MÜSAFİRLERE VERİLECEK ZİYAFETTE İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

İctimâî vazifelerimizden biri de müsafire ikramdır. Arap dilinin incelikleri ve dinî eserlerin açıklamaları tetkik süzgeçinden geçirilecek olursa, başka bir şehirden gelen ziyaretçiye "dayf"; aynı köyün veya şehrin halkından ise, gelen kimseye, "ziyaretçi" adı verilmektedir. "Yatılı müsafir" denilince akla "dayf" gelmelidir. Taşradan gelen müsafire yapılan ikrama ziyafet denilmesi, her iki kelimenin arasındaki alâka ve münasebeti göstermektedir.

Mazinin iftihar edilecek müsafirperverliği, günümüzde devam eden konukseverlikten daha farklı ve renkli idi. Şahıslar tarafından yaptırılıp hizmete açılan odalarda müsafirin yemesi, içmesi ve her türlü istirahati ev sahibince temin edilir; bineği varsa onun ihtiyaçları da karşılanırdı. Yapılan ikramda Allah Teâlâ'nın rızası arandığı için, bu konuklara "Tanrı misafiri" adı verilirdi. Bu inanç ve şuur ile hareket eden hane sahibi, müsafirinin memnun kalması için, her fedakârlığa katlanır ve bu uğurdaki yorgunlukları severek ve sevinerek benimserdi. O günde yapılan müsafirperverlik kaybolmuş değilse de oldukça budanmış ve şekil değişikliğine uğramış bulunmaktadır.

Dıştan gelen yatılı müsafirlere dinimizin tanıdığı üç günlük bir müddet vardır. Bu süre içinde yapılması icab eden ikram vâcibtir. Birinci günün akşam yemeğine "ziyafet gecesi" ismi verilmiştir. İlk günde yapılacak ikram, diğer günlerden daha mükellef olduğu için, "Özel ikram" ve "ödül" mânâsına gelen "câize" adını almaktadır.Bu ziyafet, ev sahi-binin aile fertlerine olan mûtat yemek hazırlığından daha üstün olduğundan dolayı bu ismi almaktadır.
Geri kalan iki günde verilecek yemeklere "ikram" ismi verilir. Bunlar da hane halkının alışkın olduğu yemek programı dışına çıkılmaz ve aynen uygulanır. Üç günü geçiren misafirlere verilecek yemek, "sadaka" adını almaktadır. Sadaka olarak vasıflandırılan bir taâmı yemek istemeyenler, orada üç günden fazla kalmamaya dikkat göstermelidirler. Bu hususlara belge teşkil eden bir hadis-i şerifte, "Kim Allah'a ve ahiret gününe imân ederse müsafirine ikram etsin. Onun câizesi (ödülü), bir gün ve bir gecedir. Ziyafet ise üç gündür. Bun-dan sonrası sadakadır. Müsafirin ev sahibi yanında darlığa sebep olacak kadar oturması helâl değildir" (1).

Müsafire ilk ziyafet çeken, Hz. İbrahim'dir (2). Bu sebeple misafire ikram eden kimseler, hem Peygamberimizin hem de Hz. İbrahim'in sünnetiyle âmil olmuş sayılmaktadırlar. Kâinatın biricik efendisi, "Müsafir rızkını getirir ve (evdeki) topluluğun günahını (bağışlatıp) götürür" (3) buyurarak bizi bu hasleti yaşatmaya teşvik etmektedir. Bu kadar faziletli olduğunu bildiği halde "Müsafirine ziyafet vermeyen kimsede hayır yoktur" (4).

Aynı şehir veya köy halkının birbirini ziyaretlerinde ev sahibine düşen vazifeler bulunduğundan dolayı, "Senin üzerinde ziyaretçin için de bir hak vardır" (5) buyrulmaktadır. Şu hususu bilhassa belirtmek isteriz: Bu ziyaretlerde ev sahibine yemekli bir ikramda bulunma mecburiyeti getirilmemiştir. Hane sahibi ne yaparsa, borç olarak değil, ikram maksadı ile yapmış olur ve herhangi bir yiyecek veya içecek ikram etmekle ziyaretçinin hakkını ödemiş sayılır.

(1) Buhârî, c. 7, sh. 104.
(2) Muvatta Şerhi, Zürekanî, c. 4, sh. 285
(3) Feyzü'l-Kadir, c. 4, sh. 261.
(4) Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 4, sh. 155.
(5) Buhârî, c. 7, sh. 103.