Gündüz Virdleri
I. Vird
Şafağın doğuşundan güneşin doğuşuna kadardır. Bu vakit şerefli bir vakittir. Bu vaktin şerefli ve faziletli oluşuna Allah Teâlâ'nın bu vakitle yemin etmesi delâlet eder:
Ağardığı zaman o sabaha ki...
(Tekvîr/18)
Allah Teâlâ'nın bu vakti yaratmakla zât-ı ulûhiyyetini övmesi, bu vaktin şerefli ve faziletli olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkaran Allah'tır!
(En'âm/96)
De ki: Sığınırım ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran rabbe!
(Felâk/1)
Allah Teâlâ gölgeyi o vakitte kısaltmak sûretiyle kudretini izhâr ederek o vaktin şerefini belirtmiştir.
Biz bu gölgeyi azar, azar bize doğru (dilediğimiz yere) alırız. (Furkan/46)
Bu vakit gece gölgesinin azar azar alınma, güneş ışığının yayılma ve insanları o vakitte tesbîhe irşâd etme vaktidir. Bu hakîkat şu ayetle belirtilmiştir:
O halde akşama girdiğiniz vakit, sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin!
(Rûm/17)
O halde dediklerine sabret. Hem güneşin doğmasından önce, hem de batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah'ın rızâsına eresin.
(Tâhâ/130)
Sabah-akşam rabbinin adını an!
(İnsan/25)
Müslüman uykudan uyandığı zaman bir vakit tâyin etmeli. Uyandığı zaman da Allah'ın zikriyle başlayıp şöyle demesi daha uygun düşer: 'Hamd', bizi ölü gibi uyuttuktan sonra dirilten Allah'amahsustur'.
Duâlar bölümünde uykudan uyanan kimselerin ne gibi duâlar okuyacağı hususunda zikrettiğimiz duâ ve âyetleri sonuna kadar okumalı ve hatırlamalıdır. Elbiselerini duâ okuyarak giymelidir. Elbiselerini giyerken Allah'ın 'avret yerlerinizi örtünüz' emrine uymaya niyet etmelidir ve elbiselerle riya, gösteriş kasdetmeksizin sadece Allah'a ibâdet yapmasına yardımcı olmaları için niyet etmelidir.
Helâya giderken önce sol ayağını içeri atmalıdır. Helâya giriş ve çıkış hususunda ve Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâları okumalıdır. Helâdan sonra daha önce de dediğimiz gibi, Sünnet-i seniyye'ye uygun bir şekilde misvak kullanmalıdır. Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâ ve sünnetlerin tamamını gözetmek sûretiyle abdest almalıdır.
Çünkü biz daha önce ibadetleri teker teker zikrettik ki burada sadece o ibadetlerin terkip ve tertip yönünü zikredelim. Abdestini bitirdikten sonra sabah namazından önce kılınması gereken iki rek'at sünneti kılmalıdır. Bu sünnetten gaye, evde kılınan sünnettir. Hz. Peygamber de aynı şekilde bu sünneti evinde kılardı.2
Bu iki rek'at sünnetten sonra, ister onları evinde, isterse câmide kılsın, İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu duâyı okumalıdır: 'Ey Allahım! Senden nezd-i ilâhinden gelen bir rahmeti talep ediyorum. Öyle rahmet ki, onunla, kalbim hidayete gelir.'
Sonra camiye gitmek için evinden çıkar. Fakat camiye gitmek için okunan duâyı unutmamalıdır. Koşa koşa namaza gitmemeli-dir. Aksine normal şekilde yürüyerek vekarlı bir şekilde gitmelidir. Nitekim hadîs-i şerîfte de böyle vârid olmuştur.
Camiye vardığı zaman parmaklarının birini diğerine geçirmemeli. Camiye girerken sağ ayağını önce atmalı ve camiye girerken okunması vârid olan duâyı okumalıdır. Sonra camide birinci safta, eğer varsa yeralmalıdır. Birinci safa geçmek için cemaatin omuzlarından atlamamalı ve izdihama meydan vermemelidir. Nitekim bu keyfiyet cuma bahsinde de geçmişti. Camiye vardıktan sonra, eğer evinde iki rek'at sabah sünnetini kılmamışsa onları camide kılmalıdır. Onları kıldıktan sonra arkalarından okunan duâ ile meşgul ol-malıdır.. Eğer evinde iki rek'at sabahın sünnetini kılmışsa, camiye vardığında, tahiyyet'ul-mescid olarak (Şafiî mezhebine göre) iki rek'at nafile namaz kılmalıdır. Ondan sonra cemaati beklemek üzere oturmalıdır. Cemaat olmak hususundaki vaktin en faziletlisi Şafiî'ye göre sabahın erken saatlerinde (alacakaranlıkta) olan cemaattir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) sabah namazını sabahın alacakaranlığında kılardı.3 Umumî olarak herhangi bir namazda cemaati terketmek yakışıksız bir harekettir. Özellikle sabah ve yatsı namazlarında... Zira onların faziletleri daha fazladır.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'in (s.a) sabah namazı hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Kim abdest alır, sonra câmiye gider, orada namazını eda ederse, o kimse için attığı her adıma karşılık bir sevap yazılır ve bir günahı silinir. (Allah nezdinde) bir sevap on sevap olmaktadır. Bu bakımdan kişi namazını kıldığı ve güneş çıkınca câmiden çıkıp evine gittiği zaman, bedeninde bulunan kıllar adedince kendisine hasene verilir. Evine Allah nezdinde kabul olunan bir hac sevabıyla döner. Eğer güneş doğunca câmiden çıkmayıp, kuşluk namazını eda edinceye kadar beklerse, o zaman her rek'ata karşılık kendi-sine iki milyon sevap yazılır. Kim yatsı namazını câmide bu şekilde eda ederse, o kimseye daha önce söylediğimiz sevabın aynısı verilmekle beraber Allah nezdinde kabul olunan bir umre ibadetinin sevabı da ayrıca kendisine ihsân edilir ve öylece (yüklü olarak) evine dönmüş olur.4
Selef-i sâlihinin âdeti fecir doğmazdan önce camiye girmekti. Tabiîn-i kirâmdan biri şöyle anlatır: Fecir doğmazdan önce camiye girdim. Baktım ki Ebu Hüreyre benden önce camiye gelmiş... Ebu Hüreyre beni görünce 'Ey yeğenim! Bu saatte niçin evinden çıktın?' diye sordu. Ben 'Sabah namazını edâ etmek için' deyince. Ebu Hüreyre 'Müjdeler olsun! Biz Rasûlullah'ın sahâbîleri bu saatte evimizden çıkmayı ve camide oturmayı Allah yolunda yapılan bir gaza gibi sayardık (veya Peygamber'le beraber yapılan bir gaza gibi sayardık)'5 dedi.
Hz. Ali, zevcesi Hz. Fâtıma ile uyudukları bir anda Rasûlullah'ın (s.a) kapılarını çalarak 'Siz namaz kılmaz mısınız?' diye seslendiğini söylemiştir.
Yine Hz. Ali şöyle der: Ben Rasûlullah'a 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nefislerimiz Allah'ın kudret elindedir. Ne zaman dilerse o zaman gönderir' dedim ve bunun üzerine Hz. Peygamber'in dönüp gittiğini ve giderken dövünerek şöyle dediğini işittim: 'İnsan haksız yere düşmanlık yapıp, münâkaşa etmekte herşeyden daha fazla ileri gider'.6
Sabah namazının iki rek'at sünnetinden ve duâsından sonra sabah namazı için kamet getirilinceye kadar istiğfar ve tesbihle meşgul olması gerekir. İstiğfar ederken şöyle demelidir:
O Allah'tan günahlarımın affını dilerim ki, ondan başka ilah yoktur. O hayy ve kayyümdur (diridir ve herşeyi tedbir edendir) ve O'na tevbe eder,dönüş yaparım.
Bu istiğfârı yetmiş defa ve şunu da yüz defa söylemelidir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah herşeyden daha büyüktür'. Sonra Namazda İmama Uymak bölümünde dediğimiz gibi, zahir ve batın âdâbların tamamını gözeterek farz namazı eda etmelidir. Farz namazı eda ettikten sonra güneş çıkıncaya kadar câmide oturup -ileride beyan edeceğimiz şekilde- Allah'ın zikrine devam etmelidir. Zira Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Ben meclisimde oturup sabah namazından güneş çıkıncaya kadar Allah'ı zikredersem, bu benim için dört köleyi âzâd etmekten daha sevimli olur.7
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) sabah namazını kıldığı zaman seccadesinin üzerinde oturur, güneş doğuncaya kadar böyle kalmaya devam ederdi.8 Rivayetlerden bazılarında 'Güneş doğduktan sonra iki rek'at namaz kıldı' şeklinde vârid olmuştur. Böyle yapmanın fazileti hakkında sayısız hadîs vârid olmuştur.
Hasan rivayet eder ki: Hz. Peygamber (s.a) rabbinin rahmetinden bahsederken ezcümle rabbinin şöyle söylediğini de zikrediyordu:
Ey Ademoğlu! Sabah namazından sonra bir saat beni zikret. İkindi namazından sonra da bir saat... Bu durumda bu iki namazın arkasından (maddeten ve mânen) sana kâfi gele-yim. Seni koruyayım.9
Bu zikrin fazileti böylece bilindiği zaman, kişi sabah na-mazından sonra oturup güneş doğuncaya kadar konuşmamalıdır. En uygun hareket, güneş doğuncaya kadar ki vazifesini dört kısma ayırmaktır:
1.Duâlar
2.Zikirler. (Zikirleri tekrar etmelidir).
3.Kur'an okumak
4.Tefekkür
1. Duâlar
Namazı bitirdiği zaman, şöyle demelidir:
Ey Allahım! Hz. Muhammed'e ve âline salât et ve onları her türlü eksiklikten emin kıl! Ey Allahım! Sensin selâm. Sendedir selâm ve selâm sana döner. Ey rabbiıniz! Bizi se-lâm ile dirilt. Bizi selâm evine dahil et. Ey ikram ve celâl sahibi! Sen müşriklerin dediğinden yücesin.
Bu duâyı okuduktan sonra Hz. Peygamber'in başlangıçta söy-lediği gibi o da şöyle söylemelidir:
Kullarına çokca hibede bulunan en yüce ve mutlak yücelik sahibi olan rabbim, her türlü eksiklikten münezzehtir. Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur Hamd O'nun. O diriltir, öldürür, hiç ölmeyen diri sadece O'dur. Hayr, O'nun elindedir. O herşeye kâ-
dirdir. Allah'tan başka ilah yoktur. Nimetin, faziletin ve güzel senânın sahibi ve lâyıkı O'dur. Allah'tan başka ilah yoktur. Biz sadece O'na ibâdet ederiz İtâatimizi ihlâs ile sadece O'na yaparız; kâfirler böyle yaptığımızdan hoşlanmasalar dahi...10
Bunu söyledikten, sonra Dualar kitabının üçüncü ve dördüncü bölümlerinde zikrettiğimiz duâlara başlayıp ve eğer kudreti varsa bütün o duâları okumalı veya hangisini daha münasip görürse onu ezberlemelidir. Hangisi kalbini daha çok inceltir ve diline daha hafif gelirse onu ezberlemelidir.
2. Zikirler
Bu zikirler şunlardır: Bunların tekrarının fazileti hakkında birçok haberler gelmiştir. Fakat biz o faziletleri burada zikretmekle sözü uzatmak istemiyoruz. Bu kelimelerin her birini üçer veya yedişer defa tekrarlamak lazımdır. En fazlası ise yüzer veya yetmişer defa tekrarlanır. Ortası ise onar defa tekrarlanır. Bu bakımdan kişi, imkânı nisbetinde ve vaktinin genişliğine göre, bu kelimeleri tekrar etmelidir. Fazla tekrar etmenin faziletinin daha fazla olduğu bir gerçektir. Normal bir şekilde tekrar etmek de o nisbette faziletlidir. Orta derecede zikretmek, onar defa tekrar etmek demektir. Bu zikirleri okumaya devam eden şahıs için bu şekilde hareket etmesi daha uygundur. Çünkü işlerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır. Her vazifenin çoğuna devam etmek imkânı yoksa, az ve devamlı olması daha faziletlidir. Arada sırada yapılanın çoğundan, kalpte daha tesirli olur. Zira gevşeklikle karışık bir şekilde yapılan çoğun tesiri azalır. Daimî bir şekilde yapılan azın misâli; kesintisiz bir şekilde yer üzerine damlayan yağmur damlacıkları gibidir. Bu damlacıklar, daimi olduğu için, yerde bir iz bırakır. Şayet taşın üzerine de düşse yine aynı izi bırakacaktır. Çünkü devamlıdır. Arada sırada gelen çoğun misâli ise, bir defada veya ayrı ayrı olmak üzere birkaç defada uzun aralıklarla dökülen bol su gibidir. Böyle bir suyun eseri görünmez.. Bu zikirler de on tanedir:
Bir
Allah'tan başka ilah yoktur. O, birdir. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. Dirilten ve öldüren O'dur. O, ölmez bir diridir. Hayr O'nun kudret elindedir. O herşeye kâdirdir.
İki
Allah müşriklerin dediklerinden münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden daha büyüktür. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak azîm ve yüce olan Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir.11
Üç
Çokça tesbih ve takdis edilir. Meleklerin ve er-Ruh'un rabbidir.12
Dört
Yüce olan Allah müşriklerin dediğinden münezzehtir, O'nun hamdiyle (bu itirafta bulunuyoruz).13
Beş
Yüce olan Allah'tan af dilerim. Öyle Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Hayy (diri) ve kayyûm ancak O'dur. O'ndan tevbe dilerim.14
Altı
Ey Allahım! Senin verdiğini önleyecek hiç kimse yoktur. Senin menettiğini de verecek kimse yoktur. Senin nezdinde, servet (veya sa'y ü gayret) sahibine hiçbir fayda veremez. (Ancak senin lûtfun menfaat vericidir).15
Yedi
El-Mübîn, el-Hak, el-Melîk olan Allah'tan başka ilah yok-tur!16
Sekiz
İsmiyle beraber ne yerde ve ne de gökte hiçbir şeyin zarar vermeyeceği Allah'ın ismiyle başlarım. En ince teferruatına kadar, bilen ve işiten O'dur.17
Dokuz
Ey Allahım! İlmin ve hakikatin zirvesine çıkan ümmî nebîn, rasûlün ve kulun Muhammed'e, âline ve ashâbına salât ve selâm eyle ve onları istenilmeyen kötülüklerden emîn kıl!18
On
Allah'ın dergahından kovulan şeytanın şerrinden, işiten ve bilen Allah'a sığınırım. Ey rabbim! Şeytanın vesveselerin-den sana sığınırım. Şeytanların etrafımı çepeçevre sarıp beni saptırmalarından da sana iltica ederim!19
İşte on zikir bunlardır. Bunların herbiri on defa tekrar edildiği zaman, tümünden yüz defa okumanın sevabı hâsıl olmaktadır. Böyle yapmak her birini yüz defa tekrar etmekten daha efdaldir. Çünkü bu zikirlerin her birinin kendine mahsus bir fazileti vardır. Aynı zamanda kalp de, bu zikirlerin her biriyle ayrı bir şekilde lezzetlenir. Nefis ise, bir zikirden başka bir zikre geçmek suretiyle bir nev'i istirahat aldığı gibi yorgunluğu da önlenmiş olur. (Her yeninin bir lezzeti vardır).
3. Kıraat (Kur'an Okumak)
Birçok ayetlerin okunması kişi için müstehabdır. Bu ayetlerin fazileti hakkında çeşitli haberler gelmiştir. O ayetler şunlardır: Fatiha sûresi20, Âyet'el-Kürsî21, Bakara sûresinin sonu (Âmene'r-Rasûlü'den başlayarak)22,Alu İmran sûresinin 18. ayeti23, yine aynı sûrenin 26, ayeti24, Tevbe sûresinin 128. ayetinin sonuna kadar25, Fetih sûresinin 27. ayetinin de sonuna kadar26, İsra sûresinin 111. ayetinin sonuna kadar27, Hadîd sûresinin başından beş ayeti28 ve Haşr sûresinin sonundan üç ayeti okumalıdır.29
Eğer kişi, Hızır'ın İbrahim et-Teymî'ye hediye ettiği, sabah ve akşam yedişer defa okunmasını tavsiye buyurmuş olduğu duâyı yedişer defa okursa faziletin tamamını elde ettiği gibi, şimdiye kadar zikrolunan bütün duâların faziletini de elde etmiş olur. Nitekim Gurrez b. Vebre30 şöyle anlatır:
Şam ahâlisinden bir dostum ve din kardeşim bana geldi. Birşey hediye ederek şöyle dedi: 'Ey Gurrez! Şu hediyeyi benden kabul eyle. Çünkü bu hediye çok güzel bir hediyedir'. Bu sözü üzerine kendisine 'Ey Kardeşim! Kim sana bu hediyeyi verdi ki (sen de bana veriyorsun)?' diye sordum. 'Bunu bana İbrahim et-Teymî adlı zat verdi' dedi. Ben 'Sen İbrahim'e sormadın mı? Bu hediyeyi ona kim vermiş?' deyince şöyle dedi: 'Evet, sordum. Dedi ki: Ben Kâbe'nin önündeki meydanlıkta oturuyordum.Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), tesbih (Sübhânallah), tahmid (elhamdülillâh) ve temcid (Allah'ı övmek) ile uğraşırken bir kişi geldi. Selâm verip sağ yanıma oturdu. Ondan daha güzel bir kimseyi görmediğim gibi, ondan daha güzel giyinmiş bir kimseyi de görmemiştim. Onun elbisesinden daha beyaz bir elbise ve etrafa saçılan güzel kokusundan daha iyi bir kokuya da tesadüf etmemiştim. Bu manzara karşısında kendisine sordum:
-Ey Allah'ın kulu! Sen kimsin ve nereden geliyorsun?
-Ben Hızırım
Hangi konu için bana gelmiş bulunuyorsun?
-Sana selâm vermek ve Allah rızâsı için seni sevmem sebe-
biyle sana gelmiş bulunuyorum. Benim yanımda bir hediye
vardır. Onu sana vermek istiyorum.
-O nedir?
-Güneş çıkıp, yeryüzüne yayılmadan, bir de batmadan önce
her birini yedişer defa okumak sûretiyle Fâtiha, Nâs, Felâk,
İhlâs, Kâfirûn sûreleriyle Âyet'el-Kürsi'yi tekrarlamak,
daha sonra yedi defa 'Allah müşriklerin dediğinden mü-
nezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah
yoktur. Allah herşeyden daha yücedir' diyeceksin. Yedi defa
Hz. Peygamber'e (âline ve ashâbına) salâvat-ı şerife okuya-
caksın. Bundan sonra yedi defa kendin için, annen ve baban
için, müslüman erkek ve kadınlar için af talebinde buluna-
rak şöyle diyeceksin:
Ey Allahım! Benim ve onların hakkında ister acele, ister ge-lecekte, din, dünya ve âhiretimizde senin şânına ne yakışırsa ve sen neye ehilsen onu yap. Ey Mevlâmız! Bizim kötü amelimizle müstahak olduğumuz cezayı,bizim hakkımızda icra etme.Sen çok bağışlayıcı, ilim sâhibi,cömert,kerem, şefkat ve rahmet sâhibisin.
Bu duâyı yedi defa tekrar et. Dikkat et, bu söylediğim duâları her sabah ve akşam oku ve terketme!
Ey Allah'ın sâlih kulu! İsterim ki, bu büyük hediyeyi sana
veren kimseyi bana haber veresin.
Bu büyük hediyeyi bana Hz. Muhammed verdi.
Bu duâdan hâsıl olan sevabın ne olduğunu bana haber vermeni istiyorum.
Hz. Muhammed'le bir araya geldiğin zaman, ondan bu
duânın sevabını sor, o sana bunu söyler.
İbrahim et-Teymî anlatmaya şöyle devam eder: Birgün rü-yamda melekler bana geldiler. Beni sırtlayıp cennete götür-düler. Cennetteki nimetleri gördüm. (Cennette gördüğü bü-yük nimetleri tavsif etti). Cennette gördüğüm o büyük şeyler (köşkler, saraylar ve bahçeler) hakkında meleklere 'Bunlar kimin içindir?' diye sorunca melekler şöyle dediler: 'Senin yaptığın gibi kim yaparsa bunlar onundur'. (İbrahim et-Teymî'nin anlattığına göre, meyvelerden yemiş ve melekler İbrahim'e cennetin suyundan içirmişlerdir).
İbrahim anlatmaya şöyle devam eder: Ben bu durumdayken Hz. Peygamber, beraberinde yetmiş peygamber, meleklerden de yetmiş saf ve her safın meşrikten mağribe kadar olduğu bir durumda teşrif edip geldi. Bana selâm verdi ve elimden tuttu. (Bundan cesaret alarak) Hz. Peygamber'e şöyle dedim:
Ey Allah'ın Rasûlü!Hızır bana senden şu hadîsi dinlediğini söyledi. Sen ne dersin?
Hızır doğru söylemiştir. Hızır doğru söylemiştir. Onun hi-
kâye ettiği haktır. O yeryüzünün en büyük âlimidir. O abdal-
ların reisidir. O Allah'ın yeryüzündeki askerlerindendir.
Ey Allah'ın Rasûlü! Bu duâyı okuyan bir kimse benim şu
anda rüyamda gördüğüm şeylerin benzerini görmezse,acaba bana verilen bu büyük nimet ona da verilir mi?
- Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Senin bu yaptığını yapan bir kimse, beni ve bu cenneti görmese dahi, onun yapmış olduğu bütün büyük günahları affolunur. Allah ondan gazab ve öfkesini kaldırır. Onun kö-tülüklerini yazan sol tarafındaki meleğe Allah Teâlâ bir se-neye kadar onun kötülüklerinden hiçbirisini yazmamasını emreder. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Ancak Allah tarafından saîd olarak yaratılmış bir kul bu duâyı okur ve ancak Allah tarafından şakî olarak yaratılmış bir kimse bunu terkeder.
İbrahim et-Teymî bu rüyayı gördükten sonra dört ay yemeden içmeden kesilmiştir.31
İşte Kur'an okuma vazifesi budur. Eğer Kur'an'dan vird edindiği veya devamlı okuduğu bir şeyi bu okumasına eklerse daha iyi olur. Çünkü Kur'an daha önce de söylediğimiz gibi, düşünülerek okunduğu takdirde duâ, düşünce ve zikir faziletlerinin tamamını elde ettirir. Nitekim Kur'an'ın Faziletleri ve Âdâb-ı Tilâvet bölümünde bunlar anlatılmıştı.
4. Tefekkür
Tefekkür kişinin vazifelerinden birisi olmalıdır. Neyin hakkında düşünür ve nasıl düşünür? Bunun tafsilâtı Münciyât kısmının Tefekkür kitabında zikredilecektir. Fakat tefekkürün özü iki şıkta toplanmaktadır:
a) Kendisine fayda veren işler hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Daha önceki kusurlarından nefsini hesaba çekmeli, içinde bulunduğu güne vazifelerini bölmeli ve engelleri nasıl aşacağını inceden inceye düşünmeli, kusurlu oluşunu hatırlamalıdır. Kusurlarına sebebiyet veren amellerini de göz önünde bulundurmalı ki onu ıslah edebilsin. Kalbinde, nefsindeki amellerinde ve müslümanlara karşı yaptıkları için iyi niyetlerini hazır bulundurmalıdır.
b) Kendisine fayda veren mükâşefe ilmi hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Allah'ın nimetleri, zâhir ve bâtın ihsanları hakkında düşünmeli, bu düşüncesi sayesinde bunlar hakkındaki marifeti artmalı ve bunlara karşı şükretmesi çoğalmalıdır veya Allah Teâlâ'nın ceza ve intikamları hakkında düşünmelidir ki Allah'ın kudretini ve herşeyden müstağni olduğunu daha geniş bir marifetle tanımış olsun. Allah'ın cezalarından korkusu artsın. Bu hâdiselerin her birinin binlerce dalları vardır. Bazı insanlar için bu sahada düşünce oldukça geniştir. Bazıları için de tam ak-sine... Biz, gelecek tefekkür kitabında bunu tedkik ve tahkike çalışacağız. Kısaca tefekkürden ne kadarı mümkün olursa, o ibadetlerin en şereflisidir. Çünkü düşüncede Allah'ın anılması sözkonusu olduğu gibi fazla olarak da iki unsur daha vardır:
1.Mârifetin artışı; zira tefekkür ve keşfin anahtarıdır.
2.Muhabbetin artışı; zira kalp, büyüklüğüne inanmadığı bir
zâtı sevmez. Allah'ın büyüklüğü ise, ancak sıfatlarının, kudretinin ve fiillerinin üstünlüğünü bilmekle anlaşılır. Böylece fikirden mârifet doğar. Mârifetten de Allah'ın tazimi ve büyüklüğü doğar, tâzimden de muhabbet doğar.
Aynı zamanda zikir, ünsiyeti elde ettirir. Ünsiyet ise, muhabbetin bir çeşididir. Fakat mârifetten doğan muhabbet, ünsiyetten gelenden daha kuvvetli, daha kalıcı ve daha büyüktür. Ârif bir kimsenin muhabbeti, tam basirete sahip olmadan zikreden bir kimsenin ünsiyetine nisbet edildiği zaman, tıpkı gözüyle bir şahsın güzelliğini görmüş, onun güzel ahlâklarına, fiil ve faziletlerine tecrübe ve deneme ile muttali olmuş bir kimsenin tanımasının, gözüyle görmediği, ancak iyiliğini ve her sahada ahlâklı olduğunu tafsilâtı olmaksızın kulaktan dolma dinleyen bir zata karşı duyduğu ünsiyetine nisbet edilmesi gibidir. Bu bakımdan gözüyle o meçhul şahsı görmeyenin ona karşı sevgisi, elbette onu bilfiil görenin sevgisi gibi olmaz. Çünkü işitmek gözle görmek gibi değildir (ve olamaz da). O halde Allah'ın zikrine kalben ve lisanen devam eden, taklidî bir iman ile peygamberlerin (a.s) getirdiklerine inananla bir olmaz. Allah'ın sıfatlarının güzelliklerinden ancak iman ettikleri peygamberlerin kendilerine bildirdiği şekilde müc-mel olarak inananlarla, birtakım işlere sahip olan âbidler ile Allah'ın celâl ve cemâlini zahiri gözden daha keskin bâtınî ve basîret gözleri ile müşâhede eden ârifler bir olamazlar. Evet bu iki grup da Allah'ın celâl ve cemâlinin künhüne vakıf olmamışlardır. Zira bu şekilde vakıf olmak, kulların kudretinin dahilinde değildir. Ancak her kul, kendisine aralanan perde oranında cemâli müşahede eder. Oysa, rubûbiyet huzurunun ne cemâline, ne de perdelerine hidâyet yoktur, Nûr ile anılması gereken perdelerinin sayısı sonsuzdur. O perdeler ki, onlara ulaşan bir kimse, onu asi sanıyor. O perdelerin sayısı yetmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ'nın nûrdan yetmiş perdesi vardır. Eğer o perdeleri aralarsa (keyfiyeti bizce malûm olmayan) yüzünün parıltıları her gördüğünü yakıp kül edecektir.32
O perdeler de tertiplidir. O nûrlar rütbece ayrı ayrıdır. Tıpkı güneş, ay ve yıldızların ayrı olması gibi... Önce en küçükleri görünür. Sonra diğerleri tevâli eder. İşte bu esas üzere bazı sûfîler Hz. İbrahim'in terakkisinde görünen dereceleri te'vil etmişlerdir: 'Felemma cenne aleyhi'l-leyl'; yani işler Hz. İbrahim'in üzerine karardığı ve müşkil olduğu zaman 'Reâ kevkeben'; o nûr perdelerinden birisine vardı.
İşte Allah Teâlâ nûr perdesini Kevkeb diye tâbir ediyor. Kevkeb'den 'parlayan' ve yıldız denilen şu cisimler kastolunmamıştır. Çünkü (değil Hz. İbrahim) gibi bir peygamber, sıradan insanlar dahi bilirler ki, Rubûbiyet vasfı cisimlere lâyık ve uygun bir vasıf değildir. Halk tabakası bile basit düşünceleriyle bu keyfiyeti idrak etmektedirler. O halde halk tabakasını şaşırtmayan bir mesele, nasıl olur da Allah'ın dostu Hz. İbrahim'i şaşırtır. Nûr diye adlandırılan perdelerden, göz ile görülen ışık kastolunmamaktadır. Aksine kastolunan mânâ, Allah Teâlâ'nın şu ayeti celilesiyle kastolunan mânâdır:
Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacı (nın yağı)ndan yakılır. (Öyle mübarek bir ağaç) ki, nerdeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı parıl parıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur.Allah insanlara böyle misâller verir, Allah herşeyi bilir. (Nûr/35)
Biz bu mânâlardan geçelim. Çünkü bunlar muamele ilmi'nin dışında kalan mânâlardır. Bu mânâların hakikatlerine ancak saf fikrin arkasından gelen keşif varabilir! Böyle bir keşfin kapısı ise, az kimselere açılmaktadır. Sıradan insanlar tarafından kolayca elde edilen düşünce ise, ancak muamele ilmi'nin fayda verici kısımları hakkındadır. Bu da faydası çok ve büyük olan konulardır.
İşte bu dört vazife ki bunlar; duâ, zikir, kıraat (Kur'an okumak) ve tefekkürdür her müridin sabah namazından sonraki vazifesi olmalıdır. Belki mürid, namaz vazifesinden kurtulduktan sonra her virdde bu vazifeleri yapmalıdır. Namazdan sonra bu dört vazifeden başka bir vazife yoktur. Kişi silahını ve kalkanını aldıktan sonra bu vazifeleri yapmaya muktedir olur. Oruç öyle bir kalkandır ki, insanoğlunun düşmanı olan ve onu dosdoğru yoldan çeviren şeytanın geçiş yollarını daraltır. Şafak söktükten sonra tâ güneş doğuncaya kadar sabah namazından önce kılınan iki rek'at sünnet ile sabah namazının farzından başka herhangi bir namaz yoktur... Hz. Peygamber (s.a) ve ashâb-ı kirâm gibi bu vakitte zikirle meşgul olmak daha evlâdır. Ancak farz namazını (sabah namazını) kılmadan önce uyku galebe çalarsa ve uykuyu gidermek ancak namaz kılmakla mümkün olursa o zaman uykuyu defetmek için namaz kılınmasında bir sakınca yoktur.33
II. Vird
Güneşin doğuşundan kuşluk zamanına kadardır. Kuşluk za-manından gayem; güneşin doğuşu ile zevâlin ortasındaki vakittir. Bu da günden üç saatin geçtiği zaman olur. Eğer gün oniki saat farzedilirse -ki bu onikinin dörtte biridir- günün bu dörtte bir vaktinde iki fazla vazife daha vardır:
a) İlki, kuşluk namazı (es-Salât'ud-Duhâ)dır ki biz bunu Namaz bölümünde zikretmiştik. En evlâ ve uygunu bu namazın iki rek'at olarak güneşin yükseldiği bir anda kılınmasıdır. Yani güneş ışınlarını yaydığı ve yarım mızrak kadar yükseldiği zaman kılmaktır. Aynı zamanda dört, altı veya sekiz rek'atı da süt çocuğunun, annesinin kucağında hararetten uyuduğu veya ayaklar güneşin ısısıyla yandığı vakitte kılınır, Bu bakımdan daha önce kılınan iki rek'atın vakti, Allah Teâlâ'nın şu ayetiyle murad olunan vakittir.
Gerçekten biz dağları onun emrine bağlı kıldık da akşamleyin ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi.(Sâd/18)
Hz. Peygamber (s.a), işrak zamanında namaz kılan ashâb-ı ki-râma rastladığında sesini yükselterek şöyle dedi:
İyi bilin ki, evvâbînlerin namazı, güneş sıcağının etkisiyle yavruların yattığı vakittir. Yani o vakitte kılınır.34
İşte bu sırra binaen deriz ki, eğer kişi kuşluk namazını iki defa değil de bir defa kılmak istiyorsa, biraz önce hadîste belirtilen vakit bu namaz için en faziletli vakittir. Fakat bütün bunlara rağmen kuşluk namazını iki kerâhet vaktinin (güneşin ilk doğduğu vakitle tam göğün ortasında bulunduğu vakit) arasında herhangi bir saatte kılarsa ecir hâsıl olur. Fakat daha önce denildiği gibi o vakitte kılmak daha efdaldir. Bütün bunlara Duhâ (kuşluk) ismi verilir. Sanki işrâk namazının iki rek'atı. namaz kılmasına izin verilen vaktin başlangıcına ve kerahet vaktinin de bitimine düşer. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar. Ne zaman ki yükselir, işte o zaman şeytan ondan ayrılır.35
Bu bakımdan güneşin en az yükselmesi daha Önce söylendiği gibi yerin buhar ve sis tabakasının hizasında yükselmesidir. Bu ise ancak takriben gözetilir ve bilinir.
b) Bu vaktin ikinci vazifesi; insanlarla ilgili olup tâ ezelden beri âdet olarak işlenen hayırlardır. Hastayı ziyaret etmek, cenaze merasimine iştirâk etmek, birr (hayr) ve takvâ hususunda yardımlaşmak, ilim meclisinde hazır bulunmak, herhangi bir müslümanın ihtiyacını görmek ve bunlar gibi sair hayırlı işler... Eğer bu vazifelerden hiç birisi yoksa daha önce zikrettiğimiz tefekkür, kıraat, zikir ve duâdan meydana gelen dört vazifeye dönmelidir veya bunlarla dolu nafile namazları kılmalıdır. Nafile namazlar sabah namazından sonra mekruh iseler de... Fakat şu anda mekruh değildirler. Bu bakımdan bu vakitte kılınan bu gibi namazlar, isteyen bir kimse için bu vaktin vazifelerinin beşinci kısmını teşkil etmektedir. Sabah namazının farzından sonra ise, sebepsiz olarak kılınan nafile namazı mekruhtur. Sabah olduktan sonra en iyi hareket; sabah namazından önce kılınan iki rek'at sabah sünneti ve mescide giriş namazlarıyla yetinmektir. Bunların dışında herhangi bir namazla meşgul olmamalı, aksine zikir, Kur'an okuma, duâ ve tefekkür ile meşgul olmalıdır.
III.Vird
Üçüncü vird kuşluk zamanından zevale kadardır. Kuşluktan gayemiz, güneşin doğuşu ve tam zevale ermesinin ortası olan vakit ile ondan az önceki vakittir. Her ne kadar her üç saatten sonra namaz kılınması emredilmişse de... Bu bakımdan güneş doğduktan itibaren üç saatlik bir zaman geçtiğinde, namaz kılınır. O kadar vakit daha geçmeden önce de kuşluk namazı vardır. İkinci bir üç saat daha geçerse öğle namazı vakti gelmektedir. Ondan sonra üç saat daha geçerse, ikindi namazı vakti gelir. İkindiden sonra üç saat geçerse akşam namazının vakti gelir.
Kuşluk namazının, zeval ile güneşin doğuşu arasındaki yeri ve mertebesi, tıpkı zeval ile güneşin batışı arasındaki ikindi namazının yeri ve mertebesi gibidir. Ancak şu fark var ki,kuşluk namazı farz değildir. Çünkü kuşluk zamanı, insanların tam hararetle çalıştığı bir zamandır. Bu bakımdan Allah Teâlâ bu zamanda herhangi bir ibâdeti farz kılmamakla kullarına kolaylık göstermiştir.
Dördüncü vazife; bu vakitte, o dört kısımdan başka iki vazife daha vardır:
a)Kazanç, maişetin tedbiri, çarşı ve pazarlarda hazır bulunmakla meşgul olmak vardır. Eğer kişi tüccarsa dürüstçe ticaret yapması gerekmektedir. Eğer sanat sahibiyse,nasihat ve şefkatle sanatına devam etmelidir. Meşguliyetlerinin hiçbirisinde Allah'ın zikrini unutmamalıdır. Günün ihtiyacı kadar çalışmalıdır. Eğer
her günün nafakasını temin etmek için çalışmaya muktedirse, o günün nafakasını temin ettiği zaman evine dönmeli ve geri kalan vaktini âhiretinin azığını elde etmeye sarfetmelidir. Çünkü(Allah'a inanan bir insan için) âhiret azığına daha şiddetle ihtiyaç vardır.Âhiret azığından alınan lezzet daha devamlıdır.Bu bakımdan kişinin bu azığı elde etmesi için çalışması, zamanının ve günlerinin ihtiyacından fazlasını elde etmek için çalışmasından daha önemlidir.
Denildi ki; mü'min ancak üç yerde bulunur:
1.İbadet imâr ettiği bir mescidde,
2.Kendisini başkalarından saklayan bir evde,
3.Zarurî bir ihtiyaçta.
Oysa kifayet edecek zaruri ihtiyacı bilip takdir eden pek azdır. Aksine insanların çoğu muhtaç olmadıkları ve kendileri için zarurî olmayan şeyler için çalışırlar. Çünkü şeytan onları daima fakirlikle korkutup durur. Onlara çirkin hareketleri emreder. Onlar ise şeytana kulak verip uyarlar. Yemediklerini ve yemeyeceklerini istif ederler. Bütün bunları fakr u zaruretten korkarak yaparlar! Oysa Allah Teâlâ, onlara mağfiret va'dediyor. Fazilet va'dinde bulunuyor.Onlar ise Allah Teâlâ'nın bu va'dinden yüz çeviriyorlar ve onu elde etmek hususunda herhangi bir rağbet göstermiyorlar.
b)İkinci vazife, kaylulet (öğleden evvel) uykusudur. Kaylulet uykusu sünnettir. Bu uyku sayesinde kişi gece ibadetini rahatça yapabilir. Ramazan-ı şerifte veya herhangi bir oruçta yardımcı olmak için sahur yemeğinin yenmesinin sünnet olduğu gibi,kaylulet uykusu da sünnettir...
Eğer kişi kaylulet uykusunu uyumadığı takdirde geceleyin kalkıp ibadet etmeyecekse, o vakit hiçbir hayırla meşgul ol-maksızın kaylulet uykusunu uyumalıdır. Çoğu zaman mü'min bir kimse gaflet ehliyle oturup, onlarla konuşuyor, Oysa böyle yapmaktansa kaylulet uykusu daha güzeldir. Çünkü bu uykuyu uyumadığı takdirde zinde bir şekilde zikre ve belirtilen vazifelerine yönelmesi mümkün olmaz. Çünkü uykuda susmak ve (dolayısıyla) günahlardan uzak kalmak gibi bir durum vardır. Âlimlerin bazısı demiştir ki: 'İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda susmak ve uyumak, amel yapmaktan daha faziletli olacaktır' ve devamla 'Nice âbidler vardır ki, onun en iyi hâli uykudur' demişlerdir.
Âlimlerin dediği o zaman, ibâdetlerle gösteriş yapılan ve ihlâssız ibâdetlerle uğraşılan bir zamandır. Acaba hem fâsık, hem de yaptıklarının hakikatinden gâfil olan kimseye ne denilir?
Süfyan es-Sevrî (r.a) şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihin, ibâdetlerinden ve çalışmalarından boşa çıktıklarında zinde kalmak için uyumayı tercih ederlerdi'.
Bu bakımdan kişinin uykusu selâmeti elde etmek ve geceleyin kalkıp ibâdette bulunmak niyetiyle olursa, ibâdet sayılır. Fakat hangi niyeti taşırsa taşısın, zevalden önce uyanması gereklidir. Namaz için abdest almak ve vakit gelmeden önce camiye hazırlık yapmak için zevalden biraz önce uyanmalıdır. Çünkü vakit gelmeden önce abdest almak ve camiye gitmek en faziletli amellerdendir. Eğer kişi o vakitte ne kaylulet uykusunu uyumuş, ne de kazanç ile meşgul olmuş, sadece namaz ve zikirle meşgul olmuşsa, böyle bir meşguliyet, o günün en faziletli amellerinderıdir. Çünkü o vakit insanların Allah'tan gâfil olup dünya işleriyle meşgul oldukları vakittir. Bu bakımdan bütün insanların rabbinin kapısından yüz çevirdikleri bir anda, rabbinin hizmetine hazırlanan bir kalp, Allah Teâlâ tarafından yüceltilmeye, mânevî huzuruna seçilmeye ve mârifetini bilmeye hak kazanmış olur. Bu vakti ibâdetle geçir menin fazileti geceyi ihyâ etmenin fazileti gibidir. Zira gece de uykudan ötürü gaflet vaktidir. Şu gündüz vakti de nefsin hevasına tâbi ve dünyevî işlerle meşgul olmak hasebiyle gaflet vaktidir ve aynı zamanda aşağıdaki ayette belirtilen işlerden birisini yapına vakti de olabilir:
Düşünüp ibret almak yahut şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.
(Furkan/62)
IV. Vird
Zeval ile öğle namazının farz ve sünnetinden boşalıncaya ka-dar olan zamandır. Bu zaman, ise, günün en kısa ve en faziletli virdidir. Eğer kişi zevalden önce abdest alıp mescide gelmişse, güneş tam göğün ortasından batıya doğru kayıp, müezzin ezâna başladığında, kişi müezzine karşılık verinceye kadar sabretsin. Sonra kalkıp ezan ile kamet arasını ihya etsin. Bu ara, Allah Teâlâ'nın şu ayet-i celilesiyle irade ettiği 'izhar' vaktinin tâ kendisidir:
Öğleye girdiğiniz vakitte de...(Rûm/18)
Bu vakitte aralarında fâsıla vermeksizin ye bir selâmda kılınan dört rek'at namaz kılmalıdır. Gündüz kılınan nafile namazların arasında bazı âlimlerin rivayetine göre sadece bu namaz dört rek'atlı olarak bir selâmla kılınır. Fakat bu rivayet, ta'nedilmiş ve pek kuvvetli olmayan bir rivayettir. İmam Şafiî'nin mezhebi şudur ki; sair sünnetler gibi bu namazında iki rek'atının bir selâmla kılınmasıdır ve aralarında selâm ile fasıla verilmelidir. Şafii'nin bu kanaati sahih olarak rivayet edilmiştir.
Bu rek'atları mümkün olduğu kadar uzatmalıdır. Çünkü ta-tavvu namazı bahsinde zikrettiğimiz bir hadîste belirtildiği gibi, göklerin kapıları bu saatlerde açılır. Bu namazda Bakara veya iki-yüz ayetlik sûrelerden birini, yahut da 'el-Mesânî' sûrelerden dört tanesini okumalıdır. Çünkü bu saatler duânın kabul olunduğu saatlerdir. Hz. Peygamber (s.a) amelinin bu saatlerde Allah huzuruna yükselmesini severdi. Bundan sonra cemaatle öğle namazını kılmalıdır. Daha önce söylediğimiz gibi, uzun kılınan dört rek'at nafileden sonra öğle namazı kılınmalı veya bu dört rek'at nafile kısa olarak kılınmalıdır. Kısacası: Dört rek'atı terketmek uygun değildir. Öğle namazından sonra önce iki rek'at nafileyi, o iki rek'attan sonra da dört rek'at nafileyi kılmalıdır. Zira İbn Mes'ud farz namazın arkasından fasıla vermeksizin onun gibi bir namaz kılmayı kerih görmüştür.
Bu nafile namazda Âyet'el-Kürsi'yi, Bakara sûresinin sonunu ve birinci virdde söylediğimiz ayetleri okuması müstehabdır ki böylece duâ, zikir, kıraat, namaz, hamd ve tesbihî vaktin şerefiyle beraber bir arada yapmış olsun!
V. Vird
Dördüncü virdin sonundan ikindi vaktine kadar olan za-mandır. Bu zamanda mecscidde itikâfa girmek, zikir, namaz veya hayrın herhangi bir dalıyla meşgul olmak müstehabdır. Böylece itikâflı olduğu halde namazı da beklemiş sayılır. Zira farz namazdan sonra gelen ikinci farz namazı beklemek amellerin faziletlilerindendir ve böyle yapmak selefin yolu ve sünnetidir. Selef-i Sâlihîn zamanında camiye gitmek isteyen öğle ve ikindi vakti arasında camiye girdiğinde, tıpkı arıların kovandaki vızıltısı gibi namaz kılanların okuyuşunu duyardı. Eğer kişinin evinde ibadet etmesi dinine daha selâmetli ve himmetinin toplu halde oluşuna daha el-verişliyse, böyle bir kişi için nâfile namazları evinde kılmak camiye gidip kılmaktan daha faziletli olur. Bu bakımdan bu beşinci vird vaktini ihyâ etmek ki bu vakit, insanların çoğunun Allah'ın zikrinden gâfil olduğu vakittir; tıpkı fazilet bakımından üçüncü virdin ihyâsı gibidir. Bu beşinci vird vaktinde uyumak öğleden önce kay-lulet uykusu uyumuş bir kimse için mekruhtur. Zira gündüz iki defa uyumak mekruhtur. Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Üç şey vardır. Allah Teâlâ onlara (veya onlardan ötürü yapana) buğzeder:
a) Yersiz gülmek, b) Acıkmadan yemek, c) Gece ibâdeti yapıp uykusuz kalmadan gündüz uyumak'.
Uykuda sınır şudur: Gece ve gündüz yirmi dört saatten ibarettir. Normal olarak gece ve gündüzün tamamında kişiye sekiz saat uyku yeter. Eğer gece sekiz saat uyursa ikinci bir defa gündüz uyumasının herhangi bir mânâsı kalmaz. Eğer bu sekiz saatin bi-razını gece uyumadan geçirirse onu gündüz telâfi edebilir. Bu bakımdan insanoğluna eğer altmış sene yaşamış ise -ki galib ömür altmış senedir- ömründen yirmi senenin eksilmesi yeter de artar. Zira insanoğlu her gece sekiz saat uyursa -ki bu gece ve gündüzün üçte biridir-o zaman onun ömründen üçte biri eksilmiş oluyor demektir. Fakat yemek bedenin gıdası, ilim ve zikir de bırakılması mümkün olmayan kalbin gıdası oldukları gibi, uykuyu bırakmakta mümkün değildir. İşte normal uykunun miktarı bu kadardır. Fakat bundan daha az uyumak çok zaman bedenin sarsılmasına yol açar. Ancak tedricî bir şekilde nefsini az uyumaya bedeni sarsmaksızın alıştıran bir kimsenin durumu bu kaidenin dışındadır, Bu vird, virdlerin en uzunu ve kullar için en kârlısı,en lezzetlisidir ve aynı zamanda Allah Teâlâ'nın sözünü ettiği 'asal'dan biridir:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez, kendileri de gölgeleri de sabah-akşam Allah'a secde eder.(Ra'd/15)
Madem ki, Allah Teâlâ'ya cansız şeyler secde eder, o halde akıllı bir kulun ibâdetinin çeşitlerinden gâfil olması nasıl caiz olabilir?
VI.Vird
İkindinin vakti geldiğinde altıncı virdin vakti de geliyor demektir. O vakit, Allah Teâlâ'nın Asr sûresinde kendisiyle yemin ettiği vakittir; 'And olsun asr'a'. Bu, ayetin mânâlarından sadece biridir.
'Asal'ın bir tefsirinde de altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Aynı zamanda 've aşiyyen' (Rum/18) kelimesinden de altıncı virdin vakti murad olunmuştur. Nitekim 'Akşam ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi' (Sâd/18) ayetinde geçen Akşam tâbirinden, altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Bu vakitte öğle na-mazından önce geçtiği gibi, ancak ezan ile kamet arasında dört rek'at namaz vardır ve ondan sonra da farz namaz kılınır. Bunun dışında bu vakitte herhangi bir namaz yoktur.
Birinci virdde zikrolunan dört kısımla meşgul olmalıdır. Tâ ki güneş duvarların tepesine çıkıp sararıncaya kadar...
Altıncı virdde namaz kılmak yasak olduğundan, en faziletlisi o vakitte Kur'an'ı düşünerek ve anlayarak okumaktır. Çünkü bu şekilde Kur'an okumak, zikir, duâ ve fikri bir araya getirmiş olur. Bu bakımdan bu kısma, diğer üç kısmın maksatlarının çoğu dahil olur.
VII.Vird
Güneş yere yaklaşmak, yeryüzündeki toz ve sislerle ziyası örtünmek sûretiyle sarardığı ve ziyasında sarılar göründüğü zaman bu virdin vakti başlamış olur. Bu vird tıpkı fecrin doğuşundan güneşin çıkışma kadar olan birinci vird gibidir. Çünkü bu vird güneş batmadan önce, birinci vird de güneş doğmazdan öncedir. Nitekim 'O halde akşama girdiğiniz ve sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin' (Rum/17) ayetinde bu vird kastolunmuştur. 'Ve gündüzün etrafında da tesbih et' (Tâhâ/130) ayetiyle de yedinci vird kastolunmaktadır.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihîn, günün son kısmına günün öncesinden daha fazla önem verir ve tâzim ederlerdi'.
Seleften biri şöyle demiştir: 'Bizim ecdadımız günün başını dünya işlerine ayırırdı, sonunu da âhiret işlerine...' Bu bakımdan günün sonunda özellikle tesbih ve istiğfar etmek ve birinci virdde söylenen bütün zikirleri yapmak müstehâbdır. Meselâ şöyle denmeli:
Allah'tan af talep ederim. Ondan başka ilah yoktur. Hayy ve Kayyûm O'dur. Allah'tan tevbe talep ederim. Azim olan Allah'ın hamdiyle beraber O'nu her türlü eksikliklerden tenzih ederim.
Bu duâ, Allah Teâlâ'nın şu âyet-i celîlesinden istinbat edilmiştir:
O halde sabret. Çünkü Allah'ın va'di gerçektir. Günâhın için mağfiret dile. Akşam sabah hamd ile rabbini tesbih et!(Mü'min/55)
Kur'an'da geçen Allah'ın isimleri üzerine istiğfar edip af talep etmek daha iyidir.
Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır. Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah tevbeleri çokca kabul edendir. Yâ rabbî! Affet, rahmet et. Zira sen rahmet edenlerin en hayırlısısın. Bizi affet, bize rahmet gönder. Zira sen affedenlerin en hayırlısısın!
Güneş batmadan önce Şems ile Leyl sûreleri ile Muavvizeteyn surelerini okumak müstehabdır. Kendisi istiğfar ederken üzerine güneşin batmasını temin etmeye çalışmalıdır. Bu bakımdan akşam ezanını dinlediği zaman şöyle demelidir: 'Ey Allahım! İşte bu, senin gecenin geliş zamanıdır ve gününün gidiş zamanı... Seni çağıranların sesleri (işitilmekte)...'
Bu duâ daha önce de geçmişti. Bu duayı okuduktan sonra, mü-ezzinin dediklerini tekrar etmek sûretiyle müezzine karşılık vermeli ve akşam namazıyla meşgul olmalıdır. Güneşin batışıyla gündüzün virdleri sona ermiş olur. Bu bakımdan kul, durumunu düşünmeli, nefsini hesaba çekmelidir. Çünkü (uzun) yolunun bir merhalesini böylece sona erdirmiştir. Eğer gündüzü, gecesiyle eşit olursa aldanmıştır. Eğer gecesinden daha şerlisiyse o vakit de lâ-nete uğramıştır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Hayr bakımından artış kaydetmediğin günde benim için bereket yoktur. (Veya benini için o günde bereket olmasın)
37
Eğer nefsini bütün gün bolca hayırlar yapmaya meyyâl görürse ve aynı zamanda oburluktan da kaçındığını hissederse, bu durum onun için müjdedir. Bu bakımdan Allah Teâlâ'nın kendisini bu sahada muvaffak kıldığından ve kendisini dosdoğru olarak yoluna ilettiğinden dolayı ona şükretmelidir. Eğer nefsinin bunun aksine hareket ettiğini görürse, bilmelidir ki; gece, gündüzün halefi ve ve-kilidir. O halde gündüz elinden kaçırdığı fırsatı gece telâfi etmeye çalışmalıdır. Çünkü sevaplar günahları sildirir. Ayrıca Allah Teâlâ'nın bedenine vermiş olduğu sıhhatten ve geride kalan ömründen ötürü Allah'a teşekkür etmelidir.
Evet, Allah'a teşekkür etmelidir; çünkü Allah Teâlâ ona bütün gece yapmış olduğu kusurların telâfi etmesi için fırsat vermiştir. Geceye girdiği zaman kalbinde 'Hayat gündüzünün sonu da vardır, onun da güneşi birgün batacaktır. Artık o batıştan sonra da bir daha doğuş (dünyada) olmayacaktır' düşüncesini hazır bulundurmalıdır ve bilmelidir ki, hayatın güneşi battığı an artık tedbir alma ve özür dileme kapıları kapanır. Bir daha da tevbe etmeye imkân bulunmaz. Bu bakımdan hayat belli günlerden ibarettir. Şeksiz ve şüphesiz o belli günler teker teker sona ermek sûretiyle fertlerin sonları gelecektir.
2) Müslim ve Buharî, (Hz. Hafsa'dan). Bu nedenle bu ve diğer nafilelerin evde kılınması sünnettir.
3) Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den)
4)Beyhakî, Şuab'ul-İman (Enes'ten zayıf bir senedle) 'Akşam namazını
cemaatle kılan bir kimseye hacc-ı mebrur ve kabul olunan umre sevabı
yazılır7.
5)İmam Irâkî bu rivayetin aslına rastlamadığını kaydeder.
6)Müslim ve Buharî
7)Ebu Dâvud, (Enes'ten)
8)Müslim, (Câbir b. Semurc'den); Tirmizî, (Enes'ten)
9)İbn Mübârek, (mürsel olarak)
10) Bezzar, (Abdurrahman b. Avf'dan)
Kitabu Tertib'il-Evrâd ve Tafsili İhya'il-Leyl/I. Bölüm 1173 Bir
11)Nesâî İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said el-Hudrî'den sahih bir senedle)
12)İmam Irâkî,bunu mükerrer olarak görmediğini kaydediyor.Fakat Müslim, Hz. Âişe'den birkaç yerde tekrar edildiğini rivayet ediyor.
13)Müslim ve Buharî (Ebu Hüreyre'den)
14)el-Müstağfiri, (Muaz b. Cebel'den)
15)İmam Irâkî bu hadîsi mükerrer olarak görmediğini, ancak namazlardan sonra okunmasını ve rükûda söylenmesini zikreden rivayetlerin olduğunu kaydeder.
16)el-Müstağfirî, Dualar; Hatîb, Haviler, (İmam Mâlik'ten)
17)Sünen sahipleri,İbn Hibban ve Hâkim,(Hz.Osman'dan sahih bir senedle)
18)Ebu Kasım Muhammed b, Abdülvahid Fazilet'ııl-Kur'an
19)Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan)
20)Krş. Buharî, (Ebu Said'den); Müslim, (İbn Abbas'tan)
21)Müslim, (Ubeyd b. Ka'b'dan)
22)Müslim ve Buharî, (Ebu Mes'ud'dan)
23)İbn Hibban, Sevab, (İbn Mes'ud'dan)
24)el-Müstağfirî, (Hz. Ali'den)
25)Taberânî, (Enes'den zayıf bir senedle)
26)İmam Irâkî bu ayetin fazileti hususunda varid olan bir hadîse tesadüf
etmediğini yazmaktadır. Fetih sûresinin fazileti hakkında Ebu Şeyh, Ubey b.
Ka'b'dan bir hadîs rivayet etmekte ise de, hadîs uydurmadır.
27)Ahmed ve Taberânî, (Muaz b. Enes'ten)
28)Ebu Kasım el-Gafıkî, (Hz. Ali'den)
29)Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan); Beyhakî, Şuab'il-İman, (Ebu Umame'den zayıf bir senedle)
30)Ebu Nuaym'a göre,bu zat Gürcan kasabasında oturuyordu. Aslen Kûfelidir. Abidler arasında ibadette büyük bir şöhrete sahiptir. Rivayette ismi geçen İbrahim et-Teymî ise Zeyd'in oğlu,Şerîk'in torunudur.Aslen Kufelidir.Âbid ve zâhid bir zattır.Otuz gün yemek yemediği rivayet
edilmektedir. Yaşı daha kırka varmadan Hicrî 93 yılında vefat etmiştir.
31) İmam Irâkî, böyle bir hadisin sabit olmadığını ileri sürerek şöyle demiştir: 'Hiçbir hadîste Hızır'ın Hz. Muhammed'le bir araya geldiği veya gelmediği, Hızır'ın hayatı ve ölümü hakkında sahih bir rivayet vârid olmuş değildir. (Bkz. İthaf'us-Saade)
32) Kavaid'u1-Akaid bölümünde geçmişti.
33) Daha önce geçmişti.
34)Taberânî, (Zeyd b. Erkam'dan hadîsin bir kısmını)
35)Namaz bölümünde geçmişti.
36) Dört rekatın bir selâmla kılınması için bkz. Ebu Dâvud, İbn Mâce, (Ebu Eyyüb'dan); İki rek'at namazın bir selâmla kılınması için bkz. Ebu Davud ve İbn Hibban, (İbn Ömer'den)
37)Kitab'u1-İlim, Birinci Bölüm'de geçmişti.
Şafağın doğuşundan güneşin doğuşuna kadardır. Bu vakit şerefli bir vakittir. Bu vaktin şerefli ve faziletli oluşuna Allah Teâlâ'nın bu vakitle yemin etmesi delâlet eder:
Ağardığı zaman o sabaha ki...
(Tekvîr/18)
Allah Teâlâ'nın bu vakti yaratmakla zât-ı ulûhiyyetini övmesi, bu vaktin şerefli ve faziletli olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkaran Allah'tır!
(En'âm/96)
De ki: Sığınırım ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran rabbe!
(Felâk/1)
Allah Teâlâ gölgeyi o vakitte kısaltmak sûretiyle kudretini izhâr ederek o vaktin şerefini belirtmiştir.
Biz bu gölgeyi azar, azar bize doğru (dilediğimiz yere) alırız. (Furkan/46)
Bu vakit gece gölgesinin azar azar alınma, güneş ışığının yayılma ve insanları o vakitte tesbîhe irşâd etme vaktidir. Bu hakîkat şu ayetle belirtilmiştir:
O halde akşama girdiğiniz vakit, sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin!
(Rûm/17)
O halde dediklerine sabret. Hem güneşin doğmasından önce, hem de batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah'ın rızâsına eresin.
(Tâhâ/130)
Sabah-akşam rabbinin adını an!
(İnsan/25)
Müslüman uykudan uyandığı zaman bir vakit tâyin etmeli. Uyandığı zaman da Allah'ın zikriyle başlayıp şöyle demesi daha uygun düşer: 'Hamd', bizi ölü gibi uyuttuktan sonra dirilten Allah'amahsustur'.
Duâlar bölümünde uykudan uyanan kimselerin ne gibi duâlar okuyacağı hususunda zikrettiğimiz duâ ve âyetleri sonuna kadar okumalı ve hatırlamalıdır. Elbiselerini duâ okuyarak giymelidir. Elbiselerini giyerken Allah'ın 'avret yerlerinizi örtünüz' emrine uymaya niyet etmelidir ve elbiselerle riya, gösteriş kasdetmeksizin sadece Allah'a ibâdet yapmasına yardımcı olmaları için niyet etmelidir.
Helâya giderken önce sol ayağını içeri atmalıdır. Helâya giriş ve çıkış hususunda ve Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâları okumalıdır. Helâdan sonra daha önce de dediğimiz gibi, Sünnet-i seniyye'ye uygun bir şekilde misvak kullanmalıdır. Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâ ve sünnetlerin tamamını gözetmek sûretiyle abdest almalıdır.
Çünkü biz daha önce ibadetleri teker teker zikrettik ki burada sadece o ibadetlerin terkip ve tertip yönünü zikredelim. Abdestini bitirdikten sonra sabah namazından önce kılınması gereken iki rek'at sünneti kılmalıdır. Bu sünnetten gaye, evde kılınan sünnettir. Hz. Peygamber de aynı şekilde bu sünneti evinde kılardı.2
Bu iki rek'at sünnetten sonra, ister onları evinde, isterse câmide kılsın, İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu duâyı okumalıdır: 'Ey Allahım! Senden nezd-i ilâhinden gelen bir rahmeti talep ediyorum. Öyle rahmet ki, onunla, kalbim hidayete gelir.'
Sonra camiye gitmek için evinden çıkar. Fakat camiye gitmek için okunan duâyı unutmamalıdır. Koşa koşa namaza gitmemeli-dir. Aksine normal şekilde yürüyerek vekarlı bir şekilde gitmelidir. Nitekim hadîs-i şerîfte de böyle vârid olmuştur.
Camiye vardığı zaman parmaklarının birini diğerine geçirmemeli. Camiye girerken sağ ayağını önce atmalı ve camiye girerken okunması vârid olan duâyı okumalıdır. Sonra camide birinci safta, eğer varsa yeralmalıdır. Birinci safa geçmek için cemaatin omuzlarından atlamamalı ve izdihama meydan vermemelidir. Nitekim bu keyfiyet cuma bahsinde de geçmişti. Camiye vardıktan sonra, eğer evinde iki rek'at sabah sünnetini kılmamışsa onları camide kılmalıdır. Onları kıldıktan sonra arkalarından okunan duâ ile meşgul ol-malıdır.. Eğer evinde iki rek'at sabahın sünnetini kılmışsa, camiye vardığında, tahiyyet'ul-mescid olarak (Şafiî mezhebine göre) iki rek'at nafile namaz kılmalıdır. Ondan sonra cemaati beklemek üzere oturmalıdır. Cemaat olmak hususundaki vaktin en faziletlisi Şafiî'ye göre sabahın erken saatlerinde (alacakaranlıkta) olan cemaattir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) sabah namazını sabahın alacakaranlığında kılardı.3 Umumî olarak herhangi bir namazda cemaati terketmek yakışıksız bir harekettir. Özellikle sabah ve yatsı namazlarında... Zira onların faziletleri daha fazladır.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'in (s.a) sabah namazı hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Kim abdest alır, sonra câmiye gider, orada namazını eda ederse, o kimse için attığı her adıma karşılık bir sevap yazılır ve bir günahı silinir. (Allah nezdinde) bir sevap on sevap olmaktadır. Bu bakımdan kişi namazını kıldığı ve güneş çıkınca câmiden çıkıp evine gittiği zaman, bedeninde bulunan kıllar adedince kendisine hasene verilir. Evine Allah nezdinde kabul olunan bir hac sevabıyla döner. Eğer güneş doğunca câmiden çıkmayıp, kuşluk namazını eda edinceye kadar beklerse, o zaman her rek'ata karşılık kendi-sine iki milyon sevap yazılır. Kim yatsı namazını câmide bu şekilde eda ederse, o kimseye daha önce söylediğimiz sevabın aynısı verilmekle beraber Allah nezdinde kabul olunan bir umre ibadetinin sevabı da ayrıca kendisine ihsân edilir ve öylece (yüklü olarak) evine dönmüş olur.4
Selef-i sâlihinin âdeti fecir doğmazdan önce camiye girmekti. Tabiîn-i kirâmdan biri şöyle anlatır: Fecir doğmazdan önce camiye girdim. Baktım ki Ebu Hüreyre benden önce camiye gelmiş... Ebu Hüreyre beni görünce 'Ey yeğenim! Bu saatte niçin evinden çıktın?' diye sordu. Ben 'Sabah namazını edâ etmek için' deyince. Ebu Hüreyre 'Müjdeler olsun! Biz Rasûlullah'ın sahâbîleri bu saatte evimizden çıkmayı ve camide oturmayı Allah yolunda yapılan bir gaza gibi sayardık (veya Peygamber'le beraber yapılan bir gaza gibi sayardık)'5 dedi.
Hz. Ali, zevcesi Hz. Fâtıma ile uyudukları bir anda Rasûlullah'ın (s.a) kapılarını çalarak 'Siz namaz kılmaz mısınız?' diye seslendiğini söylemiştir.
Yine Hz. Ali şöyle der: Ben Rasûlullah'a 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nefislerimiz Allah'ın kudret elindedir. Ne zaman dilerse o zaman gönderir' dedim ve bunun üzerine Hz. Peygamber'in dönüp gittiğini ve giderken dövünerek şöyle dediğini işittim: 'İnsan haksız yere düşmanlık yapıp, münâkaşa etmekte herşeyden daha fazla ileri gider'.6
Sabah namazının iki rek'at sünnetinden ve duâsından sonra sabah namazı için kamet getirilinceye kadar istiğfar ve tesbihle meşgul olması gerekir. İstiğfar ederken şöyle demelidir:
O Allah'tan günahlarımın affını dilerim ki, ondan başka ilah yoktur. O hayy ve kayyümdur (diridir ve herşeyi tedbir edendir) ve O'na tevbe eder,dönüş yaparım.
Bu istiğfârı yetmiş defa ve şunu da yüz defa söylemelidir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah herşeyden daha büyüktür'. Sonra Namazda İmama Uymak bölümünde dediğimiz gibi, zahir ve batın âdâbların tamamını gözeterek farz namazı eda etmelidir. Farz namazı eda ettikten sonra güneş çıkıncaya kadar câmide oturup -ileride beyan edeceğimiz şekilde- Allah'ın zikrine devam etmelidir. Zira Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Ben meclisimde oturup sabah namazından güneş çıkıncaya kadar Allah'ı zikredersem, bu benim için dört köleyi âzâd etmekten daha sevimli olur.7
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) sabah namazını kıldığı zaman seccadesinin üzerinde oturur, güneş doğuncaya kadar böyle kalmaya devam ederdi.8 Rivayetlerden bazılarında 'Güneş doğduktan sonra iki rek'at namaz kıldı' şeklinde vârid olmuştur. Böyle yapmanın fazileti hakkında sayısız hadîs vârid olmuştur.
Hasan rivayet eder ki: Hz. Peygamber (s.a) rabbinin rahmetinden bahsederken ezcümle rabbinin şöyle söylediğini de zikrediyordu:
Ey Ademoğlu! Sabah namazından sonra bir saat beni zikret. İkindi namazından sonra da bir saat... Bu durumda bu iki namazın arkasından (maddeten ve mânen) sana kâfi gele-yim. Seni koruyayım.9
Bu zikrin fazileti böylece bilindiği zaman, kişi sabah na-mazından sonra oturup güneş doğuncaya kadar konuşmamalıdır. En uygun hareket, güneş doğuncaya kadar ki vazifesini dört kısma ayırmaktır:
1.Duâlar
2.Zikirler. (Zikirleri tekrar etmelidir).
3.Kur'an okumak
4.Tefekkür
1. Duâlar
Namazı bitirdiği zaman, şöyle demelidir:
Ey Allahım! Hz. Muhammed'e ve âline salât et ve onları her türlü eksiklikten emin kıl! Ey Allahım! Sensin selâm. Sendedir selâm ve selâm sana döner. Ey rabbiıniz! Bizi se-lâm ile dirilt. Bizi selâm evine dahil et. Ey ikram ve celâl sahibi! Sen müşriklerin dediğinden yücesin.
Bu duâyı okuduktan sonra Hz. Peygamber'in başlangıçta söy-lediği gibi o da şöyle söylemelidir:
Kullarına çokca hibede bulunan en yüce ve mutlak yücelik sahibi olan rabbim, her türlü eksiklikten münezzehtir. Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur Hamd O'nun. O diriltir, öldürür, hiç ölmeyen diri sadece O'dur. Hayr, O'nun elindedir. O herşeye kâ-
dirdir. Allah'tan başka ilah yoktur. Nimetin, faziletin ve güzel senânın sahibi ve lâyıkı O'dur. Allah'tan başka ilah yoktur. Biz sadece O'na ibâdet ederiz İtâatimizi ihlâs ile sadece O'na yaparız; kâfirler böyle yaptığımızdan hoşlanmasalar dahi...10
Bunu söyledikten, sonra Dualar kitabının üçüncü ve dördüncü bölümlerinde zikrettiğimiz duâlara başlayıp ve eğer kudreti varsa bütün o duâları okumalı veya hangisini daha münasip görürse onu ezberlemelidir. Hangisi kalbini daha çok inceltir ve diline daha hafif gelirse onu ezberlemelidir.
2. Zikirler
Bu zikirler şunlardır: Bunların tekrarının fazileti hakkında birçok haberler gelmiştir. Fakat biz o faziletleri burada zikretmekle sözü uzatmak istemiyoruz. Bu kelimelerin her birini üçer veya yedişer defa tekrarlamak lazımdır. En fazlası ise yüzer veya yetmişer defa tekrarlanır. Ortası ise onar defa tekrarlanır. Bu bakımdan kişi, imkânı nisbetinde ve vaktinin genişliğine göre, bu kelimeleri tekrar etmelidir. Fazla tekrar etmenin faziletinin daha fazla olduğu bir gerçektir. Normal bir şekilde tekrar etmek de o nisbette faziletlidir. Orta derecede zikretmek, onar defa tekrar etmek demektir. Bu zikirleri okumaya devam eden şahıs için bu şekilde hareket etmesi daha uygundur. Çünkü işlerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır. Her vazifenin çoğuna devam etmek imkânı yoksa, az ve devamlı olması daha faziletlidir. Arada sırada yapılanın çoğundan, kalpte daha tesirli olur. Zira gevşeklikle karışık bir şekilde yapılan çoğun tesiri azalır. Daimî bir şekilde yapılan azın misâli; kesintisiz bir şekilde yer üzerine damlayan yağmur damlacıkları gibidir. Bu damlacıklar, daimi olduğu için, yerde bir iz bırakır. Şayet taşın üzerine de düşse yine aynı izi bırakacaktır. Çünkü devamlıdır. Arada sırada gelen çoğun misâli ise, bir defada veya ayrı ayrı olmak üzere birkaç defada uzun aralıklarla dökülen bol su gibidir. Böyle bir suyun eseri görünmez.. Bu zikirler de on tanedir:
Bir
Allah'tan başka ilah yoktur. O, birdir. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. Dirilten ve öldüren O'dur. O, ölmez bir diridir. Hayr O'nun kudret elindedir. O herşeye kâdirdir.
İki
Allah müşriklerin dediklerinden münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden daha büyüktür. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak azîm ve yüce olan Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir.11
Üç
Çokça tesbih ve takdis edilir. Meleklerin ve er-Ruh'un rabbidir.12
Dört
Yüce olan Allah müşriklerin dediğinden münezzehtir, O'nun hamdiyle (bu itirafta bulunuyoruz).13
Beş
Yüce olan Allah'tan af dilerim. Öyle Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Hayy (diri) ve kayyûm ancak O'dur. O'ndan tevbe dilerim.14
Altı
Ey Allahım! Senin verdiğini önleyecek hiç kimse yoktur. Senin menettiğini de verecek kimse yoktur. Senin nezdinde, servet (veya sa'y ü gayret) sahibine hiçbir fayda veremez. (Ancak senin lûtfun menfaat vericidir).15
Yedi
El-Mübîn, el-Hak, el-Melîk olan Allah'tan başka ilah yok-tur!16
Sekiz
İsmiyle beraber ne yerde ve ne de gökte hiçbir şeyin zarar vermeyeceği Allah'ın ismiyle başlarım. En ince teferruatına kadar, bilen ve işiten O'dur.17
Dokuz
Ey Allahım! İlmin ve hakikatin zirvesine çıkan ümmî nebîn, rasûlün ve kulun Muhammed'e, âline ve ashâbına salât ve selâm eyle ve onları istenilmeyen kötülüklerden emîn kıl!18
On
Allah'ın dergahından kovulan şeytanın şerrinden, işiten ve bilen Allah'a sığınırım. Ey rabbim! Şeytanın vesveselerin-den sana sığınırım. Şeytanların etrafımı çepeçevre sarıp beni saptırmalarından da sana iltica ederim!19
İşte on zikir bunlardır. Bunların herbiri on defa tekrar edildiği zaman, tümünden yüz defa okumanın sevabı hâsıl olmaktadır. Böyle yapmak her birini yüz defa tekrar etmekten daha efdaldir. Çünkü bu zikirlerin her birinin kendine mahsus bir fazileti vardır. Aynı zamanda kalp de, bu zikirlerin her biriyle ayrı bir şekilde lezzetlenir. Nefis ise, bir zikirden başka bir zikre geçmek suretiyle bir nev'i istirahat aldığı gibi yorgunluğu da önlenmiş olur. (Her yeninin bir lezzeti vardır).
3. Kıraat (Kur'an Okumak)
Birçok ayetlerin okunması kişi için müstehabdır. Bu ayetlerin fazileti hakkında çeşitli haberler gelmiştir. O ayetler şunlardır: Fatiha sûresi20, Âyet'el-Kürsî21, Bakara sûresinin sonu (Âmene'r-Rasûlü'den başlayarak)22,Alu İmran sûresinin 18. ayeti23, yine aynı sûrenin 26, ayeti24, Tevbe sûresinin 128. ayetinin sonuna kadar25, Fetih sûresinin 27. ayetinin de sonuna kadar26, İsra sûresinin 111. ayetinin sonuna kadar27, Hadîd sûresinin başından beş ayeti28 ve Haşr sûresinin sonundan üç ayeti okumalıdır.29
Eğer kişi, Hızır'ın İbrahim et-Teymî'ye hediye ettiği, sabah ve akşam yedişer defa okunmasını tavsiye buyurmuş olduğu duâyı yedişer defa okursa faziletin tamamını elde ettiği gibi, şimdiye kadar zikrolunan bütün duâların faziletini de elde etmiş olur. Nitekim Gurrez b. Vebre30 şöyle anlatır:
Şam ahâlisinden bir dostum ve din kardeşim bana geldi. Birşey hediye ederek şöyle dedi: 'Ey Gurrez! Şu hediyeyi benden kabul eyle. Çünkü bu hediye çok güzel bir hediyedir'. Bu sözü üzerine kendisine 'Ey Kardeşim! Kim sana bu hediyeyi verdi ki (sen de bana veriyorsun)?' diye sordum. 'Bunu bana İbrahim et-Teymî adlı zat verdi' dedi. Ben 'Sen İbrahim'e sormadın mı? Bu hediyeyi ona kim vermiş?' deyince şöyle dedi: 'Evet, sordum. Dedi ki: Ben Kâbe'nin önündeki meydanlıkta oturuyordum.Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), tesbih (Sübhânallah), tahmid (elhamdülillâh) ve temcid (Allah'ı övmek) ile uğraşırken bir kişi geldi. Selâm verip sağ yanıma oturdu. Ondan daha güzel bir kimseyi görmediğim gibi, ondan daha güzel giyinmiş bir kimseyi de görmemiştim. Onun elbisesinden daha beyaz bir elbise ve etrafa saçılan güzel kokusundan daha iyi bir kokuya da tesadüf etmemiştim. Bu manzara karşısında kendisine sordum:
-Ey Allah'ın kulu! Sen kimsin ve nereden geliyorsun?
-Ben Hızırım
Hangi konu için bana gelmiş bulunuyorsun?
-Sana selâm vermek ve Allah rızâsı için seni sevmem sebe-
biyle sana gelmiş bulunuyorum. Benim yanımda bir hediye
vardır. Onu sana vermek istiyorum.
-O nedir?
-Güneş çıkıp, yeryüzüne yayılmadan, bir de batmadan önce
her birini yedişer defa okumak sûretiyle Fâtiha, Nâs, Felâk,
İhlâs, Kâfirûn sûreleriyle Âyet'el-Kürsi'yi tekrarlamak,
daha sonra yedi defa 'Allah müşriklerin dediğinden mü-
nezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah
yoktur. Allah herşeyden daha yücedir' diyeceksin. Yedi defa
Hz. Peygamber'e (âline ve ashâbına) salâvat-ı şerife okuya-
caksın. Bundan sonra yedi defa kendin için, annen ve baban
için, müslüman erkek ve kadınlar için af talebinde buluna-
rak şöyle diyeceksin:
Ey Allahım! Benim ve onların hakkında ister acele, ister ge-lecekte, din, dünya ve âhiretimizde senin şânına ne yakışırsa ve sen neye ehilsen onu yap. Ey Mevlâmız! Bizim kötü amelimizle müstahak olduğumuz cezayı,bizim hakkımızda icra etme.Sen çok bağışlayıcı, ilim sâhibi,cömert,kerem, şefkat ve rahmet sâhibisin.
Bu duâyı yedi defa tekrar et. Dikkat et, bu söylediğim duâları her sabah ve akşam oku ve terketme!
Ey Allah'ın sâlih kulu! İsterim ki, bu büyük hediyeyi sana
veren kimseyi bana haber veresin.
Bu büyük hediyeyi bana Hz. Muhammed verdi.
Bu duâdan hâsıl olan sevabın ne olduğunu bana haber vermeni istiyorum.
Hz. Muhammed'le bir araya geldiğin zaman, ondan bu
duânın sevabını sor, o sana bunu söyler.
İbrahim et-Teymî anlatmaya şöyle devam eder: Birgün rü-yamda melekler bana geldiler. Beni sırtlayıp cennete götür-düler. Cennetteki nimetleri gördüm. (Cennette gördüğü bü-yük nimetleri tavsif etti). Cennette gördüğüm o büyük şeyler (köşkler, saraylar ve bahçeler) hakkında meleklere 'Bunlar kimin içindir?' diye sorunca melekler şöyle dediler: 'Senin yaptığın gibi kim yaparsa bunlar onundur'. (İbrahim et-Teymî'nin anlattığına göre, meyvelerden yemiş ve melekler İbrahim'e cennetin suyundan içirmişlerdir).
İbrahim anlatmaya şöyle devam eder: Ben bu durumdayken Hz. Peygamber, beraberinde yetmiş peygamber, meleklerden de yetmiş saf ve her safın meşrikten mağribe kadar olduğu bir durumda teşrif edip geldi. Bana selâm verdi ve elimden tuttu. (Bundan cesaret alarak) Hz. Peygamber'e şöyle dedim:
Ey Allah'ın Rasûlü!Hızır bana senden şu hadîsi dinlediğini söyledi. Sen ne dersin?
Hızır doğru söylemiştir. Hızır doğru söylemiştir. Onun hi-
kâye ettiği haktır. O yeryüzünün en büyük âlimidir. O abdal-
ların reisidir. O Allah'ın yeryüzündeki askerlerindendir.
Ey Allah'ın Rasûlü! Bu duâyı okuyan bir kimse benim şu
anda rüyamda gördüğüm şeylerin benzerini görmezse,acaba bana verilen bu büyük nimet ona da verilir mi?
- Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Senin bu yaptığını yapan bir kimse, beni ve bu cenneti görmese dahi, onun yapmış olduğu bütün büyük günahları affolunur. Allah ondan gazab ve öfkesini kaldırır. Onun kö-tülüklerini yazan sol tarafındaki meleğe Allah Teâlâ bir se-neye kadar onun kötülüklerinden hiçbirisini yazmamasını emreder. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Ancak Allah tarafından saîd olarak yaratılmış bir kul bu duâyı okur ve ancak Allah tarafından şakî olarak yaratılmış bir kimse bunu terkeder.
İbrahim et-Teymî bu rüyayı gördükten sonra dört ay yemeden içmeden kesilmiştir.31
İşte Kur'an okuma vazifesi budur. Eğer Kur'an'dan vird edindiği veya devamlı okuduğu bir şeyi bu okumasına eklerse daha iyi olur. Çünkü Kur'an daha önce de söylediğimiz gibi, düşünülerek okunduğu takdirde duâ, düşünce ve zikir faziletlerinin tamamını elde ettirir. Nitekim Kur'an'ın Faziletleri ve Âdâb-ı Tilâvet bölümünde bunlar anlatılmıştı.
4. Tefekkür
Tefekkür kişinin vazifelerinden birisi olmalıdır. Neyin hakkında düşünür ve nasıl düşünür? Bunun tafsilâtı Münciyât kısmının Tefekkür kitabında zikredilecektir. Fakat tefekkürün özü iki şıkta toplanmaktadır:
a) Kendisine fayda veren işler hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Daha önceki kusurlarından nefsini hesaba çekmeli, içinde bulunduğu güne vazifelerini bölmeli ve engelleri nasıl aşacağını inceden inceye düşünmeli, kusurlu oluşunu hatırlamalıdır. Kusurlarına sebebiyet veren amellerini de göz önünde bulundurmalı ki onu ıslah edebilsin. Kalbinde, nefsindeki amellerinde ve müslümanlara karşı yaptıkları için iyi niyetlerini hazır bulundurmalıdır.
b) Kendisine fayda veren mükâşefe ilmi hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Allah'ın nimetleri, zâhir ve bâtın ihsanları hakkında düşünmeli, bu düşüncesi sayesinde bunlar hakkındaki marifeti artmalı ve bunlara karşı şükretmesi çoğalmalıdır veya Allah Teâlâ'nın ceza ve intikamları hakkında düşünmelidir ki Allah'ın kudretini ve herşeyden müstağni olduğunu daha geniş bir marifetle tanımış olsun. Allah'ın cezalarından korkusu artsın. Bu hâdiselerin her birinin binlerce dalları vardır. Bazı insanlar için bu sahada düşünce oldukça geniştir. Bazıları için de tam ak-sine... Biz, gelecek tefekkür kitabında bunu tedkik ve tahkike çalışacağız. Kısaca tefekkürden ne kadarı mümkün olursa, o ibadetlerin en şereflisidir. Çünkü düşüncede Allah'ın anılması sözkonusu olduğu gibi fazla olarak da iki unsur daha vardır:
1.Mârifetin artışı; zira tefekkür ve keşfin anahtarıdır.
2.Muhabbetin artışı; zira kalp, büyüklüğüne inanmadığı bir
zâtı sevmez. Allah'ın büyüklüğü ise, ancak sıfatlarının, kudretinin ve fiillerinin üstünlüğünü bilmekle anlaşılır. Böylece fikirden mârifet doğar. Mârifetten de Allah'ın tazimi ve büyüklüğü doğar, tâzimden de muhabbet doğar.
Aynı zamanda zikir, ünsiyeti elde ettirir. Ünsiyet ise, muhabbetin bir çeşididir. Fakat mârifetten doğan muhabbet, ünsiyetten gelenden daha kuvvetli, daha kalıcı ve daha büyüktür. Ârif bir kimsenin muhabbeti, tam basirete sahip olmadan zikreden bir kimsenin ünsiyetine nisbet edildiği zaman, tıpkı gözüyle bir şahsın güzelliğini görmüş, onun güzel ahlâklarına, fiil ve faziletlerine tecrübe ve deneme ile muttali olmuş bir kimsenin tanımasının, gözüyle görmediği, ancak iyiliğini ve her sahada ahlâklı olduğunu tafsilâtı olmaksızın kulaktan dolma dinleyen bir zata karşı duyduğu ünsiyetine nisbet edilmesi gibidir. Bu bakımdan gözüyle o meçhul şahsı görmeyenin ona karşı sevgisi, elbette onu bilfiil görenin sevgisi gibi olmaz. Çünkü işitmek gözle görmek gibi değildir (ve olamaz da). O halde Allah'ın zikrine kalben ve lisanen devam eden, taklidî bir iman ile peygamberlerin (a.s) getirdiklerine inananla bir olmaz. Allah'ın sıfatlarının güzelliklerinden ancak iman ettikleri peygamberlerin kendilerine bildirdiği şekilde müc-mel olarak inananlarla, birtakım işlere sahip olan âbidler ile Allah'ın celâl ve cemâlini zahiri gözden daha keskin bâtınî ve basîret gözleri ile müşâhede eden ârifler bir olamazlar. Evet bu iki grup da Allah'ın celâl ve cemâlinin künhüne vakıf olmamışlardır. Zira bu şekilde vakıf olmak, kulların kudretinin dahilinde değildir. Ancak her kul, kendisine aralanan perde oranında cemâli müşahede eder. Oysa, rubûbiyet huzurunun ne cemâline, ne de perdelerine hidâyet yoktur, Nûr ile anılması gereken perdelerinin sayısı sonsuzdur. O perdeler ki, onlara ulaşan bir kimse, onu asi sanıyor. O perdelerin sayısı yetmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ'nın nûrdan yetmiş perdesi vardır. Eğer o perdeleri aralarsa (keyfiyeti bizce malûm olmayan) yüzünün parıltıları her gördüğünü yakıp kül edecektir.32
O perdeler de tertiplidir. O nûrlar rütbece ayrı ayrıdır. Tıpkı güneş, ay ve yıldızların ayrı olması gibi... Önce en küçükleri görünür. Sonra diğerleri tevâli eder. İşte bu esas üzere bazı sûfîler Hz. İbrahim'in terakkisinde görünen dereceleri te'vil etmişlerdir: 'Felemma cenne aleyhi'l-leyl'; yani işler Hz. İbrahim'in üzerine karardığı ve müşkil olduğu zaman 'Reâ kevkeben'; o nûr perdelerinden birisine vardı.
İşte Allah Teâlâ nûr perdesini Kevkeb diye tâbir ediyor. Kevkeb'den 'parlayan' ve yıldız denilen şu cisimler kastolunmamıştır. Çünkü (değil Hz. İbrahim) gibi bir peygamber, sıradan insanlar dahi bilirler ki, Rubûbiyet vasfı cisimlere lâyık ve uygun bir vasıf değildir. Halk tabakası bile basit düşünceleriyle bu keyfiyeti idrak etmektedirler. O halde halk tabakasını şaşırtmayan bir mesele, nasıl olur da Allah'ın dostu Hz. İbrahim'i şaşırtır. Nûr diye adlandırılan perdelerden, göz ile görülen ışık kastolunmamaktadır. Aksine kastolunan mânâ, Allah Teâlâ'nın şu ayeti celilesiyle kastolunan mânâdır:
Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacı (nın yağı)ndan yakılır. (Öyle mübarek bir ağaç) ki, nerdeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı parıl parıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur.Allah insanlara böyle misâller verir, Allah herşeyi bilir. (Nûr/35)
Biz bu mânâlardan geçelim. Çünkü bunlar muamele ilmi'nin dışında kalan mânâlardır. Bu mânâların hakikatlerine ancak saf fikrin arkasından gelen keşif varabilir! Böyle bir keşfin kapısı ise, az kimselere açılmaktadır. Sıradan insanlar tarafından kolayca elde edilen düşünce ise, ancak muamele ilmi'nin fayda verici kısımları hakkındadır. Bu da faydası çok ve büyük olan konulardır.
İşte bu dört vazife ki bunlar; duâ, zikir, kıraat (Kur'an okumak) ve tefekkürdür her müridin sabah namazından sonraki vazifesi olmalıdır. Belki mürid, namaz vazifesinden kurtulduktan sonra her virdde bu vazifeleri yapmalıdır. Namazdan sonra bu dört vazifeden başka bir vazife yoktur. Kişi silahını ve kalkanını aldıktan sonra bu vazifeleri yapmaya muktedir olur. Oruç öyle bir kalkandır ki, insanoğlunun düşmanı olan ve onu dosdoğru yoldan çeviren şeytanın geçiş yollarını daraltır. Şafak söktükten sonra tâ güneş doğuncaya kadar sabah namazından önce kılınan iki rek'at sünnet ile sabah namazının farzından başka herhangi bir namaz yoktur... Hz. Peygamber (s.a) ve ashâb-ı kirâm gibi bu vakitte zikirle meşgul olmak daha evlâdır. Ancak farz namazını (sabah namazını) kılmadan önce uyku galebe çalarsa ve uykuyu gidermek ancak namaz kılmakla mümkün olursa o zaman uykuyu defetmek için namaz kılınmasında bir sakınca yoktur.33
II. Vird
Güneşin doğuşundan kuşluk zamanına kadardır. Kuşluk za-manından gayem; güneşin doğuşu ile zevâlin ortasındaki vakittir. Bu da günden üç saatin geçtiği zaman olur. Eğer gün oniki saat farzedilirse -ki bu onikinin dörtte biridir- günün bu dörtte bir vaktinde iki fazla vazife daha vardır:
a) İlki, kuşluk namazı (es-Salât'ud-Duhâ)dır ki biz bunu Namaz bölümünde zikretmiştik. En evlâ ve uygunu bu namazın iki rek'at olarak güneşin yükseldiği bir anda kılınmasıdır. Yani güneş ışınlarını yaydığı ve yarım mızrak kadar yükseldiği zaman kılmaktır. Aynı zamanda dört, altı veya sekiz rek'atı da süt çocuğunun, annesinin kucağında hararetten uyuduğu veya ayaklar güneşin ısısıyla yandığı vakitte kılınır, Bu bakımdan daha önce kılınan iki rek'atın vakti, Allah Teâlâ'nın şu ayetiyle murad olunan vakittir.
Gerçekten biz dağları onun emrine bağlı kıldık da akşamleyin ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi.(Sâd/18)
Hz. Peygamber (s.a), işrak zamanında namaz kılan ashâb-ı ki-râma rastladığında sesini yükselterek şöyle dedi:
İyi bilin ki, evvâbînlerin namazı, güneş sıcağının etkisiyle yavruların yattığı vakittir. Yani o vakitte kılınır.34
İşte bu sırra binaen deriz ki, eğer kişi kuşluk namazını iki defa değil de bir defa kılmak istiyorsa, biraz önce hadîste belirtilen vakit bu namaz için en faziletli vakittir. Fakat bütün bunlara rağmen kuşluk namazını iki kerâhet vaktinin (güneşin ilk doğduğu vakitle tam göğün ortasında bulunduğu vakit) arasında herhangi bir saatte kılarsa ecir hâsıl olur. Fakat daha önce denildiği gibi o vakitte kılmak daha efdaldir. Bütün bunlara Duhâ (kuşluk) ismi verilir. Sanki işrâk namazının iki rek'atı. namaz kılmasına izin verilen vaktin başlangıcına ve kerahet vaktinin de bitimine düşer. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar. Ne zaman ki yükselir, işte o zaman şeytan ondan ayrılır.35
Bu bakımdan güneşin en az yükselmesi daha Önce söylendiği gibi yerin buhar ve sis tabakasının hizasında yükselmesidir. Bu ise ancak takriben gözetilir ve bilinir.
b) Bu vaktin ikinci vazifesi; insanlarla ilgili olup tâ ezelden beri âdet olarak işlenen hayırlardır. Hastayı ziyaret etmek, cenaze merasimine iştirâk etmek, birr (hayr) ve takvâ hususunda yardımlaşmak, ilim meclisinde hazır bulunmak, herhangi bir müslümanın ihtiyacını görmek ve bunlar gibi sair hayırlı işler... Eğer bu vazifelerden hiç birisi yoksa daha önce zikrettiğimiz tefekkür, kıraat, zikir ve duâdan meydana gelen dört vazifeye dönmelidir veya bunlarla dolu nafile namazları kılmalıdır. Nafile namazlar sabah namazından sonra mekruh iseler de... Fakat şu anda mekruh değildirler. Bu bakımdan bu vakitte kılınan bu gibi namazlar, isteyen bir kimse için bu vaktin vazifelerinin beşinci kısmını teşkil etmektedir. Sabah namazının farzından sonra ise, sebepsiz olarak kılınan nafile namazı mekruhtur. Sabah olduktan sonra en iyi hareket; sabah namazından önce kılınan iki rek'at sabah sünneti ve mescide giriş namazlarıyla yetinmektir. Bunların dışında herhangi bir namazla meşgul olmamalı, aksine zikir, Kur'an okuma, duâ ve tefekkür ile meşgul olmalıdır.
III.Vird
Üçüncü vird kuşluk zamanından zevale kadardır. Kuşluktan gayemiz, güneşin doğuşu ve tam zevale ermesinin ortası olan vakit ile ondan az önceki vakittir. Her ne kadar her üç saatten sonra namaz kılınması emredilmişse de... Bu bakımdan güneş doğduktan itibaren üç saatlik bir zaman geçtiğinde, namaz kılınır. O kadar vakit daha geçmeden önce de kuşluk namazı vardır. İkinci bir üç saat daha geçerse öğle namazı vakti gelmektedir. Ondan sonra üç saat daha geçerse, ikindi namazı vakti gelir. İkindiden sonra üç saat geçerse akşam namazının vakti gelir.
Kuşluk namazının, zeval ile güneşin doğuşu arasındaki yeri ve mertebesi, tıpkı zeval ile güneşin batışı arasındaki ikindi namazının yeri ve mertebesi gibidir. Ancak şu fark var ki,kuşluk namazı farz değildir. Çünkü kuşluk zamanı, insanların tam hararetle çalıştığı bir zamandır. Bu bakımdan Allah Teâlâ bu zamanda herhangi bir ibâdeti farz kılmamakla kullarına kolaylık göstermiştir.
Dördüncü vazife; bu vakitte, o dört kısımdan başka iki vazife daha vardır:
a)Kazanç, maişetin tedbiri, çarşı ve pazarlarda hazır bulunmakla meşgul olmak vardır. Eğer kişi tüccarsa dürüstçe ticaret yapması gerekmektedir. Eğer sanat sahibiyse,nasihat ve şefkatle sanatına devam etmelidir. Meşguliyetlerinin hiçbirisinde Allah'ın zikrini unutmamalıdır. Günün ihtiyacı kadar çalışmalıdır. Eğer
her günün nafakasını temin etmek için çalışmaya muktedirse, o günün nafakasını temin ettiği zaman evine dönmeli ve geri kalan vaktini âhiretinin azığını elde etmeye sarfetmelidir. Çünkü(Allah'a inanan bir insan için) âhiret azığına daha şiddetle ihtiyaç vardır.Âhiret azığından alınan lezzet daha devamlıdır.Bu bakımdan kişinin bu azığı elde etmesi için çalışması, zamanının ve günlerinin ihtiyacından fazlasını elde etmek için çalışmasından daha önemlidir.
Denildi ki; mü'min ancak üç yerde bulunur:
1.İbadet imâr ettiği bir mescidde,
2.Kendisini başkalarından saklayan bir evde,
3.Zarurî bir ihtiyaçta.
Oysa kifayet edecek zaruri ihtiyacı bilip takdir eden pek azdır. Aksine insanların çoğu muhtaç olmadıkları ve kendileri için zarurî olmayan şeyler için çalışırlar. Çünkü şeytan onları daima fakirlikle korkutup durur. Onlara çirkin hareketleri emreder. Onlar ise şeytana kulak verip uyarlar. Yemediklerini ve yemeyeceklerini istif ederler. Bütün bunları fakr u zaruretten korkarak yaparlar! Oysa Allah Teâlâ, onlara mağfiret va'dediyor. Fazilet va'dinde bulunuyor.Onlar ise Allah Teâlâ'nın bu va'dinden yüz çeviriyorlar ve onu elde etmek hususunda herhangi bir rağbet göstermiyorlar.
b)İkinci vazife, kaylulet (öğleden evvel) uykusudur. Kaylulet uykusu sünnettir. Bu uyku sayesinde kişi gece ibadetini rahatça yapabilir. Ramazan-ı şerifte veya herhangi bir oruçta yardımcı olmak için sahur yemeğinin yenmesinin sünnet olduğu gibi,kaylulet uykusu da sünnettir...
Eğer kişi kaylulet uykusunu uyumadığı takdirde geceleyin kalkıp ibadet etmeyecekse, o vakit hiçbir hayırla meşgul ol-maksızın kaylulet uykusunu uyumalıdır. Çoğu zaman mü'min bir kimse gaflet ehliyle oturup, onlarla konuşuyor, Oysa böyle yapmaktansa kaylulet uykusu daha güzeldir. Çünkü bu uykuyu uyumadığı takdirde zinde bir şekilde zikre ve belirtilen vazifelerine yönelmesi mümkün olmaz. Çünkü uykuda susmak ve (dolayısıyla) günahlardan uzak kalmak gibi bir durum vardır. Âlimlerin bazısı demiştir ki: 'İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda susmak ve uyumak, amel yapmaktan daha faziletli olacaktır' ve devamla 'Nice âbidler vardır ki, onun en iyi hâli uykudur' demişlerdir.
Âlimlerin dediği o zaman, ibâdetlerle gösteriş yapılan ve ihlâssız ibâdetlerle uğraşılan bir zamandır. Acaba hem fâsık, hem de yaptıklarının hakikatinden gâfil olan kimseye ne denilir?
Süfyan es-Sevrî (r.a) şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihin, ibâdetlerinden ve çalışmalarından boşa çıktıklarında zinde kalmak için uyumayı tercih ederlerdi'.
Bu bakımdan kişinin uykusu selâmeti elde etmek ve geceleyin kalkıp ibâdette bulunmak niyetiyle olursa, ibâdet sayılır. Fakat hangi niyeti taşırsa taşısın, zevalden önce uyanması gereklidir. Namaz için abdest almak ve vakit gelmeden önce camiye hazırlık yapmak için zevalden biraz önce uyanmalıdır. Çünkü vakit gelmeden önce abdest almak ve camiye gitmek en faziletli amellerdendir. Eğer kişi o vakitte ne kaylulet uykusunu uyumuş, ne de kazanç ile meşgul olmuş, sadece namaz ve zikirle meşgul olmuşsa, böyle bir meşguliyet, o günün en faziletli amellerinderıdir. Çünkü o vakit insanların Allah'tan gâfil olup dünya işleriyle meşgul oldukları vakittir. Bu bakımdan bütün insanların rabbinin kapısından yüz çevirdikleri bir anda, rabbinin hizmetine hazırlanan bir kalp, Allah Teâlâ tarafından yüceltilmeye, mânevî huzuruna seçilmeye ve mârifetini bilmeye hak kazanmış olur. Bu vakti ibâdetle geçir menin fazileti geceyi ihyâ etmenin fazileti gibidir. Zira gece de uykudan ötürü gaflet vaktidir. Şu gündüz vakti de nefsin hevasına tâbi ve dünyevî işlerle meşgul olmak hasebiyle gaflet vaktidir ve aynı zamanda aşağıdaki ayette belirtilen işlerden birisini yapına vakti de olabilir:
Düşünüp ibret almak yahut şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.
(Furkan/62)
IV. Vird
Zeval ile öğle namazının farz ve sünnetinden boşalıncaya ka-dar olan zamandır. Bu zaman, ise, günün en kısa ve en faziletli virdidir. Eğer kişi zevalden önce abdest alıp mescide gelmişse, güneş tam göğün ortasından batıya doğru kayıp, müezzin ezâna başladığında, kişi müezzine karşılık verinceye kadar sabretsin. Sonra kalkıp ezan ile kamet arasını ihya etsin. Bu ara, Allah Teâlâ'nın şu ayet-i celilesiyle irade ettiği 'izhar' vaktinin tâ kendisidir:
Öğleye girdiğiniz vakitte de...(Rûm/18)
Bu vakitte aralarında fâsıla vermeksizin ye bir selâmda kılınan dört rek'at namaz kılmalıdır. Gündüz kılınan nafile namazların arasında bazı âlimlerin rivayetine göre sadece bu namaz dört rek'atlı olarak bir selâmla kılınır. Fakat bu rivayet, ta'nedilmiş ve pek kuvvetli olmayan bir rivayettir. İmam Şafiî'nin mezhebi şudur ki; sair sünnetler gibi bu namazında iki rek'atının bir selâmla kılınmasıdır ve aralarında selâm ile fasıla verilmelidir. Şafii'nin bu kanaati sahih olarak rivayet edilmiştir.
Bu rek'atları mümkün olduğu kadar uzatmalıdır. Çünkü ta-tavvu namazı bahsinde zikrettiğimiz bir hadîste belirtildiği gibi, göklerin kapıları bu saatlerde açılır. Bu namazda Bakara veya iki-yüz ayetlik sûrelerden birini, yahut da 'el-Mesânî' sûrelerden dört tanesini okumalıdır. Çünkü bu saatler duânın kabul olunduğu saatlerdir. Hz. Peygamber (s.a) amelinin bu saatlerde Allah huzuruna yükselmesini severdi. Bundan sonra cemaatle öğle namazını kılmalıdır. Daha önce söylediğimiz gibi, uzun kılınan dört rek'at nafileden sonra öğle namazı kılınmalı veya bu dört rek'at nafile kısa olarak kılınmalıdır. Kısacası: Dört rek'atı terketmek uygun değildir. Öğle namazından sonra önce iki rek'at nafileyi, o iki rek'attan sonra da dört rek'at nafileyi kılmalıdır. Zira İbn Mes'ud farz namazın arkasından fasıla vermeksizin onun gibi bir namaz kılmayı kerih görmüştür.
Bu nafile namazda Âyet'el-Kürsi'yi, Bakara sûresinin sonunu ve birinci virdde söylediğimiz ayetleri okuması müstehabdır ki böylece duâ, zikir, kıraat, namaz, hamd ve tesbihî vaktin şerefiyle beraber bir arada yapmış olsun!
V. Vird
Dördüncü virdin sonundan ikindi vaktine kadar olan za-mandır. Bu zamanda mecscidde itikâfa girmek, zikir, namaz veya hayrın herhangi bir dalıyla meşgul olmak müstehabdır. Böylece itikâflı olduğu halde namazı da beklemiş sayılır. Zira farz namazdan sonra gelen ikinci farz namazı beklemek amellerin faziletlilerindendir ve böyle yapmak selefin yolu ve sünnetidir. Selef-i Sâlihîn zamanında camiye gitmek isteyen öğle ve ikindi vakti arasında camiye girdiğinde, tıpkı arıların kovandaki vızıltısı gibi namaz kılanların okuyuşunu duyardı. Eğer kişinin evinde ibadet etmesi dinine daha selâmetli ve himmetinin toplu halde oluşuna daha el-verişliyse, böyle bir kişi için nâfile namazları evinde kılmak camiye gidip kılmaktan daha faziletli olur. Bu bakımdan bu beşinci vird vaktini ihyâ etmek ki bu vakit, insanların çoğunun Allah'ın zikrinden gâfil olduğu vakittir; tıpkı fazilet bakımından üçüncü virdin ihyâsı gibidir. Bu beşinci vird vaktinde uyumak öğleden önce kay-lulet uykusu uyumuş bir kimse için mekruhtur. Zira gündüz iki defa uyumak mekruhtur. Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Üç şey vardır. Allah Teâlâ onlara (veya onlardan ötürü yapana) buğzeder:
a) Yersiz gülmek, b) Acıkmadan yemek, c) Gece ibâdeti yapıp uykusuz kalmadan gündüz uyumak'.
Uykuda sınır şudur: Gece ve gündüz yirmi dört saatten ibarettir. Normal olarak gece ve gündüzün tamamında kişiye sekiz saat uyku yeter. Eğer gece sekiz saat uyursa ikinci bir defa gündüz uyumasının herhangi bir mânâsı kalmaz. Eğer bu sekiz saatin bi-razını gece uyumadan geçirirse onu gündüz telâfi edebilir. Bu bakımdan insanoğluna eğer altmış sene yaşamış ise -ki galib ömür altmış senedir- ömründen yirmi senenin eksilmesi yeter de artar. Zira insanoğlu her gece sekiz saat uyursa -ki bu gece ve gündüzün üçte biridir-o zaman onun ömründen üçte biri eksilmiş oluyor demektir. Fakat yemek bedenin gıdası, ilim ve zikir de bırakılması mümkün olmayan kalbin gıdası oldukları gibi, uykuyu bırakmakta mümkün değildir. İşte normal uykunun miktarı bu kadardır. Fakat bundan daha az uyumak çok zaman bedenin sarsılmasına yol açar. Ancak tedricî bir şekilde nefsini az uyumaya bedeni sarsmaksızın alıştıran bir kimsenin durumu bu kaidenin dışındadır, Bu vird, virdlerin en uzunu ve kullar için en kârlısı,en lezzetlisidir ve aynı zamanda Allah Teâlâ'nın sözünü ettiği 'asal'dan biridir:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez, kendileri de gölgeleri de sabah-akşam Allah'a secde eder.(Ra'd/15)
Madem ki, Allah Teâlâ'ya cansız şeyler secde eder, o halde akıllı bir kulun ibâdetinin çeşitlerinden gâfil olması nasıl caiz olabilir?
VI.Vird
İkindinin vakti geldiğinde altıncı virdin vakti de geliyor demektir. O vakit, Allah Teâlâ'nın Asr sûresinde kendisiyle yemin ettiği vakittir; 'And olsun asr'a'. Bu, ayetin mânâlarından sadece biridir.
'Asal'ın bir tefsirinde de altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Aynı zamanda 've aşiyyen' (Rum/18) kelimesinden de altıncı virdin vakti murad olunmuştur. Nitekim 'Akşam ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi' (Sâd/18) ayetinde geçen Akşam tâbirinden, altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Bu vakitte öğle na-mazından önce geçtiği gibi, ancak ezan ile kamet arasında dört rek'at namaz vardır ve ondan sonra da farz namaz kılınır. Bunun dışında bu vakitte herhangi bir namaz yoktur.
Birinci virdde zikrolunan dört kısımla meşgul olmalıdır. Tâ ki güneş duvarların tepesine çıkıp sararıncaya kadar...
Altıncı virdde namaz kılmak yasak olduğundan, en faziletlisi o vakitte Kur'an'ı düşünerek ve anlayarak okumaktır. Çünkü bu şekilde Kur'an okumak, zikir, duâ ve fikri bir araya getirmiş olur. Bu bakımdan bu kısma, diğer üç kısmın maksatlarının çoğu dahil olur.
VII.Vird
Güneş yere yaklaşmak, yeryüzündeki toz ve sislerle ziyası örtünmek sûretiyle sarardığı ve ziyasında sarılar göründüğü zaman bu virdin vakti başlamış olur. Bu vird tıpkı fecrin doğuşundan güneşin çıkışma kadar olan birinci vird gibidir. Çünkü bu vird güneş batmadan önce, birinci vird de güneş doğmazdan öncedir. Nitekim 'O halde akşama girdiğiniz ve sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin' (Rum/17) ayetinde bu vird kastolunmuştur. 'Ve gündüzün etrafında da tesbih et' (Tâhâ/130) ayetiyle de yedinci vird kastolunmaktadır.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihîn, günün son kısmına günün öncesinden daha fazla önem verir ve tâzim ederlerdi'.
Seleften biri şöyle demiştir: 'Bizim ecdadımız günün başını dünya işlerine ayırırdı, sonunu da âhiret işlerine...' Bu bakımdan günün sonunda özellikle tesbih ve istiğfar etmek ve birinci virdde söylenen bütün zikirleri yapmak müstehâbdır. Meselâ şöyle denmeli:
Allah'tan af talep ederim. Ondan başka ilah yoktur. Hayy ve Kayyûm O'dur. Allah'tan tevbe talep ederim. Azim olan Allah'ın hamdiyle beraber O'nu her türlü eksikliklerden tenzih ederim.
Bu duâ, Allah Teâlâ'nın şu âyet-i celîlesinden istinbat edilmiştir:
O halde sabret. Çünkü Allah'ın va'di gerçektir. Günâhın için mağfiret dile. Akşam sabah hamd ile rabbini tesbih et!(Mü'min/55)
Kur'an'da geçen Allah'ın isimleri üzerine istiğfar edip af talep etmek daha iyidir.
Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır. Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah tevbeleri çokca kabul edendir. Yâ rabbî! Affet, rahmet et. Zira sen rahmet edenlerin en hayırlısısın. Bizi affet, bize rahmet gönder. Zira sen affedenlerin en hayırlısısın!
Güneş batmadan önce Şems ile Leyl sûreleri ile Muavvizeteyn surelerini okumak müstehabdır. Kendisi istiğfar ederken üzerine güneşin batmasını temin etmeye çalışmalıdır. Bu bakımdan akşam ezanını dinlediği zaman şöyle demelidir: 'Ey Allahım! İşte bu, senin gecenin geliş zamanıdır ve gününün gidiş zamanı... Seni çağıranların sesleri (işitilmekte)...'
Bu duâ daha önce de geçmişti. Bu duayı okuduktan sonra, mü-ezzinin dediklerini tekrar etmek sûretiyle müezzine karşılık vermeli ve akşam namazıyla meşgul olmalıdır. Güneşin batışıyla gündüzün virdleri sona ermiş olur. Bu bakımdan kul, durumunu düşünmeli, nefsini hesaba çekmelidir. Çünkü (uzun) yolunun bir merhalesini böylece sona erdirmiştir. Eğer gündüzü, gecesiyle eşit olursa aldanmıştır. Eğer gecesinden daha şerlisiyse o vakit de lâ-nete uğramıştır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Hayr bakımından artış kaydetmediğin günde benim için bereket yoktur. (Veya benini için o günde bereket olmasın)
37
Eğer nefsini bütün gün bolca hayırlar yapmaya meyyâl görürse ve aynı zamanda oburluktan da kaçındığını hissederse, bu durum onun için müjdedir. Bu bakımdan Allah Teâlâ'nın kendisini bu sahada muvaffak kıldığından ve kendisini dosdoğru olarak yoluna ilettiğinden dolayı ona şükretmelidir. Eğer nefsinin bunun aksine hareket ettiğini görürse, bilmelidir ki; gece, gündüzün halefi ve ve-kilidir. O halde gündüz elinden kaçırdığı fırsatı gece telâfi etmeye çalışmalıdır. Çünkü sevaplar günahları sildirir. Ayrıca Allah Teâlâ'nın bedenine vermiş olduğu sıhhatten ve geride kalan ömründen ötürü Allah'a teşekkür etmelidir.
Evet, Allah'a teşekkür etmelidir; çünkü Allah Teâlâ ona bütün gece yapmış olduğu kusurların telâfi etmesi için fırsat vermiştir. Geceye girdiği zaman kalbinde 'Hayat gündüzünün sonu da vardır, onun da güneşi birgün batacaktır. Artık o batıştan sonra da bir daha doğuş (dünyada) olmayacaktır' düşüncesini hazır bulundurmalıdır ve bilmelidir ki, hayatın güneşi battığı an artık tedbir alma ve özür dileme kapıları kapanır. Bir daha da tevbe etmeye imkân bulunmaz. Bu bakımdan hayat belli günlerden ibarettir. Şeksiz ve şüphesiz o belli günler teker teker sona ermek sûretiyle fertlerin sonları gelecektir.
2) Müslim ve Buharî, (Hz. Hafsa'dan). Bu nedenle bu ve diğer nafilelerin evde kılınması sünnettir.
3) Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den)
4)Beyhakî, Şuab'ul-İman (Enes'ten zayıf bir senedle) 'Akşam namazını
cemaatle kılan bir kimseye hacc-ı mebrur ve kabul olunan umre sevabı
yazılır7.
5)İmam Irâkî bu rivayetin aslına rastlamadığını kaydeder.
6)Müslim ve Buharî
7)Ebu Dâvud, (Enes'ten)
8)Müslim, (Câbir b. Semurc'den); Tirmizî, (Enes'ten)
9)İbn Mübârek, (mürsel olarak)
10) Bezzar, (Abdurrahman b. Avf'dan)
Kitabu Tertib'il-Evrâd ve Tafsili İhya'il-Leyl/I. Bölüm 1173 Bir
11)Nesâî İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said el-Hudrî'den sahih bir senedle)
12)İmam Irâkî,bunu mükerrer olarak görmediğini kaydediyor.Fakat Müslim, Hz. Âişe'den birkaç yerde tekrar edildiğini rivayet ediyor.
13)Müslim ve Buharî (Ebu Hüreyre'den)
14)el-Müstağfiri, (Muaz b. Cebel'den)
15)İmam Irâkî bu hadîsi mükerrer olarak görmediğini, ancak namazlardan sonra okunmasını ve rükûda söylenmesini zikreden rivayetlerin olduğunu kaydeder.
16)el-Müstağfirî, Dualar; Hatîb, Haviler, (İmam Mâlik'ten)
17)Sünen sahipleri,İbn Hibban ve Hâkim,(Hz.Osman'dan sahih bir senedle)
18)Ebu Kasım Muhammed b, Abdülvahid Fazilet'ııl-Kur'an
19)Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan)
20)Krş. Buharî, (Ebu Said'den); Müslim, (İbn Abbas'tan)
21)Müslim, (Ubeyd b. Ka'b'dan)
22)Müslim ve Buharî, (Ebu Mes'ud'dan)
23)İbn Hibban, Sevab, (İbn Mes'ud'dan)
24)el-Müstağfirî, (Hz. Ali'den)
25)Taberânî, (Enes'den zayıf bir senedle)
26)İmam Irâkî bu ayetin fazileti hususunda varid olan bir hadîse tesadüf
etmediğini yazmaktadır. Fetih sûresinin fazileti hakkında Ebu Şeyh, Ubey b.
Ka'b'dan bir hadîs rivayet etmekte ise de, hadîs uydurmadır.
27)Ahmed ve Taberânî, (Muaz b. Enes'ten)
28)Ebu Kasım el-Gafıkî, (Hz. Ali'den)
29)Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan); Beyhakî, Şuab'il-İman, (Ebu Umame'den zayıf bir senedle)
30)Ebu Nuaym'a göre,bu zat Gürcan kasabasında oturuyordu. Aslen Kûfelidir. Abidler arasında ibadette büyük bir şöhrete sahiptir. Rivayette ismi geçen İbrahim et-Teymî ise Zeyd'in oğlu,Şerîk'in torunudur.Aslen Kufelidir.Âbid ve zâhid bir zattır.Otuz gün yemek yemediği rivayet
edilmektedir. Yaşı daha kırka varmadan Hicrî 93 yılında vefat etmiştir.
31) İmam Irâkî, böyle bir hadisin sabit olmadığını ileri sürerek şöyle demiştir: 'Hiçbir hadîste Hızır'ın Hz. Muhammed'le bir araya geldiği veya gelmediği, Hızır'ın hayatı ve ölümü hakkında sahih bir rivayet vârid olmuş değildir. (Bkz. İthaf'us-Saade)
32) Kavaid'u1-Akaid bölümünde geçmişti.
33) Daha önce geçmişti.
34)Taberânî, (Zeyd b. Erkam'dan hadîsin bir kısmını)
35)Namaz bölümünde geçmişti.
36) Dört rekatın bir selâmla kılınması için bkz. Ebu Dâvud, İbn Mâce, (Ebu Eyyüb'dan); İki rek'at namazın bir selâmla kılınması için bkz. Ebu Davud ve İbn Hibban, (İbn Ömer'den)
37)Kitab'u1-İlim, Birinci Bölüm'de geçmişti.