal olduğundan dolayı Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

On aylık gebe develer terkedildiği zaman... (Tevkî/4)

Hz. Peygamber, yüzünü develerden çevirip gözlerini kapattı. Kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu, bizim mallarımızın en nefisleridir. Neden bunlara bakmadın!' diye sorulunca cevap olarak şöyle dedi: Allah Teâlâ beni onlara bakmaktan nehyetmiştir!' Sonra şu ayeti okudu:
Onlardan bir kısmına kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme!(Tâhâ/131)

Mesrûk, Hz. Âişe'den şöyle rivayet ediyor: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Neden Allah'tan yemek istemiyorsun ki sana yedirsin?' dedim ve Hz. Peygamber'de gördüğüm açlıktan dolayı ağladım. Bana dedi ki:

Ey Âişe! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! Eğer rabbimden dünyanın dağlarını beraberimde altın ola-rak akıtmasını istesem, muhakkak onları altın yapıp istediğim yere akıtır. Fakat ben, dünyanın açlığını doymaya, fakirliğini zenginliğine, üzüntüsünü sevgisine tercih ettim.

Ey Âişe! Muhakkak ki dünya ne Muhammed için, ne de Muhammed'in ailesi için uygun değildir. Muhakkak ki Allah Teâlâ, peygamberlerin ulu'l-azm olanları için, dünyanın sıkıntısına sabır göstermeye, dünyanın sevilen şeylerinin elden çıkmasına karşı sabır göstermelerine razı olmuştur. Allah Teâlâ benim için de onlara yüklediğini yüklemek isteyerek şöyle buyurmuştur:
O halde azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret ve onlar hakkında (azap için) acele etme!(Ahkaf/35)

Allah'a yemin olsun! Allah'a itaat etmekten başka çıkar yol yoktur. Muhakkak ki ben, yemin ediyorum, ulu'l-azm peygamberlerin sabrettikleri gibi var kuvvetimle sabredeceğim. Kuvvet ancak Allah'tandır.83

Hz. Ömer'den şöyle rivayet ediliyor: Hz. Ömer zamanında düşman memleketleri feth olunduğunda, kızı Hafsa kendisine 'Memleketlerin elçileri huzuruna geldiklerinde elbiselerin en yumuşağını giy! Hem kendin, hem de gelenlerin yemesi için nefis yemekler yapılmasını emret' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer (r.a) şöyle dedi: "Ey Hafsa! Kişinin halini herkesten daha iyi ailesinin bildiğini bilmez misin?' Hafsa 'Evet böyle olduğunu bilirim' dedi. Hz. Ömer 'O halde sen Hz. Peygamber'in şu kadar sene peygamber olarak durduğu halde gerek kendisinin, gerek aile efradının sabah yediklerinde akşam, akşam yediklerinde sabah aç kaldıklarını bilmez misin? Yine sen bilmez misin Hz. Peygamber, şu kadar sene peygamber olarak durduğu halde ne kendisi, ne de ehli, hurmadan bile doyasıya yemediler. Ta ki Hayber fetholuncaya kadar! Bilmez misin, Hz. Peygamber'e bir gün biraz yüksek bir tahta üzerinde yemek takdim ettiniz. Bu bile Hz. Peygamber'e ağır geldi. Hz. Peygamber'in beti benzi uçtu. Sonra emredip tahtayı kaldırttı. Yemeği daha alçak bir şeyin veya toprağın üzerine koyup yedi. Hz. Peygamber'in katlanmış bir aba üzerinde yattığını bilmez misin? Bir gece sen abayı dörde katladın o da üzerinde uyudu. Sabahladığı zaman 'Bu abadan ötürü beni gece ibâdetinden menettiniz. Onu daha önce ikiye katladığınız gibi ikiye katlayın' dediğini bilmez misin? Hz. Peygamber'in yıkansın diye elbisesini çıkardığını, Bilâl gelip namaz vaktini haber verdiği zaman, elbisesi kuruyuncaya kadar beklediğini, sonra giyip öylece namaza çıktığını bilmez misin? Bilmez misin, Hz. Peygamber için, Benî Züfer'den olan bir kadın, biri önlük, diğeri abâ olarak iki elbise yaptı. İkincisi daha bitmeden önce, birini Hz. Peygamber'e gönderdi. Hz. Peygamber, gelen elbiseye sarılarak namaza çıktı. Hz. Peygamber'in ondan başka elbisesi yoktu. İki tarafını boynuna bağlamış ve böylece namaz kılmıştı". Hz. Ömer, böylece kızı Hafsa'yı ve kendisini de sesli hıçkırıklarla ağlatıncaya kadar Hz. Peygamber'in menkıbelerini nakletti. Canının çıkacağını zannettiren bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağladı.

Bazı rivayetlerde, Hz. Ömer'in sözünde bir fazlalık vardır. O da şudur: İki arkadaşım da aynı yolda gittiler. Eğer ben onların yolundan başka bir yola gidersem, onlardan ayrılmış olurum. Allah'a yemin ederim, onların şiddetli maişeti üzerinde sabredeceğim. Bu takdirde onlarla beraber onların lezzetli maişetine nail olmayı ümit edebilirim!

Ebu Saîd el-Hudrî Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
Benden önce geçmiş peygamberlerden biri fakirliğe mübtelâ olduğunda bir abadan başkasını giymezdi. Normal birini öldürecek derecede bîtâb (ve hasta) düşerdi. Bu durumla mübtelâ olmak ve kadere razı olmak onun için, size verilenin hoşunuza gitmesinden daha sevimli idi.84

İbn Abbas Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
Musa (a.s) Medyen suyuna vardığı zaman zayıflığından dolayı (nerdeyse) yediği sebzelerin yeşilliği karnında görünürdü.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
- Dünya helâk olsun! Altın ve gümüşler helâk olsun!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Allah Teâlâ bizi altın ve gümüşü istif etmekten menetti. O halde biz neyi azık edinelim!

Sizden biriniz zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve ahiret işinde yardımcı olan salih bir eş edinsin.85

Huzeyfe Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
Kim dünyayı ahirete tercih ederse, Allah onu üç şey ile belalandırır: Ebediyyen kalbinden sıyrılmayan bir üzüntü! Hiçbir zaman kendisinden kurtulamayacağı bir fakirlik! Ve hiçbir zaman doymayan bir hırs!86

Kulun nezdinde bilmemek, bilmekten daha sevimli olmadıkça, imanın kemâline eremez. Bir şeyin azlığı çokluğundan kendisine daha sevimli gelmedikçe de eremez.87

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Dünya bir köprüdür. Üzerinden geçin, tamiriyle uğraşmayın!'
Hz. İsa'ya denildi ki:
- Ey Allah'ın elçisi! Eğer bize, içinde Allah'a ibadet etmek için, bir mâbed yapmamızı emretsen ne güzel olur!
- Gidiniz! Su üzerine bir evin temelini atınız!
- Su üzerinde temel durur mu?
- O halde dünya sevgisiyle beraber ibâdet nasıl mümkün olur?

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Rabbim (c.c) Mekke'nin Batha vadisini benim için altın yapmayı teklif etti. Ben 'Hayır! Ey rabbim! Ben birgün aç, birgün tok yaşamak istiyorum. Aç olduğum günde sana yalvarır, iltica ederim, tok olduğum günde ise, seni överim' dedim.88

İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber birgün, beraberinde Cebrail olduğu halde, yürüyerek Safâ tepesine çıktı. Cebrail'e 'Ey Cebrail! Seni hak elçi olarak bana gönderen Allah'a yemîn olsun. Muhammed'in âli bir avuç kavut ve bir parça unları olmadığı halde akşamlıyorlar' dedi. Hz. Peygamber'in sözü daha bitmeden gökten korkunç bir gürültü işitti. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Allah kıyametin kopmasını mı emretti?' diye Cebrail'e sordu. Cebrail 'Hayır! Bu, İsrafil'dir. Konuşmanı duyduğu zaman (göklerden yanına indi!' dedi. Böylece İsrafil, Hz. Peygamber'in yanına indi ve şöyle dedi: 'Senin söylediğini Allah işitti. Bana yer-yüzünün anahtarlarını vererek gönderdi. O anahtarları sana ver-memi emretti. Eğer Tihame dağlarını zümrüt, yakut, altın ve gümüş yapmamı istiyorsan bunu yaparım. Dilersen padişah bir peygamber veya kul bir peygamber olarak yaşayabilirsin' dedi. Cebrail bu esnada Hz. Peygamber'e 'Rabbine tevazu et!' işaretinde bulundu. Bunun üzerine, Hz. Peygamber üç defa 'Kul bir peygam-ber olarak yaşamak istiyorum!' dedi.89

Allah Teâlâ, bir kula hayır irâde ettiğinde, onu dünya hakkında zâhid, ahiret hakkında istekçi kılar ve kendisine nefsinin ayıplarını gösterir.90

Dünya hakkında zühde yapış! Bu takdirde Allah seni sever. Halkın elindeki servet hakkında zahid olursan halk seni sever.91

Kim öğrenmeksizin ilim ve hidayet verilmesini Allah'tan dilerse o, dünya hakkında zâhid olsun!92

Cennete müstehak olan bir kimse hayırlara koşar. Ateşten korkan bir kimse şehvetlerden uzaklaşır. Ölümü bekleyen bir kimse lezzetleri terkeder. Kim dünya hakkında zâhid olursa musibetler kendisine kolay gelir!93

Hz. Peygamber'den ve Hz. İsa'dan (Allah'ın selâmı ikisinin de üzerine olsun) şöyle rivayet ediliyor:
Dört haslet vardır. İnsan ancak yorgunlukla onlara yetişebilir:
1. Sükut. Bu, ibâdetin başlangıcıdır.
2. Tevazû.
3. Fazla zikir.
4. Az mal!94

Dünyadan nefret etmenin güzelliği ve dünyayı sevmenin kötülüğü hakkında vârid olan bütün haberleri burada zikretmek mümkün değildir; zira peygamberler ancak insanları dünyadan çevirip ahirete yöneltmek için gelmişlerdir. Halka söyledikleri sözlerin çoğu bu husustadır. Bizim buraya kadar zikrettiklerimiz yeterlidir. Yardım eden Allah Teâlâ'dır!

70) İbn Mâce
71) İbn Mâce
72) İbn Mâce
73) İbn Mâce
74) Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir, Fakat Zebidî hadîs'te haya ile iman' diye vârid olduğunu ve bu şekliyle Kut'ul-Kulûb'da bulunduğunu kaydetmektedir. (İthaf'us-Saade, IX/336)
75) Bezzar ve Taberânî
76) İbn Mübârek, Zühd
77) Bezzar, Taberânî
78) Hâkim
79) Taberânî
80) Deylemî, (Ebû Derdâ' dan)
81) Tirmizî
82) İbn Ebî Dünya
83) Deylemî, Müsned'ul-Firdevs
84) İbn Mâce
85) Tirmizî
86) Taberânî, (İbn Mes'ud'dan)
87) Ali b. Ma'bed'den
88) İmam Ahmed, Tirmizî, İbn Sa'd, Taberânî ve Beyhakî
89) Daha önce geçmişti.
90) Deylemî
91) Daha önce geçmişti.
92) Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir
93) İbn Hibban